♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Alevli Günler : Kalabalıkların Tahammülsüzlüğü

Cumartesi, Kasım 30, 2013
Anadolu turnesine çıkarak "Alevli Günler"le izleyicileri salonlara çağıran İstanbul Halk Tiyatrosu, geçtiğimiz perşembe akşamı Mersin Belediyesi Kongre ve Sergi Sarayı'nda sahne aldı...

Irmak Bahçeci'nin yazdığı, Yıldıray Şahinler'in yönettiği, 2009 yılından bu yana İstanbul'da seyircisine keyifli zamanlar yaşatan oyunun kadrosu Cem Davran, Bahtiyar Ergin, Yıldıray Şahinler, Erkan Can ve Selin Yeninci'den oluşuyor... Mersin'de şaman ateşini yakan "Alevli Günler", çocukluklarından bu yana birbirinden ayrılmayan üç arkadaşın öyküsüne odaklanıyor. Kasap Hayri, Muhasebeci Mensur ve Türkoloji profesörü Tarık'tan oluşan üçlünün rakı masasındaki geyikleriyle başlayan oyun, Şaman Tarık'ın yazıları nedeniyle karakola düşmesiyle komedinin fitilini ateşliyor... Erkan Can'ın canlandırdığı altı farklı karakterin oyuna yaptığı katkıyla, ilk andan seyircisini avcunun içine alıyor... Profesörün kanser olmasıyla, üzüntüye boğulan üçlünün değişen hedefleriyse Tarık'ın vasiyeti... "Ben gömülmek istemiyorum. İnançlarım gereği yakılmak istiyorum" deyince, meşhur resmi işlemlerle dolu kültürümüz de giriyor devreye... Sonrası gırgır şamata... Harika oyunculuklarla keyifle geçen iki saat yaşatıyor seyircisine "Alevli Günler"...

Defalarca sahnelenmiş oyunu dolu salonda izleme keyfi bambaşka öncelikle... Perşembe akşamını bolca dizi yerine, tiyatroya ayıran seyircinin salonu doldurmasını görmek güzel duygu... Benim gibi televizyon düşmanı için, çok daha büyük keyif... Oyunu bizim için özel kılan, Nüfus memuresi rolündeki Erkan Can ile Davran arasındaki kopuş anıydı... Erkan Can'ın kopması ve gülme kriziyle neredeyse gözümüzden yaşlar gelmesiyle de bitmedi olay, replikleri tamamlayarak sufle vermeye kalkan izleyiciyi gören Davran'ın atışması da aynı gülme krizini yarattı seyircide... İzlemiş olanlar Hayri ile Mensur'un sahneden inip, ellerinde fenerle seyirci arasında dolaştığını bilirler... İşte o anlarda ikilinin birbirini paslayarak seyirciye sataşmaları da oyunun zirve noktalarından biriydi... İki perdelik oyun, özellikle ilk perdesinde o kadar çok güldürüyor ve bunu o kadar kolay yapıyor ki, basit ama etkili bir metinle zaman akıp gidiyor... İkinci perde biraz daha hayatın gerçeklerini koyuyor önümüze, tam o anlarda da Davran lafı gediğine koyuyor... Kalabalıkların, azınlığa olan tahammülsüzlüğü hiç değişmeden sürüyor... Süregelen durumu değiştirmek için pısıp oturmamak, sesi yükseltmek gerek... Bu farkındalığı yaşamak ve sesiniz olduğunu hatırlamak içinse, tvyi kapatıp hayatın içine karışmak...


Fuentes’in Meksikalı Adem’i...

Perşembe, Kasım 28, 2013
Carlos Fuentes’in çağdaş Meksika toplumunu hicvettiği Cennet’teki Adem, alegorik roman türünün en nitelikli örneklerinden birini temsil ediyor.

Yeni suçlu sınıfı kötülerden, sapıklardan ve kana susamışlardan oluşuyor, bunlar iktidarı yavaş yavaş ele geçiriyorlar, sınırdan başlayıp taşraya, cahil polislerden siyasetçilere, araya hiç kimseleri koymaksızın; nereden çıktı bu yeni suçlular? Köylü değiller, işçi değiller, orta sınıf değiller. Başka bir sınıfa aitler; suçlu sınıfına, izbe bir bardaki sıcak biranın köpüğünden doğan, tıpkı deniz köpüğünden doğan Venüs gibi. Kuyrukluyıldızın çocukları onlar. Yolsuzluk, dalavere, şantaj, tehdit, her yola başvurup sonunda bir belediyenin başına geçerler ya da Federasyon’a bağlı bir Eyalet’in ya da belki bir gün bütün ülkenin…

Gecekondu mahalleleri, favelalar, Gorozpeköyler, özünde hepsi aynı… Orada yaşamıyorsan oranın varlığının sebeplerindensin. Meteliksiz bir gençken kapağı varlıklı bir aileye atıp Meksika’nın en güçlü adamlarından biri haline gelen Adán Gorozpe bunu çok iyi biliyor, çünkü çöplüğün horozu olmaya, düzenin çarklarını dilediği gibi döndürerek yaşamı kendisi için cennete çevirmeye alışkın. Ancak adaşı eski polis yeni bakan Adán Góngora ortaya çıkınca Meksika iki Adán’a, cennet iki Adem’e dar gelmeye başlıyor.

Carlos Fuentes’in çağdaş Meksika toplumunu siyasetten sosyeteye, sinemadan dine, pembe dizilerden postmodern edebiyata birçok yönden hicvettiği Cennet’teki Adem yazarın tabiriyle tam bir “Meksikomedya”.

CARLOS FUENTES, 1928 yılında México’da doğdu. Amerika Birleşik Devletleri’nde Columbia, Harvard, Princeton ve başka üniversitelerde ders verdi; çok sayıda deneme ve senaryo yazdı. Bir süre Meksika’nın Fransa büyükelçiliğini yaptı. Fuentes’in romanları arasında en önemlilerinden olan Terra Nostra Venezuela’da Romulo Gallegos Ödülü’nü kazandı. 1987 yılında, İspanyol dilinde yazan yazarlara verilen en büyük ödül olan Cervantes Ödülü’ne değer bulundu. Fuentes’in öteki kitapları arasında Yanık Sular, Koca Gringo, Deri Değiştirmek, Artemio Cruz’un Ölümü vardır.

CENNETTEKİ ADEM
Yazar: Carlos Fuentes 
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 207 Sayfa
Fiyatı: 14,50 TL
Yayın tarihi: 19 Kasım 2013


İlk Bakış: Insidious Chapter 2 / Ruhlar Bölgesi: Bölüm 2

Perşembe, Kasım 28, 2013
2010 yılının sevilen korku filmlerinden “Insidious”un devam filmi “Insidious: Chapter 2”, “Ruhlar Bölgesi: Bölüm 2” adıyla 29 Kasım’da gösterime giriyor...

Testere serisinin yaratıcıları olan ikilinin bulduğu yeni maden olan Ruhlar Bölgesi, Amerika’daki açılış rakamlarıyla yapımcıları sevindirmiş ve üçüncü filmin hazırlıklarına da son sürat geçilmesini sağlamıştı... Leigh Whannell’in yazdığı senaryoyu yine James Wan yönetiyor, kadro da aynen korunarak formülü bir kez daha işletiyor... Patrick Wilson, Rose Byrne, Ty Simpkins, Lin Shaye, Barbara Hershey, Steve Coulter, Leigh Whannell, Angus Sampson, Andrew Astor, Hank Harris, Jocelin Donahue, Lindsay Seim ile Danielle Bisutti’den oluşan kadro; hayaletlerin musallat olduğu bir ailenin, kendilerini tehlikeli bir şekilde ruhlar dünyasına bağlayan, dehşet verici bir sırrı açığa çıkarma mücadelesi vermesini aktarmaya çalışıyor...

Oyuncu kadrosu gayet iyi, Whannell türe hakim bir senarist, Wan da son olarak “The Conjuring” ile gönüllerdeki yerini perçimlemişken, korku gerilim sevenlerin ağzının suyunu akıtan bir durum var ortada... Amerika’da 13 Eylül’de vizyona giren 5 milyon dolar bütçeli film, açılış haftasında bu rakamın sekiz mislini kazanmakla kalmadı, seyircinin de gönlünü fethetti... Gösterildiği her ülkede aynı durumla karşılanan filme, nihayet geçte olsa kavuşuyoruz... Konu üzerine yazılmadık bir şey kalmadığı için konunun çok orjinal olmadığını belirtmeye gerek yok, muhtemelen eski usül saat gibi işleyen bir senaryoyla karşılacağız... Fragmanda iyi gaz veriyorken, merakla beklememek için olumsuz bir neden görünmüyor... Yılın en iyi korku/gerilimlerinden biri olmasını umarak salonlara koşmak, gece yarısı seansına bilet kestirmek için ideal...

Bu arada ilk filmin kritiğini şurdan okuyabilirsiniz...



İlk Bakış: The Counselor / Danışman

Çarşamba, Kasım 27, 2013
Richard  Roeper’in  “Elmas gibi parlıyor, keskin bir bıçak gibi kesiyor.” sözleriyle övdüğü "The Counselor", "Danışman" adıyla 29 Kasım'da seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor.

