♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

İlk Bakış: 2 Guns

Cumartesi, Mart 30, 2013
Baltasar Kormakur’un Denzel Washington ve Mark Wahlberg’li yeni aksiyonu “2 Guns”ın ilk fragmanı ve afişi yayınlandı.

“Contraband” ve “Inhale”den tanıdığımız Kormakur, ülkesinde çektiği “Djúpið”dan sonra yeniden gişe filmine dönüş yapmış... Steven Grant’ın comic book’undan uyarlanan filmin senaristi de “Law & Order: Los Angeles”tan tanıdığımız Blake Masters... Washington ve Wahlberg’e, Bill Paxton, Paula Patton, James Marsden ve Edward James Olmos eşlik ediyor.

Birbirine rakip bürolarda çalışan iki ajanın, birlikte bir göreve çıkmak zorunda kalmalarını anlatan “2 Guns”, ikilimiz gizli görevdeki federal ajan olduğunu bilmemeleri dolayısıyla birbirine güvenmiyor... Bir yıldır birlikte çalışan Uyuşturucuyla Mücadele Departmanı ajanı Bobby ile Amerika Birleşik Devletleri deniz istihbarat subayı Marcus, meksikalı bir uyuşturucu kartelinin içine sızmaya çalışırken üstlerince reddedilince olaylar değişiyor... Artık sadece birbirilerine güvenebileceklerini anlayıp, aksiyona gazı veriyorlar...

Fragmandan görünen hayli eğlenceli bir filmin bizi beklediği... Yönetmen iyi, orjinali comic book daha ne isteriz dersek, bu oyuncuları istemeyiz... Sizi bilmem ama ikisi de bir türlü sevemediğim oyuncular, özellikle Wahlberg'i iki üç aya bir izlemek zorundamıyız yahu... Pek bildik mevzuular, tanıdık ikili formülüyle ışık vermediği de ortada...

Amerika’da 2 Ağustos’ta gösterime girecek film, bizde de aynı gün vizyon görecek...


İlk Bakış: White House Down / Beyaz Saray Düştü

Cuma, Mart 29, 2013
Roland Emmerich’in yeni filmi “White House Down”ın ilk fragmanı görücüye çıktı... 11 Eylül saldırılarından sonra örnekleri artan Beyaz Saraydaki kaosun son örneği, 12 Temmuz'da vizyona giriyor...

Son yıllarda iyice ayyuka çıkan Amerikan Milliyetçiliği kanadının son filmi, sık sık işlenmeye başlanan Beyaz Saray düştü düşecek, bir kahraman çıkıp kurtaracak formülünü yineliyor... Emmerich’in yönetmen koltuğunda olmasından, bunun cılkını çıkaracağını öngörmekte mümkün... Ne de olsa tam kendisine göre konu bulmuş... Tehditin nereden geldiğinin de önemi yok, bir şekilde başkan ve şehir kurtulsun, sonunda halaylar çekilsin yeter... “Zodiac”la adını duyduğumuz, son olarak “The Amazing Spider-Man”de gördüğümüz James Vanderbilt’in senaryosu, “Anonymous” sonrası Emmerich’i sevdiği konuya geri döndürmüş. Kadronun da gereğinden fazla iyi olduğunu söylemek mümkün... Tüm ağırlık Channing Tatum’da ama, ona eşlik eden oyuncular Jamie Foxx, Maggie Gyllenhaal, James Woods, Richard Jenkins, Jason Clarke, Jake Weber, Lance Reddick ve Joey King. Tatum ülkesini korumaya çalışan adam, Foxx ise Amerikan Başkanı rolünde... Birde, şu anda Amerika’da vizyonda olan Antoine Fuqua’nın “Olympus Has Fallen”ıyla pişti olma durumu var...

Başkent polisi John Cale'in hayalindeki iş olan Başkan James Sawyer'ı Gizli Servis'le birlikte koruma talebi reddedilir. Küçük kızını bu kötü haberle üzmek istemeyen Cale, onu Beyaz Saray'a ufak bir gezintiye çıkartır. Bu sırada, bina büyük bir militan grubu tarafından kuşatılır. Zamana karşı yarışılan bu amansız kaostan başkanı, kızını ve ülkeyi kurtarma işi Cale'e kalır.

Son oscar töreniyle ayyuka çıkan o vıcık vıcık Amerikan Milliyetçiliği sonrası bu filmlere nasıl bakacağımız çok açık... Sarayları da onların olsun, bayrakları da... Tepemize yıkılmasınlarda, nereye yıkılırlarsa yıkılsınlar... Fragmana gelince; tipik bir Emmerich filmi olduğunu bağıran ilk dakika aynı zamanda kıyamet vurgusunu da yapıveriyor hemen... Sonrasındaki sessizlikse ilginç bir seçim... Aksiyonun tavan yaptığı sahneleri görüyoruz ama tadını çıkarmak için salona bekleniyoruz... Amerika’da 28 Haziran’da gösterime girecek film, bizde 12 Temmuz'da gösterime girecek... Merakla beklemek bir yana, gördüğümüz fragmanı bile unutmak istiyoruz...


İlk Bakış: Hummingbird

Cuma, Mart 29, 2013
Jason Statham’ın sıradaki filmi “Hummingbird”ten ilk fragman ve görseller sonunda görücüye çıktı... Yaz aylarında vizyona girecek film, beladan uzak durmaya çalışan bir adamın kız arkadaşının ölümünün perde arkasını araştırmasını konu alıyor...

Joey Jones, Afganistan'da kendi biriminin bir top atışıyla paramparça olmasına tanık olduğundan beri Londra sokaklarında yaşamaktadır. Bir yandan geçmişini unutmaya, bir yandan da yeni problemlerden uzak durmaya çalışmaktadır. 

Acımasız bir çeteden kaçarken Convent Garden'da zengin bir adamın dairesine girer ve üst sınıf kimliğine bürünür. Joey arkadaşı ve sponsoru Rahibe Cristina ile günah çıkarmaya giderken, hamile kız arkadaşı bir nehirde ölü bulunur. Bu olay üzerine Joey bu cinayetin sorumlusunu bulmak için Çin mafyasındaki bağlantılarını kullanmak zorunda kalır. Joey adaleti sağlayana kadar durmayacaktır.

Her ne kadar bildik bir konu olsa bile, “Eastern Promises”le iyice ünlenen Steven Knight’ı künyede görünce, insan ister istemez dikkat kesiliyor... Knight, kendi senaryosuyla ilk kez yönetmenlik koltuğuna oturuyor... Statham’a, Lee Asquith-Coe, Vicky McClure, Senem Temiz, Benedict Wong ve Chris Cowlin eşlik ediyor... Fragman gayet güzel görünüyor, oscar adayı senaristin ilk yönetmenlik deneyimi de filmin üzerindeki ilgiyi katlıyor... Statham’ı uzun süre sonra ilk defa doğru dürüst bir olay örgüsündeki kahraman olarak seyredeceğiz gibi...

Vizyon tarihi birkaç kez ertelenen film, 17 Mayıs’ta İngiltere’de gösterime girecek... Bizdeki akıbeti ise Pinema dağıtımıyla vizyona çıkmak olacak... 7 Haziran’da da olabilir, 16 Ağustos’ta da... Knight faktörü dolayısıyla, merakla bekliyoruz...



İlk Bakış: Pain & Gain

Cuma, Mart 29, 2013
Michael Bay'in yeni aksiyon komedi filmi "Pain & Gain"den yeni fragman ve fotoğraflar yayınlandı. İnanılmaz ama gerçek olaylara dayanan bu hikaye, 12 Temmuz’da vizyona giriyor.

Mark Wahlberg, Dwayne Johnson, Anthony Mackie, Ed Harris, Tony Shalhoub, Rob Corddry, Rebel Wilson ve Bar Paly’den oluşan kadro Amerikan rüyasını kovalarken suça karışan üç antrenörün başına gelenleri anlatıyor. Christopher Markus ile Stephen McFeely’nin senaryosu 90’lar Miami’sinde geçiyor... 

Daniel Lugo ve Paul Doyle, Florida'da yaşayan ve vücut geliştirme salonunda çok fazla zaman geçiren iki adamdır. Neredeyse ilgilendikleri başka bir şey yoktur. Ters giden tesadüfler sonucu ikili bir haraç ağının eline düşer ve daha da kötüsü işler sarpa sardığında zengin bir iş adamının kaçırılmasına şahit olurlar. Bir anda olayların ortasında kalırlar. Başları ciddi şekilde beladadır!

Bay’i gösterişli filmlerden sonra, böyle mütevazi bir filmde görmek merak uyandırıyor. Mizahı yerli yerinde, ikilimiz uyumlu... Fragmanda işin mizah yönü ağırlıklı, gayet güzel görünüyor... Amerika’da 26 Nisan’da vizyona girecek filmin, bizde neden 2 ay gecikmeyle vizyona girecek olmasını anlamasakta, bekliyoruz merakla...



İtiraf: Yok Oluştan Yeniden Var Olmaya Uzanan Bir Aşk Öyküsü…

Cuma, Mart 29, 2013
Her ikisinin de hataları yüzünden sonsuza kadar sürecek bir aşkı kaybeden ve büyük acılara gömülen bir kadınla bir adamın itirafları. İkisi de birbirinin itiraflarından bihaber. Kendi itirafları altında ezilen hayatları masalsı bir birleşmeye tanıklık edebiliyorsa yeniden; gerçek aşk her zaman kazanır mı?

