♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

CRR’de Oda Müziği Konserleri ve Resitaller Serisi Sürüyor

Salı, Mart 31, 2015
İBB Cemal Reşit Rey Konser Salonu, “Oda müziği konserleri ve resital serileri” kapsamında bu ay klasik müzik alanında altın plak kazanan Katia&Marielle Labèque kardeşler ile Grammy ödüllü Pasifica Quartet’i ve Budapeşte Festival Orkestrası’nın Oda Müziği Topluluğu’nu konuk edecek.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü bünyesinde çalışmalarını sürdüren Cemal Reşit Rey Konser Salonu (CRR), İstanbulluları dünyaca ünlü oda müziği toplulukları ve milyonların hayranlığını kazanan müzisyenlerin resital serileriyle buluşturacak.  

CRR, nisan ayındaki oda müziği konserleri ve resital serisinin ilk programında klasik müzik alanında altın plak kazanan Katia&Marielle Labèque kardeşleri konuk ediyor. Aralarındaki uyum, eşsiz senkronizasyonları ve enerjileriyle dikkat çeken kardeşler, 2 Nisan Perşembe günü 20.00’de dinleyicilere piyano resitali verecek. Dünyaca ünlü orkestralar ve şeflerle aynı sahneyi paylaşan kardeşler konserde; Mozart ve Schubert’tin eserlerini seslendirecek. Programda ayrıca, 20. yüzyılı en iyi yansıtan eserlerden biri olan ‘Bahar Ayini’nin bestecisi Stravinsky tarafından iki piyano için uyarlanmış versiyonu da dinleyicilerin beğenisine sunulacak. 

Coşku dolu performansları ve cesaret isteyen repertuvar seçimleriyle tanınan Grammy ödüllü Pasifica Quartet, 17 Nisan Cuma günü CRR’de dinleyicilerle buluşacak. 20 yılı aşan birliktelikleriyle günümüzün en iyi oda müziği topluluklarından biri olarak gösterilen Pasifica Quartet, 1. kemanda Simin Ganatra, 2. kemanda Sibbi Bernhardsson, viyolada  Masumi per Rostad ve viyolonselde Brandon Vamos’tan oluşuyor. Amerika, Avrupa, Asya ve Avustralya’nın önemli salonlarında düzenli olarak konserler veren dörtlü bu kez İstanbullulara muhteşem bir akşam yaşatmaya gelecek. 

Budapeşte Festival Orkestrası’nın Oda Müziği topluluğu, “Bridging Europe” başlığı altında her yıl başka bir ülkenin kültürüne özgü eserleri icra ederek kültürler arasında köprü kuruyor. Topluluk bu kez de Türk müziğinde önemli bir yere sahip olan Cemal Reşit Rey,  Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses’ten oluşan “Türk Beşleri”nin oda müziği eserlerini seslendirecek. Müzikseverlerin ender görebilecekleri bu konser, 22 Nisan Çarşamba günü 20.00’de başlayacak.  


2 Nisan Perşembe / 20.00
KATIA & MARIELLE LABEQUE İKİ PİYANO RESİTALİ
Program
W. A. MOZART   İki Piyano için Sonat , Re majör, K 448 ( 375a) 
F. SCHUBERT    Fantazi,  Fa minör,  Op.103 D.940
I. STRAVINSKY  Bahar Ayini ( besteci tarafından iki piyano için uyarlama )
Bilet Fiyatları: 90-70-50-30


17 Nisan Cuma / 20.00
PACIFICA QUARTET
Simin Ganatra 1. Keman
Sibbi Bernhardsson  2.Keman
Masumi per Rostad viyola
Brandon Vamos viyolonsel 
Program
J. Haydn  Yaylı Sazlar Dörtlüsü  op.76 no: 4 ‘sunrise’
G. Ligeti  Yaylı Sazlar Dörtlüsü No.1
L.V.Beethoven Yaylı Sazlı Dörtlüsü  op.59 no:2
Bilet Fiyatları: 90-70-40-20


22 Nisan Çarşamba / 20.00
BUDAPEŞTE FESTİVAL ORKESTRASI ODA MÜZİĞİ TOPLULUĞU
‘’Türk Beşleri İçin’’
Program :
C.R.REY  Andante ve Allegro, Keman ve Yaylılar için
N.K.AKSES Yaylı Sazlar Kuarteti 
H.F.ALNAR  Trio, Keman, Viyolonsel ve Piyano için
U.C.ERKİN Beşli, Yaylı Çalgılar Dörtlüsü ve Piyano için
A.A.SAYGUN  Concerto Da Camera, Op 62
Bilet Fiyatları: 90-70-40-20


Aileler, Öğretmenler ve Çocuk Psikiyatrisi Uzmanları İçin Başucu Kitabı : Çocuklarda Dürtüsellik

Salı, Mart 31, 2015
Aile şöyle diyor: “Daha karnımdayken bile kıpır kıpırdı.”, “Televizyon izlerken bile amuda kalkar, taklalar atar.”, “Bu çocuğun freni yok!”, “Kaç yaşına geldi hâlâ söz kesmemeyi öğrenemedi.”, “Düşünmeden hareket ediyor.”, “Çok sabırsız, istekleri hemen olsun istiyor.”, “Onun yüzünden komşulara rezil olduk.”

Öğretmeni şöyle diyor: “Dersi dinleyemiyor, etrafıyla çok ilgileniyor.”, “Derste dalıp gidiyor.”, “Başladığı işi bitiremiyor.”, “Tahtada yazılanları tam olarak defterine geçiremiyor.”, “Öğrendiklerini çabuk unutuyor.”, “Soruları sonuna kadar okumadan yanıtlıyor.”

O ise şöyle diyor: “İçimde bir motor var ve durmuyor.”, “Kafamdaki düşünceler o kadar hızlı ki durduramıyorum ve çok yoruluyorum.”, “Pişmanım ama elimde değil.”, “Kendimi kendimden koruyamıyorum.”, “Kimse beni sevmiyor.”, “Hiç arkadaşım yok.”, “Beni kimse oyuna almıyor.”, “Elimde değil.”, “Çok çalıştım ama sınavda yapamadım.”, “Ben aptal mıyım?”

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) aşırı hareketlilik, dikkat eksikliği ve dürtüsellik olarak isimlendirilen üç temel belirti kümesinden oluşan nörogelişimsel bir bozukluktur. Çocukluk çağının iyi tanımlanmış ve en önemli psikiyatrik sorunlarının başında gelir. DEHB, yaşam boyu devam eden bir bozukluktur. Aile, öncelikle çocuğunda DEHB’nin varlığını kabul etmeli ve çocuğun davranışlarını yönlendirirken bu durumu mutlaka göz önünde bulundurmalıdır. DEHB, çocukluk döneminde başlar, ergenlik ve erişkinlik dönemlerinde ise belirtiler azalsa da devam eder.

DEHB, çocuğun yaşam kalitesini belirleyen, birçok alanda işlev kaybı ile seyreden bir bozukluktur. DEHB’li çocuklar davranışsal, bilişsel, sosyal ve duygusal alanda birçok sorun yaşarlar. Oyunların kurallarına uymada zorlanmaları, sıralarını bekleyememeleri, hep kendi dedikleri olsun diye tutturmaları nedeniyle arkadaş ilişkileri bozulur. Sorumluluklarını yerine getirememeleri, günlük rutinleri takip etmedeki güçlükleri ve organize olamamaları nedeniyle ev içinde sürekli çatışma alanları oluşur. Dersleri yeterince takip edememeleri, ödevlerindeki eksiklikler, düzenli ders çalışma alışkanlığı edinememeleri nedeniyle okulda öğretmenleri ile sorunlar yaşarlar. Sonuçta yaşantılarının birçok alanını etkileyen bu soruna anne babalar, öğretmenler, arkadaşlar ve çevrelerindeki birçok kişi dâhil olur. Tıbbi bir bozukluğun sosyal bir soruna yol açması durumu söz konusudur. Bu nedenlerle DEHB’nin çocuğun biyolojisi ve kimyası ile ilgili bir bozukluk olduğunun çevresi tarafından anlaşılması ve kabul edilmesi zordur. 

Çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanları Prof. Dr. Mücahit Öztürk ve Yrd. Doç. Dr. Şaziye Senem Başgül, bu kitapta dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunu sebepleri, sonuçları, tedavi imkânları ve hukuki boyutuyla, kısacası her yönüyle ele alıyor.

Beş bölümden oluşan kitap, “Beyin, Biyokimyasal Yapısı, Sebepler ve Sonuçlar” başlıklı ilk bölümde çocukların beyin gelişimi ve öğrenmenin temel koşullarını aktarırken, “Bütün yönleriyle dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu” başlıklı ikinci bölümde DEHB konusunda eksik bir başucu kaynağı oluşturarak tanıyı koymuş. “Evde ve okulda dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu”, “Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda diğer sorunlar”ın sonrasında da beşinci bölümde “Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun tedavisi ve baş etme yöntemleri” anlatılmakta... Konu ile ilgili tam bir başucu kaynağı...

Prof. Dr. Mücahit Öztürk
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı
1965 yılında Eskişehir’in Günyüzü ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Eskişehir’de tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1990 yılında mezun oldu. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında uzmanlık eğitimini tamamlayıp Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı oldu. 2000 yılında doçent, 2007 yılında profesör unvanı aldı. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. PEDAM psikiyatri merkezinde çalışmaktadır. 2007 yılında Çocukta Ruhsal Sorunlar, 2006 yılında 99 Sayfada Okul Fobisi ve 2008 yılında Boşanmış Ailelerde Çocuk isimli kitapları yayınlanmıştır. Evli ve 3 kız çocuk babasıdır.