Pulitzer ödüllü yazar Cormac McCarthy’nin senaryosunu yazdığı filmin yönetmen koltuğunda Ridley Scott oturuyor... “No Country For Old Men” ve “Child of God”dan tanıdığımız McCarthy ilk kez senaryo yazarlığına soyunmuş ve Scott, yazarın kendine özgü zekası ve mizah anlayışını, saygın bir avukatın  uyuşturucu dünyası ile flörtünün kontrolden çıkışını anlatan kabus dolu bir senaryoyla bir araya getirmiş... Oyuncu kadrosu da hayli güçlü olunca daha prodüksiyon aşamasında başyapıt adayı olarak anılmaya başlanmıştı. Michael Fassbender, Javier Bardem, Brad Pitt, Penelope Cruz ve Cameron Diaz beşlisinin güç birliği merak konusu...

Uyuşturucu işine karışan bir avukat, işlerin sarpa sardığını görünce geri çekilmek ister fakat artık çok geçtir. Olaylar onun boyunu çok aşmıştır...  İki cümlelik özetin daha fazlasına rastlamak zor ama çokta umursamıyoruz...  Ridley Scott, filmi  “Zekice  anlatılan,  bir  yandan  vahşice  ama  insanda  acıma  hissi  de uyandıracak olan Danışman, kişiyi yanlış yola iten kaderinin anlatıldığı, ders verici bir öyküdür.Bulaşmamaları gereken işlere bulaşan insanlar hakkında.” diye özetliyor. 

McCarthy ve Scott ortaklığından iyi birşey çıkması yüksek olasılık... Beşliyi de onlara ekleyince meraklanmamak için hiç bir sebep görünmüyor... Yılın en çok merak edilesi filmlerinden biri desek yanlış olmaz... Beylik cümlelerle süslü fragmanın biraz antipatik durması da pek sorun değil... Tek sorun McCarthy’nin senaryo mu yoksa roman uyarlaması mı yazdığı... Roman gibi kurgulamışsa dağınık ve temposuz bir filmle karşılaşarak hayal kırıklığı yaşamamız da süpriz olmaz... "Günah bir tercihtir" sloganıyla pazarlama haliyle, Bardem'in o tuhaf saçlarını da eklersek sanki fiyasko olacak gibi...



Yeni Şarkı: Bruce Springsteen "High Hopes"

Pazartesi, Kasım 25, 2013
Amerikan müziğinin patronu, yeni albümünün müjdesini lyric video ile verdi... Diskografisinin 18 numaralı stüdyo işi olacak albüm, 12 şarkıdan oluşacak ve "High Hopes" adını taşıyacak. 14 Ocak'ta kulaklarımıza dolacak albümün şarkı lisesi de açıklandı...

01 “High Hopes”
02 “Harry’s Place”
03 “American Skin”
04 “Just Like Fire Would”
05 “Down In The Hole”
06 “Heaven’s Wall”
07 “Frankie Fell In Love”
08 “This Is Your Sword”
09 “Hunter Of Invisible Game”
10 “The Ghost of Tom Joad”
11 “The Wall”
12 “Dream Baby Dream”



Yeni Video: The Killers "Just Another Girl"

Pazartesi, Kasım 25, 2013
Diskografisinin özetini bu ay yayınladığı "Direct Hits"le çıkaran The Killers, albümdeki yeni şarkısı "Just Another Girl"ü kliplendirdi. Klip kızımız ise Glee'de izlediğimiz Dianna Agron...



Yeni Video: Nina Persson "Animal Heart"

Pazartesi, Kasım 25, 2013
Doksanların efsane gruplarından The Cardigans'ın sesi Nina Persson, solo albümünü video kliple müjdeledi... The Cardigans ile altı, yan prjesi A Camp ile iki albüme ses veren Persson, bu kez solo geliyor... Dört yıldır sesi soluğu çıkmayan Persson'un henüz detayları açıklanmayan albümü "Animal Heart" adını taşıyacak ve 29 Ocak'ta kulaklarımıza dolacak... Klipten yeterli gazı aldık, merakla bekliyoruz...



Dizi Ajandası : 25 Kasım / 1 Aralık

Pazartesi, Kasım 25, 2013
Bir sezon finali ve bir yeni sezon açılışıyla şenlenen hafta, çarşamba ve perşembe akşamları az dizi içeriyor... “Major Crimes”ın sezon molasından dönüşü, “Brickleberry”nin sezon finali ve “Treme”nin yeni sezona başlayacak olmasıysa haftanın öne çıkanları...


Pazartesi:
2 Broke Girls  3x10  And the First Day of School
Almost Human  1x3  Are You Receiving?
Beauty and the Beast  2x8  Man or Beast?
Call Me Fitz  4x8  Brotherly Love
Castle  6x10  The Good, The Bad & The Baby
Cracked  2x8  Voices
Fresh Meat 3x4
Hart Of Dixie  3x8  Miracles
Hostages  1x10  Burden Of Truth
How I Met Your Mother  9x11  Bedtime Stories
Major Crimes  2x12  Pick Your Poison
Mike & Molly  4x4  Careful What You Dig For
Mom  1x10  Belgian Waffles and Bathroom Privileges
Ripper Street  2x5  Threads of Silk and Gold
Sleepy Hollow  1x9  Sanctuary
The Blacklist  1x9  Anslo Garrick (1)


Salı:
Awkward  3x17  The Campaign Fail
Brickleberry  2x13  A-Park-a-Lypse  [Sezon Finali]
Brooklyn Nine-Nine  1x10  Thanksgiving
Chicago Fire  2x8  Rhymes with Shout
Dads  1x10  Dad Abuse
Marvel's Agents of S.H.I.E.L.D.  1x9  Repairs
NCIS: Los Angeles  5x10  The Frozen Lake
New Girl  3x10  Thanksgiving III
Person of Interest  3x10  The Devil's Share
Supernatural  9x8  Rock and a Hard Place
The Mindy Project  2x10  Wedding Crushers
The Originals  1x8  The River In Reverse

Çarşamba:
A Young Doctor's Notebook  2x2
American Horror Story  3x8  The Sacred Taking
Criminal Minds  9x10  The Caller
CSI  14x10  Girls Gone Wild
Misfits  5x6
Republic of Doyle  5x8  Young Guns
The Tunnel  1x7


Perşembe:
Glee  5x7  Puppet Master


Cuma:
Dracula  1x5  The Devil's Waltz
Grimm  3x5  El Cucuy
Nikita  4x2  Dead Or Alive
Raising Hope  4x5 / 4x6  Extreme Howdy's Makeover / Adoption
The Carrie Diaries   2x5  Too Close for Comfort
The Neighbors  2x9  Thanksgiving is No Schmuck Bait


Pazar:
American Dad!  9x6  Independent Movie
Atlantis  1x9  Pandora's Box
Bob's Burgers  4x6  Purple Rain-Union
Getting On U.S  1x2   If You're Going To San Francisco
Homeland  3x10  Good Night
Lost Girl  4x4  Turn to Stone
Masters of Sex  1x10  Fallout
Once Upon a Time  3x9  Save Henry
The Good Wife  5x10  The Decision Tree
The Mentalist  6x9  My Blue Heaven
The Paradise  2x7
The Walking Dead  4x8  Too Far Gone
Treme  4x1  Yes We Can Can  [Yeni Sezon]
Unforgettable  2x8  Manhunt
Witches of East End  1x9  A Parching Imbued


Yeni Video: Kings Of Leon "Beautiful War"

Cuma, Kasım 22, 2013
Eylül sonunda yayınladığı "Mechanical Bull" ile yılın albümlerinden birine imza atan Kings of Leon, albümün en önemli hiti "Beautiful War"ı kliplendirdi...



Yeni Video: Arctic Monkeys "Mad Sounds (Acoustic)"

Cuma, Kasım 22, 2013
Eylül'ün ilk haftasında yayınladıkları "AM" ile büyümeye tam gaz devam eden Arctic Monkeys, albümden "Mad Sounds"un akustik kaydını kliplendirerek sundu...



Yeni Video: Arcade Fire "Afterlife"

Perşembe, Kasım 21, 2013
Ekim sonunda yayınlanan "Reflector" ile hepimizi mest eden Arcade Fire, albümden "Afterlife"ı kliplendirdi. Kısa film tadındaki video klibin yönetmen koltuğunda Emily Kai Bock oturuyor...



Yeni Video: Franz Ferdinand "Bullet"

Salı, Kasım 19, 2013
Ağustos sonunda yayınladıkları "Right Thoughts, Right Words, Right Action" ile vasat iş çıkaran Franz Ferdinand, albümden "Bullet"i kliplendirdi... 



Yeni Video: Beady Eye "Soul Love"

Salı, Kasım 19, 2013
Haziranda yayınladıkları ikinci stüdyo albümleri "BE" ile kulaklarımızı esir alan Beady Eye, Record Store Day için hazırladığı yeni single'ı belirlemekle kalmadı, bir de kliplendirdi... Albümden yayınlanacak olan üçüncü single plak olarak basılacak ve diğer yüzünde de "Iz Rite" yer alacak... Çıkış tarihiyse 25 Kasım...



İlk Fragman: Bu İşte Bir Yalnızlık Var

Pazartesi, Kasım 18, 2013
Aynı adlı Tuna Kiremitçi romanından uyarlanan "Bu İşte Bir Yalnızlık Var"ın ilk fragmanı görücüye çıktı...