Zeynep güçlü bir iş kadını, hayat dolu, heyecanlı. Elbette bu görünen kısım. İnsanlar yanlarındaki insanı neden sevdiklerini unuturlar bazen. Bazenler çoğu zamana yükseldiğinde ise yok oluş başlamıştır. Ve yok oluş olgunluk devresini geçtiğinde ve “O” insan gittiğinde tüm organların alınmış gibi olur. Nişantaşı’nın sokaklarında yürürken Zeynep birçok insanın içten içe imreneceği bir görüntü sergiliyor olsa da organlarının yerinde gizli itiraflarının ağırlığından kaynaklı acı çığlıkları vardır. 

Ve Ali. Hiç de güçlü değilmiş gibi duran ama yaşamayı sürdürebilecek ve en dipten kendi zirvesine aynı anda iki kişiyi birden taşıyabilecek kadar kuvvetli Ali. Sebep mi? Elbette aşk. 

Kendilerinden bile sakladıkları itiraflarıyla yeniden var oluşu bulan Zeynep ve Ali’nin vuslatında siz de kendi itiraflarınızı keşfedebilirsiniz. İç hesaplaşmalar hayattaki en güzel gerçeklik olan aşka vardırıyorsa insanı, o zaman hesaplaşalım!

Uyumak yaşamdan da olsa, sensizliği en kolay atlattığım zaman dilimi, hayatı atlatmak gibi bir nevi… Sensizliği atlatmak tamamen sensiz kalmak olacak, ona kanaat getirdim. Bu yüzden olsa gerek hiç uyumuyorum… Ölüm de bir nevi uyku hali ya, ölemiyorum bile.

Sen çıplakken kalkanların da şeffaflaşıyor tenin gibi. Ve ben o anlarda seninle sevişmek yerine ayçiçeği tarlaları arasında bisiklete binmek istiyorum seninle. Çocuklar gibi birbirinin içine gülerek bisiklete binmek. Tüm etrafımız güne bakanlar. Nasıl onlar güneşe dönüp de besleniyor, büyüyorsa çocuklar da oyun arkadaşlarının kahkahalarıyla büyür ya hani. İşte öyle. Hiçbir ayçiçeğini ezmeden, kırmadan arada kendiliğinden, doğanın sunduğu yollarda bisiklete binmek seninle. Sonra iddiaya girmek. Delicesine pedal çevirmek kahkahalar eşliğinde, günebakanlar arasında. İddiaya girdiğimiz sınır çizgisini aştığımızdaysa, bacaklarımı pedallardan alıp iki yana açarak mevcut ivmeyle gittiğim yere kadar gitmek istiyorum. O şekilde, hiçbir şeyi umursamadan giderken bir ağaca toslamak belki de. Ve tosladığım ağaçta seni, bir koluyla ağaca dayanmış, tek ayağı diğer pedalda bir ayağı yerde görmek. İddiayı kazanmış olmanın verdiği haklı mutlulukla gülümseyişini görüyorum. Bir yandan da bana gülüşünü. Bana gülüşünde belirli bir alay var sanki, ben böyle olacağını biliyordum dercesine. 

Bak yine bal rengine döndü gözlerin, hafif alaycı. Belki de seni çıplak bulduğum yerde yere yatırmak yerine ayçiçeği tarlaları arasında bisiklete binmek istediğimden. Belki de bu yüzden beni tam erkek, erkeğin olarak kabul etmedin.

İtiraf / Hanzade Özerten
Minval Yayınları / 126 sf.


İlk Bakış: World War Z / Dünya Savaşı Z

Çarşamba, Mart 27, 2013
Marc Foster’ın yönettiği, Brad Pitt’li “World War Z”den ilk geniş fragman yayınlandı. Önceki fragmanlarda sezdirilen şeylerin bu kez açıkça gösterilmesini görüp, filme daha yakından bir bakış atabiliriz...

Senaryosu bir kaç kez elden geçen ve bu yüzden sarkan proje, artık yaz sezonunun bombası olmaya hazır... Max Brooks uyarlaması, peşpeşe üç filmle adını duyuran Matthew Michael Carnahan tarafından senaryolaştırılmış... Yönetmen koltuğundaysa, mütevazi filmlerden sonra Bond radarına girip “Quantum of Solace” ile gişe filmlerine geçiş yapan Marc Foster oturuyor. Brad Pitt, Mireille Enos, Matthew Fox ve James Badge Dale dörtlüsünün başını çektiği oyuncu kadrosu da gayet iyi... 

Birleşmiş Milletler çalışanı Gerry Lane’in (Brad Pitt) etrafında dönen hikayede, kahramanımız orduları ve hükümetleri deviren ve insanlığı yok olma noktasına getiren salgını durdurmak için zamana karşı yarışıyor. 

Zombiler artık yakın çekimle göz önünde... Sürüler halinde geziniyorlar ve korku saçıyorlar... Üstelik alışık olduğumuzdan daha dayanaklı ve becerikliler... İki kız babası kahramanımızın önceliği her zamanki gibi ailesi... Bolca aksiyon, kalabalık sahneler, koşuşturmaca derken dolu dolu bir fragman izledik sonunda... Tam bir popcorn işi, zombi salgını sevenler için görsel ziyafete dönüşeceği de belli... Merakla 21 Haziran’ı bekliyoruz...



The Barrens : Gidersen Ormana, Yem Olursun Şeytana

Çarşamba, Mart 27, 2013
Testere fenomeninin peşpeşe üç filminde yönetmen koltuğunda oturarak adını duyuran Darren Lynn Bousman, yeniden bildik sulara dönüş yapmayı seçerek, kendi yazdığı senaryoyu çekerek seyircisini ormana davet ediyor... Kariyerinin dokuzuncu uzun metrajını, birde dizi dünyasının popüler ismiyle destekleyerek çıkmış vizyona...

Milenyumda oluşan korku sinemasındaki yönetmen boşluğu sayesinde adını duyduğumuz yönetmen, kariyerine de tam milenyumda başlamış. Beğenilen kısa filmle başlayıp, izleme şansımız olmayan ilk uzun metraj sonrası, Testere serisinin 2, 3 ve 4. filmlerini yöneten Bousman, serinin alışıgeldik formülünü başarıyla uygulamıştı ama sanki kim yönetse değişmez gibiydi... Seriden hemen sonra, serbest denemeye girişip “Repo! The Genetic Opera”yı çektiğindeyse önemli bir külte imza atmış oldu... 2006’da çektiği kısa metrajı uzatmanın hayli başarılı sonuç vermesiyle, farklı film arayan kitleyi sevindirmişken, bir yeniden çevrime imza atması, bir o kadar tuhaf oldu... Ki “Repo!...” kariyerinin zirve noktasıyken, yeniden çevrime girişmekle kalmadı, üstüne birde, nabza şerbet “11-11-11”e imza atarak iyice şaşırttı... Ama Bousman’ın ilginçlikleri bununla bitmiyor... 2012’ye iki film sığdıran yönetmen, hem serbest denemeye hem de ana akıma örnek vermeyi tercih etmiş... Serbest deneme “The Devil's Carnival” yine korku müzikali, yine iyi... “The Barrens” ise ana akım seyirciyi memnun edebilmek adına kimseye yaranamayan gereksiz bir girişim...

Bousman deyince, aklıma “kafa karışıklığı” geliyor bu yüzden... Yönetmenin filmografisinden de bunu görmek mümkün... Ki, o filmografide parlayan işlerin hep uyarlama olması ilk bakışta öne çıkıyor... Testere zaten, o geldiğinde yaratılmış bir seriydi... Bir yeniden çevrim ve iki uyarlamadan sonra elde kalan “11-11-11”in hedefe yaklaşamayı bile beceremiyen, sıkıcı ve klişe bir filmdi... “The Barrens”da aynı yolun yolcusu...

Amerika’nın olmazsa olmaz uydurma mitlerinden birinden desteklenen film, artık yenilenme adına çorbaya döndürülen korku filmlerinden biri olarak kurmuş yapısını... Kamp alanında gezindiğine inanılan bir varlık, ana tehdit unsuru... O unsura varana kadarda, sık kullanılmış bir prototipi merkeze alıyor... Açılışta, o meşhur yaratığı hissettirmeyi seçiyor ve o tehdidin yeni kurbanlarına geçiyor...

İkinci evliliğini yapmış bir adam, parçalanmak üzere olan ailesini kurtarma girişimiyle, hafta sonunu kampta geçirmek istiyor... Ergen kızı, üvey annesiyle geçinemiyor elbette... Ürkek küçük oğulda çekirdek aileyi tamamlayan üye... Klasik bir dizi olay sonrası, kampın zehir olmasına kadar varıyor olaylar ve bildik bir finalle sona eriyor... Bu sona erişe itirazımız yok ama, ortada doğru dürüst işleyen filmde yok... 

Bousman bir türlü atmosferi kuramıyor... Kuramayınca da, herşey gözünüze batıyor ilkin... Sonrası daha fena, ne tutarlılık var ne devamlılık... Bolca hata arasında bir yönetmenin final için seyirciyi ikilemde bırakma merakı eklenince, karşımızda her dakka her şeye meyleden tuhaf bir çorba çıkıyor... Mantıksız olaylar dizisi, karakterlerin de önünü tıkıyor en başta... Yan öykülerinde birden bire ortaya çıkması gibi şeylerse senaryonun affedilmesi güç hataları... Örneğin birden aslında kamp yapma isteğinin, adamın babasının küllerini savurmak olduğunu görüyoruz... Meğere çocukken gelmişler buraya... Korkuyu, gerilimi yaratacak senaryo yok ortada tamam da, teknik anlamda da gerebilecek birşey yok... Görüntü yönetmenliği desek zayıf, renkler falan zaten hak getire... Bousman, belli ki kafası karışık şekilde girişmiş filme... İki yöne savrulabilecek bir öykü yarattığını düşünerek çekmiş... Muhtemelen bolca sahne çekmiş ve son kurguda yaratmış filmi... Aksi halde, filmin neyi anlatmak istediğini, neden çekildiğini anlamak mümkün değil... Kan desek zaten hiç yok... Herkes izlesin, her şeyi düşünsün ve finali merakla beklesin düsturuyla gidilen ormandan, düşünülenin tam tersine temposuz, her dakkası boşa geçen ve ilgi uyandırıcı tek sahnesi olmayan bir filmcik çıkmış... Kötü olmak için bile fazla kötü... 

