♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Film Kritikleri

Kitap Kritikleri

Dizi Kritikleri

Son Yazılar

Profil Kitap’tan Mart Yenileri

Pazartesi, Mart 18, 2024

Profil Kitap Mart ayını üç kitapla karşılıyor. Özellikle “Erken Çöken Karanlık” ile okurunu etkileyen Kay Redfield Jamison “Karanlıktaki Ateşler” ile bu kez ilham verici bir rehberlik yapıyor. ünlü psikiyatr Elisabeth Kübler-Ross’un uzun yıllar boyunca ölüme yakın deneyim yaşayan yirmi binden fazla kişiyle yaptığı çalışmalara dayanan bulguları bir araya getirdiği “Ölümden Sonra Yaşam” da ayın diğer ilgi çekici kitabı. Çocukları da unutmayan Profil Kitap, Serçe Sultan serisinin ilk kitabı “Padişahın Kayıp Hazinesi” macera davetinde bulunuyor.

Karanlıktaki Ateşler * Huzursuz Aklı İyileştirmek / Kay Redfield Jamison
Yılın New Yorker En İyi Kitabı
“Durulmayan Bir Kafa” ve “Erken Çöken Karanlık” kitaplarının övgüyle anılan yazarı Kay Redfield Jamison bu eserinde, huzursuz aklı iyileştirme arayışının binlerce yıllık hikâyesini ele alıyor. 

Kay Jamison; Antik Çağ’dan başlatıp yirmi birinci yüzyıla kadar devam ettirdiği örneklerle, zihinsel acının iyileştirilmesinde tıbbi tedavilerin yanı sıra dinin, ritüellerin ve efsanelerin önemini de ortaya koyuyor. Psikiyatri ve psikoterapinin kökenlerine ve gelişimine ışık tutarken hem psikoterapiyi hem de bir şifacıyı iyi yapan şeyin ne olduğunu ve zihnin yenilenmesinde hayal gücü ile hafızanın rolünü yazıyor. Sanatçıların, yazarların, öncü şahsiyetlerin hatta kurgusal karakterlerin bizi bir toplum olarak iyileştirmeye nasıl yardımcı olduğunu açıklıyor. 

Travma sonrası stres bozukluğundan mustarip askerlerden; yas tutan, kederli, depresyonlu veya başka türlü huzursuz akıllara sahip kişilere ve bipolar bozuklukla kendi mücadelesine kadar muhtelif birçok deneyimi okuruna aktaran Jamison, iyi uygulandığında psikoterapi ve diğer tedavilerin ne kadar dikkate değer olabileceğini gösteriyor.

Okurunu derin bir düşünsel yolculuğa çıkaran bu kitap, karanlığın çöktüğü zihnin labirentlerinde ışığa ulaşmaya çalışanlar için ilham verici bir rehber…
Çeviri: Sezer Soner, 320 Sayfa, 300 TL


Ölümden Sonra Yaşam * Ölüme Yakın Deneyimlerden Öğrenilen Dersler  / Dr. Elisabeth Kübler-Ross
Ölüm deneyimi, doğum deneyimiyle neredeyse aynıdır. Bu, oldukça basit bir şekilde kanıtlanabilecek farklı bir varoluşa gözlerini açmaktır. Binlerce yıl boyunca öbür dünya ile ilgili şeylere “inan”dırıldınız. Fakat benim için bu artık bir inanç meselesi değil, daha çok bir bilme meselesi. Ve gerçekten bilmek istemeniz kaydıyla, size bu bilgiyi nasıl edinebileceğinizi anlatmaya da hazırım.  Elisabeth Kübler-Ross
Ölümden Sonra Yaşam, ünlü psikiyatr Elisabeth Kübler-Ross’un uzun yıllar boyunca ölüme yakın deneyim yaşayan yirmi binden fazla kişiyle yaptığı çalışmalara dayanan bulguları bir araya getiriyor. İnsanoğlunun varoluşundan beri cevap aradığı ölüme ve sonrasına dair soruları aydınlatırken ölüm anının evrelerini açıklıyor.

Elisabeth Kübler-Ross bu kitapta, ölmek üzere olan insanlara, sevilen birinin ölümünü anlamaya ve bu acıyla başa çıkmaya yardımcı olabilecek şekilde ölüme dair bilinmezliğe ışık tutarak okuru ölüme korkuyla değil daha anlayışlı ve şefkatli bir sevgiyle yaklaşmaya davet ediyor.
Çeviri: Sezer Soner, 96 Sayfa, 150 TL


Serçe Sultan – 1 * Padişahın Kayıp Hazinesi
Yazan: Sümeyra Üzer
Resimleyen: Irma Z. Çetinkaya
Her şey sarayın bahçesinde bulduğum eski bir kâğıt parçasıyla başladı. Hayatım değişmişti. Çünkü bu bir hazine haritasıydı! Ah bu arada kendimi tanıtmayı unuttum. Gerçi sultanlar kendini tanıtmaz ama hadi senin için bir istisna yapayım. Ben Serçe Sultan. Topkapı Sarayı’ndaki kuş sarayında yaşayan bir sultanım. Günlerim kum banyosu yapmak ve saray yemeklerinin kırıntılarını yemekle geçiyordu ki bulduğum harita yüzünden keyif yapacak zamanım kalmadı. En yakın dostum, saray aşçısının oğlu Feridun’la acayip komik bir maceraya atıldık. Kimi zaman kahkahalar attık kimi zaman uçtuk, yuvarlandık. E kolay değil. Aradığımız koskoca Kanuni Sultan Süleyman’ın hazinesiydi. Peki hazineyi bulabildik mi? Cevabı bu kitabın sayfaları arasında!
Roman, 128 sayfa, 200 TL





Édouard Louis ve Ken Loach’tan Sanat ve Siyaset Konuşmaları

Pazartesi, Mart 18, 2024

İki farklı ülkeden, iki farklı kuşaktan iki sanatçı; Ken Loach ve Édouard Louis’nin sanatı, sinemayı, edebiyatı ve bunların günümüzdeki rolünü tartıştığı kitabı Sanat ve Siyaset Konuşmaları, Tellekt etiketiyle raflardaki yerini alıyor.

Yoksulluk, işsizlik, işçi hakları, barınma sorunları gibi toplumsal sorunları ele alan filmleriyle tanınan ünlü İngiliz yönetmen Ken Loach ve ülkemizde Eddy’nin Sonu, Babamı Kim Öldürdü ve Şiddetin Tarihi kitaplarıyla bilinen, günümüzün en etkili genç yazarlarından Édouard Louis, Sanat ve Siyaset Konuşmaları’nda bir araya geliyor. İki farklı ülkeden ve iki farklı kuşaktan gelen bu iki sanatçı, sanatı, sinemayı, edebiyatı ve bunların günümüzdeki rolünü tartışıyor.  

Değişim, toplumsal hareketler kadar sanat yoluyla da gerçekleşecek
Sanat, sınıf şiddeti sorununu nasıl gündeme getirebilir ve yeniden düşünebilir? Bu iki sanatçının eserlerinde öne çıkan işçi sınıfı nasıl temsil edilebilir? En güvencesizlerin aşırı sağa yöneldiği küresel politik bağlamda sanatın rolü nedir? Milliyetçiliğin ve sağ popülizmin dünyanın her yerinde yükselişini tersine çevirmek için sol ne yapabilir? 
  
Loach ve Louis, Sanat ve Siyaset Konuşmaları’nda düşüncelerini karşılaştırarak ve eserlerine dayanarak bu soruların yanıtlarını arıyor.

Sanat ve Siyaset Konuşmaları / Édouard Louis – Ken Loach
Çevirmen: Ayberk Erkay
Kategori: Siyaset, Sanat Eleştirisi
Tür: Kurgu Dışı
Yayınevi: Tellekt
Sayfa sayısı: 48
Fiyat: 60 TL


Ludwig Wittgenstein’dan felsefi bir renk kuramı: Renkler Üzerine Düşünceler

Pazartesi, Mart 18, 2024

Ludwig Wittgenstein’ın ölümünden bir yıl önce yazdığı, son eserlerinden olan Renkler Üzerine Düşünceler yazarın tek bir felsefi konuya odaklandığı birkaç metinden biri.  