Burak Göral'ın senaryolaştırdığı filmin yönetmen koltuğunda Ketche oturuyor. Engin Altan Düzyatan, Özgü Namal, Emin Gürsoy, Gaye Gürsel, Polat Bilgin, Ümit Erdim, Wilma Elles, Atiye'den oluşan oyuncu kadrosunun yanı sıra İskender Paydaş, Athena, Mor ve Ötesi ile Pentagram'dan oluşan müzisyen kadrosuyla kulaklarımıza da hitap ediyor... 13 Aralık'ta vizyona girecek filmin resmi sinopsisiyse şöyle;

Birkaç yıl öncesine kadar bir rock grubunda çalan, besteler yapan ve zamanında parlak bir gelecek vaat eden, 30’larının sonlarındaki eski müzisyen Mehmet (Engin Altan Düzyatan), müzikten uzaklaşmış, boşanmış ve kıt kanaat geçinen bir adamdır artık... Geçimini gitar tamir ederek ve birkaç kişiye özel ders vererek sağlayabilmektedir. 

Onu hayata bağlayan en önemli şey, haftada bir gün görüşebildiği 9 yaşındaki kızı Ezgi’dir. Mehmet boşandıktan sonra başka biriyle evlenen eski eşi Nazlı’yla kızı yüzünden hâlâ görüşmektedir. Büyük bir aşkla evlendikleri Nazlı’yla (Gaye Gürsel) artık hiç anlaşamıyorlar ve sürekli atışıyorlardır. 

Mehmet karısıyla evliyken de sık sık görüştükleri Ayşe (Özgü Namal) ve kocası Orhan’la (Polat Bilgin) aynı apartmanda oturuyordur. Ayşe ve Orhan’ın da evlilikleri son dönemde çatırdamaktadır. 

Tartıştıkları bir akşam Orhan evi terk edince Mehmet, Ayşe’ye destek olur. Hiç kimseye gittiği yeri söylemeden evini terk eden Orhan kayıptır, günler geçtikçe de Ayşe’nin endişesi ve merakı artar. Mehmet Ayşe’ye kocasını bulmakta yardım etmeye karar verir. Bu arada çok sevdiği ve ona zamanında çok ağabeylik yapan Nihat’ı tam da o günlerde kaybetmesinin acısını yaşıyordur. Bu acı haberi ulaştıran eski arkadaşı Altan ona popüler bir pop şarkıcısı olan Elvan’ın (Atiye) orkestrasında iş bulur... Mehmet kendi karakterine hiç uygun bulmadığı bu işi hiç istemeden, ‘mecburen’ ve Altan’ın ısrarı yüzünden kabul eder. 

Bütün bu karışık günlerin içinde Mehmet, Ayşe’yle kocasını aramak için geçirdiği zaman içinde bu hayatın böyle ‘yalnız’ daha nereye kadar gideceğini sorgulamaya ve Ayşe’den de giderek daha fazla hoşlanmaya, hatta ona şiddetli bir aşk duymaya başlar... 



İlk Bakış: Divergent

Pazartesi, Kasım 18, 2013
Veronica Roth’un çok satar romanından uyarlanan ve merakla beklenen ergen bilim-kurgu filmi “Divergent”ten ilk fragman ve afişler görücüye çıktı. Distopik gelecekte 16 yaş seçimlerine odaklanan film, ülkemizde 24 Mart’ta gösterime giriyor...

Harry Potter ve Alacakaranlık serileri derken, ergenlere yapılan her filmin ağız suyu akıtan gişesinin peşine düşen stüdyoların yeni denemesinde senaryoyu, Evan Daugherty ve Vanessa Taylor kotarmış... “Snow White and the Huntsman” ve “Killing Season”la hayli üretken olan Daugherty ve dizilerden sonra ilk film senaryosuna “Hope Springs”le imza atan Taylor’un senaryolarını peliküle aktaran isim Neil Burger... 2006’da “The Illusionist” ile tanıdığımız Burger, son olarak “Limitless” ile iyi iş çıkarmıştı... Tam dişine göre bir filmle geliyor gibi... Oyuncu kadrosuysa formülü tutturmak için riski azaltmak için oluşturulmuş gibi... Shailene Woodley’in esas kız olduğu kadroda, Kate Winslet, Theo James, Ashley Judd, Tony Goldwyn, Ray Stevenson, Mekhi Phifer, Maggie Q, Jai Courtney, Miles Teller, Zoë Kravitz, Ansel Elgort, Ben Lloyd-Hughes, Ben Lamb, Christian Madsen ve Amy Newbold yer alıyor.

Fütürist bir distopya hikayesi olan filmde, toplum her biri farklı bir erdemi temsil eden beş bölgeye bölünmüştür. On altı yaşına gelenlere kendi bölgelerinde kalıp kalmayacakları sorulmaktadır. Çünkü hayatları boyunca verdikleri karar sonucu seçtikleri bölgede yaşamak zorundadırlar. Beatrice Prior herkesi şaşırtan bir seçim yapar. Bunun üzerine Tris ve bölgenin diğer üyeleri yaptıkları seçimden sonra hayatta kalmak için oldukça rekabetçi bir başlangıç sürecine girerler. Ağır fiziksel ve psikolojik testlerden geçmek zorunda kalırlar. Bu testler sonucunda değişeceklerdir. Ancak Tris bir sır saklamaktadır. Sırrı herhangi biri öğrenirse kesinlikle bu sonu olacaktır. Görünüşte mükemmel olan toplumunu tehdit eden bir çatışmanın hızla büyüdüğünü gördükçe, sırrının sevdiği insanların hayatını kurtarabileceğini fark eder.

“Uyumsuz” adıyla gösterime girmesi muhtemel olan film, birbirinin kopyası gençlik filmlerden sadece biri olarak görünüyor... Nabza şerbet sahnelerle, gösteriş peşinde ama çok bildik mevzular bunlar... Bilim-kurgu demekte zor görünüyor... Esas kızımızın bu kadar silik olmasınıysa anlamak zor... Ne diyelim, gençler bu sefer uyumsuz olmayı seçsin de bu tür paragöz filmlerin sonu gelsin...



İlk Bakış: Maleficent / Malefiz

Pazartesi, Kasım 18, 2013
Uyuyan güzel masalına kötünün tarafından bakmaya davet eden Disney yapımı “Maleficent”ten ilk fragman ve afiş yayınlandı... “Malefiz” adıyla izleyeceğimiz film 30 Mayıs’ta gösterime giriyor...

Görkemli siyah kanatlara sahip güzel, saf ve genç bir kadın olan Malefiz, barışçıl bir orman krallığında büyüdüğü için huzurlu bir hayata sahiptir. Ta ki bir gün insanlardan oluşan istilacı bir ordu gelip, topraklarının düzeni tehdit edene kadar... Malefiz, topraklarının koruyucusu olur ama acımasız bir ihanete uğrayınca o saf kalbi taşa dönüşür. İntikam hırsıyla dolan Malefiz, insanların kralıyla destansı bir savaş verir ve kralın yenidoğan çocuğu Aurora' yı lanetler. Çocuk büyüdükçe Malefiz, Aurora' nın krallığa başarı getirecek ve Malefiz' in gerçek mutluluğunu sağlayacak olan anahtar olduğunu fark eder.

Bu lanetin hikayesini anlatan filmin senaryosunda tam 11 kişinin imzası bulunurken, yönetmen koltuğunda Robert Stromberg oturuyor. “Avatar” ve “Alice in Wonderland” ile iki oscar alan görsel efektçi ve tasarımcı Stromberg, ilk yönetmenlik denemesinde... Oyuncu kadrosunda başı çeken isim Angelina Jolie olurken, Elle Fanning, Juno Temple, Imelda Staunton, Sharlto Copley, Miranda Richardson, Sam Riley ve Kenneth Cranham eşlik edenler arasında...

Son dönemde iyice popülerleşen, masalları ve tarihsel olayları değiştirerek kendi öyküsüne yontma formülünün şimdilik son örneği, 3 boyutlu olmasının sayesinde atmosferini iyi kurmuşa benziyor... Bildiğimiz öyküye diğer taraftan bakacak olsakta, bildiğimiz formülü izleyeceğimiz ortada... Disney’in bolca para kazanalım, yan ürün satalım zihniyeti olunca serde, pekte meraklanmadan başka yapacak işimiz olmazsa izlenecek bir film olduğunu düşünmemek elde değil... Bu tür farklı masal formülleri için “Once Upon a Time” dizisini izlemek daha mantıklı...



Kpk 8 Yaşında!