Her korku/gerilim takipçisinin içindeki kötü olduğunu bile bile izleme dürtüsüne, yazının başlığını uyarlamak en doğrusu sanırım... Gitmeyin Şeytanın Ormanı’na, yem olmayın içinizdeki korku canavarına...


İlk Bakış: Tres metros sobre el cielo / Aşka Yükseliş

Çarşamba, Mart 27, 2013
Farklı dünyalara ait olan iki gencin öyküsünü anlatan 2010 yapımı İspanyol filmi “Tres metros sobre el cielo”, “Aşka Yükseliş” adıyla 29 Mart’ta vizyona giriyor...

İlk büyük aşklarını keşfetmelerini sağlayacak olan çılgınca bir yolculukta neredeyse imkânsız olan bir yandan da kaçınılmaz ve beklenmeyen bir aşk. Babi iyi niyetli, masum ve zengin bir genç kız. Hache ise isyankâr, fevri, bilinçsiz bir delikanlı, sonu bitmeyen kavgalar ve yasadışı motosiklet yarışları arasında devamlı hayatını tehlikeye atma iştahı ile dolu, sınırları zorlayan bir modeldir.

Fernando Gonzales Molina’nın yönettiği ve Mario Casas, Maria Valverde, Alvaro Cervantes ile Marina Salas’ın oynadığı film, Federico Moccia’nın romanından uyarlanmış. Yoğun ilgi gören uyarlama, Casas’a en iyi çıkış yapan oyuncu ödülünü getirmiş... Devam filmi de geçen yıl gelmiş: Tengo ganas de ti... Yakalanan gençlik filmi serisinin İspanya dışındaki yansımaları ise aynı başarı öyküsüne dayanmıyor... Ne de olsa, gayet mütevazi bir künyenin ürünü bir yapım... TV dizilerinde pişen Molina’nın başarısız ilk denemesinden sonra aradığı çıkışı vermesi, Casas’ın adını duyurması dışında dişe dokunur bir fark yaratamamış olması da süpriz değil... İnternet aleminde bolca seyredilen film, orda da pek olumlu sözlerle anılmıyor... Fragmanı izleyince şaşırmamakta elde değil... Gayet düz, bolca klişelerle dolu bir film olduğu belli... İspanyol çekince, biraz renklerden, görüntülerden parlatmış pazarlamış belli ki... Tamam pazarlar işi bu, ya bizim şirketlere ne demeli... 2010 yapımı bir filmi, korsan mecrada çoktan tezgahtan bile düşmüş filmi vizyona sokmak niye? 




İlk Bakış: G. I. Joe Retaliation / G. I. Joe: Misilleme

Çarşamba, Mart 27, 2013
2009’da 300 milyon doların üzerinde hasılat yapan “G.I. Joe”nun, kaçınılmaz olarak gelen devam filmi “G. I. Joe Retaliation”, “G. I. Joe: Misilleme” 29 Mart’ta vizyona giriyor...

Filmin yapımcısı Lorenzo di Bonaventura, ilk filmin parlak finansal neticelerinin, G.I. JOE dünyasını keşfe devam etmenin kapılarını açtığını hissettiğini “İlk filmin sonundaki, oval ofiste bir sahtekar olabileceği önermesi tamamen eşsiz birşeydi ve bu fikri mercek altına yatırmak çok enteresan olabilirdi diye düşündüm. Filmi tam anlamıyla sahiplenebilecek ve tüm bu çok katmanlı karakterleri ele alıp ciddiyetle işleyebilecek bir yönetmen bulmak çok önemliydi,” diyerek açıklıyor.

Bu devam filminde dümene geçmesi için çeşitli yönetmenler düşünülürken, Paramount’s Film Group’un başkanı Adam Goodman, olağanüstü bir başarı yakalamış olan Justin Bieber filmi NEVER SAY NEVER’da daha yeni işini bitirmiş, yükselmekte olan yönetmen Jon M. Chu’yu önererek, di Bonaventura’ya büyük bir sürpriz yaptı. “Jon ile ilk buluşmamız biraz tuhaf geçti, onun deneyimleri benimkilerden çok farklıydı, tabii onunkiler de benden. Sonra onun G.I. JOE, KOBRA’ya karşı mitolojisiyle büyüdüğünü, G.I. JOE’nun içsel estetiğinin tam olarak ne olduğunu anladığını keşfettim. Bu paha biçilmez bir şeydi,” diye anımsıyor di Bonaventura. “Konuşmalarımızdan sonra, anladık ki ikimiz de birebir aynı filmi yapmaya çalışıyoruz. Müthiş bir ortaklık oldu bu.”

Chu ise şöyle diyor: “Ben G.I. JOE ile büyüdüm, henüz çizgi film ve çizgi roman olduğu dönemlerden beri aşinayım. Bu da bana G.I. JOE markasıyla değişik kuşakları bir araya getirebileceğimizi hissettirdi. Benim versiyonum, hayran bir erkek çocuğunun izlemek isteyeceği film olacaktı.”

G.I. JOE efsanesi çok derinlere iner. Üstlerinden yola çıkılacak ulusal kahraman niteliğinde karakterleri vardır ve bu karakterlerin her birinin kendine ait bir geçmişi, farklılıkları ve özellikleri bulunmaktadır. Devam niteliğindeki bu filme yaklaşırken, film yapımcıları ilk filmden en iyi unsurların ve hikayelerin üzerinden bir yapı kurmak ve bu yapıyı ikinci film boyunca da, eş zamanlı olarak kurulan yeni kimlik ve hissiyat ile birlikte taşımak istediler.  Bu filme, mitolojiden yeni karakterler kazandırma fırsatı sundu.   

Filme kazandırılan üç boyut  ilavesi, filmi bambaşka bir oyun sahasına taşıyacaktı. Bu, hem yapım şirketlerinin, hem de filmin yönetmeni Jon M. Chu’nun nasıl olacağını görmeye can attıkları heyecan verici birşeydi. “Bence 3D bize, seyirciyi filmimizin tam içine davet etme şansı veriyor” diyor Chu. “Filmimizde Tokyo’dan Pakistan’a, ordan Himalaya’lara kadar dünyanın pekçok yerine uzanıyoruz. 3D sayesinde seyircilerimizi buralara götürme imkanımız doğuyor. Bundan da ötesi, bütün aksiyonu tam da oradalarmış gibi deneyimleyebilecekler. Dwayne Johnson’ın yumrukları daha güçlü hissediliyor. Storm Shadow’un kılıcını savurmasına sadece seyirci kalmayacaksınız, kılıçtan korunmak için başınızı eğmek zorunda hissedeceksiniz kendinizi. 3D, filmimizi dünyanın dört bir yanındaki izleyiciler için çok daha eğlenceli kılıyor. Üstelik, GI JOE hayranları, onu hiç bu şekilde tecrübe etmemişti, işte bu yüzden onları bu maceraya götürmek konusunda kendimizi sorumlu hissediyoruz.” Prodüksiyon notlarına bakılırsa, ilk filmde yapımcıları mutlu eden aşı yeniden tutmaya hazır. 

Devam filminde G.I. Joe'lar sadece ölümcül düşmanları Kobra'ya karşı mücadele etmekle kalmıyor, aynı zamanda devletin içinden kendi varlıklarını tehlikeye atan tehditlere karşı da mücadele vermek zorunda kalıyor. Filmin başrollerini D.J. Cotrona, Byung-hun Lee, Adrianne Palicki, Ray Park, Jonathan Pryce, Ray Stevenson, Channing Tatum, Bruce Willis ve Dwayne Johnson paylaşıyor. Kadro gayet iyi, yönetmen zaten seriyle büyümüş... İlk filmin teknolojiyi ne kadar iyi kullandığı düşünülürse, 3D sayesinde görsel makyajı konusunda sıkıntı yaşamayacağımız belli... Fragman umut veriyor... Seyri keyifli devam filmi olacak, zaten bu tür filmlerde konunun dolu dolu olmasını da beklemiyoruz... Vasat bir senaryo olsun yeter, aksiyona doyalım... 



9. Yıldız Kısa Film Festivali başlıyor!

Pazartesi, Mart 25, 2013
Yola çıktığı ilk günden bu yana sinemaseverlerin ilgisiyle büyüyen Türkiye’nin ilk ve bağımsız öğrenci organizasyonu Yıldız Kısa Film Festivali dokuzuncu kez sinemaseverlerle buluşuyor. Y.T.Ü. Sinema Kulübü tarafından düzenlenen, jüriliğini sinema sektörünün özgün ve seçkin isimlerinin oluşturduğu festivalin son katılım tarihi 29 Nisan 2013.

13 Mayıs tarihinde açılış etkinlikleriyle başlayacak olan festival hafta boyunca yapılacak gösterimlerle devam edecek, 17 Mayıs akşamı gerçekleşecek olan ödül töreni ve kokteyl ile son bulacaktır. Hafta boyunca yapılacak olan gösterimlerin yanı sıra; panel, söyleşi ve atölyelerle katılımcılara keyifli anlar sunmayı amaçlayan festival herkese açıktır. Etkinlik mekânı Y.T.Ü. Davutpaşa ve Beşiktaş kampüsleridir.

