♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Howl : Son Tren Dolunay

Cumartesi, Ekim 31, 2015
Doğaüstü yaratıkların sinema işgali her ülke sinemasının katılımıyla artarak sürüyor. Bu kez yaratıkları korku gerilim malzemesi olarak kullanma sırası İngilizlere gelmiş ve doğrudan video pazarına sürülen eski usül mütevazi bir film çıkmış ortaya. Türe hakim bir özel efekt ve makyaj uzmanı oturuyor yönetmen koltuğunda...

Ağırlıklı olarak Nickeledeon çizgi dizilerinin kadrolarında yer alan Mark Huckerby ve Nick Ostler’in senaryosunu kotardığı filmin yönetmeni Paul Hyett. İkili ilk filmleri için türlerinin dışına çıkarken, Hyett ise 1998’den bu yana türe hakim bir isim. “The Descent”in yaratık makyajı ve efektlerinden sorumlu olarak ödülün kıyısından dönen ve son olarak da “Da Vinci's Demons” dizisinin mutfağında yer alan Hyett ilk yönetmenlik denemesine 2012’de soyunmuş “The Seasoning House” ile bolca festival gezdikten sonra ödülle de taçlanarak iyi bir başlangıç yapmıştı. Üç yıl sonra kadrajına yaratıkları alırken oyuncu kadrosunu da Ed Speleers, Sean Pertwee, Holly Weston, Shauna Macdonald, Elliot Cowan, Rosie Day, Calvin Dean, Duncan Preston ve Ross Mullan’dan oluşturmuş. Hemen hepsi setinde yer aldığı dizi ve filmlerin setlerinde tanıştığı isimler. 

Londra’da tren istasyonundayız. Kondüktör Joe ile tanışıyoruz. Tam mesaisini tamamlamışken müdürünün isteğiyle izinli arkadaşının yerine son sefere katılmayı kabul ediyor. Terfi başvurusuna aldığı ret yanıtının moral bozukluğu yanında hostes Ellen’a açılamamanın sıkıntısıyla görevinin başına geçiyor. 23:30 treni yola koyuluyor ve sekiz yolcu ile sakin bir başlangıç yapılıyor. Bilet kontrolünden sonra bir sonraki durağa kadar kestiren Joe’nun uykusunu bir gürültü kesiyor... Issız bir ormanlık bölgede o karanlıkta tren duruyor ve gerilim başlıyor.

Ağırlıklı olarak trende geçen filmin en büyük eksisi yaratıcılıktan uzak senaryosu... Konserve tiplemelerle oluşturulan karakter topluluğu hem ilginç olmaktan çok uzak hem de görüldükleri ilk andan itibaren başlarına ne geleceğini tahmin edilebilir kılıyorlar. İnandırıcılığı da zedeleyen bu duruma yönetmenin yanlışları da eklenince heyecan ve gerilimden eser kalmıyor. Kapalı mekan gerilimi için çok uygun bir ortam var ve seyirci de buna hazır ama ortada bunu değerlendirebilecek bir yönetmen yok. Atmosferi kuramayan Hyett’in yaratıklara odaklanmak dışında filmdeki varlığını teyit etmek de zor. Yaratık konusunda da ilginç tercihler mevcut. Dolunay var, uluma sesleri duyuluyor, tam görülene kadar insana benzeyen kıllı bir yaratık var ama kimse “kurt adam” demiyor. Kurt ile insan arasında bir tür olarak tanımlamayı tercih ediyor. Bilinen kurt adam efsanelerinin dışına çıkmayı tercih etmiş Hyett. Kendi deyimiyle “hibrid”leri gözleri parlayan kıllı yaratıklar olarak resmetmiş. Bu hesap da tutmamış. Zira korkutmaktan, ürkütmekten fazlasıyla uzaklar. Öyle çok hızlı değiller, uçmuyorlar ve tuttuklarını koparmaktan ibaretler. Benzerlerini defalarca izlediğimiz filmlerden hiç bir farkı olmayan “Howl”un en iyi yanı 89 dakika olması. 

Trene saldıran kurt adamlardan kurtulma gerilimi olarak yaratıcılıktan uzak kötü bir deneme olan Howl, yılı dört film festivalinde geçirdikten sonra ev sineması pazarında kendine seyirci arıyor. Ulumaya çalışan kurtların nefesi yetmiyor...


Sel Yayıncılık'tan Kasım Yenileri

Cumartesi, Ekim 31, 2015
Sel Yayınları Kasım ayını yedi kitapla karşılarken müjdesini verdiği Harper Lee romanı “Tespih Ağacının Gölgesinde”yi de okurla buluşturuyor. Daha yayımlanmadan yılın edebiyat olayı haline gelen roman şüphesiz bizde de aynı etkiyi yaratacak. Jeanette Winterson’un şiirsel iyileşme hikayesi “Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın”, William S. Burroughs’un ömrünün son dokuz ayında tuttuğu günlüklerden derlenen “Son Sözler”, ilk kitabı “Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz” ile tanıyıp sevdiğimiz Melisa Kesmez’in yeni öykü kitabı “Bazen Bahar” ve Özgür Çakır’ın ilk öykü kitabı “Yükşehir” ayın edebiyat kitapları. Brett Kahr’ın “Freud'dan Hayat Dersleri” Yaşam Kitapları serisinin, David Harvey’in “Neoliberalizmin Kısa Tarihi” de DüşünSel serisinin yeni kitapları... Yedi kitabın da raflarda olacağı tarih 4 Kasım... 


TESPİH AĞACININ GÖLGESİNDE * Harper Lee
Harper Lee’den 55 yıl sonra unutulmaz bir roman daha... 

Amerikan edebiyatının başyapıtlarından biri olan, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek’in unutulmaz karakteri Jean-Louise “Scout” Finch, 20 yıl sonra New York’tan çocukluğunun geçtiği kasabaya, babası Atticus Finch’in yanına, yuvaya dönüyor. Çocukluğunda eşitlik, doğruluk ve adalet kavramlarıyla kişiliğinin yapı taşlarını oluşturan babası Atticus’un hayal kırıklığı yaratan değişimi, artık 26 yaşında genç bir kadın olan Scout’u derinden etkiliyor. 

Harper Lee’nin bilge kaleminden çıkan ve daha yayınlanmadan son yılların en büyük edebiyat olayı haline gelen Tespih Ağacının Gölgesinde, bir tarihsel dönemi güçlü ve gerçekçi çağrışımlarla aktarmakla birlikte, güncelliğiyle de bir eserin kendi devrini aşabileceğinin en nadide kanıtlarından biri...

HARPER LEE, 1926 doğumlu Amerikalı romancı. Alabama eyaletinin Monroeville şehrinde büyüdü. 1956’da yazmaya başladığı otobiyografik öyküler zaman içerisinde Bülbülü Öldürmek’e evrildi. Kitap 1960 yılında yayımlandığında okurlardan yoğun ilgi gördü. 1961’de Pulitzer Edebiyat Ödülü’nü kazanan Lee, Bülbülü Öldürmek’ten sonra birkaç deneme haricinde yazı yayımlamadı; neredeyse hiçbir söyleşi ve program davetini kabul etmeyerek münzevi bir hayat sürdü. Kitaptaki “Dill” karakterinin çocukluk arkadaşı Truman Capote’den esinlendiği biliniyor. Ayrıca Capote’nin daha sonra kült kitabı Soğukkanlılıkla’ya dönüşen Cutler cinayetlerinin izini sürmek için araştırma yapmaya gittiği Holcomb, Kansas yolculuğuna da eşlik etmiştir. Tespih Ağacının Gölgesinde, Bülbülü Öldürmek'ten önce yazılmış ancak editörünün yönlendirmesiyle olayların bir çocuğun gözünden anlatıldığı başka bir hikayeye dönüştürülmüştü. Bugüne dek yayımlatmayı tercih etmediği Tespih Ağacının Gölgesinde'yle Harper Lee 55 yıl sonra dünya edebiyatında yeni bir efsane yaratıyor.
Özgün Adı: Go Set a Watchman
Türkçesi: Püren Özgören
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Roman
240 sayfa, 18 TL


NORMAL OLMAK VARKEN NEDEN MUTLU OLASIN * Jeanette Winterson
Jeanette Winterson’ın gücünü samimiyetten ve dürüstlükten alan otobiyografik eserlerinden bir yenisi daha Türkçede.

Doğar doğmaz evlatlık verildiği aşırı muhafazakar ailede, onda derin yaralar bırakmış sevgisiz bir annenin gölgesinde geçen çetin çocukluğundan bugüne uzanan, kendini yaratma hikâyesini anlatıyor Winterson. Deliliğin sınırlarında gezen, genç yaşta gizli gizli okuduğu kitaplardan kurduğu köprülerle dışarıdaki dünyayı keşfeden ve özgürleşen bir kadının itiraflarla dolu, cesur, bir o kadar da şiirsel bir iyileşme hikâyesi bu.

Tek amacı sevgi ve mutluluğu keşfetmek olan bir hayatın sansürsüz bir biçimde anlatıldığı, mahrem öğelerle bezeli bu eserde Winterson, bir yandan büyümenin sancılarıyla mücadele ederken, diğer yandan kökleriyle hesaplaşıyor. Can yakıcı hayat hikâyesini, içinden taşan duyguların tüm çıplaklığıyla aktarırken mizahı elden bırakmayarak; gerektiğinde hayatın hainliklerine “nanik” yapmayı da ihmal etmiyor.

JEANETTE WINTERSON, 1959’da Manchester, İngiltere’de doğdu. Pentekostal Kilise’ye mensup ebeveynler tarafından 1960’ta evlat edinilip misyoner olmak üzere yetiştirildi. Kitapların gücünü erken keşfeden ve kendini bir lezbiyen olarak tanımlayan Winterson 16 yaşında evden ayrılıp küçük bir arabada yaşamaya başladı. Bu süre içinde eğitimini devam ettirdi ve Oxford Üniversitesi İngilizce bölümünde okurken ek işler yaparak geçimini sağladı. Mezun olduktan sonra bir süre tiyatro alanında çalıştı. 25 yaşındayken yayımlanan ilk romanı Tek Meyve Portakal Değildir, 1985’te En İyi İlk Roman dalında Whitbread Ödülü’ne layık görüldü. Yetişkinler için on romanın yanı sıra çocuk kitapları, öyküler, denemeler, senaryolar ve bir anı kitabı yazdı. Ağırlıklı olarak fizikselliğin ve hayal gücünün sınırlarını, cinsiyet kutuplaşmalarını ve cinsel kimlikleri işleyen eserleriyle, John Llewellyn Rhys Ödülü’ne, E.M. Forster Ödülü’ne ve Cannes Film Festivali’nde Gümüş Ödül’e layık görüldü. 2006 yılında ise edebiyata hizmetleri için kendisine Britanya Kraliyet Onur Nişanı verildi. Düzenli olarak The Guardian gazetesine yazan Winterson, Manchester Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık profesörü olarak görev yapmaktadır. Yazarın Bedende Yazılı (çev. Süheyla Ç. Matthews, 2013), Vişnenin Cinsiyeti (çev. Pınar Kür, 2015) ve Tek Meyve Portakal Değildir (çev. Sevin Okyay, 2015) ve Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın (2015) isimli romanları yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır.
Özgün Adı: Why Be Happy When You Could Be Normal
Türkçesi: Püren Özgören
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Deneme
215 sayfa, 16 TL


SON SÖZLER * William S. Burroughs
1997 Ağustosu’nda aramızdan ayrılan William S. Burroughs son dönemlerinde sadece günlük tutuyordu. Ömrünün son dokuz ayında tuttuğu günlüklerin derlendiği Son Sözler’de kedilerinden doktorlarına, yazar ve sanatçı dostlarından uyuşturucu kullanımına, keza hükümet komplolarına dair duygu ve düşüncelerinin yanı sıra yaratıcı süreçlerine, roman ya da öykü tasarımlarına ilişkin pek çok ipucu da bulmak mümkün. 