Ludwig Wittgenstein’ın ölümünden bir yıl önce, 1950’de Oxford’da yazdığı, son eserlerinden olan Renkler Üzerine Düşünceler yazarın tek bir felsefi konuya odaklandığı birkaç metinden biri. Renklerle ilgili felsefi sorunların ancak ilgili dil oyunlarına dikkat edilerek çözülebileceğine inanan Wittgenstein, renklerin dildeki kullanımını açıklığa kavuşturmak için Goethe’nin Renk Öğretisi’ni ve Philipp Otto Runge’ın gözlemlerini de ele alıyor. Renklerin açıklığı ve koyuluğu, renk körlüğü, renklerin göreceliği, farklı dil ve kültürlerdeki karşılıklarının birbiriyle ilişkisi ve renklerle ilgili dil oyunları gibi bağlamlarda renkler üzerine düşünen Wittgenstein kendi renk kuramını oluşturuyor.

Renkler Üzerine Düşünceler / Ludwig Wittgenstein
Çeviri: Berkan Üze
Dizi: Düşünce
Tür: Felsefe
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 72
Fiyatı: 90,00 TL

Hyunam-Dong Kitabevi: Yaşamaya Devam Etme Yolları

Cumartesi, Mart 16, 2024

Sadece bir yaşamımız var. Bize tanınan tek bir can, tek bir hayat... Doğruları, yanlışları, hataları, günahları derken ilerleyen günler boyunca “nefes alabildiğime seviniyorum” diyebilecek denli çöküşe de gidebilir yolumuz. Her şeyi doğru yapsanız da mutlu olduğunuzu düşündüğünüz halde bir anda gelip içinize tükenmişlik hissi gelebilir. Geldiğinde şu soruyu sorarken buluruz kendimizi: “Sıkıcı bir yaşam, kendimizi kurtarmamız gereken bir yaşam mıdır? Öyle insanlar vardır ya, sahip oldukları hayatı bir anda geride bırakıp yeni bir yaşama adım atan insanlar. Vardıkları yerde mutluluğu yakalayabiliyorlar mıdır acaba?” Hayallerinin peşinden gitmek de çözüm olabilir mi? Bu sorunun cevabını arayarak geçer günler. Böyle sorular ve sorgulardan muzdaripseniz düşün yola. Bir yürüyüş iyi gelir. Hem belki Hyunam-Dong Kitabevi de vardır yolunuzun üstünde. Tereddüt etmeden girin içeri. 

“Güney Koreli yazar Hwang Bo-reum’u ilk romanı olan “Hyunam-dong Kitabevi”nde, okuduğumuz kitapların hayatımızın dönüm noktalarında unutulmuş bir cümle ya da yıllar öncesinden gelen bir hikâye ile bize nasıl rehberlik edebileceğini akıcı bir dille anlatıyor. Son dönemin en dikkat çekici kitaplarından biri olarak öne çıkmıştı. Huzuru ve güven duygusunu yakalamanızı sağlayacak, size kitapların iyileştirici gücünü hatırlatacak yürek ısıtan bir hikâye sunuyor.” Tanıtımları böyle yapılınca klişelerle dolu yüzeysel bir hikâye beklemiştim. Beklediğimden çok fazlasını bularak şaşırdım. Basit tanımlamaların ve bildik tanıtım cümlelerinin çok ötesinde bir kitap bu. Hayata dair pek çok meseleyi irdelerken gerçekten doğru tespitler yapmakla kalmayıp çözüm önerileri de getiriyor. Altı çizilecek o kadar çok satır var ki saymakla, alıntılamakla bitmez. Ana hatlarıyla “Nasıl yaşamalı?” sorusunun cevabını arıyor roman. Her karakterin öyküsündeki detayların oluşturduğu bütünden de farklı cevaplar çıkıyor. Sonunda size kendi yolunuzu bulabileceğiniz bir doluluk vermiş oluyor. “Olmak istediğimiz kişi olabildik mi?” sorusunun cevabını ararken buluyoruz kendimizi.

Dinlenmek hecesinden gelen “Hyunam-dong Kitabevi”, tüm sakinleriyle kendi hızını ve yönünü bulan, düşüncelerle boğuşan, sarsılan, umutsuzluğa düşse de kendine inanıp bekleyen insanların hikâyelerini anlatıyor. Çabalayıp toparlanmadıkça kendi benliğimizde dahil olmak üzere kendimizle ilgili birçok şeyi küçümser hale geldiğimiz bu dünyada, küçük çabalarımız, emeklerimiz ve istikrarımızı savunan bir roman. Bir dönüp kendine bakma romanı. Nasıl mutlu olacağımıza dair rehberlik ediyor. Elbette kitaplara dair, kitabevinin nasıl yönetilmesi, doğru kitabı önermenin yolları, iyi bir kitabın kriterleri, okuma halleri, kitap sipariş kriterlerinden de bahsediyor.

Rehberlikleri bununla da sınırlı kalmıyor romanın. “Bu toplum, kişilerin ancak çalıştığı takdirde geçimlerini sağlayabileceği şekilde yapılandırılmış.” diyerek çalışma koşullarını irdeliyor. Sevdiği işi yapmak ile en iyi yaptığı şeyi sevmek arasındaki ikilemi sık sık irdeledikten sonra okurunun kulağına fısıldıyor: “İnsanlar sevdiği işi yaptıklarında mutlu olurlar, o yüzden siz de ne yaparken keyif aldığınızı ve sizi neyin heyecanlandırdığını mutlaka bulmalısınız. Toplumun onayladığı işi değil, kendi sevdiğiniz işi yapın. O zaman insanların söylediklerinden daha az etkilenerek yaşayabilirsiniz. Cesur olun.”

Hepimiz akıp giden bir hayat istiyoruz. Hayalimizi kovaladığımız, özlemini çektiğimiz, bize en çok uyan, keyif dolu olan bir hayat. Bitirmeye cesaret edemeyip geçiştirdiğimiz sürüklendiğimiz ilişkiler içinde sık sık inciniyoruz. “Hepimiz uyumsuz olduğumuz için birbirimize çarpınca incinip incitiyoruz. Sıradan insanlarız. Hepimiz öyleyiz. Yaralayarak yaşıyoruz.” Oysa biliyoruz, her şey iç huzurda. Güvenmemiz gereken, benliğimizi yönlendirmek adına sürekli tekrar ettiğimiz irade veya tutku gibi kelimeler değil, kendi sağduyumuz. 

Hayat, tek bir olayı ele alarak değerlendirilemeyecek kadar karmaşık ve kapsamlı. Yaşam, çözümü zor ve çok yönlü. Bu yönlülükten şikayet edenlere de cümlesi var: “Müzikte ahengin kulağa hoş gelebilmesi için öncesinde ahenksizlik olmalıymış. Bu sebeple müzikte ahenk ve ahenksizliğin bir arada var olması gerekiyormuş. Yaşamımızın da müzik gibi olduğunu söylüyor. Uyumdan önce uyumsuzluk olduğu için hayatlarımızın güzelliğini hissedebiliyormuşuz.” Sık sık sorduklarımız hakkında da cümlesi var. “Hayatın anlamını nerede aramalı? Sevgide mi? Gerçek bir dostlukta veya bir kitapta mı? Hayatın anlamı, kişinin bulduğu anlama göre değişir.” Dönüp kendi içimize bakmamız gerektiğini söylüyor Hyunam-Dong Kitabevi: "Kendi içine bakmakta başarılı olan bir kişi, okuduğu tek bir kitapla bile az da olsa değişebilir. Ancak böyle olmayan insanlar da sürekli teşvik edildikleri takdirde eninde sonunda kendilerine karşı dürüst bir yaklaşım sergilerler." Anı yaşamak da yanlış anlaşılıyor diyor: “Esasen anı yaşamak, şu anda yaptığımız şeye tüm kalbimizi vermemiz demektir. Nefes alırken sadece soluğumuza, yürürken sadece adım atmaya, koşarken sadece koşmaya odaklanmak demektir. Her seferinde tek bir şeye odaklanmak yani. Geçmişi ve geleceği unutmak. İçinde olduğu anı yaşayan kişinin tutumu hayata karşı olgun tutumdur.”

Günümüzde kendinden bahsetmemek bile mistizm olarak algılanıyor. Artık insanların kendilerini sergilediği bir dünyada yaşıyoruz. Sergilerken çok şeyi kaçırıyoruz, dağılıyoruz. Oysa yapılacaklar çok basit diyor: “Kendi yürüyüşünüzü bulun. Kendi adımlarınız, hızınız ve yönünüzü. İstediğiniz gibi!” Mutlu olmak için de benzer savrulmalara gerek yok. “Mutluluk denilen şey geçmişimizde ya da uzak geleceğimizde beklemiyor. Hemen gözlerimizin önünde duruyor.”