KISA FİLM YARIŞMASI
Festival Kapsamında düzenlenecek yarışma bölümüne ulusal çapta tüm öğrenciler katılabileceklerdir. Yarışmaya katılan filmler, YTÜ Sinema Kulübü danışmanı Uğur KUTAY başkanlığında, YTÜ Sinema Kulübü Festival Ekibinden oluşan ön jüri tarafından değerlendirilecektir. Ön jüri değerlendirmesinden geçen filmler arasından kurmaca, canlandırma ve deneysel dallarda ilk üçe giren filmler esas jüri tarafından belirlenecektir. Esas jürinin belirlediği her dalda en iyi üç film ve özel ödül olmak üzere toplam on film gala gecesinde ödüllendirilecektir. Yarışma jürisinde bulunan isimler: 

AÇILIŞ, GALA ve ÖDÜL TÖRENİ
13 Mayıs 2013 Pazartesi günü açılış etkinlikleri ile başlayacak olan Yıldız Kısa Film Festivali, 17 Mayıs Cuma akşamı jüri ve finalist filmlerin yönetmenlerinin yanı sıra medya ve basından seçkin konukların da davetli olduğu ödül töreni ile derece alan filmleri belirleyecek, tören sonrası kokteyl ile son bulacaktır. 

KISA FİLM GÖSTERİMLERİ
Festivale kabul edilen filmlerin gösterimleri 13 Mayıs ve takip eden hafta boyunca Y.T.Ü. Beşiktaş kampüsündeki gösterim mekânlarında izleyicilerle buluşacaktır. İnternet ve diğer basın organlarıyla duyurusu yapılacak program içerisinde yerli yapımların yanı sıra uluslararası festival seçkileri de bulunacaktır. Katılımın tüm sinemaseverlere açık ve ücretsiz olduğu etkinlik içerisinde bir gün de açık hava gösterimi mevcuttur. Festival dâhilinde finalist filmler yıl boyunca çeşitli gösterim ve kültür merkezlerinde izleyicilerle buluşacaktır.

PANELLER VE ŞÖYLEŞİLER
Festival kapsamında sinema dünyasından seçkin konukların katılımıyla sinema ve kısa film üzerine, panel ve söyleşiler düzenlenecektir. Bu etkinliklerle; sinemayla ilgilenen gençlerle profesyonellerin bir araya getirilip düşünce ve birikimlerin paylaşılabildiği bir platform oluşturulacaktır. Toplantı, söyleşi ve sosyal etkinliklerle, genç sinemacılar arasında iletişim ve dayanışmayı güçlendirmek hedeflenmektedir.

Ayrıntılı bilgi için:
www.yildizkisafilm.com
https://www.facebook.com/YildizKisaFilmFestivali
https://twitter.com/9YildizKisaFilm
Filmlerin Gönderilebileceği Adres:
Yıldız Kısa Film Festivali
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı
Sinema Kulübü
Barbaros Bulvarı, PK:34349
Yıldız/İSTANBUL
iletisim@yildizkisafilm.com 

İlk Bakış: Star Trek Into Darkness / Bilinmeze Doğru: Star Trek

Pazartesi, Mart 25, 2013
Merakla beklenen “Star Trek Into Darkness”ten yeni fragman ve afiş yayınlandı. Öncekilerden farklı olarak, film hakkında bir fikir verebilecek fragman eşliğinde daha yakından bakabiliriz...

J.J. Abrams’ın yönettiği devam filmi, “Bilinmeze Doğru: Star Trek” adıyla 7 Haziran’da vizyona girmeye hazırlanıyor. Filme dair resmi sinopsiste bu sayede gelmiş oldu...

Atılgan’ın mürettebatı eve geri çağrıldığında, kendi organizasyonları içinde durdurulamaz bir terör gücünün donanmayı ve temsil ettiği her şeyi parçaladığını, dünyamızı bir kriz içinde bıraktığını görürler. 

Bitirmesi gereken şahsi bir kavgası olan Kaptan Kirk,  tek kişilik kitle imha silahını yakalamak için savaş alanına doğru özel bir arayış başlatır. Kahramanlarımız yaşamla ölüm arasında destansı bir santraç oyununa sürüklenirken, aşka meydan okunacak, dostluklar parçalanacak ve Kirk’ün geride bıraktığı tek ailesi olan müretebatı için fedakarlıklar yapması gerekecek.

Chris Pine, Zachary Quinto, Karl Urban, Zoe Saldana, Anton Yelchin, Simon Pegg ve John Cho’nun başrollerinde yer alan filmin en kötü yanı, maalesef yönetmenin bundan sonraki çalışmalarında... Bilim kurgu adına önemli filmlerin hepsi için adı geçmesi dolayısıyla, genel bir rahatsızlık duymamak zor... Star Wars’ı da yönetirse, her starın altında Abrams’ın olması pek içe sindirilebilir birşey olmayacak... Yine de bu durum, filmden keyif almamıza engel değil... Yeni fragmanın daha fazla aksiyon içermesi, serinin özlediğimiz kısmını gösteriyor bize... Yeniden diriltilmesinin ne kadar doğru olduğunu da... Ne de olsa yıllar sonra gelen Star Trek, seriden elini ayağını çekenleri bile fethedebilmişti... Senaryonun da iyi bağlanması sayesinde, itiraz edecek birşey bulamamış, keyfini sürmüştük... Yine öyle olacak gibi görünüyor. Kaptan Kirk, artık herşeyi ciddiye almış ve olayların farkında... Kötümüzde hayli etkiliyken, yazın gelmesini merakla beklememek elde değil... Son dönemin en iyi fragmanlarından birini izliyorsak, gel haziran gel repliğini bolca tekrarlarız...






Yolda / On The Road | Amerikan Rönesansı: Beat!

Pazar, Mart 24, 2013
40’lı yılların sonunda, yani İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, ABD’de savaş karşıtı, özgürlükçü ‘beat’ adlı yeni bir kuşak doğmuştu. Be-bop’un (erken modern jazz) etkisi altında, her daim benzedrinli kafayla çalışmadan, meteliksiz yaşayan bu kuşak, sistemin dışına çıkarak ona muhaliflik eden davranışsal bir devrim hareketinin de ilk taşlarını döşemişti… Jack Kerouac’ın 1947’den 50’ye değin sürdürdüğü Kuzey Amerika yolculuğu sırasında tuttuğu notlardan yola çıkarak kaleme aldığı, beat kuşağını başlattığı kabul edilen Yolda (On the Road) uzun bir bekleyişin sonunda nihayet beyazperdeye aktarıldı.

1998 tarihli Merkez İstasyonu (Central do Brasil) ile tanıştığımız, Che’nin arkadaşı Alberto ile motosiklete atlayarak çıktığı Latin Amerika seyahati Motosiklet Günlüğü’nü (Diarios de motocicleta) de filme alan Brezilyalı yönetmen Walter Salles’in imzasını taşıyan Yolda, beat kuşağının kutsal kitabı sayılan bu eserin sadık bir uyarlaması. Sadece biçim olarak daha Hollywoodvari bir yorum olduğunu söyleyebiliriz Yolda’nın; Sal Paradise’in gözünden –yani Jack Kerouac’ın- dış ses vasıtasıyla anlatılan hikâye, romanda olduğu gibi yoğun olan iç-seslere, çağrışımlara ve düşünsel sıçramalara sahip değil. Salles ve senaristi Jose Rivera, tipik bir ‘yol filmi’ olarak tasarlamışlar hikâyeyi, belirli bir izlekte ilerleyen film çeşitli noktalara –şehirlere demek daha doğru olur- uğruyor ve nihayetinde de bir ilgiye değer bir toplama ulaşıyor.

Bu açıdan bakıldığında oldukça ‘hafif bir deneme’ olduğu ortada elimizdeki uyarlamanın: Truman’ın başkanlık yaptığı, soğuk savaşın tüm griliğiyle Amerika’nın üstüne çöktüğü ve liberalizmin/tüketim kültürünün olağanca gücüyle pompalanmaya başlandığı 40’lar sonundan bir kesit sunan film; ne yazık ki ne bu dönemi etraflıca betimleyebiliyor, ne de ‘Çiçek Çocuklar’a kadar uzanacak bir karşı-kültür hareketinin doğuşunu temsil eden beatçiliğin ruhunu verebiliyor adam akıllı…

Yukarıda da belirttiğimiz gibi “Yolda” çok düzkontak bir uyarlama; pastel bir renk paletine sahip olan görüntü çalışması ve kağıt üzerinde akıp giden inişli çıkışlı, çapraşık hikayesi, tarihe geçmiş, deyiş yerindeyse ‘Amerikan Rönesansı’ olarak tanımlayabileceğimiz bu karşı-kültür akımını, salt seks ve uyuşturucudan ibaret bir akım gibi göstermeye yaramış ancak…

Yaşlı Hudson’larına atlayıp Kuzey Amerika’yı boydan boya geçen, yol süresince ellerinden Marcel Proust’un “Swann'ların Tarafı”nı düşürmeyen Sal Paradise, Dean Moriarty ve Marylou’nun -LuAnne Henderson- hikâyesi, Salles ve Rivera’nın ellerinde ‘tastamam bir yol filmi’ olmuş sonuçta... Gelgelelim; söz konusu Tom Waits’ten tutun da Easy Rider’a (1969) uzanan bir düzine esere, yaratıcıya esin kaynağı olan bir roman olunca, daha be-bop ritminde, çağrışımsal parçalardan mürekkep, kendiliğinden ve ‘saukodelik’ bir çalışma bekliyor insan haklı olarak.