Pazartesi, Kasım 18, 2013
2006 tuhaf yıldı!... Herşeyden sıkılmıştım, öyle bir sıkkınlık ki vücudumun her zerresinde hissediyordum onu... Başta ilişkimden sıkılmıştım... On yıla dayanmış, kör topal giden ama şöyle bir doğrulup uzaktan bakınca bundan sonra gidecek hiç bir yolu olmadığı görünen ilişkimden... Hayata olumsuz tarafından bakan iki ezik aşık olarak görünmekten sıkılmıştım, her yanım olumsuzluk diyen ve her dakka yakınan sevgili yüzünden her bokta boncuk bulmaya çalışan, bardaktaki doluluğu görmeye çalışan birine dönüşmem de yakındı nerdeyse... Hadi sevgili bir yana, işimden de sıkılmıştım artık... Çağın yükselen işiydi, gün geçtikçe önemi artıyordu falan ama boşvermiştim... En başta kendi bürosunda kendine çalışan grafiker olmak göründüğü kadar kolay değildi... İşinin en iyisi olmak zaten bela... Müşteri potansiyelim çok iyiydi ama artık işler tekdüze hale gelmişti... Bana bir logo yarat diyen olmuyordu, şuna benzesin buna benzesin zihniyetiyle geliyorlardı, ki delleniyordum... “Parası güzel lan, yap işte... Sanki yaratınca ne bok olacak...” replikleri yağıyordu çevremden ama dedim ya mutlu değildim, sıkılmıştım... Parayı hayatımın hiç bir döneminde önemsememiş biri olarak bol sıfırlı işten vazgeçmekte kolaydı benim için... Zaten askere gidecektim, kısa dönemdi falan ama olsun... O gidişin dönüşünde beni sıkan şeylerden de bir çırpıda kurtulmak güzel olurdu be... Planla falan da işim yoktu, zaten olmamıştı bugüne kadar... Evrenin beni kollayası gelmişti herhalde o sıralar, karşıma bir kaç kişi çıkardı... Önce bir belgeselin kurgu işini aldım... Ama kurgu deyince aklınıza gelenler değil, işi beğenmeyince ham görüntülerden yeniden yarattım, ki o süreçte tanıştığım elemanla uyuştu kafalarımız hemen... Ulusal gazetenin birinin şehirdeki temsilcisi olunca, en hızlı internetin el altında olması avantajdı... İndirilecek tonla albüm vardı ne de olsa... Sonraki tanışma daha mühim oldu sanki, sıkıldığım sevgilinin okul arkadaşı bakmış mezun olunca bir bok yok, internet kafe açmış... Gittik “hayırlı olsun”a... Hem de ben tanışacam elemanla işte... Hatta pek iyi tanışma olmadı... Dedim ya sıkkınlığım had safhada... Eleman elini uzatıp adını söylediğinde, “O ne amk... Öyle isim mi olur lan...” demiştim pat diye... Öyle bir tanışma, ama anladı herifçioğlu fabrika ayarlarımın zaten bu olduğunu... Neyse efendim uzatmayayım, bıraktım kendi büromu, dönüşümlü olarak iki elemanın yanında takılıyorum paso... Baktım gazetede iş çok oluyor, interneti fazla kullanamıyorum ben de verdim ağırlığı internet kafeye... Elemanda anlayınca durumu, “hafta sonları sen dükkana sen bak” deyince “allah” dedim tamamdır, ana masada yardırırım albümleri... Tabii bu durum öyle kalmadı, eleman sıkılmış belli, dükkanı açıp kapayan oldum kısa sürede... O ara müşterilerle kaynaşma halindeyim malum, bir kıza takıldı gözüm... Taze ergen, kokoş bir hatun... Dükkana kendisinden önce leş gibi parfüm kokusu giren, sürekli tiril tiril elbiselerle moda takipçisi midir, özentimidir anlamadığım bir hatun... Ne giyse farketmez, dükkana film sahnesi gibi girerdi hep... Önce parfüm kokusu, sonra topuklu sesi, çakma uzun sarı saçlar, güneş gözlüğünü çıkarıp “ben yine geldim, hangi masaya oturayım” sorusu... Bununla da bitmiyordu, sürekli bir emir verme hali... İçecektir, yiyecektir illa sipariş geçmeler, birşeyler sormalar bitmek bilmeyen bir azap... Neyse efem, bu sorulardan birinde ekrana bir baktım, farklı farklı kıyafetlerle fotoğrafları olan bir sayfa açık önünde... Nedir bu diye sormaz olaydım ama sormuş bulundum... Hayatımın en uzun cevaplarından birine şahit oldum, altı üstü nedir bu dedim lan... Hatun utanmasa internetin keşfinden başlayacaktı nerdeyse... İşte “an” tam da o andı... Blogspot denen şeye kaydolup, sonra da kendine adres alıyormuşsun sonra yardırıyormuşsun... Blog denen yeni mecra New York’ta yeni trendmiş... Sanırsın olay amerikan ellerinde geçiyor... Hemmen ana masaya dönüp hızlıca gmail hesabıma girdim ve hiç düşünmeden bodakedi adresiyle sefere çıktım... 14 Kasım 2006 itibariyle ilk entry doğal olarak bir şiirdi... 

İşte kpk’nın şiiri de böyle başladı... Sıkkın bir zaman diliminin ondan da sıkkın döneminde açılan bu kapıdan bugüne dek 4000’e yakın yazı geçti... Neler olduğuna dair küçük bir özete gerek yok sanırım... 

Yayındaki yedi yıl geride kaldı... Bu süre boyunca, bağırıp çağırmadan, kimseye yalakalık yapmadan, sözünü sakınmadan, özgürlüğüne sonuna kadar bağlı kalma adına her kuruma aynı mesafede kalmaya çalışarak, etkinlik ve festival gibi davetlerden uzak durarak sadece keşfedilmeyi bekledi bu koleksiyon... Keşfedenlere selam olsun...

Notlar:
* Fotoğraf; isim babamız “Ulysses' Gaze” filminden, tam da repliğin geçtiği odadan kare...
* Muhtemel sorular gelebilir, sonra ne oldu diye... Sıkıldığım bir ilişkim, internet cafeci bir arkadaşım ve trend manyağı o hatun hiç olmadı ki yahu... Yoksa oldu mu? :))


Dizi Ajandası : 18 / 24 Kasım

Pazartesi, Kasım 18, 2013
Üç sezon finali ve bir yeni sezon açılışıyla şenlenen hafta, sezon arasına yaklaşan dizilerin nefes kesen bölümleriyle sürüyor... “Boardwalk Empire”ın sezon finaliyle öne çıktığı haftanın yıldızıysa merakla beklenen “Doctor Who” özel bölümü...


Pazartesi:
2 Broke Girls  3x9  And the Pastry Porn
Almost Human  1x2  Skin
Beauty and the Beast  2x7  Guess Who's Coming To Dinner?
Call Me Fitz  4x7  The Hard Wiener of Truth
Castle  6x9  Disciple
Cracked  2x7  Hideaway
Fresh Meat 3x3
Hart Of Dixie  3x7  I Run To You
Hostages  1x9  Loose Ends
How I Met Your Mother  9x10  Mom and Dad
Mike & Molly  4x3  Sex and Death
Mom  1x9  Zombies and Cobb Salad
Ripper Street  2x4  Dynamite and a Woman
Sleepy Hollow  1x8  Necromancer


Salı:
Awkward  3x15
Brickleberry  2x12 My Favorite Bear
Brooklyn Nine-Nine  1x9  Old School
Chicago Fire  2x7  No regrets
Dads  1x9  Comic Book Issues
Marvel's Agents of S.H.I.E.L.D.  1x8  The Well
NCIS  11x9  Gut Check
NCIS: Los Angeles  5x9  Recovery
New Girl  3x9  Longest Night Ever
Person of Interest  3x9  The Crossing
Ravenswood  1x5  Scared to Death
Sons of Anarchy  6x11  Aon Rud Persanta
Supernatural  9x7  Bad Boys
The Goldbergs  1x9  Stop Arguing and Start Thanking
The Mindy Project  2x9 Mindy Lahiri is a Racist

Çarşamba:
American Horror Story  3x7  The Dead
Arrow  2x7  State v. Queen
Back In The Game  1x8  Color Barrier
CSI  14x9  Check In and Check Out
Law & Order: SVU  15x9  Rapist Anonymous
Misfits  5x5
Modern Family  5x8  ClosetCon '13
Nashville  2x8  Hanky Panky Woman
Republic of Doyle  5x7  Hook, Line and Sinker
Revolution  2x9  Everyone Says I Love You
South Park  17x8
Super Fun Night  1x7  The Set Up
The League  5x12  5x13  Baby Geoffrey Jesus / The 8 D. P. of H. [Sezon Finali]
The Middle  5x7  Thanksgiving V
The Tomorrow People  1x7  Limbo
The Tunnel  1x6


Perşembe:
Anger Management  2x43  Charlie Loses His Virginity Again
Covert Affairs  4x16  Trompe le Monde  [Sezon Finali]
Elementary  2x9  On The Line
Glee  5x6  Movin' Out
Greys Anatomy  10x10  Somebody That I Used to Know
Ground Floor  1x3  The New Office
Once Upon A Time In Wonderland  1x6  Who's Alice
Parenthood  5x9  Election Day
Parks and Recreation  6x8  6x9  Fluoride / The Cones of Dunshire
Played  1x8  Poison
Reign  1x6  Chosen
Scandal  3x8  Vermont Is for Lovers, Too
Sean Saves The World  1x8  Of Moles and Men
The Big Bang Theory  7x9  The Thanksgiving Decoupling
The Crazy Ones  1x9  Sixteenth-Inch Softball
The Michael J. Fox  1x10  Thanksgiving
The Millers  1x8  Internet Dating
The Vampire Diaries  5x8  Dead Man on Campus
Two and a Half Men  11x8  Mr. Walden, He Die. I Clean Room
White Collar  5x6  Ice Breaker


Cuma:
Bones 9x10  The Mystery in the Meat
Blue Bloods  4x9  Bad Blood
Doctor Who  7x14  The Day of the Doctor  [50th Anniversary Special]
Haven  4x11  The Trouble With the Troubles
Hawaii Five-0  4x9  Ha'uoli La Ho'omoaika'i (Happy Thanksgiving)
Last Man Standing  3x9  Thanksgiving
Nikita  4x1  Wanted  [Yeni Sezon]
Raising Hope  4x3  Ship Happens
The Carrie Diaries   2x5  Too Close for Comfort
The Neighbors  2x9  Thanksgiving is No Schmuck Bait


Pazar:
American Dad!  9x5  Kung Pao Turkey
Betrayal  1x9
Boardwalk Empire  4x12  Farewell Daddy Blues  [Sezon Finali]
Bob's Burgers  4x5  Turkey in a Can
Family Guy  12x6  Life of Brian
Homeland  3x9  Horse and Wagon
Lost Girl  4x3  Lovers. Apart.
Masters of Sex  1x9  Involuntary
Revenge  3x9  Surrender
The Good Wife  5x9  Whack-a-mole
The Mentalist  6x8  Red John
The Paradise  2x6
The Simpsons  25x6  The Kid Is All Right
The Walking Dead  4x7  Dead Weight
Witches of East End  1x8  Snake Eyes

Cenk Taner'den İkinci Solo: Yoldan Çıkmış Şarkılar

Perşembe, Kasım 14, 2013
Kesmeşeker kaptanı Cenk Taner, ikinci kez solo uçuşta... Taner'in, 2001'de yayınladığı "İzin Vermedi Yalnızlık"tan 12 yıl sonra gelen "Yoldan Çıkmış Şarkılar", Ada Müzik etiketiyle raflardaki yerini aldı...