Gelelim kitaplarla ilgili bölüme… Kitabevi sahibi Youngju tüm okurların özdeşleşebileceği bir karakter. “Kitaplar ona büyük bir haz veriyordu. Özellikle roman okurken aniden kendini başka bir evrende buluyor, içi kıpır kıpır oluyordu. O evrenden çıkıp gerçek hayata döndüğü anda tatlı bir rüyadan uyanmışçasına içi sızlıyor ancak bu üzüntü uzun sürmüyordu. Çünkü kitabın kapağını açtığı anda tekrar o büyülü dünyanın içine adım atabiliyordu.” cümlesine bu kitabı okuyan herkes katılacaktır. "Kitap okuyanlar, yani başkalarının acılarını paylaşabilenler çoğalmalı ki dünya daha hızlı güzelleşebilsin." diyor ki katılmamak elde değil. 

“Kitap okumanın dünyaya bakışımızı genişlettiği söylenir ki bu da dünyayı daha iyi anlayabilmemizi sağlar. Anlayışa sahip oldukça da güçleniriz. Güçlendiğimiz yönünü başarıyla bağdaştıran insanlar olsa da durum yalnızca güçlenmekle sınırlı değil; anlayış beraberinde acıyı da getirir. Kitaplar, kısıtlı deneyimlerimizle hiç görmediğimiz bir dünyanın barındırdığı acılarla çevrilmiştir. Bir başka deyişle, eskiden farkında olmadığımız ıstıraplarla karşı karşıya kalırız. Bir başkasının kederini derinden hissederken sadece kendi başarımız ve mutluluğumuzun peşinden koşmak zorlaşır. Bu yüzden kitap okumanın, aksine bizleri bahsedilen o başarıdan uzaklaştırdığı kanaatindeyim. Kitaplar bizi başkalarının önüne ya da üstüne koymaz; başkalarının yanında durmamızda yardımcı olur. Bu sebeple bizler bir başka açıdan başarıya ulaşıyoruz aslında.

Hangi açıdan?

Biraz daha insaniyet kazanıyoruz diyebiliriz. Kitap okurken başkalarının duygularını paylaşabiliyoruz. Bizleri bitmek tükenmek bilmeyen bir telaşla başarıya koşturacak şekilde tasarlanmış bu dünyada, koşmayı bırakıp etrafımızdaki insanlara bakma olanağını elde ediyoruz. Bu yüzden daha fazla insan kitap okursa bu dünyanın biraz daha güzelleşeceğini düşünüyorum.”

Hayatın anlamını arayan, nasıl yaşamalı sorusuna cevap arayan, iş yaşamına, çalışma koşullarına kafa yoran, iç huzurunu arayan, sevdiği şeyleri yapabildikçe mutluluğun uzak olmadığını düşünen, düşündüren bir roman Hyunam-Dong Kitabevi. Sarsılmamak için bir şeylere tutunmak isteyen, kendi yürüyüşünü bulmaya çabalayan bir roman. Sıcacık, iç ısıtan, umut aşılayan bir kitap/kitabevi. Iskalamayın, girin o kapıdan derim.

Son cümleyi de kitaptan verelim. Kendisini tanımlamasının güzelliğinin altını da çizelim. İyi bir kitap, tam olarak böyle bir kitap zira…

“İyi bir kitabın kriteri neydi?

Yaşama dair öğeler barındırması. Öylesine söylenmiş sözler değil, derin bir bakış açısıyla dürüstçe yazılması. Yaşamı anlayan bir yazar tarafından yazılmış bir kitap olması. Anne ve kızıyla, anne ve oğluyla, kişinin kendisiyle ilgili kitaplar. Dünyaya dair, insana dair kitaplar. Yazarın engin anlayışının okuyucunun kalbine dokunması; o dokunuşun, okuyucunun hayatı anlamasına yardımcı olması.

Bir kitabı güzel kılan, işte tam olarak bu nitelikler değil miydi?”


''Koloni''nin yazarı Audrey Magee'den yeni roman: ''Yüzleşme''

Çarşamba, Mart 13, 2024

DeliDolu Kitap’tan beklediğimiz haber geldi. Geçtiğimiz yıl yayımlanan “Koloni” ile tanıyıp sevdiğimiz Audrey Magee’nin bir romanını daha yayımlıyor. Geçen yılın en iyi romanlarından biri olduğun konusunda herkesin hemfikir olduğu “Koloni”nin ardından çok beklememek güzel oldu. Yazarın 2014 yılında yayımlanan romanı “The Undertaking”, Women's Prize for Fiction ve Irish Book Awards finaline kalmış, The Dublin Literary Award ve The Water Scott Prize for Historical Fiction'a aday gösterilmiş ve On dile çevrilmiş. Beyazperdeye uyarlanmakta olduğu bilgisi var ama 2015’te İrlandalı yönetmen Gerard Barrett’in girişeceği haberinden sonrası yok. Neyse daha fazla uzatmayayım, Magee'nin ilk romanı olan “The Undertaking”e Niran Elçi’nin çevirisiyle “Yüzleşme” adıyla kavuşuyoruz. Bolca övgü alan epik romanın tadımlık dosyasına göz atın derim. Merak ve heyecanla bekliyor, pası da bültene atıyorum.

Savaşta insan kalabilmek, ölmekten daha zor.

2022 Booker Ödülü adayı Koloni'nin yazarı Audrey Magee'nin kaleminden çıkan Yüzleşme, II. Dünya Savaşı'nın göbeğinde aşka ve aile olma olasılığına tutunan iki yalnız kalbi mektuplarla birbirine mühürleyen epik bir eser.

On dilde yayımlanan, ayrıca beyazperdeye de uyarlanmakta olan bu güçlü roman, okuru iktidar-halk kesişiminde ve ilişkisinde süregelen ikiyüzlülüğün altını eşelemeye ve ''Sen olsan ne yapardın?'' sorusunun peşinden dürüst ve sahici yüzleşmelere davet ediyor.

İnsan eliyle yaşanan kıyımlara karşı topyekûn sergilenen hissizleşmenin köklerine inmemizi sağlayan kitap, başkasının felaketine susmanın ya da ondan yararlanmanın açtığı onulmaz yaraları deşiyor. 

Dünyadaki en güçlü ülke olacağız. 
Babasız çocuklarla, kocasız karılarla dolu bir dünya. Bu mu büyük plan?
İnsanlık tarihinde yıkıcı bir dönüm noktası: II. Dünya Savaşı...

Bir yanda Almanya'nın Rusya cephesinde görevli Alman askeri Peter, öteki yanda ailesiyle birlikte Berlin'de yaşayan Katharina. Birbirlerini daha önce hiç görmeyen bu iki insanın kaderi, gıyaben kıyılan bir nikâhla birleşir. Apayrı çıkarlar gözeterek imzaladıkları akit, tanışmalarından sonra verdikleri bağlılık sözüyle bambaşka bir dönemece evrilir. Savaşın zorlu koşulları altında günden güne ezilen Katharina ağır bedeller öderken cephedeki Peter'ı hayata bağlayan yegâne şey bir an önce yeni eşine geri dönmek olur. Mektup satırlarında akıp giden ilişkileri zamanla kök salmaya başladıkça değişimin ve dönüşümün ayak sesleri şiddetlenir. İkili önce adım adım kendi içlerinde, sonra ise birbirleriyle bir yüzleşme yaşayacaktır.

Audrey Magee, savaşın sıcak nefesiyle uyutulan ve uyuşturulan bir toplumun bıçak sırtı hikâyesini anlattığı Yüzleşme'de, savaşın acımasız yüzüne sırt çevirenlerin bilinçle ya da bilinçsizce sebep oldukları felaketin izini sürüyor.

Attığımız ya da atmaktan çekindiğimiz her adımın bir bedeli olduğu gerçeği üstüne okuru sorgulamaya iten bu çarpıcı roman, zihinlerde bıraktığı duygusal yankıyla etkisini uzun süre hissettirecek bir anlatı sunuyor.  
Her şeye tahammül edilmesi gerekiyordu. Ama her şeye tahammül edilemezdi.