Burroughs bu günlükleri yazdığı sırada artık seksenlerinde olmasına rağmen yine bildiğimiz gibidir; Yerleşik Düzen’e düşmanlığından, insanlığın durumuna dair küçümseyici tavrından, şoke ediciliğinden ve alaycılığından hiçbir şey yitirmemiştir. Diğer yandan, Son Sözler Burroughs’un diğer eserlerinden hiçbirine benzemez, kaleme aldığı en saf, en mahrem ve öznel metinlerden oluşur. 
“Büyük Yalan’da bir delik açın.”

WILLIAM S. BURROUGHS, (5 Şubat 1914 - 2 Ağustos 1997), ABD’li hikaye, roman ve deneme yazarı. Allen Ginsberg ve Jack Kerouac’la birlikte Beat Kuşağının ve punk-rock hareketinin öncüsü sayılan Burroughs, 20. yüzyılın en çok tartışılan isimlerinden biridir. Burroughs, 1936 yılına kadar Harvard Üniversitesi’nde okudu ve bu dönemde New York’a yaptığı yolculuklarda eşcinsel altkültürle tanıştı. İlerleyen yıllarda uyuşturucu kullanmaya ve 1945 yılında yazmaya başladı. 1950’lerdeki ilk denemelerinden sonra cut-up tekniğini kullandığı Nova Üçlemesi’ni yazdı. (Cut-Up Üçlemesi olarak da bilinen serinin kitapları; Yumuşak Makine, Patlamış Bilet ve Nova Ekspresi yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır.) Bu yıllarda uyuşturucudan kaynaklı hukuki problemler sebebiyle sürekli şehir değiştirdi; Tanca’da, Paris’te ve Londra’da yaşadı. 1976’da New York’a döndü; Andy Warhol, Patti Smith ve Susan Sontag gibi isimlerle vakit geçirdi. 1981 yılında hayatının geri kalanını geçireceği Kansas’a taşınan Burroughs, 1997 yılında kalp krizinden öldü. Jack Kerouac ile birlikte yazdığı Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar’ın (çev. Dost Körpe, 2010) yanı sıra Benim Eğitimim (çev. Süha Sertabiboğlu, 2011), İçerdeki Kedi (çev. Ahmet Ergenç, 2013), Çıplak Şölen (çev. Algan Sezgin Türedi, 2014) ve Son Sözler (çev. Ahmet Ergenç, 2015) yine yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır.
Özgün Adı: Last Words
Türkçesi: Ahmet Ergenç
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Deneme
291 sayfa, 20 TL


BAZEN BAHAR * Melisa Kesmez
Melisa Kesmez, çok sevilen ve kısa sürede başarıya ulaşan Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz’in ardından Bazen Bahar ile yeniden okur karşısında. Arzuları, korkuları, sevinçleri, kırgınlıkları, umutları; yazları, kışları ve baharlarıyla bir çocuk, bir kadın, bir kuşak, Kesmez’in üslubunu korurken derinleşen incelikli anlatısıyla sesine kavuşuyor. 

Ağır anneanne yorganlarının, muzun en önemli yenilik olduğu yılbaşı gecelerimizin, sevgiliye yazılan gönderilmemiş mektupların, değişen şehirlerin ve özlenen çocukluk bahçelerinin, iç sızlatan dostlukların, yarım kalmışlıkların, yeniden başlangıçların; bizi biz yapan değerli ayrıntıların arasından tohumlanan hikayeler.
Hayat, bazen bahar...

MELİSA KESMEZ, Eylül 1980’de İstanbul’da doğdu. Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji okudu. Bir dönem Londra’da yaşadı. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları ve söyleşileri yayımlandı. Çeviriler yaptı. İstanbul’da yaşıyor. Keriman isimli bir kedisi var. Yazarın Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz (2014) adlı ilk öykü kitabı da yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır.
Çağdaş Türk Edebiyatı / Öykü
110 sayfa, 12 TL


YÜKŞEHİR * Özgür Çakır
Özgür Çakır, ilk öykü kitabı Yükşehir’de varolma çabasını, inancı, her türlü zorluğa rağmen hayatı anlamlı kılma inadını yalın bir dille ifade ederken, gündelik olanın içinde yitip gitmeye yüz tutan ayrıntıları özenle ayıklayıp karşımıza çıkarıyor. Politik çalkantılar, ekonomik krizler ve işsizlikle sarmalanmış hayatların, enkaza dönüşmüş mekânların etrafında dolanırken insanın koşullara adapte olma gücünü ve üretkenliğini yer yer mizahi bir dille ortaya koyuyor. 

Kadıköy’den isimsiz kasabalara, kır çiçeklerinden yosunlara, derbeder birahanelerden terk edilmiş parklara uzanan öyküler…

ÖZGÜR ÇAKIR, 1977 yılında İstanbul’da doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesi’ni bitirmesinin ardından İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Uzun yıllar gazetecilik yaptı. Çeşitli dergilerde öyküleri yayımlandı. Yükşehir, yazarın ilk öykü kitabıdır.
Çağdaş Türk Edebiyatı / Öykü
78 sayfa, 8 TL


FREUD’DAN HAYAT DERSLERİ * Brett Kahr
Psikanalizin babası olarak bilinen Sigmund Freud 1856’da doğdu ve yaşamının büyük bölümünü Viyana’da geçirdi. Bilinçdışı zihin, bastırma, rüyaların anlamı ve diyalog yoluyla klinik tedavi yöntemi konularında devrimler yaptı. İnsanın iç dünyası üzerine Freud’un geliştirdiği ve bu kitapta onun en büyük eserlerinden alıntılarla yoğrulan düşünceler, daha iyi birer yetişkin olma, geçmişimizle yüzleşme, tutkularımızla başa çıkma ve tevazuya ulaşmaya giden yolda bugün bizlere rehberlik edebilir.

Alain de Botton öncülüğünde “gündelik yaşam için parlak fikirler” sloganıyla yola çıkmış The School of Life (Hayat Okulu) ve yine onun editörlüğünde hazırlanan “Hayat Dersleri” kitapları, büyük bir düşünürü ele alarak gündelik çıkmazlarımıza cevap olabilecek düşüncelerinin altını çiziyor. Geçmişten gelen bu bilge sesler bizler için hayatı dönüştürücü esin kaynakları olabilir.

BRETT KAHR, Çocuk Akıl Sağlığı Merkezi’nde psikoterapi ve akıl sağlığı üzerine klinik araştırmalar yürüten bir profesör. Kendisi aynı zamanda Freud Müzesi’nin mütevelli heyetinde yer alıyor. Londra’da bireylere ve çiftlere psikoterapi hizmeti veriyor.
Özgün Adı: Life Lessons From Freud
Türkçesi: Şeyda Öztürk
Yaşam Kitapları / Deneme
143 sayfa, 12 TL


NEOLİBERALİZMİN KISA TARİHİ * David Harvey
Burjuva iktisatçıların ve politikacıların iddialarına karşın, ne ülkeleri refaha kavuşturma, ne de ekonomik krizleri ortadan kaldırma iddiasını gerçekleştirebilen neoliberalizm, hâkim sınıfların iktidarını pekiştirmeye ve emekçileri daha beter bir sefalete sürükleme pahasına zenginleri daha da zengin etmeye yarayan bir programdan ibaret. Gelişmiş ülkelerin yeni bir emperyalizm tarzı olarak diğer ülkelere neoliberalizmi ihraç etmesinin faturasını ise tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de emekçi sınıflar ve yoksullar ödüyor.

David Harvey’in Neoliberalizmin Kısa Tarihi’nde net ve özlü anlatımıyla kökenlerine indiği, yeryüzüne yayılışını irdelediği ve insanlığın büyük çoğunluğunun hayatını nasıl mahvettiğini gösterdiği neoliberalizme karşı elbette çaresiz değiliz. Harvey’in de işaret ettiği gibi neoliberalizmin saldırısı altındaki tüm sınıfsal kesimler, alternatif toplanma kanalları yaratmaya, birbiriyle etkileşime geçmeye ve yeni mücadele alanları açmaya, bu sömürücü düzene her geçen gün daha da güçlü cevaplar vermeye devam ediyor ve edecek. 

DAVID HARVEY, 1935, İngiltere doğumlu. 1961’de Cambridge Üniversitesi’nde coğrafya alanında doktorasını tamamladı. Bristol Üniversitesi’ndeki çalışmalarının ardından 1969’da ABD, Baltimore’daki Johns Hopkins Üniversitesi’ne geçti. Sayısız makalesi ve birçok dile çevrilen kitaplarının yanı sıra verdiği konferanslarla da bilinen Harvey, beşeri bilimler alanında dünyada en çok atıf yapılan 20 yazar arasında yer almaktadır. 2001’de New York Şehir Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Harvey, özellikle “mekân” konusundaki çalışmaları ve bu konuda Marksist kurama katkılarıyla dikkat çeker. Yapıtlarından başlıcaları: Postmodernliğin Durumu (1989; Metis, 1997) Sosyal Adalet ve Şehir (1973; Metis, 2003), Sermayenin Sınırları (1982; Tan, 2000), Yeni Emperyalizm (2003; Everest, 2004), Umut Mekânları (2002; Metis, 2008), Marx’ın Kapital’i İçinKılavuz (2011; Metis 2012), Paris, Modernitenin Başkenti(2005; Sel, 2012), SermayeMuamması - Kapitalizmin Krizleri(2011; Sel, 2012), On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu (2014; Sel 2015). Justice, Nature and the Geography of Difference [Adalet, Doğa ve Farkın Coğrafyası, 1996] ile The Urban Experience [Kentsel Deneyim, 1989] ise yayın programımızdadır.
Özgün Adı: A Brief History of Neoliberalism
Türkçesi: Aylin Onacak
DüşünSel / Kuram
256 sayfa, 18 TL


Dedalus Kitap’tan Ekim Yenileri

Cuma, Ekim 30, 2015
Dedalus Kitap Ekim ayını üç yeni kitapla karşılıyor. Gilles Deleuze ve Félix Guattari imzalı “Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin” on beş yıl sonra yeniden raflarda. Hem de revize edilmiş çevrisiyle... Mark Twain’in sorgulamaları “İnsan Nedir?” de ilk kez Türkçede! Axel Jensen’in “İkarus”uysa ayın en önemli kitaplarından biri olarak raflarda...


Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin / Gilles Deleuze ve Félix Guattari
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında kendilerine özgü fikirleriyle öne çıkan iki filozof: Gilles Deleuze ve Félix Guattari. Çek asıllı büyük yazar: Franz Kafka. Felsefe tarihinde önde gelen bu iki ismin, edebiyat tarihine mektupları, öyküleri ve romanlarıyla damgasını vuran bu yazar ve onun ortaya koyduğu minör edebiyatı hakkında kaleme aldıkları eser: “Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin”. 