1990 yılında kurduğu Kesmeşeker ile bugüne kadar verdiği sayısız konser, kadrosunda zaman içinde yer almış birçok değerli müzisyen ve çıkardığı sekiz albümle yirminci yılını tamamlayan sanatçı. ikinci solo albümü "Yoldan Çıkmış Şarkılar" ile sevenleriyle buluşuyor..

Albümde yer alan 12 Şarkının sözü ve bestesi Cenk Taner’e, düzenlemeler ise Mehmet Şenol Şişli, Veysel Çolak, Anıl Çifter ve Cenk Taner'e ait. Kayıtlarda Cenk Taner’e,  Veysel Çolak (gitar,harmonium,melodika, geri vokal), Mehmet Şenol Şişli (bas gitar ve geri vokal), Gökhan Özcan ve Çağrı Büyükçoban (davul), Mert Fehmi Alatan (trompet), Cem Dinler (hammond org), Kerem Sefil (perküsyon), Ali İzzet Çalışkan ve Gülce Altunel (mızıka) Serhan Baki (tabla) eşlik etti. Kayıt ve miskleri temmuz, ağustos aylarında Anıl Çifter tarafından Jinnx Production’da gerçekleşti. Mastering ise Demirhan Baylan tarafından yapıldı.

Fotoğraflar ise Engin Güneysu imzasıyla albümdeki yerini alıyor. 

Albümde yer alan şarkılar;
1- Bir Şehre Merhaba Dedim
2- Felek Felemenk'ten Geçmiş
3- Özgür Olduğunda Marmara
4- Aklımın Sibiryası
5- Geyikli Baba Uzaylılar Şarabı
6- Herşey Siyaha Giderken
7- Öyle İnce
8- Tahta Kılıçlar
9- Hep Yarın Olsun
10- Kara Şair
11- Silah Sesinde Yunuslar
12-  Kadıköy Karabatakları


İlk Bakış: Tengo Ganas De Ti / Sensiz Olmaz

Perşembe, Kasım 14, 2013
Mart sonunda gösterime giren “Tres metros sobre el cielo/Aşka Yükseliş”in devam filmi olan ispanyol ergen romantik komedisi “Tengo Ganas De Ti”, “Sensiz Olmaz” adıyla 15 Kasım’da gösterime giriyor...

“Yaşamak sevgisiz, sevgi sensiz olmaz…” sloganıyla konuya bıraktığı yerden devam eden film, geçtiğimiz yıl ülkesinde yılın en çok izlenen üçüncü filmi olarak dikkat çekmişti... 2010 yapımı ilk filmin başarısı üzerine devamı gelen öykünün temelleri Federico Moccia’nın romanına dayanıyor... İlk uyarlaması 2004’te İtalyanlarca çekilmiş seri, bu kez İspanyolların elinde iki filmlik seriye dönüşmüş durumda... İlk filmin ekibi de aynen devam ediyor, uyarlamaya yine Ramón Salazar kotarırken, Fernando González Molina da yönetmen koltuğunda... İlk filmi izlenir kılan görüntü yönetmeni Daniel Aranyó’nun koltuğunu Xavi Giménez’e bırakmasınıysa değişiklik olarak görmemek lazım, lakin gelenin gideni aratmayacağı belli... María Valverde, Mario Casas, Clara Lago, Alvaro Cervantes’in başını çektiği oyuncu kadrosuyla gişe başarısının formülü aynen korunmuş...

Hache’in 2 senenin ardından İngiltere’den İspanya’ya geri dönmesiyle devam öykü, yine klişe bir konuya sahip... Babi’nin hatırası hala aklındadır ve onunla tekrar birlikte olmaktan korkmaktadır. Yeni bir hayata başlamak zorunda olan Hache, bunun için girişimlerde bulunur ve Giz adında bir kızla tanışır. Fakat Babi’yi görünce onu unutamadığını anlar ve bütün düşünceleri değişmeye başlar.Artık Hache bir seçim yapmak zorundadır.

Tipik bir varlıklı aile kızıyla, serseri oğlanın öyküsünü bu çağda anlatıp yedirmeye çalışan yapım, gücünü yükselişteki İspanyol sinemasından alıyor ve görüntü yönetimiyle öne çıkıyordu... Formülün aynen korunduğunu gösteren fragman, nabze şerbet görüntülerle ergen romantik komedisiyim diye bağırıyor... Bildik konusunu güzel ambalajla sunmaya çalışan bir yapımı izlemeyi geçelim, neden gösterime gireceğini sorgulamak lazım...

P.S.: "3 Metros Sobre El Cielo" kritiği "Motor, Trajedi, Aşk..."ı şurdan okuyabilirsiniz...



Fazıl Say'dan Şiirle Yoğrulmuş Albüm: İlk Şarkılar

Salı, Kasım 12, 2013
Fazıl Say’ı ilk kez şarkıları ile müzikseverlerle buluşturan ve şiir bestelerinden oluşan albüm, "İlk Şarkılar" Ada Müzik etiketiyle yayımlandı.

Fazıl Say’ın 20 Yıl önce bestelediği Nazım Hikmet'ten Metin Altıok'a, Cemal Süreya’dan  Ömer Hayyam'a , Can Yücel’den Orhan Veli’ye, Pir Sultan Abdal’dan Muhyiddin Abdal’a uzanan ünlü şairlerin dizeleri Serenad Bağcan’ın eşsiz yorumuyla  bu albümde buluştu.

"Bu şairleri bestelemek benim için hep büyük bir zevk, büyük bir onur, büyük bir yaşam görevi olmuştur, şarkı albümlerim nice farklı şiir, nice farklı şairler ile devam edecektir" diyen Say’ın albümünde Metin Altıok'dan ‘Düşerim’ ve ‘Bu Kekre Dünyada’, Ömer Hayyam'dan 'Akılla Bir Konuşmam Oldu’, Cemal Süreya'dan 'Dört Mevsim', Can Yücel'den 'Sardunyaya Ağıt',  Pir Sultan Abdal'dan 'Sordum Sarı Çiğdeme', Orhan Veli'den ‘Efkarlanırım’ ve ‘İstanbul'u Dinliyorum’,  Nazım Hikmet'ten ‘Memleketim’ ve  Muhyiddin Abdal'dan 'İnsan İnsan' şiirleri  yer alıyor.

Bu albümde Fazıl Say’a Bülent Evcil, Aykut Köselerli, Çağ Erçağ, Hakan Güngör ve Pelin Halkacı Akın enstrümanları ile eşlik ettiler. Ayrıca, Muhyiddin Abdal’ın İnsan İnsan adlı şiirine Güvenç Dağüstün, Selva Erdener, Cem Adrian ve Burcu Uyar sesleriyle renk kattılar.

Yapımcılığını Fazıl Say’ın üstlendiği albümün yapım koordinatörlüğünü Ceylan Karaca, kreatif direktörlüğünü Eren Yağmuroğlu, kayıt mühendisliğini Pieter Snapper, kayıt asistanlığını Saygın Özatmaca ve Barış Baykan yaptı. Mix ve masteringi Pieter Snapper Babajim Istanbul Studios’da gerçeleştirdi. Kapak görseli, desenler, fotoğraflar ise Mustafa Toygun Özdemir tarafından yapıldı. 

Fazıl Say’ın kendi sözleri ile ‘’İLK ŞARKILAR’’
"Türkiye’deki sanatseverler ile, bir yorumcu olarak yüzlerce - binlerce kez buluştum, klasik müziğin en mühim bestecilerinin eserlerini tüm Türkiye’de seslendirdim, bunun yanında kendi bestelerim, gerek piyano için, gerek oratoryolarım (Nazım ve Metin Altıok) ve gerekse senfonilerim (İstanbul Senfonisi, Mezopotamya ve Universe) ile pek çok konserde yine kitlelerle buluştuk.

En büyük merakım şiir okumaktır. Ben şairlerin arasında büyüdüm. Cemal Süreya, Metin Altıok babamın çok yakın dostlarıydı, amcam kadar yakınlardı, onların o yıllarda Ankara’da Tavukçu lokantasında uzun sohbetlerine hep şahit oldum, vakit geç olunca beni sandalyelerin üzerinde uyuturlardı.1970’ler Ankara’sı… 7-8 yaşımdaydım. 