Yrd. Doç. Dr. Şaziye Senem Başgül 
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı
1971 İstanbul doğumlu. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. 1994 yılında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 2007 yılında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda eğitimini tamamlayıp Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi uzmanı oldu. 2012 yılında Yardımcı Doçent unvanı aldı. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Güneş Çocuk Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nde çalışmaktadır. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Derneği özel gereksinimli çocuklar komisyonu kurucu başkanı ve Down Türkiye Derneği danışman doktoru ve yönetim kurulu üyesidir. 2011 yılında basılan Ailede Cinsel Eğitim isimli kitabın yazarlarındandır. Evli ve biri kız diğeri erkek 11 yaşında ikiz annesidir. 

Çocuklarda Dürtüsellik
Yazarlar: Prof. Dr. Mücahit Öztürk, Yrd. Doç. Dr. Şaziye Senem Başgül
Yayınevi: Hayykitap - 296
Kategori: Mutlu Aile - 10
Türü: Sağlık / Pedagoji
Birinci baskı: Nisan 2015
Sayfa sayısı: 152
Fiyatı: 12 TL


Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nden Yeni Kitap : İlahi Sol

Pazartesi, Mart 30, 2015
Temsil etmenin sona erdiği bir çağda yaşıyoruz. Sorun artık temsil etmek değil modaya uymaktır. “Siyasetçiler” umarsız bir şekilde modaya uymaya çalışıyor; başka bir deyişle yaptıkları konuşmaların önceden belirlenmiş özel efektler, ortam ve performanstan ibaret olduğu söylenebilir. Yaymaya çalıştıkları ideoloji, sahip olduğumuz sağlam ve samimi inançlarda en ufak bir değişikliğe yol açmıyor.

Bu, bir gösteriye dönüşmüş siyaset ve medya profesyonelleri zaferidir. Kendini hâlâ “ilahi” özellikler taşıyan, şeffaf, erdemli ve ahlaklı, yerleşik değerlerle kesinlikle tarihe mal olmuş değerlerin temsilcisi olarak gören sol ise hezimete uğramıştır. Bu durumda kitlelerin ironik duyarsızlıklarına muhatap olmaktan başka seçeneğe sahip olamaz.

1978-1984 yılları arasını kapsayan bir dönemde solla ilgili bu günlük, yeni duyarsızlık stratejileriyle oynamasını bilenlerin kazanacağı bir simülasyon evreninin çözümlemesini yapmaktadır.

Yeni tanışanlar için Jean Baudrillard
(1929-2007) postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine çalışmalarıyla ünlenmiş bir düşünürdür. Sorbonne Üniversitesi’nde Almanca okudu. Mezun olduktan sonra bir süre eğitim kurumlarında Almanca öğretti. 1950-1960’lar arasındaki dönemde, Cezayir sorunu yaşamını ve düşüncesini fazlasıyla etkiledi. Almanca öğrettiği bu dönemde sosyoloji dalındaki doktora tezine de devam etti. 1966’da doktora tezini bitirdi. Eyül 1966’da Université de Paris-X Nanterre’de asistan oldu. 1968’deki öğrenci olaylarının etkisinde kaldı, Yapısal Marksizm ve medya teorileriyle ilgilendi. 1972’de aynı üniversitede profesör olarak sosyoloji öğretmeye başladı. 1987’den 1990’a kadar Université de Paris-IX Dauphine’de görev aldı. Çok sayıda önemli esere imza atmıştır.Araştırmalar Direktörü ve İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesidir. Sadık Ünay’ın akademik çalışmaları ağırlıklı olarak küresel yönetişim, yükselen güçler, uluslararası ekonomik kuruluşlar ve Doğu Asya ekonomi politiği üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Eser Adı: İlahi Sol
Eser Alt Başlığı: 1977-1984 Döneminin Günlük Olayları Hakkında
Yazar: Jean Baudrillard
Çeviren: Oğuz Adanır
Yayınevi : Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi
Orijinal dil: Fransızca
Türü : Siyaset
Basım Tarihi: Mart 2015 
Basım Bilgisi: 1. Basım
Sayfa Sayısı: 146
Etiket Fiyatı: 25 TL
Çıkış tarihi : 1 Nisan 2015


At the Devil's Door : Kesişmede Fısıldanan

Pazar, Mart 29, 2015
Tarihin en eski rekabetidir şeytan ile insan arasında geçen bitmek bilmeyecek mücadele... Yaratıcının yanından kovulunca düşman olduğu insanın aklını çekmek için her türlü numarayı deneyen şeytan çoğunlukla insanları ele geçirir ve kötülüğü ilk elden daha iyi yayma fırsatı bulur... Bazen de kendi tohumunu bırakmak ister dünyaya... “Rosemary’s Baby” ve “Omen” serisinde gördüğümüz şeytanın çocuğu meselesine uzun zaman sonra yeniden dönüyoruz... Bir kez daha deniyor şeytan, insan gibi olmayı... Haliyle de kapıya dayanıyor “At the Devil’s Door” ile... 2014 yapımı Amerikan gerilimi “Şeytanın Kapısı” adıyla vizyonda...

Korku gerilim türünün durmaksızın motor demesine rağmen yeni ve iyiyi bir türlü yakalayamadığı ortamda aynı adlı kısa filminden uzun metraj çıkartmıştı Nicholas McCarthy... 2012 yılının en çok beğenilen filmlerinden biri olan “The Pact” bildik bir konuyu işliyorsa da kurduğu atmosfer ve yarattığı gerilimle yönetmenin adını ümit vaat edenler listesine yazmamıza neden olmuştu... Yeni senaryosunu da kotardığı “At the Devil’s Door” ile ikinci uzun metrajına imza atmış oluyor... Oyuncu kadrosunu da tv destekli oyunculardan kurmuş...  Gençlerin gözdesi “Glee”nin yıldızı Naya Rivera, “Che” filmleriyle tanınan Catalina Sandino Moreno, “Awkward.”ın yıldızı Ashley Rickards ve “Missing” ile parlayan Nick Eversman kadronun öne çıkan isimleri... 

McCarthy şaşırtmayı seven bir yönetmen... Filmin resmi konusunun yine içeriğiyle çok ilgisi yok... Sonradan adının “Home” olarak değiştirerek izleyicisini neredeyse hiç ipucu vermeden buyur etmek istiyor... Konuyu okursanız lanetli ev gerilimi bekliyor sizi... Halbuki alakası yok... Filmini çok iyi başlatıyor McCarthy, iyi sahneler yaratıyor atmosferi ince ince işliyor ve günümüze geçiş yapıyor... Ne oluyorsa da ondan sonra oluyor... O başlangıcın filme hiçbir faydası olmadığını anlıyoruz... Kayıp kızın arada gözükmesiyle perili ev gerilimine göz kırpan yönetmenin asıl amacı ortalardan sonra ortaya çıkıyor... Senaryo ile mantıkla işi yok... Kurduğu sahneleri birbirine bağlamak için fazla kafa yormadan oldukça çalakalem bir konu var ortada... Bu yüzden ilk bölümden sonrası sürekli aksıyor ve temposuzluktan çekilmez oluyor... Enikonu şeytanın insan gibi olma isteği var ortada... Birini ayarlıyor ama başaramıyor... Emlakçı kızımız gelince tekrar deniyor ama onu da dolaylı yoldan yapmak istiyor nedense... Şeytanımızın vakti bol, sabırlı ve dolaylı yoldan çözüyor işlerini... İnsanı hamile bırakma konusunda kimseye ihtiyacı olmadığını bildiğimiz şeytanın gereğinden fazla sabırlı ve seçtiği kişiye aracı kullanarak ulaşmasında çok sorun yok aslında... Daha akıcı bir işleyişle belki hissetmezdik ama ağır temposuyla sıkıldıkça mantığımız devreye giriyor ve her şey iskambilden kale gibi dağılıyor... O saatten sonra şeytanın çocuğunu görsek ne olur, görmesek ne olur... Doğuştan kaybediyor ne de olsa gözümüzde... Sahne sahne bakarsak gayet iyi olan filmin bütünlüğü sağlayamaması yüzünden heba olması da kaçınılmaz oluyor... O sahnelerin de bir hükmü kalmıyor haliyle...

"Önemli olan döktüreceğim sahne, senaryo dediğin bahane" mottosuyla ilerleyen McCarthy’nin berbat finaliyle üzerine tuz biber ekmesi de fazla beklenmedik... En azından finaliyle bir sürpriz yapabilir ve her şeyi unutturabilirdi... Arada parlayıp sönen ve bolca esneten “At the Devil’s Door” başıboş gezinen şeytanına 91 dakikalık yoldaş arıyor ama şeytan bu, kandırmak için bekliyor!


İki Efenin Unutulmaz Destanı “Mor Cepkenliler” Yitik Ülke'den Çıktı

Cuma, Mart 27, 2015
30 yılda yazılan unutulmaz bir efe romanı! Aydınlı yazar Ahmez Zeki Muslu, Yörük Ali Efe ve Kıllıoğlu Hüseyin Efe'nin "Mor Cepkenliler"ini bu dev kitapla ölümsüzleştirdi. 