22 Mart 2013 tarihli Aydınlık Gazetesi nüshasında yayımlanmıştır.


Dizi Ajandası : 25 / 31 Mart

Pazar, Mart 24, 2013
Bolca dizi ve sezon finalleri olsa da, haftanın olayı, merakla beklenen “Game Of Thrones”un yeni sezonunu açacak olması... Aynı akşam “The Walking Dead”in de sezon finalini yapması sebebiyle gözler pazar akşamında olacak...

Pazartesi akşamı “Revolution”un geri dönüşüne sahe olurken, çarşamba akşamı “The Neighbors” ve “Whitney”, perşembe akşamı da “1600 Penn” sezon finali yapacak. Pazar akşamının diğer getirisiyse “In the Flesh”in sezon finaliyle, “Orphan Black”in pilot bölümle başlayacak olması...


Pazartesi:
2 Broke Girls  2x20  And The Big Hole
Bates Motel  1x2  Nice Town You Picked, Norma
Being Human (US)  3x11  If I Only Had Raw Brain
Bluestone 42  1x4
Bomb Girls  2x7  Party Line
Bones  8x20  The Blood from the Stones
Castle  5x18  The Wild Rover
Dallas  2x10  Guilt & Innocence
Hawaii Five-0  3x19  Hoa Pili
How I Met Your Mother  8x20  Time Travelers
Mike & Molly  3x18  Spring Break
Monday Mornings  1x8  Truth or Consequences
Revolution  1x11  The Stand
Rules of Engagement  7x8  Catering
Seed  1x8  Bromozomes
Shameless (UK)  11x5 
The Carrie Diaries  1x11  Identity Crisis
The Following  1x10  Guilt
The Secret Life of the American Teenager  5x14  It's A Miracle
Top of the Lake  1x3  


Salı:
Body of Proof  3x6  Fallen Angels
Cougar Town  4x12  This Old Town
Cracked  1x10  Inquest
Go On  1x20  Matchup Problems
Golden Boy  1x6  Just Say No
Justified  4x12  Peace of Mind
NCIS  10x19  Squall
NCIS: Los Angeles  4x19  Red, Part 2
New Girl  2x20  Chicago
Smash  2x8  The Bells And Whistles
The Mindy Project  1x18  Danny's Friend
The New Normal  1x20  About a Boy Scout


Çarşamba:
Arrow  1x18  Salvation
Chicago Fire  1x19  A Coffin That Small
CSI  13x18  Sheltered
Law & Order: SVU  14x18  Legitimate Rape
Modern Family  4x18  The Wow Factor
Nashville  1x15  When You're Tired of Breaking Other
Prisoners Wives  2x3
Psych  7x5  100 Clues
Southland  5x7  Heroes
Suburgatory  2x18  Brown Trembler
Supernatural  8x18  Freaks and Geeks
The Middle  4x18  The Name
The Neighbors  1x22  It Has Begun...  [Sezon Finali]
Whitney  2x15  2x16 Alex, Meet Lily / Cake, Cake, Cake  [Sezon Finali]


Perşembe:
1600 Penn  1x12 1x13  Bursting the Bubble / Marry Me, Baby  [Sezon Finali]
Archer  4x11  The Papal Chase
Beauty and the Beast  1x17  Partners in Crime
Greys Anatomy  9x19  Can't Fight This Feeling
Legit  1x11  Hat Hair
Motive  1x8  Undertow
Raising Hope  3x21 3x22  Burtmizvah - The Musical / Mother's Day
Scandal  2x17  Snake in the Garden
The Vampire Diaries  4x18  American Gothic


Cuma:
Cult  1x6  The Good Fight
Doctor Who  7x6  The Bells of St. John
Grimm  2x16  Nameless
Happy Endings  3x14 3x15  In the Heat of the Noche / The Straight Dope
Nikita  3x15  Inevitability
Touch  2x9  Clockwork


Pazar:
Broadchurch  1x5  
Californication  6x11  The Abby
Game of Thrones  3x1  Valar Dohaeris  [Yeni Sezon]
House of Lies  2x11  Hostile Takeover
In The Flesh  1x3  [Sezon Finali]
Lost Girl  3x11  Adventures in Fae-bysitting
Orphan Black  1x1  Pilot [Yeni Dizi]
Red Widow  1x6  The Captive
Republic of Doyle  4x9  Retribution
Revenge  2x18  Masquerade
Shameless (US)  3x11  Order Room Service
The Client List  2x4  My Main Trial Is Yet To Come
The Good Wife  4x19  The Wheels of Justice
The Walking Dead  3x16  Welcome to the Tombs  [Sezon Finali]
Vikings  1x5  Raid

İlk Bakış: Stuck in Love

Cumartesi, Mart 23, 2013
Oyuncu kadrosuyla dikkat çeken romantik komedi “Stuck in Love”dan ilk fragman ve yeni afiş yayınlandı. Prömiyerini yaptığı Toronto’da beğenilen bu mütevazi filme daha yakından bakalım...

“Küçük Gün Işığım” ile ayyuka çıkan aile komedilerinin son örneği, öncüllerine benzer bir öykü anlatıyor: Boşanmasının üzerinden üç yıl geçmesine rağmen duayen yazar Bill Borgens, kendisini başka bir adam için terk eden eski karısı Erica'yı hala unutamamıştır ve gizlice takip etmektedir. Bunu takıntı haline getiren Borgens, komşusu Tricia'nın cilvelerini bile görmezden gelir. Bu sırada, ilk kitabını yayımlamak üzere olan başına buyruk üniversiteli kızı Samantha ile kendini bulma çağında olan delikanlı oğlu Rusty'nin ergenlik ve aşk problemleriyle karşı karşıya kalır. Üçlü bir tatile çıkan Borgens'lar, kendilerini sürpriz bir şekilde sonun başlangıcında bulurlar.

Hakkında hiçbir bilgimiz olmayan Josh Boone’un ilk senaristlik ve yönetmenlik deneyimi... 1979 doğumlu Amerikalı, ikinci filminin hazırlıklarına başlamış durumda ve John Green'in romanı “The Fault in Our Stars”ı senaryolaştırıyor. Ön prodüksiyon çalışmaları, oyuncu seçimi aşamasında. Proje bazında “Writers” adıyla anılan “Stuck in Love”ın oyuncu kadrosunda; Greg Kinnear, Jennifer Connelly, Kristen Bell, Nat Wolff, Logan Lerman ve Lily Collins yer alıyor. Kadronun en büyük süprizi ise Stephen King’in kendisini oynaması... İlk aşk ve ikinci şans’ın altını çizen fragmandan görünen “Crazy, Stupid, Love” benzeri bir film olduğu... Amerika’da 14 Haziran’da vizyona girecek olan filmin bizdeki akıbeti belli değil ama, direk ev sinemasında karşımıza çıkacakmış gibi görünüyor... Yine de yaz sezonunda film arayan dağıtımcılarımızın dikkatini çekmesi olası...



Yeni Şarkı: Sigur Rós "Brennisteinn"

Cuma, Mart 22, 2013
Muhteşem İzlandaılar daha geçen yıl yayınladıkları "Valtari"yi eskitememişken, yenisini duyurmakla kalmadı birde üstüne albümden ilk şarkıyı videosuyla sundu... "Kveikur" adını taşıyan albüm, 17 Haziran'da kulaklarımızdaki yerini alacak ve 9 şarkı içerecek... 2 Temmuz Salı akşamı ise Parkorman'da hepimizi büyülemeye gelecek...



Album Stream: Hey Marseilles "Lines We Trace"

Cuma, Mart 22, 2013
Havasındanmıdır suyundanmıdır bilinmez, Seattle'dan ne çıkarsa iyi çıkar, etkiler, işler insanın içine sözünü doğrulayan bir grupla tanışın: Hey Marseilles...

Yedi kişilik bu muhteşem orkestra, 2006'dan bu yana müzik yapıyor. (Yedi manyaklığımı, takıntımı bilenler gülüyorlar eminim) Provalar, birbiriyle sağlanmaya çalışılan uyum, ilk besteler derken, 2008'de debut albümleri "To Travels & Trunks" ile adlarını duyurmuşlar ve bolca festivalde çalmışlardı. İyi bir albümdü ama bolca country kokuyor gibiydi... 13 şarkılık albüm, biraz yerel kalıyor, örnek aldıkları grupların etkilerini taşıyordu... Örneğin bir şarkıda R.E.M etkileri neredeyse Michael Stipe'ın gelip vokal yapacağı noktalardaydı... İş var dedirtmişlerdi yine de... Beş yıllık aradan sonra ikinci albümleriyle, ilk albümün çok ötesine geçmiş durumdalar...

Folkestral yedili, 12 şarkılık albümde kendini bulduğunu gösteriyor... İlk şarkıdan itibaren sizi sarıyor ve bir daha bırakmıyor...  Bayıldığım, iyi örneğini bulursam takılıp günlerce dinlediğim bir türe, son dönemde verilmiş en müthiş 12 şarkı birarada... Çıkış tarihi duyurulduğundan itibaren merakla beklediğim ve o beklentinin ötesine geçen albümü, Mart başından bu yana hergün bıkmadan dinliyorum... Melankolik müziği, minör şarkıları, rock müzikle orkestranın uyumunu sevenlere şiddetle tavsiye ediyorum... Benim için şimdiden yılın albümü...