Çek asıllı bir Yahudi bir yazar olan Kafka, kendi yersiz yurtsuzlaşması içinde yazmaya çabalar. Fakat kullandığı dil, Çekçe veya Yidiş dili değildir; majör bir dil olan Almancadır. Deleuze ve Guattari’nin de dediği gibi, ama “Yazmamak olanaksızdır, çünkü ulusal bilinç, ister belirsiz olsun ister baskı altında, zorunlu olarak edebiyattan geçer.” O yüzden Kafka, bu yabancı dil içerisinde kendi yersiz yurtsuzlaştırıcı dilini oluşturarak yaratır eserlerini, kendi yazı makinesini kullanır. Minör bir edebiyat üzerinden, kendini dilsel, politik ve kolektif olarak tanımlandırır. Bütün metaforları, simgeciliği ve adlandırmayı öldürür. Gerçek veya mecazi anlam diye bir şey kalmaz, sadece sözcükler üzerinde hâllerin dağılışı ortaya çıkar.

On beş yıl sonra yeniden yayımlanan “Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin” bu kez Dedalus Kitap’tan, revize edilmiş çevirisiyle yeniden ilgililerine kavuşuyor. 
Çevirmen: Işık Ergüden
Dedalus / Edebiyat Dizisi
184 Sayfa
18,00 TL


İkarus / Axel Jensen
Leonard Cohen’le çok yakın bir arkadaşlığı ve tehlikeli bir akrabalığı bulunan Axel Jensen’in en coşkulu romanı, Ikarus. “Kitaplar beni kelimelerden yapılmış labirentlere hapsediyor,” diyen bir anlatıcısı var. Kitap, yolculuk için açılan kanatlarının manzumesiyle başlıyor. Norveç’ten Sahra’ya, iklim iklim çırpılıyor bu kanatlar. Fransız askerleri, Alman tüccarları, Arap şeyhleri ve daha birçok yabancıyla tanışıyor. Sömürgecilik rezaletine fena halde takmış satırların yanı sıra, anarşizmden faşizme, dünya düzeninden mistik keşiflere de değen paragrafları var. Soğuktan sıcağa, güvenli duygulardan tedirginliğe, cinsellikten ölüme kadar insan doğasına kadar birçok deneyimi içinde saklıyor Kuzey’in bu ünlü romanı.

Kerouac, Ginsberg ve Burroughs gibi isimlerle anılan Jensen Avrupa’da Beat anlayışın en önemli temsilcilerinden. Her ne kadar, Jensen karanlıkta ağlayan bir sesi olsa da,  “’Ben henüz gencim! Her şeyi yeni baştan inşa edebilirim,’ dedi umut,” diyen bir kitabı var. Soluksuz biçimde akarken, içinizde yeşerecek olan bu romanı okurken dikkatli olun, sonrasında yaşamınız değişecek.
Çevirmen: Banu Gürsaler Syversten
Dedalus / Roman Dizisi
256 Sayfa
16,00 TL


İnsan Nedir? / Mark Twain
Halley kuyruklu yıldızının dünyadan göründüğü gün doğan Mark Twain, bir kâhin edası ile bu yıldızın tekrar görüneceği gün öleceğini bildirmiştir. Nitekim, kehaneti tutmuştur da. Mark Twain'in İnsan Nedir?'i, uzun bir dinlenme süresinin ardından ve sadece belirli kişilere dağıtılmak üzere, yalnızca 250 adet basılmıştır. Elinizdeki kitap, 240. nüsha kullanılarak tercüme edildi. İnsan Nedir?'de Twain, bilinen öykücü tarzının dışına çıkıyor ve insanın kendi kendisini sorgulamasına yol açacak çarpıcı fikirleri sohbet havasında ortaya koyuyor. 

Hem de Türkçe’de ilk kez.
Çevirmenler: Utkan Atbakan, Gamze Keskin Yurdakurban
Dedalus / Kuram Dizisi
136 Sayfa
12,00 TL


İletişim Yayınları’ndan Kasım Yenileri

Perşembe, Ekim 29, 2015
İletişim Yayınları Kasım ayını beş kitapla karşılıyor. Türk Edebiyatının en önemli eserlerinden “Puslu Kıtalar Atlası”nın 20. yılına özel ciltli baskısı şüphesiz ayın en önemli kitabı. Levent Cantek’in yazdığı, Berat Pekmezci’nin çizdiği Ankara üçlemesinin son kitabı “Uzak Şehir” ve Hakan Kulaçoğlu’nun öykü kitabı “Hep Uzağa Pek Ağır”ın yanı sıra bugünün kitapları serisinden de iki kitap okurla buluşuyor. Türkiye’nin zihniyet haritasını çıkaran Murat Toklucu’nun yeni kitabı “Nurcihan’ın Çamaşırları ve Diğer Meseleler” ve Deneyimli gazeteci Fehim Taştekin’in yazdığı “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal!” bu ay okurla buluşan yeni kitaplar. 6 Kasım’da raflarda...


Puslu Kıtalar Atlası (Ciltli Özel Baskı) / İhsan Oktay Anar
İhsan Oktay Anar'ın efsanevi eseri Puslu Kıtalar Atlası, İletişim Yayınları tarafından 20. yılına özel bir baskıyla okurlara sunuluyor. İlk baskısında kullanılan kapak tasarımının güncellenmiş bir versiyonuyla hazırlanan kitap, ciltli ve şömizli olarak basıldı. Ayrıca, bu özel baskı için tasarlanan vinyetler de romanın büyülü dünyasına renk katıyor. Hulki Aktunç'un önsözüyle sunulan Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar hayranlarının kitaplıklarının başköşesine yerleşmeye aday...

Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hâlâ malûm konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu...

“Rendekâr doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makûl. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum.
Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.”

Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapadı. Az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi: “dünya bir düştür. evet, dünya... ah! evet, dünya bir masaldır.”

Türkçe edebiyatta yeni bir yazar, yeni, harikûlâde bir roman.
Hulki Aktunç’un önsözüyle…
Türkçe Edebiyat, 239 sayfa, 29 TL


Uzak Şehir / Levent Cantek
İletişim Yayınları’nın grafik romanlara yeni bir soluk getiren Ankara üçlemesi, son kitabına kavuştu. Levent Cantek’in yazdığı, Berat Pekmezci’nin çizdiği Uzak Şehir, Dumankara –Hayat Bir Yangındı ile başlayan ve Emanet Şehir ile süren Ankara hikâyesine nokta koyuyor. Kenar mahalleleri, yoksulları, diplerde yaşanan bir Ankara’yı anlatan bu seri, çizgili hikâyeleri sevenlerin kaçırmaması gereken bir üçleme…

“Yoksula dünyayı sormuşlar eşitmişiz demiş. Babam söylerdi bunu, ezberletmek ister gibi durup durup söylerdi. Eşit olacağız, insandan yana olacağız. İnsan ne için yaşarsa o olur. İnsan, insan için yaşarsa iyi olur. Başkalarına yardım et. Kimse, kimseden üstün değildir. Ve bir sürü palavra... Babam on yıl önce öldü. Dürüst bir insandı ama… Yoksullarla paylaştığımız eşitlikten başka bir şey bırakmadı bana.”

Şimdiki zaman karanlığı… Bir yanda temiz şehir ve hayat ezberleri, diğer yanda büyük bir kör delik, Ankara’nın kenar mahalleleri.

Didişmeler, kıvrana kıvrana ölen umutlar, kostaklanarak konuşan ölüler, parçalayan eksiklikler… Vakti gelince ortaya çıkan muktedirler ve vakit dolarken kapanan defterler… Hırsızlar, katiller, kadınlar ve erkek arkadaşlar… Sağcılar, kazananlar ve dumanlı havalar…

Diplerde, derinlerde yaşayan bir kara Ankara… “Kurumuş bir kankokusu ağzında...”

Uzak Şehir, Ankara üçlemesinin son grafik romanı. 2013’te Dumankara, Hayat Bir Yangındı ile başlayan, Emanet Şehir ile süren üçleme, günümüzde geçen bir kara hikâye ile sonlanıyor. Levent Cantek’in karanlık Ankara’sı, Berat Pekmezci’nin maharetli çizgileriyle koyulaşıyor.

Uzak Şehir, katran ve para kokulu, ölü ve tedirgin edici…
Türkçe Edebiyat, 124 sayfa, 14 TL


Hep Uzağa Pek Ağır / Hakan Kulaçoğlu
İletişim Yayınları, Hakan Kulaçoğlu’nun öykü kitabı Hep Uzağa Pek Ağır’ı okurlara sundu. Doktorlardan hemşirelere, âşıklardan öğrencilere, günlük hayatın keşmekeşi içinde hep gördüğümüz ancak fark etmeden yanlarından geçtiğimiz insanların hikâyelerini anlatıyor Kulaçoğlu. Yazarın buruk, ancak kendine has iyimser üslubuyla Hep Uzağa Pek Ağır, okurlarını içine çeken kendi dünyasına sahip.

Hakan Kulaçoğlu, gülümsetiyor, ısıtıyor, insanın içine oturan hikâyeler anlatıyor… Daima iyicil, hayat dolu ve buruk…

Ben bu kadar kötü iken neden hastalar, hasta yakınları bana York dükü imişim gibi davranıyor da, hayatını hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin hastalarının sağlığına vakfeden, dürüst, memur zihniyetli hekimlere burun kıvırarak bakıyorlar, yetmiyor, hakaret ediyorlar, hırpalıyorlar?

Hekimin iyilik dediğiniz ve o çok kutsadığınız halisane vasfının toplumda bir karşılığı olduğuna gerçekten inanıyor musunuz? Hem bana “Hipokrat yemini ettik biz, sen etmemiş miydin?” falan da demeyin boşuna. Ettim tabii, hepiniz oradaydınız.

Birisi Safiye’nin hikâyesini anlatsaydı iyiydi, hatırlasaydı keşke…

Aklı olan Doktor Muharrem’e yanaşır mıydı, “abi” der miydi, âşık olduğu kadını ona anlatır mıydı? Çömezlik işte. Sahi o cenaze töreni Nurdan’ın mıydı? Paranın ruhunu kemirdiği bir adam çareyi en sevdiği serçeparmağını kesmekte buldu… Dünya işte. Kim Keriman’dan daha iyi film anlatabilir ki? E n’olmuş, kimin hikâyesi yok ki demeyin, Kaya’nınki başka işte… İsimlerimiz önemlidir, bize kim olduğumuzu söyler… Ve lütfen, boşuna fısıldamıyorum, intikam soğuk yenen bir yemektir ve bazıları kurt gibi acıktı...