İzmir'in işgalinden "Milli Mücadele"ye geçiş dönemi, Kurtuluş Savaşı'nın önemli bir evresidir. Bu dönem, eşraf ile din adamının, yurtsever subay ile aydının el ele verdiği arayış dönemidir. Ve bu dönemin en önemli öznelerinden biri de kuşkusuz "mor cepkenli" Batı Anadolu zeybekleridir. Onlar saf ve gerçek bir yurtseverlikle hareket ettiler. Gecikmeden silaha sarılıp Yunan işgalini durduran, bu mor cepkenlilerin verdiği mücadele, Türk romanında gerektiğince yer almadı. Dahası onları savaşmaya iten nedenler ve bu saf gerçek toplumsal bellekten ha silindi ha silinecek. Anımsayalım, örgütlenmede, Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Kozalaklı Mehmet Efe ve Demirci Mehmet Efe gibi her biri birer eşkıya olan bu mor cepkenlilerin, köylü kitleleri üzerindeki nüfuzundan yararlanılmaya çalışıldı. Kuvayi Milliye adı altında toplanan bu birlikler, Denizli yönünde ilerleyen Yunan ordusunun karşısına demiryolu boyunca dikildiler. Yörük Ali Efe ve Demirci Mehmet Efe, iki farklı dünyanın iki efesi.

Ahmet Zeki Muslu, işte bu direnişi ve coğrafyayı, otuz yıllık bir araştırmadan sonra "Mor Cepkenliler"de anlattı. Pek çok kişiyle konuştu, onlarca yazılı kaynağı taradı. Kitabın ikinci cildiyse "Menderes'in İki Yakası" adını taşıyor. Yazarımız, işgal ordusuna ilk kurşunu sıkan, Çineli "Kıllıoğlu Hüseyin Efe" ekseninde, onları ve "Kurtuluş Savaşı"nın bu cephesini, bir kez daha ölümsüzleştirdi. “Mor Cepkenliler”, Yitik Ülke Yayınları'nca yayımlandı. 

Mor Cepkenliler, Ahmet Zeki Muslu, Roman, 440 sf, Yitik Ülke Yayınları, 25 TL

Marslı : Gezegende Tek Başına

Perşembe, Mart 26, 2015
Biz “pdf okuyamıyorum”, “E-kitap nedir yahu. Kitap dediğin basılı olacak, dokunacaksın sayfalarına” demeye devam edelim, okyanusun öbür ucunda e-kitap büyük ilgi görüyor ve okurlara yepyeni heyecanlar yaşatıyor... Herkesin dilinde aynı söylem: “Yayınevleri risk almıyor!” Böylesi anlarda internet, beklenen altın golü atmak için uygun ortam... Yazarların ellerinde dosyaları, yazdıklarını yayımlatmak için uğraşırken çok zaman kaybettikleri de malum... O zamanı da kısaltan bir formül, kendi romanını internet üzerinden yayımlamak... Birçok avantajı da beraberinde getiriyor. Bakıldığında çok dezavantajlı görünüyor halbuki... Büyük reklam kampanyaları yok, farkındalık yaratacak ilanlardan ve basındaki süslü cümlelerden uzakta keşfedilmeyi bekleyen kitaplar bunlar... Ve keşifçisinin okumak için onu teşvik eden hiç bir şey olmaması da her an vazgeçilebilir kılıyor bu kitapları... Bu dezavantajları aşmak ise gerçek reklam kampanyası oluyor: O meşhur fısıltı gazetesinde kulaktan kulağa yayılmak... İşte bu yollardan geçerek birçok dile çevrilerek dünyayı kapsayan bir etkiyle yayılan romanların sayısı giderek artıyor... Andy Weir’in “Marslı”sı da onlardan biri...

İnternette yayımlanan romanların içerik olarak en önemli artısı, bir yayınevinin süzgecinden geçmemesi... Bu denetimsizliğin özellikle kilit anlarda ticari kaygı için kalem oynatılmasından uzak durulması kurmaca romanları daha gerçekçi kılıyor... Okurken de hissediyorsunuz bu durumu... “Marslı”ının en büyük albenisi de burada... Hiçbir denetleyicisi olmadan okuruyla konuşuyor bir nevi Andy Weir... Kahramanının başına ne gelmesini istiyorsa geliyor, kimsenin etkisi altında kalmadan, kimseye yaranmak zorunda kalmadan... Bilmediği bir evrende sözcüklerin rehberliğinde ilerleyen okurun en büyük keyfi de bu... 

On beş yaşından bu yana programcılık yapan ve halihazırda yazılım mühendisi olarak çalışan Andy Weir, ilk romanı “Marslı”yı internette yayımlamasının ardından öyle büyük bir ilgiyle karşılandı ki, haklarını önce bir yayınevine satarak kitabını basılı olarak gördü... Sonrası Ridley Scott’ın ilgi gösterip sinemaya da uyarlayacak olması... Tam bir Amerikan rüyası... Film demişken detaylandıralım... Şu anda post-prodüksiyon aşamasında olan filmin senaryosunu “Cloverfield”, “The Cabin in the Woods” ve “World War Z”nin senaristi Drew Goddard kotarırken yönetmen koltuğunda da Ridley Scott oturuyor... Matt Damon, Jessica Chastain, Michael Peña, Kristen Wiig, Jeff Daniels, Naomi Scott, Kate Mara ve Sean Bean’den oluşan oyuncu kadrosuyla 25 Kasım’da vizyona girmesi planlanan filmin büyük sükse yapacağı ve çok konuşulacağı şimdiden belli...

Ve gelelim romana... Yayımlandığı ilk tarih 2011... İnternette kendi halinde yayımlanan bir bilim kurgu olarak dilden dile yayılıyor ve tür içerisinde belli bir yer edinmesi de sanal alemde gerçekleşiyor kısa sürede... Klişeler üzerinden ilerleyen fantastik bilim kurgulara teslim olmuş bir ortamda özel yetenekli bir karakter ya da uzaylı barındırmadan sıradan biri üzerinden ilerleyen bir roman “Marslı”... Olabildiğince gerçeğe yakın, hatta yaşanmış bir hikaye olduğunu düşündürecek kadar güçlü... 2013 yılında sesli kitaba dönüşmüş önce, basılı olarak yayımlanmasıysa 11 Şubat 2014... Bir ay bile geçmeden New York Times’ın o meşhur Best Seller listesinde yerini almış... Üç yıl içerisinde internet üzerinde okurların birbirlerine öneriyle yayılan ve çok satar haline gelen roman bizde de Emre Aygün tarafından çevirilerek İthaki yayınları etiketiyle Aralık 2014’te raflarda yerini aldı... “Goodreads okurlarına göre 2014’ün en iyi bilimkurgu romanı” etiketiyle...

“Marslı”, temelde bir Robinson Crusoe öyküsü anlatıyor... Mars’ta keşif yapmak üzere yollanan ekibin yaşadığı aksilik sonrası apar topar dünyaya dönüşü sırasında geride kalan ve öldü zannedilen Mark Watney’in öyküsü... Kazadan uyandığında yaşamak zorunda olduğu günleri sayarak başladığı hesaplamalarla dünyaya dönüp dönemeyeceğine dair bir heyecana sürükleniyoruz... Sıradan bir botanist... Orada olma sebebi toprağı incelemekken imkansızı gerçekleştirmek olarak güncelleniyor... İnsanlığın Mars’a ilk kez insanlı uzay aracı göndererek yeni ufuklara yelken açtığı “Ares” programının üçüncü görevi Ares 3’ün en düşük rütbelisi koca gezegende tek başına kalıyor... Yemek, su, oksijen başta olmak üzere sorunlarla donanmış bir yaşam mücadelesine başlıyor... NASA’nın farketmesiyle dünyanın en ünlü adamı haline geliyor...

Andy Weir müthiş bir hikaye yaratmış ve heyecanı sürekli canlı tutarak merak duygusunu öyle bir yükseltiyor ki, romana başlayınca bırakmak neredeyse imkansız... Başka bir şey düşünemez oluyorsunuz... Aklından geçen her şeyi söyleyen kahramanımızın en ufak detayı bile atlamadan ayrıntılı anlatım ve tarifleriyle hesaplamaları da romanı çok gerçekçi yapıyor... Gereksiz cümle kurmadan dopdolu bir roman “Marslı”, türün gerektirdiği her şeyi de karşılıyor... Mizahı da mevcut, şaşırtıcılığı da... Beklenmedik olaylarıyla yarattığı heyecanı ve sürükleyiciliğiyle 2014’ün en iyi bilimkurgu romanı etiketini sonuna kadar hak etmekle kalmıyor, son yılların en iyileri arasında... Türe ilgi duyanlar için tam bir şölen... Okumak için tereddüt etmeyin...

Marslı / Andy Weir
The Martian
Çevirmen: Emre Aygün
Yayınevi : İthaki Yayınları
Aralık 2014 / 1. Baskı
415 Sayfa
25 TL


Postiga Yayınlarından Beş Yeni Kitap Üç Yeni Baskı

Çarşamba, Mart 25, 2015
2008 yılında sıra dışı bir fikirle kurulan ve bilinen anlamda yayıncılık politikası oluşturmadan, yenilikçi fikirleri ve yaratıcı kavrayışları gündeminde tutarak projeler geliştirmeyi kendine amaç edinerek, güncel eserleri halkla buluşturmayı hedefleyen Postiga Yayınları bu ay raflarda yerini alan beş yeni kitabını duyurdu... Bireylerin iç dünyasında kıvılcım yakmayı sağlayacak, dünyaya bakış açısını zenginleştirecek eserler sunun Postiga, üç romanın yeni baskılarını da okurlarına sunuyor...


Bir Deniz Kızı Hikayesi / Canan A. Düzgan
Kısa zamanda 3. baskısına ulaşan Belalı Korumam isimli kitabın yazarından... 