Dizi Ajandası: Sezon Finalleri Takvimi

Cuma, Mart 22, 2013
Kış Sezonunu geride bırakmaya başladığımız şu günlerde, büyük kanallar sezon finallerini peşpeşe açıkladı. İşte 2013 sezonu dizilerinin final tarihleri...

1600 Penn : 28 Mart
2 Broke Girls : 13  Mayıs
90210 : 13 Mayıs
American Dad! : 12 Mayıs
Archer : 11 Nisan
Arrow : 15 Mayıs
Beauty and the Beast : 16 Mayıs
Being Human U.S. : 8 Nisan
Blue Bloods : 10 Mayıs
Bob’s Burgers : 12 Mayıs
Body of Proof : 28 Mayıs
Bones : 29 Nisan
Californication : 7 Nisan
Castle : 13 Mayıs
Chicago Fire : 15 Mayıs
Community : 9 Mayıs
Cougar Town : 9 Nisan
Criminal Minds : 22 Mayıs
CSI: Crime Scene Investigation : 15 Mayıs
Cult : 14 Mayıs
Dallas : 15 Nisan
Elementary : 16 Mayıs
Family Guy : 19 Mayıs
Glee : 9 Mayıs
Go On : 11 Nisan
Golden Boy : 14 Mayıs
Grey’s Anatomy : 16 Mayıs
Grimm : 17 Mayıs
Hannibal : 27 Haziran
Hart of Dixie : 7 Mayıs
Hawaii Five-0 : 20 Mayıs
House of Lies : 7 Nisan
How I Met Your Mother : 13 Mayıs
Justified : 2 Nisan
Law & Order SVU : 22 Mayıs
Legit : 11 Nisan
Lost Girl : 22 Nisan
Mike & Molly : 20 Mayıs
Modern Family : 22 Mayıs
Monday Mornings : 8 Nisan
Nashville : 22 Mayıs
NCIS : 14 Mayıs
NCIS: Los Angeles : 14 Mayıs
New Girl : 14 Mayıs
Nikita : 17 Mayıs
Once Upon a Time : 12 Mayıs
Parks and Recreation : 2 Mayıs
Person of Interest : 9 Mayıs
Psych : 29 Mayıs
Raising Hope : 28 Mart
Red Widow : 5 Mayıs
Revenge : 12 Mayıs
Revolution : 27 Mayıs
Rules of Engagement : 20 Mayıs
Scandal : 16 Mayıs
Shameless : 7 Nisan
Smash : 25 Mayıs
Southland : 17 Nisan
Spartacus : 12 Nisan
Suburgatory : 17 Nisan 
Supernatural : 15 Mayıs
The Americans : 1 Mayıs
The Big Bang Theory : 16 Mayıs
The Big C : 20 Mayıs
The Carrie Diaries : 8 Nisan
The Cleveland Show : 19 Mayıs
The Following : 29 Nisan
The Good Wife : 28 Nisan
The Mentalist : 5 Mayıs
The Middle : 22 Mayıs
The Mindy Project : 14 Mayıs
The Neighbors : 27 Mart
The New Normal : 2 Nisan
The Office : 16 Mayıs 
The Simpsons : 19 Mayıs
The Vampire Diaries : 16 Mayıs
Touch : 10 Mayıs
Two and a Half Men : 9 Mayıs
Vegas : 10 Mayıs
Vikings : 28 Nisan
Whitney : 27 Mart

3. İzmir Dağ Filmleri Festivali 28 Mart’ta Başlıyor!

Perşembe, Mart 21, 2013
Dağ Kültürü Derneği ile Mineral Event tarafından düzenlenen ve bu yıl “Maceraya Hazır Ol” temasıyla yola çıkan 3. İzmir Dağ Filmleri Festivali, 28-30 Mart 2013 tarihlerinde; doğa, keşif, macera ve belgesel sinema tutkunlarıyla buluşuyor. Festivalde ödül rekortmeni filmlerin yanı sıra macera ile adrenalin dolu toplam 27 film ücretsiz gösterilecek.

Türkiye'nin, dağ, keşif ve macera konulu, ilk ve tek film festivali olan Dağ Filmleri Festivali, 28-30 Mart tarihleri arasında, Konak Belediyesi ve İzmir Dağcılık ve Doğa Sporları İhtisas Kulübü (İDADİK) ev sahipliğinde, izleyicileriyle buluşuyor. 

Dünyanın en iyi doğa filmleri festivalde
Dünya festivallerinde gösterilen 500’den fazla film arasından belirlenen 2013 seçkisi 9’u yerli 18’i yabancı olmak üzere toplam 27 filmden oluşuyor. Filmler; “Ülkemizden”, “Dünyadan”, “Keşif Ruhu”, “Doğa-Çevre-İnsan”, “Su Dünyası”, “Bisiklet”, “Kayak”, “Autrans Özel Seçkisi” ve “Doğa Filmleri Yarışması Finalistleri” olmak üzere, 9 tema başlığı altında toplanıyor. Seçkide; rafting, dalış, dağcılık, kaya tırmanışı, base jump, kayak, dağ bisikleti gibi doğa sporlarının yanı sıra, çevre ve doğa belgeselleriyle gezi, keşif ve insan hikayeleri de yer alıyor.

Simone Moro ile Everest’e yolculuk
Bu yılın en çarpıcı teması “Dünyadan” ile The North Face sponsorluğunda düzenleniyor. Bu tema altında ödül şampiyonu “Düşlerin Etkisinde” filmi dikkat çekiyor. Film, dünyaca ünlü İtalyan dağcı Simone Moro’nun Everest tırmanışını anlatıyor. 

Bisikletle İstanbul’dan Fransa’ya
Salcano sponsorluğunda, Dağ Bisikleti Türkiye işbirliği ile hazırlanan bu temanın en etkileyici filmi “Yaşamak Güzel, Yaşatmak ta”, İstanbul’dan Fransa’nın Chamonix kasabasına bisikletleriyle ulaşan ve geçtikleri ülkelerdeki dağların zirvelerine tırmanan İDADİK sporcularının serüven dolu bir yolculuğunu anlatıyor. 

“Keşif Ruhu” ile kutuplara yolculuk
Adrenalin düzeyini yükselten tema “Keşif Ruhu” altında Victorinox sponsorluğunda filmler gösterilecek. Temanın en dikkat çekici filmi “İran-Volkanlarla yaşamak” Film, değil film çekmek serbestçe dolaşmanın bile çok zor olduğu volkanik İran coğrafyasında keşif yolculuğuna çıkan kayakçıları anlatıyor. 

Doğa, çevre ve insan öyküleri
Festivalin bir diğer güçlü teması olan “Doğa, Çevre ve İnsan” Steppen/Doğa kağıt sponsorluğunda izleyiciyle buluşuyor. Temanın en dikkat çekici filmi olan “Ana Kampta 40 Gün” sizleri çok uzaklara, Himalayalar’a götürecek. Yüksek irtifa dağcılığına farklı bir bakış açısı ile yaklaşan film gösterildiği festivallerde gördüğü büyük ilgi ile adından söz ettiriyor. 

Temanın ikinci çarpıcı filmi “Afgan Pamir’in Tutsakları” filminde ise yeryüzünün en yüksek irtifasında ve dünyadan en kopuk yaşayan topluluğu Afgan Kırgızları’nı konu ediyor. Filmde Tacikistan, Çin ve Pakistan arasındaki dar ve uzun toprak parçasında sıkışıp kalan topluluğun hızla değişen dünyadaki hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor.

Çocuklar için doğa filmleri
Festival bu yıl İzmir’de bir çocuk programı hazırladı. İlköğretim öğrencileri için özel hazırlanan programda 4 ayrı film 28 Mart Perşembe günü çocuk izleyiciler ile buluşacak. 

Bacakları olmayan kayakçı
Festivalin olmazsa olması “Kayak” teması kapsamında 3 film yer alıyor. Katıldığı festivallerde bol ödül toplayan ve çok ciddi bir kaza geçirmesine rağmen spordan uzaklaşmayan kayakçının hikayesini anlatan “Özgürlük Sandalyesi” bu yılın en dikkat çekici filmlerinden biri. 

Tabarly, yelkenseverler için İstanbul’da…
Festivalin çiçeği burnunda teması “Su Dünyası” kapsamında gösterilecek filmler “Açık Deniz Akademi” sponsorluğunda gösterilecek.  Temanın en dikkat çekici filmi olan “Tabarly” Fransa’nın en ünlü denizcisi ve açık deniz yarışçısı “Profesör” lakaplı Eric Tabarly’nin hayatını anlatıyor. Film, deniz ve yelken severlerin çok ilgisini çekecek.  

“Ülkemizden” hikayeler
Ülkemizden beyaz perdeye yansıyan hikayelerin anlatıldığı bu tema altında bizden hikayeler yer alıyor. “Eksi-artı” belgeseli, ultra maraton koşucusu Alper Dalkılıç’ın dünyanın 4 büyük çölünü aşarak “Grand Slam” ünvanı alışını konu ediyor.

Galanın filmi Buzu Aşmak
Festival galası 28 Mart 2013 gecesi Konak Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde yapılacak. Açılışta gösterilecek film ise “Buzu aşmak”. Kutbun çevresinde farklı bir yarışı konu alan film, hayatlarında hiç kayak yapmamış iki Avustralyalı’nın dünyanın en güney ucuna olan yolculuğunu anlatıyor. 
Film gösterimleri ücretsiz

Tüm film gösterimlerinin ücretsiz gerçekleştirileceği festival kapsamında; kitap sergileri, söyleşiler ve ödüllü yarışmalar da düzenleniyor. Geniş bir izleyici kitlesine hitap eden Dağ Filmleri Festivali kapsamındaki bu etkinliklerle; dağ ve doğa bilincine dikkat çekiyor, ulusal dağ ve doğa belgeselciliğine katkı sağlayarak doğa kültürü alanındaki önemli bir boşluğu dolduruyor. 