Hep Uzağa Pek Ağır, mağdurların, kurnazların, iyilerle kötülerin, en kirlilerle en temizlerin didişmesi… Umutsuz âşıkların, artık hiçbir şey hissetmeyenlerin; Trabzon’un; taşradan büyük şehre okumaya gelmiş, orta sınıftan efendi çocukların hikâyeleri.
Türkçe Edebiyat, 168 sayfa, 15,80 TL


Nurcihan'ın Çamaşırları ve Diğer Meseleler
Zihinler Altında 20.000 Fersah / Murat Toklucu
Türkiye’nin zihniyet haritasını çıkaran Murat Toklucu’nun yeni kitabı Nurcihan’ın Çamaşırları ve Diğer Meseleler, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Zihinler Altında 20.000 Fersah adını verdiği serinin ilk kitabı Türk Erkeği ve Diğer Mucizeler’de gazete arşivlerine dalarak kolektif hafızamızı ortaya çıkaran yazar Toklucu, bu kitapta da geçmişi eşelemeye devam ediyor. “Sakallı bebek” gibi asparagas haberlerden komünist avcılığına, Türkiye’deki insanların gündelik yaşantısının tarihine ışık tutarken eğlenceyi ve mizahi duruşu kaybetmeyen bir çalışma…

“Basit ve önemsiz gibi görünen, köşede beride kalmış haberlerden, insanların maneviyatına, ruh dünyasına ve yaşam tahayyülüne dair benzersiz çıkarımlar yapmamıza da yardımcı oluyor. … Toplumsal olayların bizzat aktörleri olan komşunun, bakkalın, mühendisin, doktorun, ev kadınının, terzinin, evsizin, çiftçinin ülkenin tarihinde ne tür bir kolektif bilinç ve hafıza yarattığına dair enfes bir kaynak...”

Nurcihan’ın Çamaşırları ve Diğer Meseleler, Murat Toklucu’nun olağanüstü arşiv çalışmasıyla koştuğu Zihinler Altında 20.000 Fersah maratonunun ikinci etabı. Aklı hayali zorlayan asparagas haberlerden 7/24 komünist avcılığına, dansçı ayılardan sakallı bebeğe, “sülün endamlı kız” fantezilerinden ahlak bekçiliğine… Türkiye’nin zihniyet haritasında yeni bir pafta.
Bugünün Kitapları 208 sayfa, 25 TL


Alacakaranlıkta Ortadoğu
Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal! / Fehim Taştekin
Deneyimli gazeteci Fehim Taştekin’in yazdığı Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal!, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Türkiye’nin komşusu olduğu halde cevabı iyi bilinmeyen “Suriye’de ne oldu?” sorusuna cevap arayan Taştekin, dört yıldır süren savaşın harap ettiği Suriye’nin iç dinamiklerini, küresel güçteki devletler ve örgütlerin yarattığı etkileri de hesaba katarak açıklamayı amaçlıyor. Farklı dinî ve etnik grupların dahil olduğu bu çatışma sürecinin ayrıntılarını Türkiyeli okurlara yönelik olarak kaleme alan Taştekin, her gün haberlerde bahsi geçen ancak derinlemesine vakıf olunması zor bir konuda, ayrıntıları atlamayan ve netliğini yitirmeyen bir analiz ortaya koyuyor.

Suriye 2011’den beri süregelen bir savaşla cehennemi soluyor. Şehirlerin yıkıldığı, yüz binlerce insanın öldüğü ya da yaralandığı, milyonlarca insanın yerinden yurdundan olduğu bir savaş. Muhaliflerin özgürlükler için başlattığı gösterilerin feci şekilde bastırıldığı, silahların ivedilikle devreye sokulduğu, öfkenin kısa sürede silahlı isyana dönüştüğü, çok geçmeden bölgesel ve küresel aktörlerin vekâlet savaşına giriştiği, ardından küresel cihat ağları ve Selefi grupların inisiyatifi ele geçirdiği kanlı bir süreç.

Sünni, Alevi, Şii ve Hıristiyan cemaatlerin; Arap, Kürt, Türkmen, Süryani, Ermeni, Keldani, Çeçen ve Çerkes halklarının bir arada yaşadığı Suriye’nin toplumsal fay hatları çatırdadı. Denklemlerden denklemlere savrulan, kaynakları IŞİD tarafından kullanılan, bölünme senaryolarına konu olan bir coğrafya artık Suriye... Bir tarafta Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, ABD ve Avrupa ülkelerinin, diğer tarafta İran, Rusya, Irak ve Hizbullah’ın yer aldığı bir savaş düzeni; her savaş gibi pek çok diplomatik, siyasi ve iktisadi çıkar hesabını içinde barındıran bir şiddet sarmalı...

Suriye’de ne oldu? Deneyimli gazeteci Fehim Taştekin bu konuda verilebilecek cevapları, en zengin biçimde ortaya koyuyor.

Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal, sadece Suriye’yle sınırlı olmayan, bölgenin tarihine ve toplumsal zeminine de vâkıf bir araştırmacının bilgisiyle ve bir gazetecinin ihmal edemeyeceği insan hikâyeleriyle kaleme alınmış, kapsamlı bir eser.
Bugünün Kitapları, 470 sayfa, 31,50 TL


Solace : Medyumun Gör Dediği

Perşembe, Ekim 29, 2015
Yapımcıların masasında her daim bir senaryo vardır ve filme çekilmeyi beklerken yıllanan şaraplara dönüşürler bazen. Doğru zamanı beklerler. Bazen de zamana yenik düşerler. Sektörün dedikodu kulislerinde bunun için yapılan listeler bile vardır. “Henüz filme çekilmemiş en iyi senaryolar” listeleri dergilerin bile dosya konusu olur dönem dönem. İşte o projelerden biri olan doğaüstü gerilim “Solace” vizyonda.

13 yıl önce yapımcı Beau Flynn, o zamanlar tanınmamış olan Sean Bailey ve Ted Griffin’in yazdığı doğaüstü gerilim türündeki Solace'ın senaryosunu ilk okuduğunda, bu filmi çekmek istediğini hemen anlamış. “Solace'ın hikâyesi ve karakterleri benzersizdi. Solace insanları düşündüren bir film. Ahlak ve insanlık gibi konuları ele alan bir hikâyesi var. Ötenazi ve yaşama son verme, kader ve yaşam hakkı sorularını ele alırken aynı zamanda birçok kışkırtıcı noktaya da parmak basıyor. İlk ve en önemli özelliği, Solace'ın eğlenceli olmasının yanı sıra etkili de olması. Bu onu çok farklı ve özel bir film yapıyor.” diyen Flynn’e filmin diğer yapımcılarından Thomas Augsberger de katılmış heyecanla. “Filmin zamanlaması konusunda şansımız yaver gitti. Bir anda çok iyi yazarlardan çok iyi bir proje geldi. Beau ve ben, New Line'da prodüksiyonun başına henüz gelen Toby Emmerich; “Bunu sizden almak istiyoruz.” dediğinde çok gururlandık. Daha sonra da bu filmi New Line'da birlikte yapalım' dediler. Emmerich'in Solace'a verdiği güçlü destek, birçok yazar, yönetmen ve oyuncu gelip giderken, 10 yıl boyunca projenin stüdyoda kalmasını sağladı. Bir noktada, pazarlama arayışına giren New Line, Solace'ı, gişe rekorları kıran Se7en'ın, Morgan Freeman'ın da olacağı bir devam filmi olarak çekmeyi düşündü. Yine bir diğer girişimde, yönetmen Mark Pellington'la görüşüldü ve stüdyo senarist James Vanderbilt'i (Zodiac) bazı revizyonlar yapması için getirdi ama film hiçbir zaman yapım aşamasına geçemedi.” diyerek anlatıyor süreci. Bu süreçte tanınmamış ikiliden Bailey prodüktör olarak ün yaparken, Griffin ise senarist olarak ün yapmış. 1999’da “Ravenous” ve “Best Laid Plans” ile iyi başlangıç yapan Griffin’in iki yıl sonra “Ocean's Eleven”ın senaristlerinden biri olmasıyla gişe filmlerine attığı adımın devamı da “Matchstick Men”, “Rumor Has It..”, “Killers” ve “Tower Heist” ile gelmişti. Anlaşılan ikilinin en parlak projeleri “Solace” imiş. 

2011’de ilk filmi “2 Coelhos” ile ödül avcısı haline gelen Brezilyalı yönetmen Afonso Poyart’ın neden seçildiğini de Flynn’den dinleyelim. “Bir yapımcı olarak bunu çok istedim. 2 Coelhos filminde aradığım tüm öğeler vardı. Güçlü bir bakış açısı, harika görseller, iyi performanslar, kendine güvenli bir yönetim. Doğaüstü gerilimleri daima çok sevmişimdir. Bu yüzden Solace'ı okuyunca böyle bir film yapılmadığını ve bunu ancak onun yöneteceğini anladım.” Poyart da bu ilgiye karşılıksız kalmamış. Solace'a “âşık” olmadan önce birçok senaryo okuduğunun altını çizmiş ve “Bu filmin yapısındaki denge, hikâye ve güçlü karakterleri kusursuz. Akıllıca, şüphe uyandırıyor, aksiyon dolu ve görsel olarak ikna edici. Senaryonun sinematik potansiyelini keşfetme ve Anthony Hopkins'in canlandırdığı, medyumluk becerileri olan birinin zihnine girme ve onun gösterdiklerini canlandırma fırsatı bizzat ilgimi çekmişti.” diyerek anlatmış heyecanını. Diğer heyecanı da Anthony Hopkins, Jeffrey Dean Morgan, Abbie Cornish ve Colin Farrell’in başını çektiği oyuncu kadrosuyla çalışmak olmalı. 

Yapımcılarının ve yönetmeninin duyduğu heyecana iyi fragmanı da eklenince beklentiler yükselmişti. En başta Hopkins’in varlığı ve seri katili yakalamak için danışılan medyumu canlandıracak olması merak uyandırmıştı. Doğaüstü gerilim olarak tanımlanan film aslında iyi bir başlangıç yapıyor. Tıpkı yapımcısının söylediği gibi kışkırtıcı görselliğine bir de çok iyi müzikleri ekliyor. Bir cinayet mahallindeyiz ve çok geçmeden FBI ajanları Joe ve Katherine ile tanışıyoruz. Katilden tek bir iz yok, maktül tek darbe ile öldürülmüş. Seri katili yakalamak için devreye ikna edilmek üzere yanına gittiklerinde tanıştığımız John da bir medyum. Taze üçlü bir yandan cinayetleri araştırırken diğer yandan her birini derinlemesine tanıyoruz.

Solace ilk yarısını gayet iyi geçiren bir film. Hopkins’in perdedeki varlığını özlememizin de etkisiyle medyum sahneleri bunda çok etkili oluyor. Poyart iyi kareler yaratmış ve adeta akılda kalıcı fotoğraflar yaratmış. Olay yeri incelemelerinde de aynı tarzı sürdürerek klip estetiğinden bol bol katkı almış. John’un bir temasla iki ajana dair gördüğü gelecek anlarıyla heyecanı da arttırmış. Gayet iyi bir seri katil gerilimi olarak giderken ikinci yarıda mesaj verme hevesine kapılarak dağılıyor. Ahlaki çözümlemeler, ötenazi, son nefese kadar geçirilen her saniyenin önemi gibi bildik mesajları boca ederek finaline yürüyor. Madem konumuz Joe ve Katherine değildi niye tanıdık dedirten bir senaryo faciası olduğunu zayıf finaliyle de gösteriyor Solace. Meğer tüm mevzu medyumun gör dedikleriymiş. Spoiler vermeden anlatılmaz ama sözde sürpriz finalin de tahmin edilebilir olduğunu ekleyeyim. Hopkins olmasa katlanılması zor bir işkenceye dönüşüyor sonunda. 

Teoride parlak bir fikrin nasıl heba edileceğine dair derslik bir film Solace. 101 dakikanızı çalmak için sizi kandırmasına izin verecekseniz beklentilerinizi olabildiğince düşürmenizde fayda var...


Nadia Hashimi’nin Övgülere Boğulan Romanı Türkçede!