Okyanus…  Onu gördüğümde, dile getiremediğim ve aklımdan geçen tek şey buydu. Okyanus gibiydi gözleri. Okyanus bile bu kadar derin değildi belki... Çaresiz, yalvaran bakışlarıyla bana bakıyordu. Ve gözlerindeki yakarış, dudaklarında süzüldü. "Yardım et..." Sessiz... Güçsüz... Ürkek... Öyle olağanüstüydü ki aşkları... Öyle masum... İki yakın arkadaşıyla Karayipler'e tatile giden Walt'un aklında sadece üç şey vardı; kızlar, okyanus, eğlence. Peki, Karayipler'in en güzel koylarının birindeki mağarada, çaresiz,  okyanus gözlü bir kızla karşılaşınca, hayatının değişeceğini tahmin edebilir miydi?

İki aşık kalp... Walt ve Elka... Ölüme, imkansızlığa karşı ne kadar direnebilirdi?
"Yemin ederim sana her şeyi düzgün öğreteceğim. Korkunca öpülmüyor biliyor musun? O, sadece seni öpebilmek için uydurmuş olduğum bir yalandı. Pizzamı da paylaşabiliriz söz veriyorum. Yine dönmedolaba bineriz ve bu kez, korkmaman için sımsıkı sarılırım sana. Seninle uyumak için uydurduğum bahaneler olmadan beraber uyuruz...Hı?"
Mart 2015 / 1. Baskı / 733 Sayfa / 30 TL


Gençlik Hatırası / Ece Altınkaya
Sana Ateş Böceği ve Peri Kızının hikâyesini anlatmamı ister misin?

Masum bir masalın içinde çok sevmişlerdi, Peri Kızı ve Ateş Böceği… Birbirlerine bir kalp atımı kadar yakın olup, okyanus aşırı kadar uzakken. Yeryüzünde, insanlık tarihi kadar eski, yeri göğü yakacak kadar heyecan verici; ey AŞK! Ve yaşamaya devam ettikçe, o da bizimle birlikte var olacak. 
Çocuk yaşlarımın sonu genç kızlığımın başıydı. Başımda kavak yellerinin estiği, rüya gibi yıllardı. Henüz lisedeydim. Ve kalp kırıklığından henüz bihaberdim. Bir gün okulun çıkışına o geldi. Adı Ateş'ti. Adı gibi yakıp kavuran koyu renk bakışları, asi tavırları ve tavırlarına inat gülümsediğinde amansızca ortaya çıkan can yakan gamzeleri vardı. Ansızın gelmiş ve benim tekdüze çarpan yüreğimi alıp kendi yörüngesine fırlatmıştı. Ateş çenemden tutarak başımı tekrardan kendisine doğru kaldırmıştı. Güven veren ve ışıldayan bir gülümsemeyle bana bakmış "Ve eğer senin için kokum, biraz olsun senden bana esen ve beni serseme çeviren kokun gibiyse, şu zavallı kalbim mutuluktan çıldırabilir…"' demişti. Kocaman açılmış gözlerimle ona bakmıştım.

"Ben nasıl kokuyorum ki?
"Aşk gibi…"
Şubat 2015 / 1. Baskı / 464 Sayfa / 24 TL


Hançer / Ezgi Bağcı
Eğer yok olmak buysa, eğer insan yok olurken bütün güzel duyguları hissediyorsa, daha binlerce yok olabilirdi. Ölümdü… Bir gölge misali onu takip eden, aldığı her nefeste soğukluğuyla ciğerlerini dolduran ölüm. ‘Maskesiz,’ diye düşündü. Hançer maskesiz yaşayan bir ölümdü. Ve kadın... Ona doğru çekildiğini hissetti. Ufkun aslında bir uçurum olduğunu bilen minik bir serçeydi. Sonunun geldiğini hissetse de engel olamıyordu uçuşuna. İki sarmaşıktı ruhları, sarp kayalıklara tırmanmış, birbirine tutunan ve sonsuzluğa uzanırcasına sarılan… Dolandılar, birbirlerineydi bu aidiyet. Toprak yeşilde yalnızlığından kaçak, yeşil toprakta susuzluğuna damla. Ama kader ki, sarmaşıklara bir ruhu paylaşmak yazılmışsa, dolanmışlarken delicesine, kuruturlardı birbirlerini… Aşk bir yanda bembeyaz bir melek, bir yanda kalbe saplanmaya hazır bir Hançer’di. 

Tamamen siyahlara bürünmüş ve gecenin içerisinde kaybolmuştu. Kar maskesinin altından etrafını inceleyen koyu yeşilden griye dönen gözleri dikkatliydi. Bedeni her an harekete geçmeye hazır bir halde gerilmişti. Tetiğin ucunda tuttuğu parmağını saniyeler sonra kıpırdatacak ve hedefini indirecekti. Şu anda gözlediği hedefini…
Şubat 2015 / 1. Baskı / 352 Sayfa / 22 TL


Romantik Oyun / Elif Yılmaz
Romantik Oyun Başlasın!

“Aşk… Aşk, benim hastalığımın yan etkisiydi. Benim esas hastalığımın adı romantizmdi ve her şey, romantik bir oyunla başlamıştı.”

İki arkadaş... Birbirlerini etkilemek için bir oyuna girişirlerse ne olur? Steven ve Tina için her şey eğlenceli bir oyun olarak başladı. Tek amaçları oyunu kazanmaktı. Bu noktaya kadar ortada herhangi bir sorun görünmüyordu. Sorun, rakibini alt etmeye çalışırken birbirlerinden etkilenmeleriyle başlamıştı. İyi olan kazansın mottosuyla başlayan bu oyunda biri diğerinden daha iyiydi. Peki, ilk hangisi aşık olacaktı? Daha doğrusu söz konusu aşksa, ortada kazanan var mıydı? Romantik oyun başlasın!

“Her şeyi düzelteceğini bilseydim, sana sadece iki kelime söylerdim.”
Şubat 2015 / 1. Baskı / 311 Sayfa / 20 TL


Senden Bebek İstiyorum / Aslıhan Akagöz
Çok okunan Çirkin Güzel serisinin yazarından...
Bir adam neden baba olmak ister? Mutlu ve sıcacık bir yuvada kendinden bir parçaya hayat verip onu büyütmek için, olabilir mi? Ama Yiğit ve Mert’in baba olmayı kabul etmelerinin sebebi bu değildi. Büyükanneleri Pakize Hanım gülümseyerek, “İlk kim kucağıma bir torun verirse bütün servetim onundur,” deyince Mert, sırf Yiğit’e bir konuda daha üstünlük sağlayabilmek adına kabul etmişti bu isteği. Tek niyeti Yiğit’i her konuda alt edebilmekti. Peki, Yiğit buna izin verecek miydi? Mert’in kendisini alt etmesine göz yumacak mıydı? Peki iş anne adaylarını ikna etmeye gelince neler olacak dersiniz?

Aslıhan Akagöz’ün çok okunan romanlarından aldığınız tadı sürdürmeye devam edebilirsiniz. Eğlenceli ve bir an bile kesilmeyecek heyecanıyla elinizdeki kitapla yazara hayranlığınızın artacağını garanti ederiz.

“Benim size verebilecek hiçbir şeyim yok,” dedi güçsüz bir sesle. 
“Hayır, yanılıyorsun Sedef.” Adını adamın ağzından duymak garipti. Rahatsızlık vericiydi. “Sen şu sıra bana çok lazım olan o en önemli şeyi verebilirsin.”
“Ben anlayamıyorum. Mert Bey siz benden ne istiyorsunuz?” 
“Ben senden bir bebek istiyorum.”
Şubat 2015 / 1. Baskı / 616 Sayfa / 28 TL


Postiga Yayınları Bursa Kitap Fuarı'nda “Buselik”, “Bir Daha Yüzümü Görmeyeceksin” ve “Benzemez Kimse Sana”nın yeni baskılarını okurlarıyla buluşturdu.


Benzemez Kimse Sana / Seda Özay
Esme ve Dağlar… Bir kadın ve bir adam!

Aşka bulaştırdılar ellerini, yüzlerini... Dokunarak ısındılar, susarak anlaştılar. Korktular, kızdılar, kapıları çarpıp kaçtılar. Hep bir yol aradılar; her yol birbirlerine çıktı. Karmakarışık oldular, kayboldular... İkisi de anlamadı; aşkla baş edilebilir miydi? Vazgeçince unutulabilir miydi? Peki hatıralar kimin emrindeydi?

"Duyarsızlıkların sığ sularına sürüklendiğimiz, hatta sürüldüğümüz, ilişkilerin peynir ekmek gibi tüketildiği şu yaşadığımız günlerde Seda Özay'ın entelektüel duyarlığını özellikle önemsiyorum. Birebir hissettiren, yer yer muzipçe gülümseten, buram buram yaşanmışlık kokan kendine özgü şiirsel anlatımını seviyorum. Ama sanırım en çok, saf aşka duyduğu saygıya saygı duyuyorum..."
Hakan İşcen

“Hayatın ancak hisli perdesinde göz göze gelebileceğiniz cümlelerin sahibi Seda Özay. Kaleminin ucunda, hatırlatan, yüzleştiren, sızlatan, tanıklık eden bir şeyler var hep...  Kalbe yakın, unutmaya uzak... Sanatı ve edebiyatı buluşturan özel dünyasını keşfeden okuyucuların, yazdıklarından vazgeçemeyeceğine inanıyorum. Çünkü yolu aşk onun...”
Emre Kalcı
Mart 2015 / 2. Baskı / 184 Sayfa / 16 TL


Bir Daha Yüzümü Görmeyeceksin / Seda Özay
“Ben her şeyi yazdım. Seni, beni, akıttıklarımızı, kandırdıklarımızı, utandıklarımızı… Ben her şeyi yazdım. Yolumdan yürüyerek değil koşarak peşime düşen sevdanı da... Gözlerini kapatarak sevişen bir adam tanıdım. Onunla gözleriyle sevişen bir kadın tanıdım. Ve aynı rüyâyı aynı uykuda paylaşan iki kişi tanıdım... Sen ve Ben... Sen ve ben aynı yastıkta ölebilirdik öyle demiştik. Hatırladım...”