Yüzleşme / Audrey Magee
Türkçeleştiren: Niran Elçi
272 sayfa
Satış Fiyatı: 199,00 TL

Goncourt Ödüllü Yazar Tahar Ben Jelloun Türkiye’ye Geliyor!

Çarşamba, Mart 13, 2024

Institut français Türkiye, Uluslararası Frankofoni Günü kutlamaları ve "Türkiye’nin Goncourt Seçimi" lansmanı münasebetiyle 1987 yılında Goncourt Ödülü'nü kazanan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun'u ağırlıyor. Yazar, Institut français tarafından 20 ve 21 Mart tarihlerinde Ankara ve İstanbul’da düzenlenecek bir seri etkinlikte Türk okurları ile buluşacak.

Tahar Ben Jelloun, 20 Mart günü saat 15.00'te Ankara Üniversitesi'nde, Üniversitenin Fransız Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nurmelek Demir'in moderatörlüğünde bir söyleşide konuşacak. Tartışmada bu üretken yazarın eserleri ve Fransızca konuşulan dünya ile olan özel ilişkisi ele alınacak. Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar ve Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Isabelle Dumont tarafından açılışı yapılacak söyleşi Türkçe simültane tercüme ile Fransızca gerçekleşecek. Söyleşiyi bir kitap imza seansı izleyecek.

Tahar Ben Jelloun Galatasaray Üniversitesi’nde 21 Mart saat 15.00’de Fransızca olarak ikinci konferansını verecek ve aynı gün akşam 18.30’da Institut français İstanbul’da şiir konulu bir müzikal söyleşiye katılacak. 

Etkinliklere katılım ücretsiz, kayıt zorunludur, kayıt olmak için: https://www.ifturquie.org/etkinlik-takvimi/  adresinden katılmak istediğiniz etkinliği seçerek kayıt olabilirsiniz.

Tahar Ben Jelloun
Tahar Ben Jelloun 1944’te Fes’de doğdu. Rabat’ta felsefe okudu. Tetuan’da öğretmenlik yaptı, ardından Kazablanka’da Souffles Magazine ile çalışmalara katıldı. 1971’de psikoloji ve sosyoloji alanında çalışmalar yapmak üzere Paris’e taşındı. Le Monde gazetesi de dahil olmak üzere çeşitli dergilerle calışmalarını sürdürdü. Çok sayıda romanı ve köklerinden kopma, çift kültürlülük, azınlıklara yönelik baskı gibi konuları işleyen şiir derlemeleri (Cicatrices du soleil, Les amandiers sont morts de blessures…) yayımlandı. 1987’de La Nuit Sacrée (Kutsal Gece) adlı romanı ile Goncourt Ödülü’nü, tüm çalışmaları nedeniyle 1994’te Noureddine Aba Vakfı Edebiyat Büyük Ödülü’nü ve L’homme Rompu‘yla 1994’te Akdeniz Ödülü’nü kazandı. Tahar Ben Jelloun Paris’te yaşamaktadır.
Yazarın Türkçeye çevirilen eserleri: Tanca’da Sessiz Bir Gün, Bay Ahlak’ın Çöküşü, Kör Melek, Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum, Hata Gecesi, Kutsal Gece, Kum Çocuk, Yoksul­lar Hanı, Duygular Labirenti, Jean Jenet: Yüce Yalancı, Işığın O Kör Edici Yokluğu, Beckett ve Genet Tanca’da Bir Çay, Devenin Söylediği, Ülkemde, Annem Hakkında.

Cenneti yeryüzünde arayan şair: Neruda

Çarşamba, Mart 13, 2024

Pablo Neruda Sıradan Şeylere Övgüler’de ister bir masa ister bir enginar ister bir köpek ister bir sinekkuşu olsun, bizlere sıradan şeylerin mucizesini ve onların dünyada arz ettiği önemi hatırlatarak gündelik yaşamı tüm yönleriyle kutsuyor.

"O müşfik yüreğiyle
bir savaşçı gibi
giyinmiştir enginar,
dimdik,
alçacık bir kubbe de
inşa etmiştir,
yapraklarının altında
içine bir şey işlemeden
durur öylece"
 
 “Yirminci yüzyılın her dilde en büyük şairi.”
 Gabriel García Márquez
 
Doğaüstüne karşı doğa; metafiziğe karşı fizik; yıldızlara karşı taşlar… Şilili büyük şairin, gerçekçi bir fotoğrafçıdan farksız bir şekilde, cenneti yeryüzüne yerleştirmek istercesine, yaşamın tüm yönlerini satır aralarında yakalamayı amaçladığı Sıradan Şeylere Övgüler gündelik olana eşsiz bir saygı duruşu.
 
#şiliedebiyatı #gündelikyaşam #yeryüzü #doğa #latinamerika

Sıradan Şeylere Övgüler / Pablo Neruda
Çeviri: Adnan Özer
Yayınevi: Can Yayınları 
Dizi: Modern
Tür: Şiir
Sayfa Sayısı: 280
Fiyatı: 150,00 TL 

Annie Ernaux’dan tutkulu bir aşk öyküsü: Genç Adam

Salı, Mart 12, 2024

Genç Adam, tutkulu bir aşk öyküsü olmasının yanı sıra Ernaux’nun zaman, bellek ve yazıyla kurduğu ilişkinin keskin ve aydınlatıcı bir özeti.

Yaşadıklarımı yazmazsam yaşananlar tamamlanmamış olur, yaşandığıyla kalır.

Genç Adam, Annie Ernaux’nun 1990’ların sonunda, ellili yaşlarındayken kendisinden otuz yaş kadar küçük bir üniversite öğrencisiyle, gelecek beklentisi olmaksızın, kısa sürede gelişen tutkulu aşk ilişkisini anlatıyor. Bu ilişki onu gençlik anılarına geri götürüp kendisini yaşlanmamış, zamanın dışında ve hayatını geriye doğru yaşıyormuş gibi hissettirirken aynı zamanda kararlılıkla geride bıraktığı sınıfsal geçmişinin de bir aynasına dönüşüyor.

Genç Adam, Ernaux’nun zaman, bellek ve yazıyla kurduğu ilişkinin keskin ve aydınlatıcı bir özeti.

“Annie Ernaux’nun metni, otobiyografinin ne kadar ustalıkla yazılabileceğinin kanıtı niteliğinde... Genç Adam yazarın dürüstlüğünün, zekâsının ve anlatılarının aldatıcı sadeliğinin benzersiz ve şaşırtıcı yanlarını bir kez daha gözler önüne seriyor.”  The Guardian
 
#fransızedebiyatı #toplumsalbellek #kadınyazını #aşk #tutku #toplumbaskısı

Genç Adam / Annie Ernaux
Çeviri: Siren İdemen
Yayınevi: Can Yayınları 
Dizi: Çağdaş
Tür: Roman
Sayfa Sayısı: 48
Fiyatı: 72,00 TL 

Klaus Mann’dan büyüleyici bir çöküş ve kötülük romanı: Mephisto

Salı, Mart 12, 2024

Mephisto, bir zamanlar inandığı değerlere ihanet ederek şeytanla bir anlaşma yapan Hendrik Höfgen’in nihayet gerçekleşen hayalleri ve bunun ahlaki sonuçlarını ele alan kült bir roman.

“Bu ülkede kirli bir yalan hüküm sürüyor. Toplantı salonlarından, mikrofonlardan, gazete köşelerinden, beyazperdeden haykırıyor. Koca ağzını açıyor, boğazından irin ve veba kokusu geliyor: Bu koku birçok insanı ülkeden kaçırıyor, kalmak zorunda kalanlar içinse ülke bir hapishaneye dönüşüyor – leş gibi kokan bir zindana.”

Thomas Mann’ın oğlu Klaus Mann, Mephisto’yu İkinci Dünya Savaşı Almanya’sında, sürgünde yaşarken yazdı. Romanın başkişisi, Klaus’un kız kardeşi Erika’yla evlenen Gustaf Gründgens’in örtük bir karikatürü niteliğindeki Hendrik Höfgen’dir. Höfgen görünürde bir devrimcidir ama içten içe saplantılı bir güç ve şöhret arzusuyla yanıp tutuşan bir aktördür. Faust’taki Mephisto rolüyle elde ettiği parlak başarı ona Führer’in başbakanının desteğini kazandırır, bu sayede devlet tiyatrosunun başına atanır. Bir zamanlar inandığı değerlere ihanet ederek şeytanla bir anlaşma yapan Höfgen’in hayalleri nihayet gerçekleşirken ihanetinin ahlaki sonuçları onu rahatsız etmeye başlar.