Çarşamba, Ekim 28, 2015
2014 yılının sonunda “Usta kalemlerle, çağımızın parlak ve gelecek vaat eden yazarlarının kurgu ve kurgu dışı edebiyat alanındaki eserlerini yayınlamak için” çıkan Lemur Kitap, “Lemurlar eğer yeterli beyin kıvrımlarına sahip olsalardı günün büyük kısmını kitap okuyarak geçirirlerdi." diyor ve ekliyor: Kasım ayını Nadia Hashimi’nin “Kabuğunu Kıran İnci”sini okuyarak geçirecekler.

Afganistan’da iki kadının, kader ve kimliklerinin aydınlık ve unutulmaz öyküsünü anlatan “The Pearl that Broke Its Shell” Mayıs 2014’de yayınlamış ve kısa sürede okurun ilgisiyle karşılanarak övgülere boğulmuş. Okurlardan tam not alan roman 2014-2015 Goodreads okuyucu oylamasında kurgu kategorisinde ilk 10 kitap arasına girmeyi başarmış. Nadia Hashimi'nin ilk kitabı “Kabuğunu Kıran İnci” Lemur Kitap etiketiyle raflarda.

Kâbil, 2007: Taliban sokaklara hükmetmektedir. Madde bağımlısı bir babası olan ve hiç erkek kardeşi olmayan Rahima ve ablaları evden dışarı bile çıkamaz, okula gidemezler. Tek umutları eski günlerdedir. Küçük Rahima, evlilik çağına gelene dek erkek çocuk gibi giyinip bu şekilde davranmasına izin veren “Bacha Posh” geleneği sayesinde hayal bile edemeyeceği bir özgürlüğe kavuşur... Bu da onu tamamen değiştirecektir.

Ama ailesinde bu sıradışı geleneği uygulayan ilk kişi Rahima değildir. Yüz yıl önce, büyük büyük anneannesi Shekiba da aynı şekilde kendini kurtarmış ve bir aile kurmuştur. Bu değişim onu ıssız bir köyde sürdüğü mahrumiyet içindeki hayattan alıp kralın Kâbil’deki sarayının zenginliğine taşır.

Kabuğunu Kıran İnci, zamanda gidip gelerek, aralarında yüz yıl olmasına rağmen aynı cesarete sahip olan bu iki kadının olağanüstü öyküsünü iç içe geçmiş olarak anlatır. Özgürlüğün olduğu bir hayata geri dönebilecekler mi? Dönemezlerse, hayatlarına nasıl devam edecekler?

“GOODREADS OKURLARINA GÖRE 2014’ÜN EN İYİ ON ROMANINDAN BİRİ”

“Dokunaklı bir aile hikâyesi... Şaşırtıcı, gizemli ihtişamıyla bir Afganistan portresi ve Afgan kadınlarının devam eden mücadelelerine tutulmuş bir ayna.”
KHALED HOSSEINI (New York Times en çok satan kitaplar listesindeki “Uçurtma Avcısı” kitabının yazarı)

“Afgan-Amerikalı yazar Nadia Hashimi’nin bu ilk romanı güçsüzlüğün, kaderin ve Khaled Hosseini, Jhumpa Lahiri ve Lisa See’nin eserlerindeki duygusal tınıyı ve kültürel niteliği birleştiren kendi kaderini çizme özgürlüğünün yakıcı hikâyesidir.”

Orjinal Adı: The Pearl that Broke Its Shell
Çevirmen: Mehtap Gün Ayral
Lemur Kitap / Kasım 2015
416 Sayfa
29.00 TL


Yılın En İyi Gerilim Yazarından Soluk Soluğa Bir Roman : Kardeşimin Mezarı

Çarşamba, Ekim 28, 2015
2015 yılında Uluslararası Gerilim Yazarları Derneği tarafından yılın en iyi gerilim yazarı seçilen ve aynı yıl gerilim roman dalında Nancy Pearl Ödülü’ne layık görülen Robert Dugoni, çok satanlar listesinden düşmeyen romanı Kardeşimin Mezarı ile raflardaki yerini aldı. 

Dugoni, kardeşinin katilini bulmak için Cinayet Masası dedektifi olan kimya öğretmeni Tracy Crosswhite’ın çarpıcı öyküsünü muhteşem bir kurgu ile gerilim meraklılarına sunuyor! 

Tek bir masum insanın haksız yere mahkûm olmasındansa on suçlunun serbest kalması daha iyidir...
Kardeşinin kayboluşundan cesedinin bulunuşuna dek geçen yirmi yıl boyunca içini kemiren şüphe yüzünden gerçeğin peşine düşen Tracy Crosswhite, sahte delillerle cezaevine tıkılan Edmund House’u kurtarmak için elinden geleni yapar. House’un serbest kalmasıyla adalet yerini bulmuş olsa da katil hâlâ bulunamamış, Tracy’nin vicdan azabı son bulmamıştır. Tracy’nin bulması gereken cevaplar onu yaşamak ya da ölmek üzerine bir seçime götürür.  Ya adalet yerini bulacak ya da her şey sonsuza kadar bir sır olarak kalacaktır.

"Dugoni kurgu unsurlarını büyük bir ustalıkla kullanmış ve olaganüstü bir roman yaratmış. Özellikle romanın doruk noktası olan terk edilmiş maden ocağındaki kar fırtınası sahnesi inanılmaz ve oldukça etkileyici."  Publishers Weekly

"Evet, komplo hiç beklenmedik bir şekilde ortaya çıkıyor. Şaşırtıcı olduğu kadar dokunaklı da. Şiddet ve gerilim unsurları içerdiği halde, insanın içini acıtan bir burukluğa sahip. Gerilim seven okuyucular için güzel bir sürpriz." Booklist

"Polisiye yöntemler ile gerilim öğeleri ustaca harmanlanmış ve ortaya olağanüstü bir roman çıkmış. Dugoni duygusal ve iç burkan gerilim öyküleri yazan usta bir yazar." Library Journal 

“İnanın bu romanı elinizden bırakamayacaksınız. Dugoni, Kuzeybatı Pasifik bölgesinde Cedar Grove adlı küçük hayali bir kent yaratıp onu hayata geçirmiş. Bir kar fırtınasının ortasında doruklara çıkan öyküyü okurken soğuğu, rüzgârı ve her şeyin altında yatan dehşeti olanca çıplaklığıyla hissedebiliyorsunuz. Karakterler sanki canlıymış gibi betimlenmiş”. Kirkus Reviews

“Kardeşimin Mezarı yeni kara gerilim romanının çok güzel bir örneği.” Providence Journal

“Bir cinayet olayı bir aileyi ve küçük bir kasaba halkını nasıl perişan eder? İşte Kardeşimin Mezarı’nda bu sorular öne çıkıyor. Cinayet ve hukuksal gizemin iç içe geçtiği bu gerilim romanını bir solukta okuyacaksınız.” Boston Globe

Başarılı bir yazar olan Robert Dugoni iki kez Harper Lee Ödülü’ne aday gösterildi. 2015 yılında Uluslararası Gerilim Yazarları Derneği tarafından yılın en iyi gerilim yazarı seçilen Dugoni, aynı yıl gerilim roman dalında Nancy Pearl Ödülü’ne layık görüldü. Birçok dile çevrilen Dugoni’nin eserleri, tüm dünyada yirmiden fazla ülkede yayımlandı. Kardeşimin Mezarı; Amazon, New York Times ve Wall Street Journal’da aylarca en çok satanlar listesinde  yer aldı.

Orijinal Adı: My Sister’s Grave
Çevirmen: Esat Ören
Dizi Adı / Türü: Polisiye Roman
368 sayfa
24.00 TL


Fantastic Four : Kandırıkçı Paralel

Çarşamba, Ekim 28, 2015
Senaristler kahraman yaratamıyorsa çizgi romanlar ne güne duruyor düsturuna sıkı sıkıya yapışan yapımcıların hepsinin etinden sütünden faydalanma çabası her zaman isteneni vermiyor. Marvel’ın en uzun soluklu süper kahraman takımı olan Fantastik Dörtlü’nün sekiz yıl sonra yeniden dönüşü de buna ders niteliğinde bir örnek. Gişede isteneni verse de bir türlü diğer süper kahraman filmlerinin yanına yaklaşamıyor ve kaderi izle unut filmlerinden öteye geçemiyor. Üçüncü deneme bu kez hikayenin öncesine odaklanıyor.

Stan Lee ve Jack Kirby’nin yaratıcısı olduğu kahraman topluluğunun doğuşu Kasım 1961 olduğunu en başta belirtelim. İlk sinema uyarlaması için 1994 yılına kadar beklemiş olsa da Roger Corman prodüktörlüğündeki film vizyon yüzü görmeden ölü doğmuş. İkinci uyarlama ise hedefi tutturmuş ve yüzleri güldürmüştü. 2005 yapımı Tim Story imzalı “Fantastic Four”un dünya çapında gişesi 330 milyon doları bulunca iki yıl sonra aynı ekipten devam filmi “4: Rise of the Silver Surfer” gelmişti ve o da aynı rakamı yakalamıştı gişede. O gişe rakamlarına rağmen ikisi de vasat filmlerdi ve saçma oyuncu seçimleriyle sınıfta kalmışlardı. Zaman geçtikçe unutulmaya yüz tutan kahramanları yeniden diriltme yoluna giden Marvel bu kez hikayenin başını meyletmiş. “Mr. & Mrs. Smith”, “X-Men: The Last Stand”, “Jumper” ve “Sherlock Holmes”un senaristi olarak tanıdığımız Simon Kinberg ve Jeremy Slater’in kotardığı senaryoyu peliküle aktaran isim de ilk filmi “Chronicle” ile önemli çıkış yapan Josh Trank. Filmin konusu düşünüldüğünde çok doğru bir seçim... Yenilenen oyuncu kadrosunun başını da Miles Teller, Kate Mara, Michael B. Jordan, Toby Kebbell ve Jamie Bell çekiyor. 

Reed’in çocukluğuyla açılışını yapan film Ben ile kurdukları dostluğu da işledikten sonra adımlarını takımı toplamak için atıyor. Süper kahraman filmlerinde görmeye alışık olmadığımız karakterleri tanıtmaya odaklanan anlar sayesinde öncülünün yarattığı soruları cevaplandırarak ilerliyor. Zaten filmin izlenebilir tek yönü de o. Meraklısı varsa dörtlünün nasıl oluştuğunu, birbirlerine nasıl ihtiyaç duyduklarını görebilir. Dörtlü hatta beşli ile empati kurabilirsiniz. Kusurları saymakla bitmeyecek filmin heyecandan çok uzak olması başlıca sorunu. Aslında Reed, Sue, Johnny ve Victor Van Doom ışınlanma makinesi üzerinde çalışıyorlar. İnsanlığın rüyası ve geleceği değiştirebilecek bir makine yaratıyorlar ama süreci çok kötü işliyor Fantastic Four. Bilimsel hiçbir açıklama ya da tanımlamaya girişmeden akıcılığı korumaya çalışıyor. Bu tercihin seyircideki yansımasıysa inandırıcılıktan uzaklaşmak ve filmden kopmak oluyor. Zaten sonunu bildiği hikayeyi izleyen seyirciye en azından heyecan verecek hiç bir an barındırmamasını da sağlıyor. Ne aksiyon, ne heyecan ne de görsellik var. Bunlara bir de berbat müziklerini ve finalini de ekleyince ortaya çıkan 100 dakikalık facia oluyor.