Ne zaman ki aşk kapıya dayandı, hesap sormaya başladı. Konuşacak hali kalmadığını anladı. Aldı başını düştü yollara. Şehirleri dolaştı. Belki kalbine bir şahit aradı belki de suç ortağı. Ama daha da yalnızlaştı… Kâh trende, kâh vapurda, kâh bir kafede. Hep bir şarkı vardı dilinde, nihâvend. Kulaklarında çınlıyordu sesler. Sözler duyuyordu seslerden. Durmuyor, cümleler kuruyordu. “Susturun şu çalgıları, ona bir yalan söyleyeceğim…” diyordu. Anıları bir türlü unutamıyordu… Terk edilmişti, vazgeçememişti. Ölesiye özlemişti, söyleyememişti. İçinden bir çığlık attı. Çığlık dağıldı, paramparça oldu. Onlarca cümleden geriye tek bir söz kaldı, o da son sözü oldu “Bir Daha Yüzümü Görmeyeceksin”!
Mart 2015 / 3. Baskı / 184 Sayfa / 16 TL


“Aksiseda” ve “Tesadüfen Aşk”ın yazarı Başak Kızıltan’ın ilk romanı “Buselik” ikinci baskısıyla raflarda!  

Başak Kızıltan, Aşkta ikinci şansa olan inancınızı tazeliyor. Bir kadını yalnız zaman ve  yaşadıkları şekillendirir… Bazen geçmişe yapılan ufacık bir yolculuk, alınan yolun en iyi özetidir. Buse; düğününe sayılı günler kala giriştiği geçmiş muhasebesiyle yüzleşirken, geleceğinin ona neler getireceğinden henüz habersizdir. Hayata umutlu gözlerle bakan bir genç kızken; kanatları kırılarak aldığı yolda, yaralı bir yüreğe dönüşeceğinden de… Öyle bir yolda yürüyecek ki üstelik, sahip olduğu mucize, yaşadığı onca burukluğu sineye çekmeye yetecek. Yaralarını sarmak için çıktığı yol ise, onu Göcek'e, Berke'ye getirecek. Buse ve Berke… İki yorgun aşk savaşçısı… İkisi de aşktan payına düşen acıyı yüklenmiş, ikisi de ürkek, iki yürek… Buselik… Tadı, adında saklı naif bir aşk hikayesi…

"Gün ışımaya başlar ve belki de ilk kez güneşin doğduğuna lanet, sizi ayıran o sabaha isyan edersin. Ve sessizce kalkıp yanağına bir öpücük kondurup "Ben gidiyorum," dersin. Beklersin ki doğrulsun, o da seni öpsün. Ama o sadece "Git," der gözünü bile açmadan, kulaklarında çınlar "Git! Git! Git!"
Mart 2015 / 2. Baskı / 344 Sayfa / 20 TL


Meltem Arıkan "Özlemin Beni Savuran"la Yitik Ülke'de

Çarşamba, Mart 25, 2015
Yunusları korumak için bağışlanan unutulmaz bir roman “Özlemin Beni Savuran” Yitik Ülke Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı.

Tartışmalı romanların yazarı Meltem Arıkan bu kez özgürlük ve aşk arasında kalan yaşamları anlatıyor. Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlanan “Özlemin Beni Savuran”, kadınları yönlendiren suçluluk duygusuna dair, kadınlardan yana, kadınlara uyarı niteliğinde bir roman.

“Belki de ben suçluyumdur. Suçluluk duygusu nasıl yaşanır bilir misiniz? Neden suçlu olduğunu bilmeden, kendini bildin bileli suçlu hissetmek. Sanki doğmam yeterli olmuş gibi. Suçlu. Ne yaptım ben, bunca suçlanmak için? Neden hep kaçıyorum? Neden hep saklanıyorum? Neden hiç korkmuyorum? Neden hep ölümün peşinden gidiyorum?” 

Yeni Tanışanlar için Meltem Arıkan
“Ve... Veya... Belki...” (1999), “Evet... Ama... Sanki...” (2000), “Kadın Bedenini Soyarsa” (2002), “Yeter Tenimi Acıtmayın” (2003) adlı romanlarıyla tanındı ve geniş okur kitlelerine ulaştı. 2004 Şubat ayında toplatılan ve bir basımı sansürlü olarak gerçekleştirilen “Yeter Tenimi Acıtmayın”, iki ay sonra mahkeme kararıyla beraat etti. Arıkan, bu olay nedeniyle Yayıncılar Birliği'nce 2004 Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü'ne değer görüldü. 2005'teki “Zaten Yoksunuz”un ardından, yazarın altıncı romanı “Umut Lanettir” 2006'da yayımlandı. Meltem Arıkan 2007 yılında “Oyunu Bozuyorum” adlı tiyatro metniyle 8. Lions Tiyatro Ödülleri kapsamındaki Özgün Yeni Oyun Ödülü'nü aldı. Arıkan'ın, “Beden Biliyor” (2008) adlı bir de araştırma kitabı bulunmaktadır. Yazarın "Özlemin Beni Savuran" adlı romanı Yitik Ülke Yayınları'nca 2015'te yeniden yayımlandı.

Özlemin Beni Savuran, Meltem Arıkan, roman, 180 sf, 15 TL

Dizi Raporu : Ocak Yenileri

Salı, Mart 24, 2015
Her zevke uygun dizilerin ekran macerasına başladığı Ocak ayı boyunca 18 dizi izleyiciye merhaba derken içlerinde mini dizilerde mevcuttu... Yine sinema filmlerinden beslenen yapımcılar sırtlarını romanlara dayamaya devam etti... Merakla beklenen “12 Monkeys” ve “Marvel’s Agent Carter” beklentileri karşılarken, “Fortitude”, “Man Seeking Woman” ve “Wolf Hall” da izleyicisini memnun eden diziler... İzlenme rekorları kırarak herkesi şaşırtan “Empire” tv ekranına damga vururken, bağımsız sinema takipçilerine şölen yaşatan “Togetherness” de ayın öne çıkanlarından... İşte ocak ayında başlayan 18 yeni dizi...


12 Monkeys
1995 yapımı aynı adlı filmin dizi olması türü sevenlerce coşkuyla karşılananlardan. Köklerini 1962 yapımı kısa film “La Jetée”den alan “12 Monkeys” Terry Gilliam’ın türe armağanı olmuştu. Bu kez diziye dönüştürenler “Nikita” ve “Terra Nova”nın senaristlerinden Terry Matalas ile Travis Fickett. Oyuncu kadrosu da Aaron Stanford, Amanda Schull, Kirk Acevedo, Noah Bean, Emily Hampshire ve Barbara Sukowa gibi tanıdık isimlerden oluşuyor. Konuyu herkes biliyordur ama hatırlatalım… Bir virüs dünyayı kırıp geçirmiş ve kıyamete yol açmış. 2043’ten günümüze dönerek dünyayı mahveden ölümcül virüsü daha yayılmadan ortadan kaldırmaya çalışan zaman yolcusu James Cole’un peşinden gidiyoruz… Günümüzden kendisine yoldaş da buluyor ve hikayemiz gelişiyor. Syfy’ın daha ciddi takıldığı dizi çok iyi bir başlangıçla beklentileri karşılayarak 13 bölümlük sezonu için umut verdi. Mart ortasında gelen ikinci sezon onayı da bu durumu taçlandırdı…


Backstrom
CBS’in yeni polisiyesi de artık sık rastladığımız üzere roman uyarlaması. Ana karakteriyle öne çıkan ve komediye de meyleden hikayesi, sevilen dizilerle benzerliği sayesinde en azından keyifle izlenebiliyor. İsveçli yazar Leif G. W. Persson’un 2005 yılında yayımlanan “Linda - som i Lindamordet” romanı ile okurla tanıştırdığı Evert Bäckström çok sevilmiş ve şimdilik üç kitaplık seriye dönüşmüş bir karakter… “Bones”un yaratıcısı Hart Hanson uyarlamanın sorumlusu ve oyuncu kadrosu da Rainn Wilson, Genevieve Angelson, Kristoffer Polaha, Page Kennedy, Beatrice Rosen, Thomas Dekker ve Dennis Haysbert gibi tanıdık simalardan oluşuyor. Davaları empati yoluyla “Ben, senim” diyerek kurduğu cümlelerle çözen dedektif özel hayatı olmayan asosyal ve hayata küsmüş bir tipleme... Oldukça da çatlak... Bu haliyle başta “House MD” olmak üzere bir çok diziden izler bulmak mümkün... Çok özgün olmasa da kolayca sevilebilir ve keyifli vakit geçirtebilir bir dizi... İzlenme oranı giderek düştüğü için henüz ikinci sezon onayı alamadığını da belirtelim...


Banana
“Queer as Folk” ile tabuları yıkan Davies, “Tofu”, “Banana” ve Cucumber” ile gay temalı üçlemesinin parçasında “muz”un ne anlama geldiğini belirtmeye gerek yok sanırım... Fisayo Akinade, Letitia Wright, Georgia Henshaw, Hannah John-Kamen, Bethany Black, Luke Newberry ve Chloe Harris oyuncu kadrosunun başı çeken isimleri... Sekiz bölümden oluşan dizi her bölümde bir karakteri merkeze alıyor ve onun hikayesini işliyor... İlk bölümde diğer dizi “Cucumber” ile iç içe geçen karakterlerle genç Dean’in öyküsü hem cinsel yaşamı hem de ailesiyle olan ilişkisi çerçevesinde anlatılıyor... Evde kalabilmek için kirayı ödemek zorunda olan Dean, işyerinden arkadaşı Henry’nin mucizevi teklifiyle yırtıyor... Farklı, renkli ve eğlenceli ama rahatsız olma ihtimaliniz mevcut...