İlk kez 1936’da Amsterdam’da yayımlanan ve günümüzde kült bir esere dönüşen Mephisto, direniş, kariyer ve sanatsal ahlak üzerine büyüleyici bir çöküş ve kötülük romanı.

“Giderek acımasızlaşan otoriter bir rejimin sadece yargıyı, çevreyi ve posta idaresini değil, tüm medyayı, tüm eğitim ve sanat kurumlarını ele geçirdiği bir Amerika hayal edin. Sonra da böyle bir atmosferde bir sanatçı olarak çalıştığınızı hayal edin. İşte [Mephisto] böyle bir dünyada geziniyor.”  Margaret Atwood
 
#almanedebiyatı #sanat #tiyatro #kariyer #yozlaşma #direniş

Mephisto: Bir Kariyerin Romanı / Klaus Mann
Çeviri: Anıl Alacaoğlu
Yayınevi: Can Yayınları 
Dizi: Modern
Tür: Roman
Sayfa Sayısı: 364
Fiyatı: 220,00 TL


Bir Popüler Manhwa daha Athica’dan raflarda: Sondan Sonraki Başlangıç

Salı, Mart 12, 2024

2018 yılında yayımlanan ilk cildiyle başladıktan sonra kısa sürede popüler olan ve devamı merakla beklenen manhwalardan “The Beginning After the End”, “Sondan Sonraki Başlangıç” adıyla basılı haline kavuştu. Halen devam eden serinin en son 187. Bölümü yayımlanmıştı. Eskisi kadar düzenli olmasa da yeni bölümleri daha seyrek gelse de popülaritesinden bir şey kaybetmeyen seriyi basılı olarak okumak ve arşivlemek de çok keyifli olacak. Önce internetten ufak bir göz atıp sonra da kitabı alın der, pası da bültene atarım.

Athica Yayınları’nın yeni serisi “Sondan Sonraki Başlangıç” ilk cildiyle okurlarıyla buluştu.

Eserlerinde TurtleMe takma adını kullanan yazar Tae Ha Lee, fantastik ve web çizgi roman türünde batı ve doğu edebiyatının unsurlarını ustalıkla harmanlıyor. Çizimleri Fuyuki23 tarafından yapılan ve ondan fazla dile çevrilen Sondan Sonraki Başlangıç okura, şu ana kadar yayımlanan 5 cildi ve devam etmekte olan öyküsüyle dünya çapında yankı uyandıran, benzersiz ve ilgi çekici bir okuma deneyimi sunuyor.

Zamanın ve mekanın ötesinde, nerede ve ne zaman olduğu bilinmeyen bir diyara atılmış eski bir kralın bir bebek bedeninden başlayarak bu yeni dünyada ayağa kalkabilme mücadelesinin anlatıldığı Sondan Sonraki Başlangıç 1 Athica Yayınları etiketiyle tüm kitabevlerinde yerini aldı.

Arka Kapak Yazısı:
BU POPÜLER FANTASTİK ÇİZGİ ROMAN, NİHAYET BASILI HALDE SİZLERLE!
Kral Grey, refah içindeki bir ülkeye hükmetse de yalnızlık hissinden bir türlü kurtulamamaktadır. Fakat önünde onu bekleyen ikinci bir şans vardır. Hayatı birden son bulunca büyü ve canavarlarla dolu bir dünyada Arthur Leywin adıyla reenkarne olur. Önceki hayatına dair anıları ve yeni bulduğu bu sıcacık ortamı koruma arzusuyla tekrar büyük bir savaşçı olmaya ant içer. Art, olabildiğince güçlü olmak için günlerini kılıç eğitimi, mana çekirdeği oluşturma ve büyü çalışmalarıyla geçirir. Peki ama tüm bu çabası, tehlikeli güçleri durdurmak için yeterli olacak mıdır?..

Sondan Sonraki Başlangıç 1 / TurtleMe
Orijinal Adı: The Beginning After the End Vol.1
Çizer Adı: Fuyuki23
Türü: Manhwa
Yayınevi: Athica Yayınları
Sayfa Sayısı: 216
Fiyatı: 380 TL

"Mutsuzluğun Savunması" günlük mutluluk üzerine şimdiye dek yapılmış en en kapsamlı bilimsel çalışma...

Salı, Mart 12, 2024

Bizi gerçekte neyin mutlu edip etmeyeceğini anlamamıza yardımcı olacak aydınlatıcı bir düşünme pratiği...

Mutsuzluğun Savunması bir mutluluk reçetesi sunmaktan ziyade okura rehberlik edecek bilimsel bir araç sunuyor. Çalışmalarını istatistik ve veri analizine dayandıran yazar  Alejandro Cencerrado, mutsuzluğumuzun sebebini ise doğal seleksiyon sebebiyle konformist olamayan atalarımızdan aldığımız gene bağlıyor.

Memnuniyetsiz olmak için programlandığımızı ve bir şeyin keyfine varabilmemiz için ondan arada sırada yoksun olmamız gerektiğini savunan yazar, büyümekte olan akıl sağlığı bozuklukları, stres ve yalnızlık pandemisi, yeme bozuklukları veya boşanma dalgasına dikkat çekiyor.

Hayaller ve hayal kırıklıkları, sıkıntı ve heyecan, aşk ve üzüntü, mutluluk ve acının el ele olduğunu kendi teknikleriyle okura aktaran Mutsuzluğun Savunması, mutsuzluğun hayatımızın kaçınılmaz bir parçası olduğunun ve öncelikle bunu kabul etmek zorunda olduğumuzun altını çiziyor.

Arka Kapak Yazısı:
Mutsuzluk kaçınılmazdır ama hayat her zaman bundan daha fazlasıdır.

Günlük mutluluk üzerine şimdiye dek yapılmış en uzun bilimsel çalışma. Mutluluğu ölçmek imkânsızdır...

Bu cümle size tanıdık gelebilir ancak Kopenhag’daki Mutluluk Araştırma Enstitüsü’nde yaklaşık 20 yıldır yapılan bilimsel bir çalışma mutluluğa dair inançlarınızı altüst edecek.

Veri analisti Alejandro Cencerrado, 18 yaşından itibaren kendi mutluluğunu ölçmeye başladı ve 0’dan 10’a kadar puanlayıp kaydederek gelişmiş istatistiksel cihazlarla analiz etti. Cencerrado, bu zaman diliminde finansal krizlere girip çıktı, üç farklı ülkede yaşadı, Nokia’dan akıllı telefona geçti, Corona virüs salgınına şahitlik etti, evlendi ve hamilelik testinde pozitifi gördü... Peki tüm bunlar olurken mutluluğu nasıl bir seyirde ilerledi?

Mutsuzluğun Savunması, psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi çok yönlü disiplinlerin iç içe geçtiği, bilimsel analizlerle insanlığın en derin özlemine yeni bir bakış açısı kazandıran şaşırtıcı bir kitap. Amaç size bir mutluluk reçetesi sunmak da değil, aksine ele avuca gelmeyen o duygunun aslında nerelerde gizlendiğini göstermek.

Mutsuzluğun Savunması / Alejandro Cencerrado
Orijinal Adı: En Defensa de la Infelicidad
Türü: Araştırma
Yayınevi: Beyaz Baykuş Yayınları
Sayfa Sayısı: 280
Fiyatı: 270 TL



Kitabın ve okumanın yüzlerce yıllık serüveni Ketebe Müteferrika Dizisi’nde...

Salı, Mart 12, 2024

Kurulduğu günden bu güne yayın dünyasına önemli eserler kazandıran Ketebe Yayınları, yılın ilk aylarında dikkat çeken bir projeye imza attı. 9 Mart tarihinde, Rami Kütüphanesi’nde gerçekleştirilen tanıtım toplantısında Ketebe Müteferrika Dizisi okurlarla buluştu.

Kitabın ve kütüphanelerin çevresinde gelişen kültür, gün yüzüne çıkarılıyor. Ketebe; kitaplar, kütüphaneler, kitap tutkunları, koleksiyonerler ve çok daha fazlasından oluşan bu kültür dünyasını Ketebe Müteferrika Dizisi’nde görünür kılmak için yola çıktı. Yayınevi, kitap tutkunları için tasarladığı Müteferrika Dizisi’ne iki anlamlı kitapla girizgâh yaptı.