Bu şairleri bestelemek benim için hep büyük bir zevk, büyük bir onur, büyük bir yaşam görevi olmuştur, şarkı albümlerim nice farklı şiir, nice farklı şairler ile devam edecektir. 

Şunu söylemeliyim ki, yaklaşık 20 yıl önce bestelemiş olduğum bu şarkılarım ile Türk müzikseverlerinin karşısına çıkmak benim için “özel” bir durumdur. Bu gecikme için özür dilerim. Aynı şekilde; bu şarkıların, ülkemizin en sevdiği müzik formu olan “şarkı” hususunda da, Türkiye’nin müziği açısından özel bir yere oturacağını ümit ediyorum. Bu şarkılara uygun sesi (yorumcuyu) bulmak çok uzun zaman aldı benim için. Çünkü sadece müziği değil, şiiri de mükemmel yorumlayabilen bir soliste ihtiyacım oldu ve yıllarca aradığım sesi bulamadım.  

1994 yılında şarkılarımı o yıllarda yaşadığım Berlin’de bestelemiştim. (birinci versiyonudur) Pınar Demirel ile şarkıları Almanya’da pek çok konserde seslendirmiştik. Pınar ile yolları ayırdıktan sonra, bu 20-30 şarkıdan Nazım Hikmet’e ait olanlar 2001’de “Nâzım Oratoryosu”nun, Metin Altıok’a ait olanlar ise 2003’de “Metin Altıok Ağıtı”nın temellerini  oluşturdu. Şimdi 10 şarkı derledik, Serenad Hanım’ı çok beğeneceğinizi ümit ediyorum. İlk kez şarkılarımla sanatseverler ile buluşmaktan büyük mutluluk ve heyecan duyuyorum."

Albümde yer alan eserler;
1-  Düşlerim / Metin Altıok
2-  Akılla Bir Konuşmam Oldu  / Ömer Hayyam
3-  Dört Mevsim / Cemal Süreyya
4-  Bu Kekre Dünyada  / Metin Altıok
5-  Sardunyaya Ağıt  /  Can Yücel
6-  Sordum Sarı Çiğdeme / Pir Sultan Abdal
7-  Efkârlanırım /  Orhan Veli
8-  İstanbul'u Dinliyorum /  Orhan Veli
9-  Memleketim /  Nazım Hikmet
10-  İnsan İnsan /  Muhyiddin Abdal



Nothing Left to Fear : Şeytan Nöbette

Pazartesi, Kasım 11, 2013
Kansas’ta ufak bir kasabada yer alan Skull Mezarlığı, sıradan bir yer olmanın ötesinde… Üzerine söylenen bolca efsane mevcut… Mezarlığın lanetli olduğu, cehenneme açılan yedi kapıdan birinin burada yer aldığı ve başında da bir şeytanın nöbet tutup insanları avladığı en yaygın teori… Bu çılgınlık o kadar büyütülmüş ki, gitmeyin uyarısı yapılıyor sürekli… Bunlar bir filmden değil, gerçek hayattan bilgiler… İşte filmimiz, bu çılgınlığın filmi yapılsa nasıl olur sorusunun cevabı tamda…

2013 yapımı filmin geri planında rockerlar için ilginç bir dipnot mevcut… Efsanevi grup Guns N’Roses’ın gitaristi, 2010 yılında kendi yapım şirketini kurmuştu… Slasher Films’in ilk filmi “Nothing Left to Fear”, müziklerinde şirketin sahibinin imzası bulunan bir yapım aynı zamanda… İlkler bununla da kalmıyor, senarist ve yönetmen için de bir ilk… Jonathan W.C. Mills senaryoyu kotarırken, yönetmen koltuğuna Anthony Leonardi III oturmuş… “Rango”, “Water for Elephants” ve “The Lone Ranger”ın storyboard artisti olan Leonardi, Aralık’ta izleyeceğimiz “47 Ronin”in de yaratıklarını tasarlamaktan sorumlu isim… Sanat departmanlarında çıkardığı işlerden sonra, ilk kez bir uzun metrajın yönetmen koltuğunda… 2006’da 26 dakikalık fantastik kısa “Existence”den yedi yıl sonra yönetmenliği hatırlayan Leonardi, “Insidious”un kısa film serisiyle dönmüş… Storyboard sanatçısı olduğu için ilk anda bir şeyler beklemek kaçınılmaz oluyor ama Leonardi’nin ilk denemesinde başarılı olduğunu söylemek çok zor… Mills’in senaryosunun da pek yardımcı olduğu söylenemez…

Meşhur kasabamızı arayan beş kişilik bir ailenin yolculuğu ile açılıyor filmimiz… İki kız, bir oğlan çocuklarıyla yeni başlangıç arayan klasik bir Amerikan ailesi var karşımızda… Kasabayı bulma çabasında soluğu bir çiftlikte alıyorlar önce, kim olduğunu anlayana kadar başından atmaya çalışan adamın “sizi ben götüreyim” teklifi sonrası anlıyoruz durumu… Kasabanın beklenen yeni papazı Dan ve ailesi önemli şahıslar… Bu önemsenme hali, evlerine taşınmaları için kasaba halkının cansiperane yardımıyla sürüyor… Beklenen mutlu tabloyu görünce, artık korku/gerilime evrileceğini düşündüğümüz film, bir türlü o fitili ateşlemiyor... Konusunu okumadan izlemeye başlayanlar için oyunbaz bir anlatım da mevcut üstelik... Sürekli hedef gösterilen kızımızın içine şeytan mı girecek yoksa diye başlayan ne olacak, gerilimin fitilini ne ateşleyecek derken bir sahneyle geçiştiriliyor izleyici... Mevzumuz, o kapıda nöbet tutan şeytana kurban verelim, bizi rahat bıraksın döngüsü... Bu seferki kurbanlarımızın nasıl seçildiğinden başlayarak olayların gidişatı... Lakin öyle beceriksizliklerle anlatılıyor ki bu durum, izlemek ve sonunu getirmek çok büyük sabır işi... Üstelik bu sonunu getirmenin bir ödülü de yok... Storyboard artisti olmakla yönetmen olmanın alakası olmadığını gösteren Leonardi, öyküsünü bir türlü akışa bırakamadığı gibi atmosfer bile yaratamıyor... Herşey bu kadar hazırken, tekinsiz bir kasabayı aktaramama beceriksizliğiyle başlayan olumsulukların sonu da bir türlü gelemiyor... Türün gereklerini yapamayan “Nothing Left to Fear”, hiç bir sahnede en ufak bir gerilim kıpırdanması bile yaratamıyor... Mills’in senaryosunun da hakkını vermek lazım, gereksiz sahnelerle uzayan tutuklukla ancak son yarım saatte ıkına sıkına zorla açılabilen ama buna rağmen tempo kazanamayan bir senaryo için kötü demek bile zor... Şeytanın bedenleşmemesi tercihi ne kadar doğruysa, büyüyen bir karanlık olarak şekillenmesi de o kadar saçma... O karanlığın kağnı hızında büyüyüp yayılmasıysa evlere şenlik... 

İşin en kötü yanıysa oyuncu kadrosu... Dizi takipçilerinin tanıdığı simalar James Tupper, Ethan Peck ve Jennifer Stone hadi neyse de, “Bellflower”la radarımıza giren Rebekah Brandes ve Anne Heche’nin filmde ne işi olduğunu anlamak zor... “Carnivàle”in kötüsü Clancy Brown’ı benzer bir rolde görmenin keyfini çıkaramamaksa isyan sebebi... 

Arkasında Slash olunca popülerleşen film, kendine sadece Rusya'da salon bulabilmiş ve 4 Ekim'de ülkesinde sınırlı salonda küçük çaplı gösterimlerle faciayı görmüş... 3 milyon dolar bütçeli filmin açılış gişesi yaklaşık 8 bin dolar olunca, fazla beklenmeden ev sinemasında müşteri aramış kendine... Yeni bir şirket için hayli başarısız bir ilk film olduğu çoktan belgeli... 

Bir türlü giremediği konusu, kuramadığı atmosferi ve yaratamadığı gerilim ile vasat bir filmin vereceği izleme keyfinin bile yanından geçemeyen “Nothing Left to Fear”, yönetmeniyle senaristinin daha geçecek çok kapılarının olduğunu belgeleyen beceriksizlik gösterisi... 


Bir Filmi Okumak : Yeşilçam Sineması

Pazartesi, Kasım 11, 2013
Bir bloğu blog yapan okurdur her zaman ve o okur her zaman orda olduğunu hissettirir bir şekilde... En güzel hediyedir... Daha güzelini yapmış sevgili Ozanbora Kılıç, yaptığı röportajı göndermiş... Bende noktasına virgülüne dokunmadan zevkle yayınlıyorum... Söz Ozanbora’da ve çağrısında...

Bu kez karşınıza güzel bir röportaj ve tanıtım yazısı ile çıkıyorum. Beyoğlu'nun en eski sinemalarından Yeşilçam Sineması'na gittim ve araştırdım. AVM Kültürü ile büyüdüğümüz şu yıllarda bir filmi en iyi nerede seyredebiliriz diye düşünürken öyle güzel bir Sinema Salonuna denk geldim ki, bir an evvel sizlere de bu yeri tanıtmak için can atar vaziyetteyim. Bu yazı dizim ve röportajımızda Yeşilçam Sinemasını sizler için ele aldım. Fotoğraflarını da bulabileceğiniz, İstanbul’un bu en eski sinema salonlarının arasında yer alan otantik film evine mutlaka uğrayınız.