Catastrophe
Channel 4’ün yeni komedisi, belki de sezonun en antipatik dizilerinden biri... İngiliz bir kadınla Amerikalı bir adamın tek gecelik ilişkilerinden doğan çocukla başbaşa kalmalarını anlatan dizinin yaratıcıları aynı zamanda başrolleri de paylaşan Sharon Horgan ve Rob Delaney... Carrie Fisher, Ashley Jensen, Mark Bonnar, Jonathan Forbes ve Mark Bonnar da onlara eşlik edenler... Sıradan bir kadınla adamın biraz gönül eğlendirmesi sonrası çocuk haberi almalarıyla birlikte yaşamaya karar vermeleri ve yeni hayatlarına alışma çabalarını anlatan dizi çok komik olmasa da tipik İngiliz dizilerinin aksine doğal ve samimi... İkinci sezon onayı haberini de kanalın sevinç içinde verdiğinin altını çizeyim... 


Crims
BBC3’ün hapishane komedisi, iki arkadaşın ortama uyum sağlama hallerinden komik anlar çıkarmaya çalışıyor... Dan Swimer ve Adam Kay’in yaratıcısı oldukları dizinin başı çeken oyuncuları da Elis James, Kadiff Kirwan, Lashana Lynch, Theo Barklem-Biggs, Cariad Lloyd ve Naomi Cooper-Davis... İlk bölümün kısa süresine rağmen çok uzun hissedilmesini basit numaralarına borçlu... Tipik cinsiyetçi göndermeler, Elton John üzerinden dönen geyikler derken orijinal bir espriye rastlamak hayli zor... İki yıllık mahkumiyetin sonu gelecekmiş gibi görünmüyor...  


Cucumber
Channel 4’ün gay temalı dizilerinin üçüncü halkası Russell T. Davies imzalı... Vincent Franklin, Cyril Nri, Julie Hesmondhalgh, Freddie Fox, James Murray, Fisayo Akinade ve Con O'Neill’den oluşan kadro eğlencede sınır tanımıyor... Yer Manchester ve eşcinsellerin modern yaşamları dizimizin konusu... Orta yaşını devirmiş gay Henry, hayat arkadaşıyla birlikte yaşamaktan sıkılmış ve monotonluğun dibine vurduğunu düşünüyor... İlişkilerini daha ciddileştirmek isteyen partnerinin aksine işyerinden arkadaşının para sorununa çözüm olmanın bonusu olarak yanlarına taşınıyor ve bir nevi gençlik çeşmesinin başına kuruluyor... Diziyi tarafsız gözle değerlendirmek zor... Eşcinselliğe olan bakış açınız seyir keyfinizi de etkileyecek... İki erkeğin öpüşmesini ve durmadan cinsel organ esprisi yapmaları sizi rahatsız ediyorsa yanına bile yaklaşmayın... 


Empire
Dizilerin artık ticari meta haline dönüşmesini sağlayan müzikallerin şimdilik sonuncusu bir müzik şirketine çeviriyor kamerasını… Siyahilerin dünyasına dalıp bolca entrika izlerken olası hit şarkı bombardımanına da tutuluyoruz… Şarkıların satışlarını da arttıran dizi, sezona en yüksek reyting oranlarıyla da damga vurarak yaptı sezon finalini… Müzikal dramayı hip-hop müzik ve eğlence dünyası arasında işlemek Amerikan izleyicisinin tam da arayıp da bulamadığı bir şeymiş meğer… 12 bölümlük ilk sezondan herkes memnun, ikinci sezon onayı da cepte… “Precious” ile 2009’a damga vuran yönetmen Lee Daniels ve “The Butler”da birlikte çalıştığı Danny Strong’un yaratıcısı olduğu dizinin oyuncu kadrosunda da Terrence Howard, Bryshere Y. Gray, Jussie Smollett, Trai Byers, Grace Gealey, Malik Yoba, Kaitlin Doubleday ve Taraji P. Henson başı çekiyor ve çoktan gönülleri fethetmiş durumdalar… Çok orijinal bir konusu olmasa da türü sevenler için baştacı…


Eye Candy
MTV’nin giderek çıtayı yükseltme çabasının son ürünü beklenmedik derecede ciddi ve gerilimli... Daha popcorn dizilere imza atan kanal bu kez çocuk edebiyatının Stephen King’i olarak tanınan Robert Lawrence Stine’in romanından uyarlama ile sağlam iş çıkarmış. Serileriyle meşhur yazarın daha büyük yaşlar için yazdığı üç romandan biri olan “Eye Candy”, kaçırılma ve cinayet içeriyor. “New Amsterdam”ın yaratıcısı ve “Teen Wolf”un senaristlerinden Christian Taylor uyarlamayı kotaran isim. Kuşağının öne çıkan yıldızı Victoria Justice’e, Casey Deidrick, Harvey Guillen, Kiersey Clemons ve John Garet Stoker eşlik ediyor... Kardeşinin gözleri önünde kaçırılmasının şokunu atlamamış ve halen aramaya devam eden Lindy, işinin imkanlarını kullanarak kayıp vakalarıyla ilgilenen bir bilgisayar dahisi... Arkadaşlarının baskısıyla sosyalleşmek için online randevu sitesine üye oluyor ve buluşmalar başlıyor. Bir cinayetle anlaşılıyor ki, site kullanıcılarından biri seri katil ve Lindy’i de izliyor... Güçlerini polisle birleştiren Lindy ile birlikte seri katil avına bizde çıkıyoruz... İyi pilot bölümle şaşırtan dizi başladığı gibi ilerlemeye devam ediyor. Konusu ilginizi çektiyse keyifle izleyeceğiniz garanti...


Fortitude
Dünyadaki en güvenilir yerin yaşadığı kabusu kuzey dizileri havasında anlatan İngiliz yapımı ayın belki de en çok ilgi uyandıran dizisi... Sky Atlantic’in henüz ikinci sezon onayı vermemesi şaşırtıcı olsa da 13 bölümlük ilk sezonu çok iyi gidiyor. “The Deep” ve “Low Winter Sun”la tanıdığımız Simon Donald’ın yaratıcısı olduğu dizinin oyuncu kadrosu da Christopher Eccleston, Stanley Tucci, Sienna Guillory, Michael Gambon, Sofie Gråbøl, Richard Dormer, Nicholas Pinnock, Luke Treadaway, Verónica Echegui, Johnny Harris, Chipo Chung ve Phoebe Nicholls’dan kurulu... Kutuplar bölgesinde Fortitude’dayız... Belediye başkanı önemli bir projeyi açıklamak üzere... Bölgede huzursuzluk sıfır, suç oranı yok, cesetleri yok edecek doku örtüsü olmadığı için ölüm sayısı da sıfır... Böyle bir ortamda bulunan bir fosil her şeyi kökünden değiştirmek üzere... Vahşice işlenen bir cinayetle başlayan olaylar dizisini izliyoruz... Sadece katil kim sorusu ile kalmayan dizi her bölümde hikayesini derinleştiriyor... Gerek konusu gerek işleyişi gerekse de oyunculuklarıyla son dönemin en iyi yapımlarından biri...


Galavant
“Cars”, “Bolt”, “Tangled” ve “Crazy, Stupid, Love.”ın senaristi Dan Fogelman ikinci dizi denemesinde… “The Neighbors”la iyi iş çıkararak iki sezonu deviren Fogelman yine eğlence yaratmış… Joshua Sasse, Timothy Omundson, Vinnie Jones, Mallory Jansen, Karen David ve Luke Youngblood’un başını çektiği oyuncu kadrosu da gayet uyumlu… ABC’nin müzikal komedisi masal dünyasında geçiyor ve bolca göndermeyle yakışıklı prensin kraldan intikam almasına odaklanıyor… Şarkısı ve eğlencesi bol, her şeyi yerli yerinde… Pamuk şekeri gibi diziyi, iyi hissettirenler listenize alabilirsiniz…


 
Hindsight
VH1’in fantastik komedisi bizde pek ilgi gösterilmeyen dizilerden... Emily Fox’un yaratıcısı olduğu dizinin oyuncu kadrosu da Laura Ramsey, Sarah Goldberg, Craig Horner, Nick Clifford, John Patrick Amedori, Jessy Hodges, Drew Sidora ve Donna Murphy’den oluşuyor... Bildik bir ikinci şans konusu üzerinde gezinen dizi kullandığı müziklerle de öne çıkarak sevildi ve 10 bölümlük ilk sezonunun bittiği gün ikinci sezon siparişini de kaptı... İkinci evliliğini gerçekleştirmeye hazırlanan Becca için her şey mükemmel gözükse de kafasını kurcalayan bazı endişeler vardır. Doğru seçimleri yapmak isteyen Becca bir zamanlar çok yakın arkadaşı olan Lolly’yi de düşünmeden edemez. Asansörde yaşadığı garip bir olayla kendini bir anda 1995 yılında ilk evliliğini yaptığı günde bulur. Acaba bu defa doğru kararları verebilecek midir? Eskimiş konusuyla ne iyi ne kötü, sadece türün meraklılarına hitap ediyor...