Basın toplantısında İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Mehmet Erken, “Dijitalleşen dünyada kitap artık her türlü ulaşılabilen bir şey. İçeriğine ulaşma arzusu bir şekilde karşılık buluyor. Ancak kitabın bir fonksiyon olarak varlığını sürdürmesi de çok önemli. Bir nesne olarak kitabın devamı koleksiyonerlikle ve kitaba olan arzuyla mümkün” açıklamalarında bulundu.

Müteferrika Dizisi 2 Kitapla Yola Çıktı
Dizinin ilk kitabı “İbrahim Müteferrika Matbaası ve Türk Matbaacılığı”, Giambattista Toderini’nin İbrahim Müteferrika’nın matbaasının faaliyetlerini anlattığı meşhur eserinin tezhip sanatkârı Rikkat Kunt tarafından yapılmış çevirisi. Üç kısımdan oluşan kitap Kunt’un Toderini’den yaptığı çeviriyle başlıyor. Şevket Rado’nun notlandırarak yayıma hazırladığı bu metin, Rikkat Kunt’un yayımlanmış tek eseri olma hüviyetini taşıyor. Devamında, Türk matbaacılığı sahasında öncü çalışmalara imza atmış Selim Nüzhet Gerçek’in evrâk-ı metrûkesinden ve kitaplarından Rado tarafından derlenen Tanzimat sonrası matbuatına dair bölüm geliyor. Ardından Şevket Rado’nun, çıkardığı dergilerden kurduğu matbaalara, tifdruk baskı tekniğini Türkiye’ye getirmesinden bir grevle altüst olan yayıncılık hayatına; kendi serüvenini anlattığı kısımla son buluyor. Türk matbaacılığının; Şevket Rado’nun, hayattayken yayımlanmış son eseriyle birlikte armağana dönüşen iki buçuk asırlık hikâyesine dizide yer veriliyor. 

Müteferrika Dizisi’nin ikinci kitabı ise bir kitap tutkunundan: 20. yüzyılın en meşhur sahaflarından Hans Peter Kraus’un yazdığı “Bir Nadir Kitap Destanı”. Bir Gutenberg Kitab-ı Mukaddesi’ne sahip olabilmek için tek seferde yedi haneli bir meblağı ödeyecek kadar tutkun... Kitap sevgisi ve öğrenmeye duyduğu aşk, Kraus’a Viyana’daki bir kitabevinde çıraklıktan New York’ta bir kitapçı imparatorluğu kurmasını sağlamıştı. Bu kitap ise Kraus’un yegâne mirası; manastırlarda, tavan aralarında ve müzayede salonlarında nadir kitapların peşinde soluksuz hatta destansı öyküsü... 

Dizi editörü Ahmet Yasin Çomoğlu, “Türkiye’de kitabı ve onun dünyasını bu açıdan tutkuyla seven insanlar var, tıpkı yurt dışında olduğu gibi. Dolayısıyla bu tutkunun karşılık bulması için Müteferrika Dizisi’nde, içeriğiyle kitabın tarihini, kültürünü, okurlarını, sevdalılarını, kütüphaneleri anlatan ve şekliyle de kendileri koleksiyonluk olacak kitaplar yayımlamayı arzu ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Ketebe Yayınları Yeni Dizilerle Yoluna Devam Ediyor
Ketebe Yayınları kitap ve etrafında gelişen dünyaya dair Doğu’da ve Batı’da yazılmış seçkin metinleri üst düzey prodüksiyon baskılarıyla okurla buluşturmaya devam edecek. Dizi dahilinde; kitaplar, kütüphaneler, kitap toplayıcıları, okuma kültürü gibi konulara dair özel bir koleksiyonla Müteferrika Dizisi raflarda yerini alacak. 

Dizi editörü Oğuz Selim Başar, “Bizim burada söylemek istediğimiz kitabın kendisinin de bir tarihi olduğu aslında. Kitap; koleksiyonu yapılabilir, alınabilir, satılabilir bir meta. O yüzden sınırlı sayıda basılacak. Bir program çerçevesinde düzenli bir şekilde çıkacak. Yan kâğıtları ebru, şömizli ve numaralı baskılar yaptık. Hem kitabın bir koleksiyon nesnesi olduğunu anlatmaya çalışıyor hem de koleksiyonluk eserler çıkartıyoruz” dedi.

Yayınevinin bu eserlere her geçen gün yenilerini ekleyerek yayın dünyasına çok önemli katkılar yapmaya devam edeceği aşikâr ve tabii daha nicelerine...


Alice & Jack: Hep Yüzeye Çıkıyor İşte…

Cuma, Mart 08, 2024

Aşk yorucudur… Böyle der Jack, gözlerinin ta içine bakarak Alice’e. Yorulmuşlardır çünkü. Araya yıllar girse de dönüp dolaşıp birbirlerine gelmekten ya da kesintisiz hep bir arada olamamaktan. Hangisi olduğunun ne önemi var. Zaten Alice yazdığı notta Jack’e dememiş midir: Tekrar görüşeceğiz… 2023 yapımı İngiliz işi “Alice & Jack” bir aşkı uzun yıllara yayarak anlatıyor. Bitirmeden… Çünkü onların ki biten bir hikaye değil. 

Victor Levin’in yaratıcısı olduğu altı bölümlük dizi 14 Şubat’ta yaptığı prömiyer ile günün anlam ve önemine de denk düşürüp 17 Mart’ta noktayı koymuş. PBS ve Channel 4’da yayımlandıktan sonra dünyaya da yayılmıştı. Bizde de yankısını bulması zor olmadı. Gain’de bekliyor izleyicisini. Andrea Riseborough ve Domhnall Gleeson aşıklarımızı canlandırırken onlara Aisling Bea, Aimee Lou Wood, Sunil Patel ve Rachel Adedeji eşlik ediyor. 

Dizinin dikkat çekmesinde en önemli etken Levin’in imzası. “Mad About You”nun senarist ekibinde piştikten sonra romantizmden uzaklaşmayan Levin, “My Sassy Girl”ün uyarlamasına da imza atmıştı. Sonrasını yazıp yönettiği “5 to 7” ile getirdiyse de dizilerden de kopmadı. 2018’de “Destination Wedding” ile iyi iş çıkardıktan sonra girişmediği aşk sularına yeniden dönmüş. Ama ne dönüş desek yanlış olmaz. Yükselişteki zarafet Riseborough ve pek romantik bakışlı Gleeson’ı merkeze koymak da güzel fikir olmuş. “This Way Up” ile yıldızı parlayan çatlak güzelimiz Bea’yı ve “Sex Education” ile herkesin radarına giren Wood’u görmek de güzel. İyi künye nihayetinde. Çiftimizin kimyası da tutuyor daha ne olsun.

Biyomedikal araştırmacısı Jack ile tanışıyoruz önce. Kendi halinde, biraz dünyadan ve sosyallikten uzak, az biraz silik ya da geride kalmayı tercih eden bir adam. Flört uygulaması yüklemiş ve ilk buluşmasına gidiyor. Neler olacağını tahmin edemeyecek, ne yapacağını bilmekten çok uzakta. Alice de o buluşmada dahil oluyor hikayeye. Yatırım uzmanı, güçlü bir kadın. İlişki kurmak istemeyen, bağ oluşmasından korkan, mesafeyi korumak isteyen bir kadın. Geçmişinden taşıdığı izlerden kaçarak yaşamaya çalışan, hesaplaşmayı erteleyen bir kadın. Ama aşk tuhaftır işte. Buluşmada Jack’ten etkileniyor. Gecenin sonunda hadi git artık dese de bu gidiş sadece fiziksel oluyor. Jack’in boynu bükük tekrar görüşme isteği de havada kalıyor. Bu ilk tanışmayla başlayan ilişkiyi anlatıyor  “Alice & Jack”. 