Daha insani bir hikaye olarak sunulan Fantastic Four hiç bir etki yaratmayarak en kötü çizgi roman uyarlaması listesine fantastik bir giriş yapmayı başaran kötü bir film. Muhtemel devam filmi ya da yeniden çevrim planlarını da paralel boyuta yollamış olması da kısa günün kârı...


Pier Paolo Pasolini 40. Ölüm Yıldönümünde Pera Film'de Anılıyor

Salı, Ekim 27, 2015
Pera Film, İtalyan Dışişleri Bakanlığı ve İtalyan Kültür Merkezi işbirliğiyle İtalya’nın en önemli isimlerinden sinemacı, şair, romancı, oyun yazarı, ressam, eleştirmen ve entelektüel Pasolini’yi ölümünün 40. yılında unutulmaz filmleri ile anıyor. 

Pera Müzesi’nde 4 Kasım’da başlayacak olan Pasolini film gösterimleri, 22 Kasım 2015 tarihine kadar sinemaseverleri ağırlayacak. 

Seçki, 4 Kasım Çarşamba günü Pasolini’nin yönettiği ilk film olan ve sokak suçları üzerine kurgulanmış öyküsünü beyazperdeye taşıyan “Dilenci” ile başlıyor. Klasik “Kral Oedipus” tragedyasının, karanlık ve sürükleyici yeniden anlatımıyla düzenlendiği “Kral Oedipus”; trajik bir fabl anlatımıyla İtalya’da hayatın kilise ile devlet arasındaki zıtlığına kapılmış bir baba-oğulun hikayesini anlatan “Şahinler ve Serçeler”in ardından; Pasolini’nin ikinci uzun metraj filmi olan ve İsa’yı kilisenin gösterişinden çıkarıp, toplumun dışına itilmiş bir İtalyan köylüsü olarak sunan “Matta’ya göre İncil” filmiyle devam eden seçkide, ünlü yazar Alberto Moravia ve tanınmış psikolog Cesare Musatti’nin etkileyici konuşmalarının yer aldığı, İtalya’da cinsellik üzerine sinema-gerçek üslubunda yapılmış bir araştırma olan “Aşk Buluşması” da yer alıyor. 

Pera Müzesi’nde izlenebilecek “Pier Paolo Pasolini: 40. Yıldönümü” film programında güçlü İtalyan Yeni Gerçekçilik geleneğine bağlı kalarak çekilmiş olan “Mamma Roma”, İncil’deki Lanetlenen İncir Ağacı hikayesine bir gönderme niteliği taşıyan “Aşk ve Nefret: Kağıttan Çiçek Bölümü”, Bernardo Bertolucci’nin, Tiber Irmağı kıyısında vahşice öldürülen Romalı bir hayat kadınının cesedinin bulunmasıyla başlayan ilk uzun metrajlı filmi “Korkunç Orakçı”, sinematik bir not defteri üslubunda anlatılan “Afrikalı Orestiade İçin Notlar” ile “Pasolini’nin Öfkesi” ve “Kehanet: Pasolini’nin Afrikası” da bulunuyor. 

Pier Paolo Pasolini 40. Yıldönümü Film Programı
4 Kasım
19:00 Dilenci / Accattone
6 Kasım
19:00 Aşk ve Nefret: Kağıttan Çiçek Bölümü / Love and Anger: The Sequence of the Paper Flower 
Aşk Buluşması / Love Meetings
21:00 Korkunç Orakçı / The Grim Reaper
7 Kasım
14:00 Kral Oedipus / Oedipus Rex 
16:00 Şahinler ve Serçeler / The Hawks and the Sparrows
8 Kasım 
14:00 Mamma Roma
11 Kasım 
19:00 Dilenci / Accattone
12 Kasım
19:00 Matta’ya göre İncil  / The Gospel According to St. Matthew
13 Kasım
17:00 Kehanet: Pasolini’nin Afrikası / Prophecy: Pasolini's Africa
19:00 Afrikalı Orestiade için notlar / Notes Towards an African Orestes
21:00 Kral Oedipus / Oedipus Rex
14 Kasım
14:00 Pasolini’nin Öfkesi / The Rage of Pasolini 
16:00 Matta’ya göre İncil  / The Gospel According to St. Matthew
15 Kasım
14:00 Korkunç Orakçı / The Grim Reaper
17:00 Afrikalı Orestiade için notlar / Notes Towards an African Orestes
18 Kasım
19:00 Şahinler ve Serçeler / The Hawks and the Sparrows
21 Kasım
12:00 Aşk ve Nefret: Kağıttan Çiçek Bölümü / Love and Anger: The Sequence of the Paper Flower +
Aşk Buluşması / Love Meetings
14:00 Pasolini’nin Öfkesi / The Rage of Pasolini 
16:00 Kehanet: Pasolini’nin Afrikası / Prophecy: Pasolini's Africa
22 Kasım
14:00 Mamma Roma

* Bu program kapsamındaki Pera Film gösterimleri ücretsizdir. Rezervasyon  alınmamaktadır. 


Çağdaş Sanatın Yükselen Yetenekleri “Shuffle” Sergisiyle 42 Maslak Art!SPACE’de!

Salı, Ekim 27, 2015
42 Maslak, Mixer’in dinamik yapısını ve gelecek vaat eden genç sanatçılarını ön plana çıkaran ‘Shuffle’ sergisi ile 5 Kasım – 11 Aralık tarihleri arasında sanat severleri bekliyor. Modern sanat algısına farklı bir yorum getiren Mixer, bir sanat platformu olarak çağdaş sanatın yükselen yeteneklerinin keşfedilmesine ve kitlelerin özgün sanat eserlerine ulaşabilmesine öncülük ediyor. 5 Kasım’da başlayacak sergi, 11 Aralık tarihlerine kadar; hafta içi 09:00-19:00, hafta sonu 10:00-18:00 saatleri arası 42 Maslak satış ofisinde yer alan Art!SPACE’de ziyaret edilebilir. 

Günlük yaşamın her anını sanatla çevreleyen ve sanatın yaşamı zenginleştirmesini ifade eden “Artful Living” konsepti ile hayata geçen 42 Maslak, Maslak bölgesinin İstanbul’un en aktif yaşam ve sanat merkezlerinden biri olması için sanat etkinliklerini aralıksız sürdürüyor.

Satış Ofisi’nde yer alan kültür ve sanat mekanı Art!SPACE’de Mixer’i ağırlayacak olan 42 Maslak, Mixer’in dinamik yapısını ve gelecek vaat eden genç sanatçılarını ön plana çıkaran ‘Shuffle’ sergisi ile 5 Kasım – 11 Aralık tarihleri arasında sanat severleri bekliyor. 

Seçkide; Anna Bak, Armando Rabadan, Berkay Buğdanoğlu, Cins, Egemen Tuncer, Elif Özen, Gülşah Bayraktar, Güneş Bulut Yılmaz, Joachim Romain, Julie Nymann, Kürşat Bayhan ve Sultan Burcu Demir’in eserleri yer alacak. 

Kendine özgü teknikle metal plakalar üzerinde pasın yarattığı tahribatı soyutlanmış manzaralara dönüştüren Berkay Buğdanoğlu, küçük boyutlu ahşap yüzeylere yaptığı nostaljik aile portreleriyle Gülşah Bayraktar, sokağın klişelerinin çekiciliğini ikonik fotoğraflarla birleştiren Joachim Romain ve Kürşat Bayhan’ın IŞİD’den kaçan Yezidi’lerin yolculukları esnasında taşıdıkları son yaşam kaynağı olan su şişelerini fotoğrafladığı serisi, Sultan Burcu Demir’in kesik kağıtları birbirine yapıştırarak oluşturduğu ‘Filozoflar’ serisinden portreler, Anna Bak’ın çizimleriyle eski fotoğrafları bir araya getirdiği kolajları ve Elif Özen’in mürekkep ve yağlı boya kullanarak, kağıt üzerinde yarattığı fotorealistik iç mekânlardan yalnız manzaralar izleyicileri bekliyor olacak. Armando Rabadán’ın tuval üzerinde yarattığı soyut pikselleri, Egemen Tuncer’in fotoğrafladığı pikselleri dijital ortamda çoğaltarak oluşturduğu dükkan kepenkleri, Güneş Bulut Yılmaz’ın bitki ve insan portresi formları arasında gidip gelen karakalem desenleri, Julie Nymann’ın gündelik hayatta göze çarpmayan nesnelerin kendi bedeniyle kurduğu rutin dışı ilişkileri inceleyen videosu ve sokak sanatçısı Cins’in tuval üzerine yaptığı çalışması ise seçkide yer alacak diğer işlerden olacak.


Kasım Ayında Zorlu’da 3 Büyük ve Farklı Konser: Nigel Kennedy, Godspeed You! Black Emperor, Enrico Macias.

Salı, Ekim 27, 2015
Ses getiren pek çok konser, etkinlik, gösteri ve sergiyi sanatseverlerle buluşturan Zorlu Performans Sanatları Merkezi, Kasım ayında dünyaca ünlü 3 ismi ağırlıyor.

Hollywood yıldızlarından, Broadway müzikallerine kadar pek çok etkinliği sanatseverlerle buluşturan Zorlu Performans Sanatları Merkezi, Kasım ayında, farklı stiller arasında sınır tanımayan geçişleriyle bilinen keman virtüözü Nigel Kennedy, sıra dışı bir rock grubu olan Godspeed You Black Emperor ve Türkçe’ye de çevrilen şarkılarıyla bir döneme damga vuran Enrico Macias’ı ağırlıyor. 

Sıra dışı keman virtüözü Nigel Kennedy bu defa Bach yorumlayacak...
Müzikte çeşitlilik felsefesiyle hareket eden ve değişik stilleri birbirine harmanlayarak dinleyiciyi büyülü bir yolculuğa çıkaran Nigel Kennedy, ‘Bach Meets Kennedy’ programıyla Türk izleyicisiyle buluşuyor.

13 Kasım’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nin konuğu olacak Kennedy,  dünyanın önde gelen müzik virtüözlerinden biri olarak tanınıyor. Kennedy İstanbul konserinde, Johann Sebastian Bach'ın en bilinen eserlerini kendine has tarzıyla sunacak. Klasik müziğe, gitar, davul ve kontrbas ekleyerek, dinleyicileri baroktan, caz’a, rock’tan modern müziğe doğru tatlı bir yoculuğa çıkaracak. 

Post Rock’ın efsanesi GYBE’yi Türkiye’ye ilk kez Zorlu Performans Sanatları Merkezi getiriyor…
Sıradışı bir rock grubu olan ve adını kara samurayların yaşamını konu alan bir belgeselden alan Godspeed You! Black Emperor, Türkiye’ye ilk kez Zorlu Performans Sanatları Merkezi organizasyonu ile geliyor. Çok özel bir hayran kitlesi olan post rock grubu, 17 Kasım’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi Turkcell Sahnesi’nde Türk hayranları ile buluşacak. Grup, uzun iniş çıkışları ve kullandıkları yaylı enstrumanlarla son derece vurucu bir müzik dili kullanmasıyla tanınıyor. 