National Geographic dergisinin de ana basın sponsoru olduğu festivalin programıyla ilgili bilgi almak ve etkinlikleri takip etmek için, aşağıdaki iletişim adreslerini kullanabilirsiniz.
Web : www.dagfilmfest.org
E-posta : bilgi@dagfilmfest.org
Google Grup : http://groups.google.com/group/dagfilmfest
Facebook : http://www.facebook.com/DagFilmleriFestivali
Twitter : http://twitter.com/DagFilmFest
FrienfFeed : http://friendfeed.com/dagfilmfest 


İlk Bakış: Texas Chainsaw 3D / Teksas Katliamı 3D

Perşembe, Mart 21, 2013
Korku türünü değiştiren 74 yapımı klasiğin devam filmi “Texas Chainsaw 3D”, 3 boyutlu korkuya yepyeni bir soluk getirme iddiasıyla 19 Nisan’da vizyona giriyor. Prodüksiyon notları ve fragman eşliğinde, filme ilk bakışımızı atalım...

Önce sinopsise bakalım...
Uzun zaman önce, Teksas’da küçük bir kasabada, beş gencin başına bir felaket geldi. Korku ve dehşetin o gün gördükleri kadarını tahmin bile edemezlerdi. İçlerinden sadece biri hikâyeyi anlatmak için kaçabilecekti ve onun sağ kalışı bu tarifsiz dehşete görünürde son verecek bir olaylar zincirini tetikleyecekti. Az sayıda insanın bildiği, kurtulan bir kişi daha olduğuydu. Bir bebek bu delilikten saklanmış, o gün olanlardan ve kökeninden habersiz büyümüştü.

Yıllar sonra, şimdi bir yetişkin olan Heather Miller, hiç bilmediği bir büyükanneden kalan mirasını almak için doğduğu yere, evine çağırılır. Heather arkadaşları Nikki, Ryan ve Kenny eşliğinde Teksas’a doğru hareket eder. Yolda, sonu bu yolculuğa hiç katılmamış olmayı dilemek olabilecek otostopçu Darryl’i de alırlar. Vardıklarında, Heather kendisini ihtişamlı bir malikâne hediye edilmiş olduğunu öğrenince şaşkına döner. Avukatı, bu görkemli mülkün artık Heather’a ait olduğunu bildirir. Mülkü asla satamayacaktır ve büyük annesi tarafından yazılmış bir mektuptaki talimatlara uymak durumundadır.

Fakat mektubu açmadan önce o ve arkadaşları, herkesin bihaber olduğu şekilde o uğursuz günden sağ kalan diğer kişi olan, Heather’ın uzun süreden beri kayıp olan akrabalarından biri ile daha yüzleştirilirler. Heather şimdi mirasıyla mutabık kalmak, fakat bunu yapabilmek için öncelikle hayatta kalmak zorundadır. Çünkü yeni kuzeni, kurbanlarının akrabası olup olmadığını önemsememektedir. Sadece kan için oradadır…

Yönetmen ve oyuncuların görüşleriyse şöyle...
“Orijinal hali, filmin öyle güçlü bir parçası ki,ondan uzaklaşmadan bir yaklaşımın en iyi yol olduğunu düşündük.” diyor Lessenhop. Hem hayran kitlesini hem de yeni izleyiciyi tatmin etmek için, yeni film orijinale sadık kalacak ve yine de çağdaş bir kıvrımla orijinal bir yaklaşım sergileyecek. John ve ben senaryoyu bilemek, cilalamak ve gerçeğe dönüştürmek için çok güzel üç ay harcadık” diyor Mazzocone. “Her karakterin bir geçmiş hikâyesi olmasını istedik ve filmde aldıkları kararlara birer sebep ve mantık getirdik. Bir kızın tüyler ürpertici bir eve gittiği, arkadaşının doğrandığı, üzerine kan sıçrayınca duş almaya karar verdiği bir korku filmi izlemekten daha kötü bir şey yoktur. Duştan çıkar, bir havluya sarılır, kapının dışından garip bir ses duyar ve tabi ki o kapıyı açar ve ölümüne doğranır. Böyle filmler izlediğinizde gözlerinizi devirirsiniz ve bu sizi filmin dışına iter. Biz çok gerçekçi bir film yapmaya çalıştık; karakterlerin kararlarının tahmin edilemediği, yine de gerçekçi olan ve seyirciyi koltuğunda tutan bir film…”

“Bu gerçekçiliğe ek olarak, korku klasiğinin devamı olan bu yeni filmin 3-D olarak çekilmesine karar verildi. Senaryo da bu metodun tüm avantajlarını kullanmak üzere yazılmışken, bu sadece şok etme özelliği gibi yüzeysel bir nedenle değil, bir amaçla da yapılmıştı.

“Kendime 3-D’yi nasıl kullanmak istediğimi sordum.” diyor Luessenhop. “50’lerin arabalı sinemaları gibi insanların film boyunca gömülüp çığlık attığı bir film mi yapmak istiyordum, yoksa gerçekten klas bir 3-D dünyası yaratmak mı? İkincisinden yana karar kıldım. Parıltıları olan ve türün tüm öğelerini ihtiyacımız olduğunda ileten şık bir resim yapmak istiyordum. Bu bir korku filmi yapmak için Hitchcock-vari bir yaklaşımdı; çünkü 3-D’yi hakkıyla kullanmak istiyorsan, gözün şimdi görmene izin verilen her şeyi görmesi, 2-D’de olduğundan ziyade, çok az zamanını alır. Benim için 3-D; izleyebileceğin, içinde var olabileceğin, çerçeveyi keşfedebileceğin, gömülmeden, çığlık atmadan ve film süresince sana doğru fırlatılan nesnelerden endişe duymadan dâhil olabileceğin bir dünya yaratılmasıydı.”

Yapımcı Mazzocone buna katılıyor: “Garanti ederim ki bu hayranların hayal kırıklığına uğramayacağı bir 3-D film, çünkü biz bir 3-D film yapmaya koyulduk. Aylarca teknolojiyi araştırmak ve sektördeki en iyi 3-D kamera düzeneklerinden birini kurmak için zaman harcadık. Senaryoyu 3-D’ye göre yazdık. Eğer bu bir korku ortamında doğru yapıldıysa, sinematik deneyimi daha da yükseltecektir. Bizim 3-D’miz size baş ağrısı vermeyecek ve izlediğinizde göz yorgunluğu çekmeyeceksiniz. Çok gerçekçi bir çevre yaratacak ödünüzü koparacak. Üzerinize doğru gelen üç boyutlu bir elektrikli testere gibi bir şey daha olamaz!”

Mazzocone: “Korku evrensel boyutta bir oyun sahası. Hepimiz farklı arka planlardan ve kültürlerden geliyoruz, bu nedenle komedi ve drama çeviride anlamını kaybedebiliyor. Korku ise evrensel bir dil, bu evrensel olarak beşeri düzeyde ürkütücü. Sizin öcünüzün sahici ve inanılabilir olduğu yer burası ve bence bu son dönem sinemasında unutulan bir şey. Teksas Katliamı filmini, gelmiş geçmiş en korkunç beş filmden biri olarak görüyorum. En son izlediğimde orijinalinin büyük bir hayranıydım. Orijinalini böyle bir klasik yapan şey gerçekçi hissettirmesiydi. Onunla ilgili her şey gerçek olabilirmiş ya da gerçekten olmuş gibi hissettiriyordu. Gösterime girdiği zaman, bugün hala birçok insanın o günün yaşanmışlığına inanmakta olduğu şekilde gerçek bir hikâye gibi pazarlanmıştı. Bunca yıl boyunca seriye dâhil olmuş yapımcılara saygısızlık yapmak istemem ama madende daha pek çok altın kalmış gibi hissettim.”  diyor.

“Alexandra Dadario kapıdan girdiği anda, onun Heather’ı oynayacak kişi olduğunu görmüştüm.” diyor Mazzocone. “Çok az aktrisin sahip olduğu bir güce ve dayanıklılığa sahip. Bir iş etiği getirdi ve uzun zamandır görmediğim bir kalitesi var. Savaşçı tarzında bir zarafeti var.” Bu serinin tarihinde çok güzel başrol oyuncusu leydiler var ve Alexandra bu listeye uyuyor, diye ekliyor Luessenhop.

Alexandra Dadario, Teksas Katliamı için: “İkonik filmler serisi. Fakat bu senaryo alışılmış yeniden yapımlardan ve devam filmlerinden farklı, öyle ki kendisine dayalı bir hikâyesi var. Ayrıca Heather’ın birçok korku filmindeki kadın karakterlerden daha güçlü yaratıldığına inanıyorum. Korkmuş, çığlık çığlığa kaçan bir karakteri oynayabilmek hoşuma gitti ama böyle olduğunda o gücü kendi içinde bulmaya da başlıyor. Aksiyon ve korkunun karışımını sevdim. Senaryoyu okuduğumda beni savunmasız yakaladı.” diyor. 

Son olarak ilk filmde Büyükbaba Sawyer’ı oynayan John Dugan, orijinal filmden kendi rolünü tekrar canlandıracak tek oyuncu olarak davet edildi. “Bunu başarabilirdik” diyor Mazzocone, “Çünkü Büyükbaba’yı ilk oynadığında John daha 20 yaşındaydı ve özel makyaj efektleriyle o hale getirilmişti.” Dugan, Sawyer’ların ölümcül aile reisi Büyükbaba’ya dönüşmek için bir kere daha makyaj koltuğuna oturacaktı. “Onu arayıp filmde oynamak isteyip istemediğini sorduğumda bana cevabı: ‘Carl, tam 40 yıldır bu telefonu bekliyordum!’ oldu.”