YEŞİLÇAM Sineması
Beyoğlu'nda faaliyetini sürdüren, ünlü yönetmen ve sinema adamı Reis ÇELİK'e ait olduğunu öğrendiğimiz İstanbul'un bu en eskilerinden sayılan sinema salonunu araştırma konusu edinmemizin başlıca iki sebebi var; Bunlardan ilki mütavaziliği ve sanat için ayakta durduğunu, samimi atmosferiyle size öyle bir aşılıyor ki ayrılıp gitmek istemiyorsunuz filminizi seyretmiş, çayınızı içmiş olsanız bile. Bir diğer sebebi ise Yeşilçam Sineması'nın içeriye girdiğiniz anda gerçekten bir filmi seyretmeye geldiğinizi anlıyabilmenizi sağlaması oluyor. İlk başlarda dikkatimizi çeken işte bunlar oldu. Sinemanın bu yanları dışında, işletmecilerinin sizlere olan samimiyeti ve arkadaşça yaklaşımları, cam fanus ötesinden yüzünüze bile bakmadan bilet kesen avm sinemacılığının çok çok ilerisinde bir değer verdiğini anlamanız, bu salonu bir başka değerli kılıyor.

İstiklal caddesinde tabelasını gördüğünüzde hemen o sokağa dalıp Yeşilçam Sinemasına uğramadan etmeyin. Bulunduğu handa yer alan diğer işletmeler nedeniyle girişinin pek temiz ve parlak olduğunu söyleyemeyiz ama bunun kendi ellerinde olmadığını Sinemanın 13 yıllık işletmecilerinden Burcu Karakaş ve Güven Çelik, yaptığımız sohbette bizlere üzülerek açıklıyorlar. Her şeye rağmen sinemanın kendisi, salonu, cafeteryası ve sıcak gülüşleriyle çalışanları dışarıyı size unutturuyorlar hatta abartmadan söylemek isterim ki Yeşilçam Sinemasında iken dışardaki hayatı bile kısa bir süreliğine unutmanız mümkün.

Duvarlarında Türk ve Dünya sinemasının afişlerini, yönetmenlerini, aktör ve aktristlerini kısacası sinemanın her türlü izinin bulunduğu, kol yardımıyla çevirilerek sarılan film makaralarının ara sıra nostaljik bir havayla kopması, salonunda çok nadir rastlayabileceğiniz tahta koltukların deri kaplamalarıyla Yeşilçamda olduğunuz hissiyatı, isteyenin kendi çayını kendisinin alabilmesi ve çan sesiyle başlayan seanslar...

Sumru Yavrucuk, Meral Orhonsay, Metin Uca ve ülkemizin ünlü çevirmenlerinden Bertan Onaran gibi bir çok sinema tutkununun müdavimleri arasında yer aldığı Yeşilçam Sinemasını dilerseniz işletmecilerinden Burcu Karakaş'ın kendinden dinleyelim. Yeşilçam Sinemasının güleryüzlü makinisti Burcu Hanım ile sizler için bir röportaj gerçekleştirdik.

İsteğimizi geri çevirmeyen, çayını alıp sorularımızı yanıtlamak için yanımıza gelen Burcu Hanıma ve biz bir bir sorularımıza cevaplar bulurken seansları başlatan, filmi makaraya sararken bize cevap verme nezaketliğini de eksik etmeyen Güven bey'e çok teşekkür ederiz...


İşte bir filmi okumak ve Yeşilçam Sineması...

* Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Ne yapacaksınız tanıyıp bakayım? ( Gülüyor, öyle içten ve samimi ki bende gülmekten alamıyorum kendimi ve cevaplıyor. ) Burcu Karakaş.

* Burayı çok kısa bir şekilde nasıl tanıtırsınız?
Yeşilçam sineması ufak, mütavazi, sanat için bir şeyler yapmaya çalışan, genelde 2 kişinin çalıştığı, 70 kişilik bir sinema salonu. Bilen biliyor ya! ( Fazla şey söylemek istemiyor, çalışanları da mütevazi )

* Kaç yıldır burada çalışıyorsunuz?
Burası 1999 da kurulmuş. 14 yıldır var. Ben ise 13 yıldır burada çalışıyorum. Açıkçası hiç aklımda böyle bir işte çalışmak yoktu. Reis beyin asistanlığını yapmıştım bir dönem o da bana böyle bir yer açmak istediğinden bahsetmişti ve benim bakmamı istedi. Bende tereddütsüz kabul ettim. Aslında Güven ( Güven Çelik ) Kurulduğundan beri burada.

* Pekala, başka bir mesleğiniz var mı ? Yoksa mesleğiniz bu diyebilir miyiz?
Evet, evet meseleğim bu benim. ( Sineamacılığı böylesi sahiplenmiş bir insan var karşımızda o an. )

* Pek para kazanmak için açılmış bir yer gibi durmuyor burası siz ne diyorsunuz bu konuda?
Kesinlikle, Burası Reis Beyin ( Reis Çelik ) tamamen sinemayı yaşatmak, iyi filmlerin ve seyredilmesi gereken ya da kaçırılmış olan sanatsal açıdan güzel saydığımız filmlerin gösterilmesi gerektiğine inanılan bir düşünce için açılmış, bir sinema salonudur. Önceliğimiz hiç bir zaman para olmadı.

* Zaten görünen de onu yansıtmakta. Pekala, burası mimari açıdan nasıl bir genişliğe sahip? Biz kendimizi evimizde gibi hissettik, böyle ufak tefek ama içi binbir güzellikle dolu bir yer burası.
Salonumuz 60 m2, cafeteryamızın büyüklüğü de aynı. Toplamda 120 m2 bir yer burası. Ama her gelen bunu söylüyor. Yani bu kadar ufak ama bu kadar çok rahat ettiğimiz tek yer diye. Normalde bodrum kat gibi dursada aslında Beyoğlunun coğrafi yapısından dolayı bir zemin kat burası.

* Bize biraz duvarlarınızdan bahsedin lütfen. Böyle güzel bir şekilde dizayn edilmiş çok az yer buluyoruz artık.
Duvarlarımız için evet hep bu tür güzel övgüler alıyoruz. Aslında pek bir şey yaptığımız da söylenemez. 14 Yıl evvel ilk açıldığı günki halini hala muhava etmekte halbuki ama bazen değiştirin farklı şeyler ekleyin diye eleştirilerde alıyoruz ama Reis Beyin hiç değişime uğramak gibi bir niyeti yok. Aslına bakarsanız benimde. ( Gülüyor ) Ama yinede dikkate almaya çalışıyoruz misafirlerimizin önerilerini. Duvarlara gelince; Bir çok posterimiz orjinaldir. ( Rüzgar Gibi Geçti filminin orjinal posterini gösteriyor. ) Bunun dışında 'Artiz Kahvesi' yazan duvarımızda ki resimler tamamen el yapımı çizimlerdir, ressam bir arkadaşımız tarafından gerçekleştirildi. Öte yandan hiçbir yerde rastlayamayacağınıza inandığım yönetmenler köşemiz var orada da yine kendilerine ait yazılar ve makaleler ile fotoğrafları bulunmakta. Türk filmlerimizin eski nostaljik afişleri aslında ana temamız cafetaryamız için. Tavanda gördüğünüz afişlerden 'Üç Maymun' un fransız versiyonunu en son Reis Bey kendi elleriyle yapıştırdı. Evet duvarlarımız böyle bildiğiniz duvar işte ama üstündekiler pekte insanımızın bilmediği yada merak etmediği türden şeyler..

* Son sözünüze bütün içtenliğimle katılıyorum. Hadi biraz da gösterime aldığınız filmlerden konuşalım. Genelde ne tarz filmler oynatmaya özen gösteriyorsunuz?
Aslında genelde işletmemizin asıl sahibi ve yaşatanı olan, sizinde bildiğiniz üzere yönetmen ve Altın Portakal jüri üyeliği yapan Reis Çelik'in sanatsal gözüne girebilmeyi beceren filmlere ağırlık vermeye çalışıyoruz. Ama bu filmleri şu yada bu diye ayırdığımız anlamına gelmiyor. Fakat sanatsal açıdan hiç birşey vermeyen Recep İvedik gibi filmler asla oynatılmadı, oynatılmaycaktır da. Belli bir kriter belirlemiyoruz desek yalan olur fakat Görmek istedikleriniz ve Kaçırdıklarınız adı altında filmler genelde seyircimizle buluşuyor. Oyuncu üzerine çekilmiş filmler asla bizim gösterimimize giremez biz genellikle yönetmeni tanıtmak ve her unsuruyla bir bütün olabilmiş sanatsal içerikli filmleri oynatmak ile yükümlü görüyoruz kendimizi.