Çal Çingene, Arkadaşımın Aşkısın, Hoşgör Sen gibi unutulmaz şarkıların sahibi Enrico Macias geliyor..
Kasım ayının bir diğer dikkat çekici etkinliği ‘Hoşgör Sen’, ‘Çal Çingene’, ‘Arkadaşımın Aşkısın’ gibi Türkçe’ye de çevrilen; Ajda Pekkan, Selçuk Ural, Gönül Yazar ve Seyyal Taner gibi bir döneme damga vuran isimlerin sesinden tanıdığımız, unutulmaz şarkıların sahibi  Enrico Macias. Müzik kariyerinde 50 yılı geri de bırakan, yayınladığı yüzlerce kayıtla sesini tüm Avrupa’ya duyuran müzik efsanesi Enrico Macias, 18 Kasım’da Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nin konuğu olacak ve en bilinen şarkılarını Türk izleyicileriyle birlikte seslendirecek. 

CRR’den Kasım’da Caz Şöleni

Salı, Ekim 27, 2015
Muazzam performanslarıyla İBB Cemal Reşit Rey sahnesinde parlayacak olan cazın birbirinden değerli isimlerinden Fourplay, Maria Schneider, Hiromi Trio Project, Snarky Puppy, Zara McFarlane, East in Jazz, Terri Lyne Carrington ve Jaga Jazzist & Nils Petter Molvaer kasım ayında İstanbullu cazsevenlere tadına doyulmaz bir müzik şöleni sunacak.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü bünyesinde çalışmalarını sürdüren İBB Cemal Reşit Rey Konser Salonu (CRR), kasım ayında dünyaca ünlü caz sanatçılarını sahnesinde ağırlayarak kapılarını caz müziğinin tutkunlarına açıyor.

İlk albümünü 1991 yılında yayınlayan Amerikalı modern caz dörtlüsü Fourplay, “25. Yıl Dönümü Turnesi” kapsamında 3 Kasım Salı günü 20.00’de CRR’de konser verecek. Son olarak “Let’s Touch The Sky” ve “Esprit De Four” adlı iki önemli albüm kaydeden efsanevi smooth caz grubu, 25. yılını İstanbullu cazseverlerle kutlayacak.  

Grammy ödüllü sanatçı Maria Schneider ve orkestrası, “The Thompson Fields” albümünün dünya galasını 6 Kasım Cuma günü 20.00’de CRR’de yapacak. Albümündeki 8 bestenin sahibi olan Schneider, bu projesiyle bir caz orkestrasının ne kadar kıvrak ve güçlü olabileceğini CRR’deki konuklarına gösterecek. 

Hiromi Trio Project adıyla bir araya gelen caz piyanosunun çılgın kızı Hiromi, davulcu Simon Phillips ve basçı Anthony Jackson’dan oluşan muhteşem üçlü, 7 Kasım Cumartesi günü saat 20.00’de seçkin eserleriyle CRR’de sahne alacak. Kendi sesiyle de çalıştığı son albümü “Voice: The Trio Project” ile Hiromi, caz tutkusu ve enerjisini İstanbullu müzikseverlere sunacak.

Grammy ödüllü Snarky Puppy, uzun bir aradan sonra hayranları ile CRR sahnesinde buluşacak. Müzikal geleneği yenilikçi anlayışla kaynaştıran grubu dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi İstanbul’da da koşulsuz dinlemek isteyenler, 9 Kasım Pazartesi günü saat 20.00’de CRR’de olacak.

İngiliz cazının son dönemde en yetenekli genci olarak gösterilen Zara McFarlane, 14 Kasım Cumartesi günü saat 20.00’de, CRR Konser Salonu’nda müzikseverlerle buluşacak. Herkese caz dinletecek çağdaş bir müzik yapmayı hedeflediğini her fırsatta dile getiren İngilizlerin yeni caz starı, konuklarına unutulmayacak bir performans vaat ediyor.

Beş profesyonel eğitimci müzisyenin bir araya gelmesiyle oluşan East in Jazz, Doğu seslerinin caz müziği formları içinde farklı bir şekilde yapılandırarak çok sesli Türk müziğini cazseverlerin beğenisine sunacak. Program, CRR’de 17 Kasım Salı günü saat 20.00’de başlayacak.

İki Grammy ödülüne sahip davulcu, besteci ve grup lideri Terri Lyne Carrington yeni projesi olan “Terri lyne Carrington’s Mosaic Project: Love & Soul” ile CRR Konser Salonu’na 21 Kasım Cumartesi günü saat 20.00’de konuk olacak. “En İyi Caz Vokal Albümü” dalında Grammy ödüllü bu projedeki 14 şarkının seslendirileceği konserde, davetliler büyülü dakikalar yaşayacak. 

Norveç’in modern caz dünyasına armağan ettiği iki büyük isim, Jaga Jazzist ve Nils Petter Molvaer, 29 Kasım Pazar günü saat 20.00’de CRR’ye misafir olacak. Farklı fikir ve müzikal stillere sahip 9 müzisyenden oluşan Jaga Jazzist, “Starfire” albümünden parçalar seslendirecek. 


Max : Köpek Bahane Propaganda Şahane

Salı, Ekim 27, 2015
Max
11 Eylül saldırısı sayesinde aradığı düşmanı ortadoğu’da bulan Amerikan sineması her fırsatı kullanmaya devam ediyor. Sniper, gazi, travma sonrası stres bozukluğu derken iş sonunda köpeklere de gelmiş. Yaz sezonunda gişede de beklentileri karşılayan izleyici dostu olarak ses getiren Max, güvenlik güçlerinin eğitimli destek kuvveti köpeklere odaklanıyor. Afganistan’da ölen köpeklere adandığının da altını çizmeyi ihmal etmiyor. 

Boaz Yakin ve Sheldon Lettich’in senaryosunu kotardığı filmin yönetmeni de Yakin. 90’lı yıllara damga vuran klasik “Bloodsport”ın senaristi olarak adını duyan Lettich, Jean-Claude Van Damme’lı filmlerle ünlenmiş ve yönetmenliğe de geçiş yapmıştı. Son olarak 2006’da “The Hard Corps”u yazan ve yöneten Lettich’in geri dönüşü de filme militarizm sosu eklemek için olsa gerek. Aynı dönemde “The Punisher”in senaristi olarak sinemaya adım atan Yakin de 1999’da yazıp yönettiği “Fresh” ile müthiş bir çıkış yapmıştı. Bir yıl sonra “Remember the Titans” ile devam eden Yakin “Prince of Persia: The Sands of Time” ve “Now You See Me”nin senaristlerinden biri olarak gişe başarısını da tatmış bir isim. 2012’de yazıp yönettiği “Safe”in ardından yeniden motor demiş. Oyuncu kadrosunu da tanıdık simalardan oluşturmuş. Thomas Haden Church, Luke Kleintank, Lauren Graham, Robbie Amell, Jay Hernandez, Owen Harn, Josh Wiggins, Mia Xitlali ve Dejon LaQuake dizilerden tanıdığımız yüzler.

“Köpekler, 1. Dünya Savaşı'ndan beri Amerikan ordusunda kullanılmaktadır. Irak ve Afganistan'da 3000'den fazla köpek kullanılmıştır. 2003'ten bu yana 26 köpek ve 25 eğitmen, vatanına hizmet ederken ölmüştür. Bu hikaye, onların anısına adanmıştır.” notu aslında bizi nasıl bir filmin beklediğini özetliyor. Filme adını veren köpeğe odaklanırken gerekli tüm numaralar çekilecek ve tüm mesajlar verilecek. Açılışını Afganistan’da yapan film, Max ve Kyle ile tanıştırıyor bizi. Silah ve patlayıcıları bulmakla görevli kahraman köpek tüm maharetini sergiliyor. Sonraki görevde işler ters gidince Kyle ölüyor ve Max de ülkeye geri dönüyor. Ölüm onu etkilemiş ve savaştan dönen askerlerin sendromundan muzdarip o da. Uyutulması düşünülürken Kyle’ın cenazesinde kardeşi Justin’e farklı davranarak yakınlık gösterince işler de değişiyor. Max bu kez bir ailenin parçası olarak hayatlarını değiştiriyor...

Tamamen formüle olan filmin senaryosu o kadar zorlama ki neredeyse hiçbir ayrıntı atlanmamış. Olayların Texas’ta geçmesi, babanın bıyıklı bir gazi olması, annenin sürekli gülücükler saçmaktan ibaret olması, Justin’in ilgisiz ergenliği, en yakın arkadaşının meksikalı olması, kötülerin de daha ilk sahneden kendini belli etmeleri... Saymakla bitmeyecek hesapları tam da hedeflediği propaganda için yapıyor film. Max hayatına girince Justin’in hemencecik bir kız arkadaşı oluyor, popüler bir gence dönüşüyor. Elbette bu dönüşümün sonu kahramanlık...

Tamamen klişelerden faydalanarak ilerleyen filmin karakter yaratmak gibi bir derdi yok. Olabildiğince tanıdık tiplemeler üzerinden karikatür olarak kalıyorlar. Bu da inandırıcılığın yerinde yeller esmesini sağlıyor. Gişe için yapılmış bir propaganda filmi olsa da en azından daha sıcak bir atmosfer ile aile filmine daha yakın bir ton bekliyor insan. Ama ne mümkün... Hedefi neyse tamamen ona odaklanarak en ufak fırsatı dahi kaçırmadan seyircisini mesaj bombardımanına tutuyor. Diyalogların bu kadar düz mantıkla kreş seviyesinde olması da bu hesabın sonuçlarından. Böylece ortada ne doğallık kalıyor ne dişe dokunur bir sahne ne de mantıklı herhangi bir an... Vermek istediği duyguları bir bir ıskalayan filmin süresi de bir hayli uzun. 111 dakika gibi görünse de hissedilen en az üç katı oluyor. Köpekli filmler arasındaki yeri de ancak sonlarda olabilir.

20 milyon dolar bütçeli film 26 Haziran’da ülkesinde vizyona girmiş ve hafta sonu gişesiyle bu rakamın yarısını toplayarak umut da vermişti. Bu kadar Amerikan bir filmin 12 ülkede daha gösterime girmesi de şaşırtıcı bir başarı. Ekim ayı itibariyle halen süren gösterimlerle hem seyirciden tam not almış hem de gişeden istediğini toplamış durumda. Bizde vizyona girip girmeyeceği ise şimdilik belli değil.

Kahraman Amerikan askerlerini anlatmak için köpekleri kullanarak propaganda yapan Max’e film demek sinemaya hakaret olur. Tam anlamıyla uzak durulması gereken bir kamu spotu...


Matbuat Yayın Grubundan İki Yeni Kitap

Salı, Ekim 27, 2015
Matbuat Yayın Grubu bu hafta iki yeni kitabını okuyucu ile buluşturuyor. Her ikisi de kurgu dışı türünden olan kitapların ilki, Direniş: İslamcı Devrimin Özü, diğeri ise Çin Dış Politikası adını taşıyor. 

Alastair Crooke ve İslamcı Devrimin Özü
Crooke, hâlihazırda kuruculuğunu yaptığı, çatışma çözümleri konusunda danışmanlık hizmeti veren Beyrut ve Londra merkezli Conflicts Forum’un direktörlüğünü yürütüyor. Uluslararası kamuoyuna mal olan özelliği ise İngiliz Dış İstihbarat Servisi ajanı olarak yıllarca İrlanda, Afganistan, Pakistan ve tüm Ortadoğu’da görev yapmış olması. Blair döneminde gizli servis görevinden alınarak AB Dış İşleri Komiseri Ortadoğu Danışmanlığı görevine getirildiği dönemde, başta Hamas ve Hizbullah olmak üzere devlet dışı aktörlerle temasın önde gelen ismi olarak temayüz etti. Hamas’ın fikir babalarından Şeyh Ahmet Yasin’le AB adına görüşmeler yaptığı ve MI6 ajanı olduğu İsrail basını tarafından sızdırılınca, bir süre sonra can güvenliği sebebiyle İngiltere’ye geri çağrıldı. Madalya ile taltif edilip, emekli edildikten sonra da Conflicts Forum’u kurdu.