“Büyük sinema, bütün hislerinizi manipüle eden bir şeydir.” diyor Mazzocone. “Bu filmi diğer korku filmlerinden ayıran şeyin, onu korkutucu kılmak için hilelere güvenmememiz olduğunu düşünüyorum. Zekice bir korku filmi yapmaya çalıştık; klasik bir modern zaman canavarı filmi. Ve bu 3 boyutlu!”

Serinin önceki filmlerini bir kenara bırakarak, Tobe Hooper’ın 1973’te bıraktığı yerden başlayan film, bu önemli mirasın kıymetini bildiğini vurguluyor sık sık... Farklı bir 3D teknolojisiyle keyifle seyredileceklerini de müjdeliyor. Beş senaristten oluşan kadro da ne kadar özendiklerinin göstergesi olarak sunuluyor önümüze... Zamanında türü değiştirmiş bir klasik evet, ama sürekli işlenen konu sayesinde bir cazibesi kalmadığı da ortada... Yeni kuşağa klasik filmleri yenileyelim adı altında makyaja boğarak izletme çabası, en çokta korku türüne uygulanıyor ne yazık ki... Tüm bunları düşününce bir cazibesi yok...

“Lockdown” ve “Takers” ile iyi iş çıkaran John Luessenhop, üçüncü filminde bu yükün altından kalkabilir... Alexandra Daddario, Dan Yeager, Tremaine “Trey Songz” Neverson, Scott Eastwood, Tania Raymonde, Shaun Sipos, Keram Malicki-Sanchez, James MacDonald, Thom Barry, Paul Rae, Richard Riehle, Bill Moseley’den oluşan kadro yeni isimlerle bezeli olmanın avantajını yakalamaya çalışacak. Fragmandan görünenler elbette öncülünü aşamayan bir deneme olduğu, ama korku/gerilim olsun çamurdan olsun düsturuyla kendi adıma merakla bekliyorum...



Danışanın Ağzından Psikoterapi Süreci: Sarı Sıcak Bir Yolculuk

Perşembe, Mart 21, 2013
Uzman Psikolog Şebnem Kartal, “Sarı Sıcak Bir Yolculuk” adlı romanında, Türkiye’de ilk kez bir danışanın ağzından psikoterapi sürecini aktarıyor. Roman, geçmişin karanlığında fotoğraflar, rüyalar ve anılar içinde, kendi gerçeğini vekimliğini arayan bir kadının içsel yolculuğunu anlatıyor. Kartal’ın gerçek bir yaşam öyküsüne ışık tuttuğu romanında kahraman, hikâyesinin kayıp parçalarını bir araya getirmeye çalışırken, çocukluğunu, ailesinin geçmişini ve ülkesinin tarihini sorguluyor. 

Roman kahramanı, kimi zaman köklerinin bulunduğu coğrafyaların sıcağında, kimi zaman beyaz ve soğuk kentlerin ayazında okurla buluşuyor. İstanbul, Paris, Mardin, Prag, Adana ve Cordoba Surlarına uğrayan bu yolculukta, kâh demir yığınlarının içinde ağlatıyor, kâh çocukluğunun geçtiği sıcak sokaklarda gülümsetiyor.  

Şebnem Kartal Hakkında
1991’de ODTÜ Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1995’te aynı üniversitede yüksek lisans programını tamamlayarak psikolojide uzmanlık derecesi aldı. 2008’de “Geveze Karga’dan Birdenbine Masallar” isimli yedi kitaptan oluşan masal seti, 2012’de “Kâğıt Kayıklar” adlı psikoterapi öykülerinden oluşan kitabı yayınlandı. Mesleki alanda çok sayıda bilimsel makalesi, deneme ve öyküleri bulunan Şebnem Kartal, halen İstanbul’da psikolog olarak çalışmalarını yürütüyor.

İlk Bakış: Yabancı

Perşembe, Mart 21, 2013
Türkiye’yi sarsan 78 kuşağının ve kayıp çocuklarının hikâyesini anlatan “Yabancı” 19 Nisan’da vizyona giriyor. Dünya Prömiyerini Varşova Film Festivali’nde yapan ve beğenilen filme daha yakından bakalım...

Senaristliğini ve yönetmenliğini Filiz Alpgezmen’in, yapımcılığını Eylem Akın ve Ali Alpgezmen’in yaptığı; başrollerini Sezin Akbaşoğulları ve Caner Cindoruk’un paylaştığı “Yabancı” filminin İstanbul çekimleri 28 Temmuz’da, Paris çekimleri 7 Ağustos’ta tamamlandı. 

Yan rollerde Serkan Keskin, Selen Uçer, Enginay Gültekin ve Güzide Balcı gibi başarılı oyuncuların yer aldığı filmin kamera arkasında da oldukça geniş ve usta bir ekip çalıştı.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra Fransa’ya iltica etmiş devrimci bir ailenin kızı olan Özgür’ün ve onun, ilk defa geldiği Türkiye’de tanıştığı Ferhat’ın öyküsünü anlatan “Yabancı”, darbenin etkisini yaşamış bir neslin birbirinden tamamen farklı iki üyesi üzerinden; bir mücadeleyi, bir tarihi, bir ülkenin bugününü anlatıyor. Fransa’da doğup büyümüş bir mülteci kızını canlandıran Sezin Akbaşoğulları, filme hazırlanmak için, usta oyuncu Ülkü Duru ile iki ay boyunca Fransızca ve Fransız kültürü üzerine çalışmalar yürüttü.

Akbaşoğulları, yine filmde bulunan ve kendisine bir köpeğin eşlik ettiği sahneler için köpek eğitmeni Targan Kozak’ın filmde de birçok yerde göreceğimiz Dutch Shepherd cinsi köpeği Action ile uzun süre hazırlık çalışmaları yaptı.

Özgür, Fransa’da mülteci bir ailenin kızı olan, hayattan ve her tür aidiyetten kopuk yaşayan genç bir kadındır. Babası Hüseyin’in ölümü üzerine onun son arzusunu yerine getirmek İstanbul’a gelir. Babası otuz senedir hasret olduğu ülkesine gömülmek istemiştir. Fakat Hüseyin’in 12 Eylül sürecinde vatandaşlıktan atılmış olması Özgür’ün önüne büyük bir engel olarak çıkar. Bu engel, Özgür’ü Türkiye bürokrasisi, İstanbul ve kendi içinde bir yolculuğa zorlar.

Bu yolculukta Özgür, annesinin ve babasının birbirinden tamamen zıt akrabalarıyla ve en önemlisi darbenin geleceğini yok ettiği kayıp neslin bir başka üyesi Ferhat ile tanışacaktır. Özgür mücadelesi süresince, İstanbul’un gecekondu mahallelerinden Beyoğlu’nun arka sokaklarına, yeni tip muhafazakar “kurtarılmış bölgeler”den devlet dairelerinin sıkıcı griliğine kadar İstanbul’un ve Türkiye’nin tüm gerçek yüzlerine dokunacaktır. Hüseyin ve karısı Selma’nın, diğer yüz binler gibi idealleri için mücadele ettiği, çok sevdiği fakat bırakmak zorunda kaldığı bu ülkeyi, bir de burada ve orada “Yabancı”lığa mahkum edilmiş 80 neslinin gözünden izleyeceğiz.

Özgür ve Ferhat ile birlikte biz de Türkiye’nin son otuz senede geçirdiği dönüşüm ve değişimleri, bir kadının varoluş ve köklerini bulma hikayesinin arka fonunda akıllıca gizlenmiş ayrıntılarda bulacağız. Devrim mücadelesine ve bu mücadeleyi cesaretle veren devrimci nesillere karşı yürütülen savaşın, ikinci nesiller ve Türkiye’nin bugünü üzerindeki yansımalarını bulacağımız film; güçlü senaryosu, toplumcu-gerçekçi yapısı, slogancı olmayan ancak sağlam bir siyasi söylemi elden bırakmayan vizyonuyla, ses getirmeye aday bir yapım olarak göze çarpıyor.

“Yabancı”nın öyküsünü ve senaryosunu da kaleme alan yönetmen Filiz Alpgezmen, ince ince işlediği bu kurgusal yolculukta hem seksen darbesinin faşizmini en ağır biçimde yaşayan devrimci üyelere sahip bir ailenin ferdi olmanın hem de hikayede konu edilen ikinci neslin bir üyesi olmanın getirdiği gözlem ve tecrübelerden de son derece akılcı bir biçimde faydalanıyor.

“Yabancı”; abartıya ve popülizme bulaşmadan; 12 Eylül 1980 darbesine, Türkiye’ye, İstanbul’a ve cesaretiyle koca bir ülkeyi sarsan neslin doğarken yabancılığa mahkûm edilmiş kayıp çocuklarına farklı bir bakış sunuyor.

Tiyatro yönetmenliğinden 2005 yılında tv dünyasına geçen ve altı diziye imza atan Filiz Alpgezmen, ilk sinema filmi deneyimiyle, dikkat çeken bir işe imza atmışa benziyor. Oyuncu kadrosuna da itirazım yok... Konunun dikkat çekici olmasının yanında, benzer konuda bir türlü dört başı mamur örneği çıkaramayışımız geliyor akla... Bu kez olmuş gibi... Sezonun en iddalı yerli yapımı ifadesi biraz fazla olsa da, merakla bekliyoruz...



 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template