Man Seeking Woman
FX’in yeni komedisi belki de son dönemin en orijinal ve yaratıcı dizisi… Gücünü de yazar Simon Rich’ten alıyor. Yazarın 2013 yılında yayımlanan “The Last Girlfriend on Earth: And Other Love Stories” adlı kısa öykülerden oluşan kitabından uyarladığı dizi ilişkilere sürrealist bir bakış atıyor. “Saturday Night Live”ın senaristlerinden biri olarak tv ekranına yabancı da olmayan Rich ilk dizisinde müthiş bir sinerji yaratmış ve anlatım tonunu da yakalamış… Jay Baruchel, Eric André, Britt Lower ve Maya Erskine’nin başını çektiği oyuncu kadrosu da gayet iyi… Josh Greenberg’in ilişki sonrası hayata ve yeniden sahalara dönüşünü izliyoruz ama alışık olduğunuz hiçbir şey yok burada. Eski sevgilisinin Hitler ile ilişkisinin olması, mastürbasyon yaparken elinin alıp başını gitmesi, sevgilisinden arta kalan eşyaların paranormal zulmü bunlardan bazıları… 10 bölümlük ilk sezonunu geride bırakan dizi biraz geç de olsa ikinci sezon onayını alarak yüreklere su serpti… Ekranlarda böyle dizilere daha çok ihtiyaç var…


Marvel’s Agent Carter
Marvel evreni sinema salonlarından sonra tv ekranlarında da genişliyor… “Captain America”dan doğan dizi güzel ajan Peggy Carter’ın macerasına odaklanıyor… Filmin senaristleri Christopher Markus ve Stephen McFeely dizinin yaratıcıları olarak oyuncuları da aynen taşımışlar ve aynı havayı devam ettirmişler… Dizinin sinema filmi tadında olmasını sağlayan bu güzelliği taçlandıranlar da Hayley Atwell, James D'Arcy, Chad Michael Murray, Enver Gjokaj, Shea Whigham ve Dominic Cooper olmuş… Tek konuya odaklanan dizi, Howard Stark’ın çalınan icatlarının peşine düşüyor ve derli toplu sekiz bölümle sezon finaline gayet iyi yürüyor… 


Schitt's Creek
CBC’nin daha başlamadan ikinci sezonuna onay verdiği sitcom’u zamanının zengin ailesinin maddi çöküşünü anlatmaya odaklanıyor... “Amerikan Pastası” serisinde oynadığı baba karakteriyle tanınan Eugene Levy, oğlu Dan ile birlikte yaratıcısı olduğu komedide başrolleri de üstlenmişler ve onlara Catherine O'Hara, Daniel Levy, Annie Murphy, Jennifer Robertson, Tim Rozon, Emily Hampshire ile Chris Elliott eşlik ediyor. Eskinin video mağazası sahibi zengin ve garip aile şaka olsun diye aşağılayarak aldıkları kasabadaki evde yaşamak zorunda kalacak kadar çöküyor... Bu ortamda yeni hayatlarına alışmaları da dizinin komik anlarını yaratıyor... Tanıdık simalardan oluşan kadrosuyla ilgi çeken dizi bildik konusuna rağmen güldürüp eğlendiriyor...


Sons of Liberty
History Channel’ın 3 bölümlük mini dizisi adından da anlaşılabileceği gibi Amerikan tarihinin en kritik dönemlerinden birini işliyor... 1775–1783 yılları arasında Büyük Britanya ve Kuzey Amerika'daki On Üç Koloni arasında geçen ve Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulmasıyla sonuçlanan Amerikan Bağımsızlık Savaşı dönemindeyiz... Yer Boston... Amerikan Devrimi denen dönemde huzursuzluklarla valinin bir türlü diş geçiremediği Amerikalıların sesleri yavaş yavaş yükseliyor. Vergiler yüksek, uygulamalar da pek insani değil... Radikal grubun sözü geçen lideri de aynı adlı dizi ile tanıdığımız John Adams’ın oğlu Sam Adams... Stephen David, David C. White ve Kirk Ellis senaryoyu kotarırken Kari Skogland da yönetmen koltuğunda... Ben Barnes, Marton Csokas, Ryan Eggold, Michael Raymond-James, Rafe Spall, Henry Thomas, Jason O'Mara ve Dean Norris de oyuncu kadrosunun başını çekenler... Dizinin müziklerine de Hans Zimmer imza atmış... İngilizleri saf kötüler olarak çizen milliyetçi yapım bağımsızlık mücadelesini de çok subjektif işliyor ama haklarıdır diyelim... Sinema filmi tadında yapım maalesef çok temposuz ve beklendiği gibi gaza getirmekten uzak ama yine de tarihi dizi meraklılarının test etmesinde fayda var...


The Book of Negroes
Lawrence Hill’in aynı adlı romanından uyarlanan 6 bölümlük mini dizi yaşadığı ülkeden çocuk yaşta kaçırılan ve Amerika’da köle olarak satılan bir kadının hikayesine odaklanıyor. Bir dönemin popüler konusunu yeniden ekrana taşıyan CBC dizisinin uyarlamasına Lawrence Hill ve Clement Virgo imza atmış... Aunjanue Ellis, Lyriq Bent, Cuba Gooding Jr., Louis Gossett, Jr., Ben Chaplin, Allan Hawco, Greg Bryk ve Jane Alexander’in başını çektiği oyuncu kadrosu da küçük tarih dersini verenler... 1750 yılında başlayan öykü Aminata Diallo’nun köleliğinden başlayarak Amerikan Devrimine dönemine kadar uzandığı için de dikkat çekiyor... 11 yaşında köyünden kaçırılan küçük kızın hayatta kalma hikayesi... Ağır işleyişle dramanın dibine vuran dizinin oyunculukları ve konusu gayet iyi ama sıkılmadan izlemek biraz zor...


Togetherness
Bağımsız sinemanın gözde yönetmenleri Duplass kardeşlerin ilk tv çıkarması sakin ve derli toplu... Jay Duplass, Mark Duplass ve Steve Zissis üçlüsü, sıcak ve samimi bir öykü anlatıyor. Öyle sürprizler, şaşırtıcı anlar yok ama sahici. Mark Duplass, Melanie Lynskey, Amanda Peet ve Steve Zissis’in başını çektiği kadroda Peter Gallagher, John Ortiz, Joshua Leonard ve Mary Steenburgen de yer alıyor. İkinci çocuklarını kucağına yeni almış çiftimiz bir yandan birbirlerinden uzaklaşmanın boğuculuğuyla baş etmeye çalışırken, erkeğin arkadaşı ile kadının kız kardeşi de bu tabloya ekleniyor... Aynı çatı altında hayallere ve hayata tutunmaya çalışmaları da konumuz... Sekiz bölümden oluşan ilk sezonuna biraz sönük başlasa da az ama öz izleyicisini memnun eden dizi, ikinci sezon onayını da çok geçmeden aldı... Bağımsız sevenler ıskalamasın... 


Wolf Hall
BBC Two yeniden uyarlamaya doyamadığı Anne Boleyn dönemine dönüyor ve köklerini romandan alıyor... Hilary Mantel’in 2009’da yayımlanan ve kısa sürede çok satar haline gelip bolca ödüle boğulan romanı “Wolf Hall” ve üç yıl sonra devamını getirdiği “Bring Up the Bodies”inden uyarlanan dizinin sorumlusu da son dönemin yükselişteki senaristi Peter Straughan... “The Men Who Stare at Goats”, “Tinker Tailor Soldier Spy” ve “Frank” ile tanıdığımız Straughan senaryoyu kotarırken “White Oleander”la tanıdığımız Peter Kosminsky yönetmen koltuğunda... Oyuncu kadrosu da Mark Rylance, Damian Lewis, Claire Foy, Bernard Hill, Anton Lesser, Mark Gatiss, Mathieu Amalric, Joanne Whalley ve Jonathan Pryce gibi önemli isimlerden oluşmasıyla dikkat çekiyor... 1520'lerin ingiltere'sinde, tudor hanedanı dönemindeyiz... Thomas Cromwell’in hayatını anlatan roman üçlemesinin devam edeceğini söylemek de sürpriz olmaz... Daha hazırlık aşamasında kalitesini belli eden dizi beklentilerin de üzerinde... BBC’nin mükemmel yapımları listesine şimdiden ekleyelim...


Go! Kitap’tan “Tatlı Şeytan”ın Devamı Geliyor: Tatlı Tehlike

Salı, Mart 24, 2015
Wendy Higgins’in 2012 yılında yayımlanan “Sweet Evil” ile başlayan ve büyük ilgi gören Tatlı üçlemesinin (The Sweet Trilogy) ikinci kitabı “Sweet Peril”, “Tatlı Tehlike” adıyla Go! Kitap etiketiyle bu ay içinde raflarda yerini alıyor. 

Serinin ilk kitabı “Tatlı Şeytan”, Aralık ayında Go! Kitap etiketiyle yayımlanmış ve büyük ilgi görmüştü... Yetenekleri olsa da kendi halinde sıradan bir liseli kız olan Anna’nın bir partide tanıştığı kişinin söyledikleriyle değişen hayatını anlatan roman hayli keyifli ve heyecanlı bir okuma sunuyordu. Kızımızın karizmadan yoksun ve fazlasıyla sıradan olması biraz hayal kırıklığı yaratsa da şeytanlardan oluşan meclisiyle fantastik roman okurlarının gözden kaçırmaması gereken bir roman... Daha detaylı değerlendirmesini yakında yazacağım... Biz ikinci kitaba bakalım... Bu arada, yayınevi okurların isteğini kırmayıp orijinal kapakları kullanıyor ve teşekkürü hak ediyor... Keşke her yayınevi okurlarıyla böyle iyi iletişim kurabilse...