Aşk her zaman düz bir çizgide başlangıç, gelişme, bitiş şeklinde olmaz. Bazen o ilk kıvılcım olsa bile ateşe dönüşmez hemen. Araya başka insanlar, hayat, şartlar, zorunluluklar, bahaneler, zaman gibi şeyler girer… Alice ve Jack’in arasına da bunlar giriyor. Dizinin konusu da bu uzun mesafe koşuları zaten. Levin’in senaryosunu 2007’de başlayan aşkı 2023’e kadar getiriyor. Araya başka ilişkiler, evlilik hatta çocuk bile giriyor. Zaman atlayarak ilerliyor dizi. Her atlayışta incelikli anlar yaratıyor Levin. Sadece konuşmuyor çiftimiz, iç içe geçiyorlar adeta. Her seferinde daha da güçleniyorlar sanki. Her sarıldıklarında daha tek vücut oluyorlar sanki. Başkalarını da deniyorlar ama nereye gitseler, ne yaşasalar da hep o aşk yüzeye çıkıyor işte. O yüzeye çıkışların öyküsü bu. Aşkın onca kırılganlığına rağmen güçlü kalışının öyküsü. Yürek dağlayabilir, sersemletebilir, gözyaşı döktürebilir.

Çok cümle sarf etmeye gerek yok esasen. Aşka inanlar için güzel bir ağıt gibi “Alice & Jack”. İflah olmaz romantik daha ilk dakikalarından itibaren bağ kuracak ve sonuna kadar gidecektir. Aşk gibi dizi işte. Ne desek, nasıl tariflesek karşılamaz. Yine tam bir “masterpiece” olduğunu belirtelim, tam da afişlerinde yazdığı gibi. Sonuçta kısa/uzun kesiklerle 16 yıla yayılan bir aşk bu. Gerçek hayat gibi değil… Daha çok düş gibi…

38 Kadın, 38 Hayat, 38 Öykü: Ayna Meselesi

Cuma, Mart 08, 2024

Çünkü Kadınız Kolektifi çatısı altında kalemlerini birleştiren kadınların ilk kitapları “Ayna Meselesi” yayımlandı. Toplumun farklı kesimlerinden farklı kadınların ortak bir duyguyla kaleme aldığı “Ayna Meselesi”nde her biri farklı yaşamlara dokunan 38 etkileyici öykü yer alıyor. Banliyö Yayınevi’nin okurla buluşturduğu “Ayna Meselesi”nin tüm gelirini kız çocuklarının eğitimine bağışlayacak olan Çünkü Kadınız Kolektifi, edebiyatın iyileştirici gücünden yola çıkarak bu çalışmayı bir kitap serisine de dönüştürecek. 

Birbirinden farklı onlarca kadın, ortak tutkuları olan edebiyatın etrafında bir araya geldi ve bu birliktelik önce kitaba hemen ardından da sosyal sorumluluk projesine dönüştü. Çünkü Kadınız Kolektifi çatısı altında bir araya gelen 38 kadın, ilk olarak 38 öykü ile toplumun farklı kesimlerinden farklı kadınların öykülerini kaleme aldı ve bu öyküler “Ayna Meselesi” adıyla kitaplaştı. “Biliyoruz, yaparız. Çünkü Kadınız!” mottosu ile yazmaya devam eden yazarlar, “Ayna Meselesi” kitabının tüm gelirini kız çocuklarının eğitimi için bağışlayacak. Çünkü Kadınız Kolektifi, edebiyatın iyileştirici gücünden yola çıkarak bu çalışmayı bir kitap serisine de dönüştürecek. 

BİR HAYALDEN SOSYAL SORUMLULUK PROJESİNE 
Bu projenin fikir annesi olan Yücel Cüre’nin “Yazılarımızla bir kız çocuğunun koluna girebilsek, aydınlığa çıkabilmesi için güç verebilsek” hayalini arkadaşlarıyla paylaşması, bu oluşumun ilk yapı taşı oldu.  Tüm geliri kız çocuklarının eğitimi için kullanılacak ortak bir öykü kitabı yazmak için kalemlerini birleştiren 7 kadın, kısa sürede onlarca kadının katılımı ile büyük bir gruba dönüştü. Hedefler de “daha çok çok kız çocuğunun hayatına dokunmak” olarak büyüdü. Bu ortak amaç etrafında bir araya gelen kadınların emekleriyle ortak olduğu yazma eylemi, tek bir kitapla sınırlı kalmadı ve daha çok kadına ve daha çok kız çocuğuna ulaşmak için Çünkü Kadınız Kolektifi’ne dönüştü.


"AYNA MESELESİ" İKİNCİ BASKI YAPTI
Çünkü Kadınız Kolektifi çatısı altında kısa sürede organize olan ve ilk ortak eserlerini 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne yetiştirmeye çalışan yazarlar, bu hedeflerine kısa sürede ulaştı. “Kadın” teması ile kaleme alınan 38 öykü, “Ayna Meselesi” olarak kitaba dönüşerek Banliyö Yayınevi tarafından okurla buluşturuldu. Çünkü Kadınız Kolektifi’nin ilk kitabı olan “Ayna Meselesi”, daha ilk haftasında ikinci baskısını yaparak önemli bir başarı elde etti. “Ayna Meselesi”nin her bir öyküsü, farklı bir kadının hayatına odaklanan, bilinen ancak görülmek, duyulmak, konuşulmak istenmeyen yaşam hikâyeleri üzerinden topluma ayna tutuyor.

MESELE BİR KİTABA SIĞMAYACAK KADAR BÜYÜK
Amacını “Ortak öykü kitaplarından elde edilecek tüm gelirin kız çocuklarının eğitimi için kullanılması” olarak belirleyen Çünkü Kadınız Kolektifi, bu ortak çabanın bir kitapla sınırlı kalmaması için çalışmalarını hiç ara vermeden sürdürme kararı aldı. Kız çocuklarının eğitiminin sadece bir kadının değil, tüm toplumun geleceğini şekillendirdiği düşüncesini benimseyen kadınlar, “Bu mesele bir kitaba sığmayacak kadar büyük” diyerek, yeni katılımlar birlikte yılda 4 öykü kitabı çıkarmayı hedefliyor.

MAYIS’TA SERİNİN İKİNCİ KİTABI GELİYOR 
Yazan kadınların kalemlerini birleştirip Çünkü Kadınız Kolektifi çatısında buluşmasına öncülük eden Yücel Cüre, ortak amaçlarını ve planlarını şöyle paylaştı: “38 kadın yazarın emeği ve katkısı ile ilk öykü kitabımız “Ayna Meselesi”ni okura sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz. İlk kitabımızla geçmişe, bugüne, geleceğe, kendimize, birbirimize, sesimize kulak tıkayanlara, görüp de anlamayanlara ayna tutmayı seçtik. Sadece kendi hayatlarımıza değil, duygusunu, kırgınlığını, heyecanını hissettiğimiz pek çok kadının hayatından süzdüklerimizi kurguladık öykülerimizde. El birliği ile kısa sürede somut bir eser ortaya koymanın sevincini yaşarken, pek çok kişi daha aramıza katılmak istediğini belirtti. Hemen ikinci kitabımızı mayıs ayında çıkarmak üzere çalışmalara başladık. Yılda 4 öykü kitabı yayımlayarak, olabildiğince çok okura ve onların da katkılarıyla kız çocuklarının hayatlarına dokunabilmeyi amaçlıyoruz. Kalemlerimiz kız çocuklarının eğitimine katkıda bulunmak için yazmaya devam edecek, okurlarımızın desteği ile de kitaplarımız başka kadınların hayatlarına ışık olacak. ‘Bir kadın bir kadının koluna girerse dünya değişir’ deyip kitaplarımızın geliriyle hiç tanımadığımız onlarca kadına nefes olacağız. Biliyoruz, yaparız. Çünkü kadınız!”


“AYNA MESELESİ” ARKA KAPAK YAZISI
Ayna Meselesi öykü kitabının, ünlü Yazar ve Eğitmen Hakan Akdoğan tarafından kaleme alınan arka kapak yazısı şöyle:

Yazı bir oyundur. Oyun ciddiyet gerektirir. Doğrudan algılanamayan birçok olay oyunun içinde anlaşılır. Bu gönüllü bir eylemdir. Küçümsenmemesi gerekir. Oyunun içinde suskunlaştırılan, lakap takılan, itilip kakılan, surat asılan, bedenine zarar verilen, ruhu örselenen, ekonomik olarak bile istismar edilen kadınlar var. Dikkat et! Oyun, aynalı bir odada oynanıyor. Birden fazla kendin oluyorsun. Hangisi olduğunu bilemiyorsun. Ara ara kendi gözlerinin içine bakmayı unutma. Yere bakma asla. Hep yüzüne. Yüzüne bakmazsan onu göremezsin. Kendine benzeteceksin onu; korktuklarına, utandıklarına, yalanlarına. Bir daha da göremeyeceksin, bakmazsan. Ulaşamayacaksın hafızana. Bakarsan; gölgeni göreceksin aynanın içindeki gözlerinin aynasında. Oyun ciddiyet gerektirir. Oyunu küçümseme. Dikkat et ayna meselesine!