* Burası bir ev sineması benim tabirimle, kabul eder misiniz bilmem ama ben öyle hissettim, siz ne dersiniz bu konuda, böyle bir etkisi var mı?
Galiba var. Çünkü buraya her gelen bunu söylüyor kendimizi evimizde hissediyoruz diye. Hatta bir keresinde yoğun bir seanstı sanırım, tek başıma kalmıştım o gün ve koşturmaktaydım tam hızlıca makarayı sarıp cafetaryaya döndüğümde bir hanımefendi kendine çay dolduruyordu barda, beni görünce ' Ne yapim sizin işiniz vardı bende kendim alayım dedim.' dedi. O kadar sevindim ki işte benim de istediğim buydu burası için, bu kadar rahat etmeleri. Hatta bir seferinde de bir hanım yine ' Utanmasam bir sehpa isteyeceğim ayaklarımı uzatmak için.' demişti. Bence dediğiniz tamamen doğru, burası bir ev sineması tadında ama ayakta tuttuğu belli değerler ve ahlaki unsurlarda var sinema için. Ayrıca çay ve kahveleriniz ile filme girebiliyorsunuz. Fakat asla mısır satmıyoruz. Bu bize ait bir kültür değil.

* Kurulduktan sonra hiç kapatılma yada buna benzer bir sıkıntıyla karşılaşıldı mı?
Hayır. Yani kapatılma gibi bir sorunumuz olmadı ama tabiki çeşitli zorlukları halen daha yaşamaktayız. Örneğin maddi gelir sıkıntılarımız çok fazla. Çünkü biz her filmi oynatmıyoruz, zaten tek salon işletmekteyiz. Ve yaklaşık olarak altı yıldır hiç bir şekilde biletlerimiz de artış gerçekleştirmedik. ( Bilet fiyatlarını ve cafetarya fiyatlarını ropörtaj sonunda bulabilirsiniz. ) Cafetaryamızda her şey çok ucuz diye eleştiriler bile alıyoruz. ( Gülüyoruz. ) Bu sebeplerden dolayı çok zorluklar çekiyoruz fakat Reis Bey ve müdavimlerimiz sayesinde ayakta kalmaya ve yok olan bir kültür için verdiğimiz savaşta yinede direnmeye gayret göstermekteyiz. Hatta fiyatlarımız açısından şunu söylüyoruz hep, öğrenciye dost bir sinemayız.

* Pekala konu filmlerin bilet satışlarına gelmişken, en iyi gişe yaptığınız film diye sorsak?
(Hiç düşünmeden cevaplıyor ) Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak - Ahmet Uluçay. Tam 3 ay 1 Hafta boyunca gösterimde kaldı ve 11.000 bilet satışımızı bu filmde gerçekleştirmiştik. Hatta Okan Bayülgen programında pek fazla gösterim şansı bulamayan bu film için Yeşilçam Sinemasın'a gidip seyredilebilecğeini söyleyerek bizi tavsiye etmişti, çok iyi hatırlıyorum. Keza Metin Uca'da aynı şekilde sağolsun önerilerde bulunmuştu bunların etkisi mutlaka olmuştur ama en iyi gişemiz bu baş yapıttı. Duvara Karşı filmi de iyi gişe yapmıştı bizde, onu da ekleyebilirim.

* Burcu hanım sizin en sevdiğiniz film hangisidir? Ve yönetmen?
( Bu kez biraz düşünüyor ) Benim... Sinema Paradıso diyebilirim sanırım ama çok var ya uff girme buralara ( Gülüşmekteyiz. ) Yönetmen olarak ama Andrey Tarkovski diyebilirim. Türk yönetmen olarak ise Nuri Bilge Ceylan çok sevdiğim ve gurur duyduğum yönetmenlerimizden.

* Mükemmel seçimler. Pekala, Ülkemizde şimdilerde Festival filmi diye bir tabir oluştu siz nasıl bakıyorsunuz bu yaklaşıma doğru mu sizce?
Bu konuda konuşulacak çok şey var. Ama ben kesinlikle bunu yanlış buluyorum. Böyle bir şey yok. Çok iyi ve sanatsal değeri yüksek filmler dağıtımcılar ve sinema salonları yüzünden seyircisiyle buluşamıyor. Böyle olunca da mecburen festivallerde gösteriliyor ve ödüller veriliyor işte bundan sonra da adı festival filmi oluyor. Halbuki dağıtımı çok iyi yapılsa ve hemen her sinemada bu filmler gösterimde olsa o zaman daha çok kitleye ulaşacak ve en azından adı festival filmi olmak yerine çok iyi bir film diye anılabilecek. Çünkü öbür türlü bir nevi ötekileştirilmeye gidiliyor. Hal böyle olunca da daha filmi seyretmeden aman bu festival filmi ben sıkılırım diyerek filmi hiç seyretmeme karar verenler ortaya çıkıyor. Ne yazık ki bu kitle ülkemizde azımsanmayacak kadar fazla.

* Bir sinema işletmecisi ve sinema sever olarak Türk Sinemasının şu an ki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
( Yüzünü yere eğiyor ve gülümsüyor. ) Kötü. Ama bu iyi olan işlerimizi kapsamasın lütfen, ticari açıdan olanları kast ediyorum. Aslında biraz evvel ki bir çok soru da buna kısa kısa değindik ama günümüzde yapılan bir çok iyi işin yanı sıra her sezon o kadar kötü işler çıkartılıyor ki piyasaya bir kez daha umutsuzluğa kapılabiliyorsunuz. Çok şükür ki Yavuz Turgul, Reis Çelik, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenlerimiz var da yinede bir parça umut kalıyor içinizde. Ben bu yönetmenlerin sinemasını çok severim ve takip etmeye çalışıyorum. Onlar sanırım gelecek zamanlarda daha iyi yerlere taşıyacak Türk sinemasını ve gençlere ışık olacaktır. En azından 70'lerden daha iyi bir sinemaya sahibiz şu an. ( Gülüşüyoruz, kahkahalarla )

* Burcu hanım biz Yeşilçam Sinemasını çok sevdik, çok beğendik. Fakat buraya hiç yolu düşmemiş şu an bilgisi dahi olmayan okurlarımız için neler söylemek istersiniz ? Buraya neden gelmeliler gibi klişe bir soruyu siz de duymuş olun?
( Ayıp, ayıp der gibi bakıyor ve gülümsüyor. ) Ya aslında artık bilen biliyor burayı, bizim kemik bir müşteri potansiyelimiz oldu gibi hani derler ya kendi yağımızda kavruluyoruz diye, aynen öyle. Ama tabiki gerçek sanatı iyi filmleri seyretmek isteyenler olursa artık iletişim çağındayız bizi istedikleri gibi bulabilirler. Burası bir aile sıcaklığını yaşatmak güdüsü içerisinde. Öğrenciye dost diyoruz daha ne olsun. Zaten buraya genelde öğrenciler, emekliler ve tek başına insanlar gelir. Hani sinemanın yeni dönem kültürü, çiftlerin birlikte gitmesiyle bağdaştırılıyor ya burası öyle değil çiftlerimiz de var hatta hemen hemen her hafta gelen ama tek başına gelenlerimiz yoğundur. Sizin gibi. ( Bozuluyorum, anlıyor şakalaşıyoruz, gülüyoruz. ) Ama şunu söyleyebilirim son söz olarak herkes bir gün Yeşilçamdan geçecek...

* İnşallah, Burcu hanım size değerli vaktinizden bize ayırdığınız ve bu güzel röportajı gerçekleştirme fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Artık buraya çok sık geleceğimizden hiç şüpheniz olmasın.
Ben teşekkür ederim. Önemli olan sinemaya verilen değer olmalı bence. Size de bu konu da teşekkür ediyorum. Her zaman kapımız açık.

Yeşilçam Sineması İle İlgili Notlar
Yeşilçam Sineması; Beyoğlunda İstiklal Caddesinin girişinden sonra sağda ki 3. sokakta. Mangonun karşı sokağında, zaten tabelasını görmeme imkanınız yok. Gidilmesi gereken yerlerden biri, sadece film seyretmek için değil cafetaryasında vakit geçirmek bile eşsiz bir deneyim. Tuvaletlerinde actor ve actrist yazıyor o yazıları görmek bile içinizi gıdıklıyor bir an. Ve bu kadar otantik, kendine has aktivite merkezi sayılabilecek yerin hizmetlerinin bu denli ucuzluğuda şaşırtıcı. Film biletleri Öğrenci 7, Tam 8 lira. Çaylar 1.5 tl. Varın gerisini siz hesap edin. Aldığınız haz ve keyife biz paha biçemedik.

Şu sıralar Yeşilçam Sinemasında gösterimde olan film; Altın Portakal'da En İyi Kadın Oyuncu, Baka En İyi Görüntü Yönetmeni, Baka En İyi Müzik, Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü ve Antalya Kent Konseyi Seyirci Ödüllerini almış olan, yönetmenliğini Atalay Taşdiken'in yaptığı, başrollerinde Zeynep Çamcı ve İsmail Hacıoğlu'nun oynadığı; Meryem. Kaçırmamanızı öneririz...

Evet İstanbulun eski ve türünün tek örneği diyebileceğimiz yerlerden biriydi Yeşilçam Sineması. Ve sizler için araştırdık. Artık gidip gitmemek size kalmış.

Çalışma boyunca, yanımda olan ve fikirleriyle katkıda bulunan Fırat Özer'e ayrıca teşekkür ediyorum.
Bir filmi okumak dedik ve ilk olarak en güzel sinema salonlarından biriyle başladık. Yazı dizimiz sizleri etkileyeceğini düşündüğüm daha farklı ve alternatif konularla devam edecektir. Okuyan herkese Teşekkürler. Fotoğraflara bakmadan geçmeyiniz.

Yeşilçam Sineması'na
Reis Çelik'e
Burcu Karakaş'a
Güven Çelik'e
Fırat Özer'e
Sonsuz Teşekkürler...

Fotoğraflara şurdan ulaşabilirsiniz...


 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template