Özgün bir türde yazılan kitapta, Batı ile İslamcı “Direniş” arasındaki sorun tarihi ve felsefi arka planının detaylı bir analizi ile ele alınıyor ve konunun esasını kavramanın önünde engel teşkil eden önyargıların nasıl inşa edildiği anlatılıyor. Crooke bu kitapta anılarını anlatmıyor, ama bir saha insanının gözünden İslamcı direniş hareketlerinin teorik motivasyonlarını anlamada değişik bir bakış açısıyla bir düşünce tarihi analizi yapıyor. Kitapta Cromwell’den Bush’a, Frankfurt Okulu’ndan Chicago Okulu’na, Kutub’dan Zizek’e zengin ve birbirini bugüne dek pek öne çıkarılmamış ortak eksenlerde kesen düşünceler, orijinal bir anlam çerçevesi içinde ve iştahlı bir üslupla anlatılıyor.

Kitap, Matbuat Yayın Grubu’nun tescilli markası İyidüşün Yayınları arasında ve Güney Ongun’un çevirisi ile satışa çıktı.
Orijinal Adı: Resistance: The Essence of Islamic Revolution
Orijinal Dili: İngilizce
Çeviren: Güney Ongun
Yayınevi: İyidüşün
Yayın No: 3
Sayfa Sayısı: 280
Fiyat: 24 TL


Stuart Harris ve Çin Dış Politikası
Matbuat’ın bu hafta yayınladığı ikinci kitap, Çin Dış Politikası adını taşıyor. Küresel bir siyasi güce evrilmesi kaçınılmaz görülen ölçekte ve istikrarlı biçimde ekonomik büyümesini sürdüren ve bu yönüyle ABD’nin de tüm dikkatini üzerinde yoğunlaştırdığı Çin’in dış politikası hakkında, yayın dünyasında ve akademik çevrelerde eksikliği hissedilen bir boşluğu doldurmaya aday bu kitabın yazarı bir Çin uzmanı olan Stuart Harris.

1931 doğumlu ve 1984-1987 yıllarında Avustralya’nın Dışişleri Bakanlığı görevini de üstlenmiş olan Harris, Avusturalya’da yaşayan ve bürokratik ve akademik kariyerinin büyük bir kısmında Asya ve Çin üzerine çalışarak bu konuda haklı bir uzmanlık kazanmış bir bilim insanı.

Kitapta Çin’in dış politikası; ekonomik, tarihi, topografik ve askeri açılardan enine boyuna işleniyor ve Çin’in küresel bir güç olma konusundaki niyet ve kapasitesi bütün bu unsurlardan hareketle analiz ediliyor. Çin’in ekonomik büyümesinin sürdürülebilirliği, ABD’ye ne denli tehdit oluşturabileceği, bölgesel politikaları ve bu bağlamda Japonya, Tayvan ve Güney Çin Denizi meseleleri hakkında yetkin değerlendirmelerin yer aldığı kitap, Aslan Yavuz Şir tarafından çevrildi.
Orijinal Adı: China's Foreign Policiy
Çeviren: Aslan Yavuz Şir
Yayınevi: İyidüşün
Yayın no: 4
Sayfa Sayısı: 280
Fiyat: 25 TL


KRP’nin Yeni Markasından İlk Kitap : Yay Bacaklı Çocuklar

Salı, Ekim 27, 2015
Faaliyetlerine 2011 yılında başlamış Ankara merkezli KRP Yayıncılık, Hyperion, Olasılık ve Mızıka’nın ardından dördüncü markasını da okurla buluşturuyor. Yeni marka “Kumdan Kale”nin ilk kitabı “Yay Bacaklı Çocuklar” ay içinde raflarda yerini alıyor...

Otuz yılı aşkın zamandır çocuklarla çalışan sanatçı Ayşegül Erer’in yazıp resimlediği ilk kitabı Yay Bacaklı Çocuklar, raflardaki yerini alıyor. Eser, Kumdan Kale Yayınları’nın ilk kitabı...

Yazar; hepimize arkadaşlık, macera, hayvanlar, dünyamızı korumak, mızıkçılık yapmamak ve daha bir sürü şey üzerine küçük bir hikâye anlatıyor…

Yay Bacaklı Çocuklar, göz alıcı resimleri ve ilginç hikâyesiyle okul öncesi ve ilkokul çağı çocuklarının dünyasını zenginleştirecek, kafalarında soru işaretleri oluşturacak ve onları eğlendirecek bir kitap.

Ayşegül Erer
Otuz yılı aşkın süredir çocuklara ve gençlere sanat alanında eğitim veren Ayşegül Erer, tasarımın birçok alanında üreten bir sanatçı. Aynı zamanda bir portre ressamı olan yazarın ilk eseri Yay Bacaklı Çocuklar, 2015 Ekiminde yayınlandı. İstanbul’da yaşayan sanatçı, çalışmalarını atölyesinde sürdürüyor.

Yayın Markası: KUMDAN KALE
Türü: Çocuk edebiyatı / Okul öncesi
Yazan ve Resimleyen: Ayşegül Erer
İlk Baskı: Ekim 2015
Sayfa: 36
Fiyatı: 9 TL


Kürk Mantolu Madonna Mert Fırat’ın Sesiyle Seslenen Kitap’ta!

Pazartesi, Ekim 26, 2015
Eserlerinde insanların görünmeyen ve bilinmeyen yüzlerini ortaya çıkartan Sabahattin Ali’nin oldukça güçlü bir tutkuyu öne çıkardığı efsane eseri Kürk Mantolu Madonna, ünlü oyuncu Mert Fırat’ın seslendirmesiyle Seslenen Kitap’ta yerini aldı. Kürk Mantolu Madonna’da Sabahattin Ali, düzenin yok ettiği kişilikler, yaşamın geçiciliği ve aşkın olanaksızlıklarına dair yanıtlanması zor sorular soruyor.

Sabahattin Ali’nin efsane eseri Kürk Mantolu Madonna’yı Seslenen Kitap için seslendirmekten dolayı oldukça mutlu olduğunu söyleyen Mert Fırat, defalarca okuduğu, üzerinde çalıştığı ve film hazırlığı aşamasında olduğu bu eseri seslendirme sürecinde, her karakterle yeniden yakınlaşma fırsatı bulduğunu belirterek kendisi için çok değerli ve verimli bir çalışma olduğunu belirtti.

Birçok önemli yazarın temsilciliğini yapan Türkiye’nin en eski ve köklü telif hakları ajansı olan ONK Ajans adına konuyla ilgili görüşlerini belirten Mehmet N. Karaca, Seslenen Kitap ile aralarındaki işbirliğinin ilk adımı olarak, çok özel yazarları arasında yer alan Sabahattin Ali’nin ölümsüz eseri Kürk Mantolu Madonna’nın seslendirilmiş olmasının kendilerini oldukça mutlu ettiğini söyledi. Kısa bir gelecekte hem Sabahattin Ali’nin, hem de diğer pek çok yazarlarının değerli eserlerinin bu mecrada dinleyicilerle buluşmasının mümkün olmasını dilediklerini sözlerine ekledi.

Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’da hayatı, insanları ve aşkı sorguladığı unutulmaz satırlara imza attı;

‘İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rasgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar’.

‘Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?’

‘Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi’(Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali).

Mert Fırat’ın seslendirdiği Kürk Mantolu Madonna’ya Seslenen Kitap’ın web sitesinden, iOS, Android ve Windows telefon mobil ve masa üstü uygulamaları üzerinden ulaşabilirsiniz.

İBB Cemal Reşit Rey’den Klasik Müzik Konserleri ve Resitaller Serisi

Pazartesi, Ekim 26, 2015
İBB Cemal Reşit Rey Konser Salonu, “Klasik müzik konserleri ve resital serisi” kapsamında bu ay; Ece Demirci, Christian Zacharias, Alisa Weilerstein & Inon Barnatan, Pavel Haas Quartet, Hagen Quartet ve Ayur Trio’yu konuk edecek. 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü bünyesinde çalışmalarını sürdüren Cemal Reşit Rey Konser Salonu (CRR), İstanbulluları dünyaca ünlü oda müziği toplulukları ve milyonların hayranlığını kazanan müzisyenlerin resital serileriyle buluşturacak.  

Türk Beşleri’nden başlayarak seçilmiş  bestecilerimizin 1937-2014 yılları arasında  yazdıkları eserlerinden oluşan “İz Bırakanlar” projesi ile Ece Demirci, 2 Kasım Pazartesi günü 20.00’de CRR’de olacak. Cemal Reşit Rey, Ahmet Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin’in de içlerinde yer aldığı özellikle karakteristik üsluplarıyla öne çıkan uluslararası düzeyde iz bırakan birbirinden kıymetli sanatçıların bestelerine yer verilecek. 

Alanının en prestijli ödüllerini almaya hak kazanan dünyanın önde gelen piyanistlerinden Christian Zacharias, farklı dönem ve üsluplardan eserlere yer vereceği zengin, alacalı bir “piyano edebiyatı” sunusu ile 5 Kasım Perşembe günü 20.00’de CRR’ye konuk olacak. Sanatçı sıra dışı piyano performansı ile müzikseverlere eşsiz bir gece yaşatacak. 

Klasik repertuvarın yanı sıra modern eserlere hâkimiyetiyle de dikkat çeken ve bu çok yönlülüğü sayesinde dünyanın dört bir köşesindeki prestijli orkestra ve şeflerle çalışma imkânı bulan çellist Alisa Weilerstein, piyano başında harikalar yaratan Inon Barnatan ile İstanbullulara piyano-çello resitali sunacak. Program, 12 Kasım Perşembe günü CRR’de 20.00’de başlayacak. 

The Times gazetesi tarafından “Virtüözitenin ve derinliğin mükemmel bileşkesi” olarak tanımlanan Pavel Haas Quartet, 19 Kasım Perşembe günü 20.00’de Prokofiev, Beethoven ve Bartók’un eserlerinden oluşan bir repertuvar ile sahnede olacak. 

Dünyanın en önemli yaylı çalgılar dörtlüsünden biri olan Hagen Quartet, 26 Kasım Perşembe günü 20.00’de müzikseverlere unutulmaz bir oda müziği konseri verecek. Topluluk konserde; yaylı çalgılar dörtlüsü türünün kurucu isimlerinden Josef Haydn, Geç Romantizm’in müstesna ismi Hugo Wolf ve türünün 20. yüzyıldaki belki de en iyi örneklerini veren Béla Bartók’un seçkin eserlerini dinleyicilerin beğenisine sunacak.

2011 yılında Hollanda’da kurularak hızlı ve başarılı bir başlangıç yapan Ayur Trio, 30 Kasım Pazartesi günü 20.00’de CRR’de müzik ziyafeti verecek. Piyanoda Hülya Keser, kemanda Adelina Hasani ve çelloda Paul Uyterlinde’den oluşan Ayur Trio, sonbaharın son konserinde dinleyicilerle buluşacak.



 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template