Ayna Meselesi
Banliyo Kitap
240 Sayfa
160 TL

Akame Ga Kill şimdi Türkiye’de!

Cuma, Mart 08, 2024

Athica’nın müjdeleri bitmiyor. Son güzel haber “Akame Ga Kill”in ilk cildiyle raflarda yerini aldı. Mart 2010-Aralık 2016 tarihleri arasında yayımlanan 15 ciltlik seri büyük bir hayran kitlesine ulaşmıştı. Merak ve heyecanla beklenen seriler arasındaydı, hasret son buldu diyerek pası bültene atıyorum.

Sadece Japonya’da 3 milyondan fazla satan, animesi ise 2 milyondan fazla izlenen, Akame Ga Kill şimdi Türkiye’de! Akame’nin imparatorlukta suikastçi olarak çalıştığı günleri anlatan hikâyede heyecan ve macera bir an bile azalmıyor. Başkent'te görünüş aldatıcı olabilir. Peki bu suikast ekibi iyi adamlar olabilir mi? Serinin ilk kitabı, Athica Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. 

Akame Keser 1 / Takahiro
Türü: Manga
Yayınevi: Athica Yayınları
Sayfa Sayısı: 200
Etiket Fiyatı: 150 TL

Yarım Kalp: Diğer Yarımız Bir Yerlerde

Salı, Mart 05, 2024

Dimitris Sotakis’i çağının önemli kalemlerinden biri yapan, insana dair ufacık bir sorudan bir evren, bir hikâye yaratması. Toplumsal eleştirilerini süsten uzak yalın bir dil ve eğlenceli üslupla dile getiren, şaşırtıcı olay örgüleri kurarak işleyen yazar, insanın tahmin edilemezliğini vurguluyor. Bizi bize anlatırken yarattığı ironi her okuru tutsak alıyor. Yine küçük bir sorunun peşine takılmış: “Yaşadığımız hayatı ne kadar seviyoruz?”. Hepimizin zaman zaman aklına gelip de daldığı ihtimaller denizinde kulaç atmış. Yine hakikatle oynayarak okurlarına derin çözümlemelerin ortasına bırakıyor.

“Ben, bedenimin yaşlanmasını gözleyerek ancak şeytani bir zihnin tasarlayabileceği kadar sıradan şekilde yaşayıp bu kentin sokaklarında, kalabalığın arasında dolanan bir adamım.” diyerek kendini anlatan kamuoyu araştırma şirketinde çalışan kahramanımızla tanışıyoruz. İlkokulda öğretmen eşi Maria ve ender rastlanan olgunluk ve mantığa sahip dediği on üç yaşında Dionysis’le birlikte üç kişilik bu çekirdek ailenin ferdi. Aslında resim yaptığı, aşık olduğu bir dönem olmuş. Hayatının kırılma noktası da orasıymış. “Resmi bırakmamış olsaydım, Maria’yla evlenmeseydim, şu anda gittiğim yolu seçmemiş olsaydım ve bir zamanlar beni mutlak mutluluğa götüreceğinden emin olduğum eski rotamda ilerlemeye devam etseydim hayatımın nasıl bir yön alacağını hayal etmeye çalışmam da anlaşılır bir şey.” diyerek anlatıyor meramını. Her şeyi değiştiren de arkadaşının haber verdiği fotoğraflar oluyor. Tıpatıp kendisine benzeyen birini görüyor fotoğraflarda. Hatta direk o, ta kendisi. Onu bulmak için adım attığında da romanın konusuna, sorulara ve sorgulara da girişmiş oluyor okur.

“Bir insan kendini hem kayıp bir geçmişin özlemi hem de somut yaşamı arasında ikiye bölerek nasıl uyum içinde yaşar?”
“İçinizde kendini tanıyamayan var mı? Peki bu benzersiz bir şey değil mi? Kişinin kendi benliğiyle geliştirdiği ilişkinin tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde bizi varlığımızla birbirimize bağlayan gizemli bir ilişki olduğuna kim karşı çıkabilir, bu görünmez ama gerçek iplik yalnızca bizim tarafımızdan mı algılanıyor olabilir mi?” cümlesiyle girdiğimiz yönde sorulara cevap ararken buluyoruz kendimizi. Okuruna bulmacayı veren Sotakis, dur durak bilmeden devamını da getiriyor. Ne de olsa hemen herkes “Hayatımı nasıl yaşayacağımı hiçbir zaman bilemedim.” demenin kıyısında yaşıyor çağımızda.

“Bir insan hangi gerekçeyle her şeyi bırakıp bir şarlatanın peşinden koşar? Gerçek bir hayatı, olmayan bir hayat uğruna harcamak için ne kadar yitmiş, ne kadar çaresiz, ne kadar umutsuz hissetmesi gerekir!?”
Kendisinin farklı versiyonuyla karşılaşan kahramanımızın tüm hissettiklerine vakıf olmak ikircikli oluyor. Hem öforik hem huzursuz. Huzurun içinde kaos gibi. “Huzurluydum. İçimde bir insanın hayal edebileceği en tatlı kaos hüküm sürüyordu; bunun adına mutluluk mu deniyordu, yoksa katetmek gereken bir yolun başlangıç noktasında beklemede miydim bilmiyordum ama her ne olursa olsun bu durum beni uzun zamandır uzaklaştığım psikolojik dengeme kavuşturmuştu.” diyerek hislere tercüman oluyor Sotakis kahramanı aracılığıyla. Bu oluşan yeni gerçeğin peşinde koşmak bizden neler götürür sorusunu da cebimize koyuyoruz. 

Böyle bir durumda olsak zihnimiz bu gerçekliğe uyum sağlayabilir mi gerçekten? Peki ya beklentilerimiz? Bu yeni durumun eklediği ihtimallerle birlikte beklentilerimizin bir anda yön değiştirmesi? Ona da verecek bir cevabı var. Ya da daha çok sorusu:

“Bizim için beklemekten daha büyük bir haz yok. Beklenti duyarak, bekleyerek yaşıyoruz. Bizi güdüleyen, hala nefes alabilmemizi sağlayan da bu bekleyiştir. … Ne beklediğimizin önemi yok, mühim olan süreç. … Geleceği istediğimiz gibi şekillendiriyoruz ve geleceğin bu şekilde, sanki biz sipariş vermişiz gibi olması ne güzel, değil mi?”

Bunun bir tuzak olduğunu bilmiyorsak da kahramanımız hatırlatıyor: “Bu dünyanın yalnızca avlananların, yani ritimsizlerin, hırsızların, çökmek üzere olanların, ölüm ve yaşam karşısında kifayetsiz kalanların, gerçekte kim olduklarını itiraf etmeye cesaret edemeyenlerin düşeceği bir tuzağa düşmüştüm.”

“Benim hayatım bana yeterdi, bir ikincisine ihtiyacım yoktu.” diyebilecek kadar güçlü olabilir miyiz sahi? Tüm bu kurmacanın özünde aklı hep bir olayda, “ah keşke”lerle örülü sayısız cümle kuranları anlatıyor Yarım Kalp. Hayatını yaşamak yerine o diğer yarısının neler yapabileceğine kafa yoranları. Sahi, soruyu tekrar edelim: “Yaşadığımız hayatı ne kadar seviyoruz?” Mutlu muyuz bu durumdan? Tatmin ediyor mu bizi? 

Bir noktada ayrılmış diğer yarımızla karşılaşsak neler hissederiz? Gerçekten mutlu muyuz? O seçimler bizi mutlu etti mi? Hayatımız tüm benliğimizle bize mi ait? Bu ve benzeri sorular eşliğinde okunan, ne kadar fantastik olsa da olağanlığını kaybetmeyen sıkı bir roman “Yarım Kalp”. İnteraktif bir okuma yaratıyor. Dönüp sık sık kendine bakma hissini sürekli canlı tutuyor. Okurunun zihninde koşuşturuyor. “Aslında hepimiz kendi mikrokozmosumuzu yaratıp onun içinde yaşıyoruz” diyor. Belki de diğer yarımız oralarda bir yerdedir ha, kimbilir?

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template