Görevleri, cennetten kovulan iblislere hizmet etmek olan Nefillerden biri olduğunu öğrendiği günden beri hayatı altüst olan Anna, kötülüğe boyun eğmemeye kararlıdır. Ama dört bir yanda kol gezen fısıldayan iblislerin ve acımasız Düklerin dikkatini çekmemek için o da diğer Nefiller gibi çalışmak zorundadır. Bunun için tüm çekingenliğinden sıyrılıp bir parti kızı oluveren Anna artık tüm eğlencelerin aranılan ismidir. Bu şekilde yaşamaktan nefret etse de o, çok büyük bir amaca hizmet edecek olan “seçilmiş kişidir” ve zamanı geldiğinde ona emanet edilen Erdem Kılıcı ile büyük bir savaşa öncülük edecektir. Ama o güne dek kimliğini gizli tutmalı ve toplayabildiği kadar yandaş toplamalıdır. Bunun için kendisi gibi bir Nefil olan Kaidan Rowe’a duyduğu büyük aşkı bile kalbine gömen Anna, bir yandan “kötü kızı” oynarken bir yandan da iblisleri yeryüzünden silmek için ölümcül bir mücadeleye girişecektir.

Eser Adı : TATLI TEHLİKE
Yazar : Wendy Higgins
Yayınevi : GO!
Türü : Roman
Çeviren : Bige Turan
Editör : Nurten Hatırnaz 
1. Baskı, Mart 2015
Sayfa Sayısı : 440
Etiket Fiyatı : 17.00 TL

100 Yılın Bamyaları Açıklandı!

Pazartesi, Mart 23, 2015
Altın Bamya Jürisi oylaması sonucunda Türkiye Sinemasının 100. yılında 100 Yılın Bamyası Ödülleri bu akşam düzenlenen ödül töreninde açıklandı. 

13. Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin İstanbul kapanışını ve 7. Altın Bamya Ödül Töreni’nin açılış konuşmasını yapan Ülkü Songül “Altın Bamya Ödülleri Türkiye sinemasındaki erkek egemen bakışa, kadınlara dair alanların daraltılmasına, kısaca Türkiye sinemasındaki cinsiyetçiliğe bir tepki, karşı duruş, eleştiri olarak çıktı ve yedinci yılına geldi. Yedi yıldır her töreni ‘tekrar karşılaşmamak üzere’ bitiyoruz. Gelecek yıl ödül verecek aday bulamama dileğimizi her yıl yürekten tekrarlasak da maalesef yedinci kez yine buradayız, 100 yılın bamyası ödüllerini dağıtıyoruz.” dedi. Ülkü Songül’ün konuşmasının ardından Altın Bamya Akademisi’nden Hülya Uğur Tanrıöver sahneye çıktı ve 7. Altın Bamya / 100 yılın Bamyası Ödüllerini açıkladı.

7. Altın Bamya / 100 Yılın Bamyası 

Jüri Özel Ödülleri:
103,5 / Yüz Üç Buçuk Bamya – Homofobi Ödülü kadın ve kadınsı olmanın üstün maço değerleriyle asla bağdaşmayacağını rafine bir mizah anlayışıyla anlatırken kullandığı ifadelerin ve göndermelerin inceliğinden ötürü Kolpaçino Serisi’ne veriyoruz.

100 Bamya Turşusu Ödülü’nün sahibi Türkiye’de bir dönem bu filmleri izleyen erkek kuşaklarının cinsel ve cinsiyete dair hal ve tavırlarına esin veren, onların birlikte oldukları kadınlara sadece arzu nesnesi değil iradelerine saygı duyulan bireyler olarak yaklaşmalarını ve bütün kadınları eşit olarak görmelerini sağlayan eğitsel etkisinin yanı sıra mizah anlayışlarını da geliştirmedeki yararı nedeniyle tüm Seks Filmleri oldu.

Eşek Arısı – Cinsiyetçi Dil Ödülü’nü de Yusuf Yusuf filmi almaya hak kazandı.

Ve geniş jüri oylamasının sonucunda erkek karakter, kadın karakter, senaryo ve film kategorilerinde 100 Yılın Bamyaları ödülleri:

100 Yılın Bamyası - Erkek Karakter: 
Adaylar: Recep İvedik, Tarkan, Tecavüzcü Coşkun.
100 Yılın Bamyası Erkek Karakter Ödülü sahibi beyaz perdede erkekliği tanımlayan bütün değerlere güce, dürüstlüğe, içtenliğe, cesarete sahip yılmaz bir adalet savaşçısı, hakiki bir halk çocuğu oluşu, bütün hal ve tavırlarından zarafet akması ve ağzından bal damlası nedeniyle, centilmenler centilmeni Recep İvedik’in oldu.

100 Yılın Bamyası - Kadın Karakter: 
Adaylar: Kezban, Afrodit, Mum Kokulu Kadınlar’daki tüm kadın karakterler 
100 Yılın Bamyası Kadın Karakter Ödülü ise namuslu, iffetli, sevilesi, evlenilesi, gülünesi ve ağlanılası örnek kadın karakter,  aynı zamanda şehirli şirret sarışının alternatifi köylü ve bakire ve cinsiyetsiz kadın karakter ile Kezban karakterine gidiyor...

100 Yılın Bamyası - Senaryo: 
Adaylar: Sözde Kızlar, Acı Hayat, Ah Müjgan Ah
100 Yılın Bamyası – Senaryo Ödülü de Toplum yapımızın temeli olan namus kavramını yücelttiği, her kadının namusunu korumak için evinde oturması gerektiğini, çalışmak zorunda kalsa dahi eğlenmeyi, hele hele içki içip dans etmeyi  aklından bile geçirmemesini,  erkeklerle evlenmeden ilişki kurarak, özde kız olma özelliğini yitirmemesini her bir planıyla savunduğu için Sözde Kızlar filmi senaryosuna veriyoruz.

100 Yılın Bamyası - Film: 
Adaylar: Canlı Hedef, Kilink Serisi, Ölünceye Kadar
100 Yılın Bamyası – Film Ödülü geleneksel psikopat erkek kahramanın adalet arayışını Freudyen alt metniyle zenginleştirerek, kadın vajinasına yılan sokma buluşuyla cinsel taciz ve işkence kavramlarına sinema tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir çeşitleme kazandırdığı için Canlı Hedef filmine gidiyor. 

Altın Bamya Ödülleri’nin de katkısıyla Türkiye Sineması’nda cinsiyetçiliğin sona ermesi,  sonraki yıllarda bu sembolik ödülü verecek aday bulamamak dileğiyle... 

Altın Bamya Akademisi



Ertan Aytekin, “Adın Yazıyor” ile Çok İddialı!

Pazartesi, Mart 23, 2015
Ertan Aytekin, söz ve müziği kendisine ait duygusal çalışması “Adın Yazıyor” ile müzikseverlere merhaba diyor.

2003 yılında piyano, gitar ve şan dersleri ile başladığı müzik serüveni boyunca, bugüne dek bir çok festival, kulüp ve farklı mekanlarda sahne alan genç şarkıcı yaklaşık 6 ay süren stüdyo aşaması sonrasında, kariyerinin ilk single çalışmasını müzikseverlerle buluşturdu.

Söz ve müziği kendisine ait olan, düzenlemesinin Sertaç Ekiz tarafından yapılan çalışmada sanatçıya önemli müzisyenler eşlik etti. Mix ve Mastering aşamasında usta tonmaister Suat Durmuş’u gördüğümüz single çalışması, Sekiz Müzik Yapım etiketi ile dijital platformlarda yerini aldı.

Video Klip çekimlerinin halen sürdüğü çalışmanın öncesinde sanatçı, kendisinin kağıtlarla yaptığı ve 5 günde, yaklaşık 150.000 kez izlenen ilgi çekici bir video klip hazırladı.



Dilaver Demirağ’dan Çarpıcı Bir Araştırma: Kıyamet Çanı

Pazartesi, Mart 23, 2015
Dilaver Demirağ'ın Işid'i yaratan tarihi, siyasi ve dini zemini Ortadoğu tarihi üzerinden ele alan araştırması "Kıyamet Çanı" Hayykitap etiketiyle raflarda... 

Ortadoğu yeniden biçimleniyor. Artık Sykes-Picot anlaşmasının çizdiği sınırların geçerli olduğunu söylemek için çok geç. Fakat Ortadoğu öylesine bir coğrafya ki, Ortadoğu sadece Ortadoğu halklarından çok daha fazlasını işaret ediyor. Hatta daha öteye gidip denilebilir ki, Ortadoğu dünyanın kalbinin attığı yerdir. Bu hem zengin petrol kaynaklarından dolayı böyle ama hem de İbrahimi dinlerin toprakları olması Ortadoğu’yu dünyada apayrı bir yere oturtuyor.

Bölgede daha önce de kanlı mezhep savaşları yaşandı fakat hiçbiri, aşırı uçların toplandığı bir kovan olan ABD projesi IŞİD’in yarattığı akım kadar sınırları, mezhepleri, halkları altüst eden bir hareket ölçüsüne varmadı. ABD, İsrail gibi proje sahiplerini göz önünde bulundurduğumuzda, IŞİD’in çok büyük bir proje olduğunu, proje sahiplerinin gücü ölçüsünde Ortadoğu’da bir üçüncü dünya savaşının yaşanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bundan, istesek de istemesek de, bölgenin önemli aktörlerinden biri olarak Türkiye’nin de etkileneceğini söylemek yanlış olmaz. 

Öyleyse asıl mesele ne? IŞİD, İsrail ve ABD'nin bölge için umduklarını mümkün kılan bir canavar mı, yoksa İsrail'in arzuladığı küresel Yahudi egemenliğinin kapısını aralayacak Kıyamet Savaşı için en uygun aday mı? Bunlar komplo teorileri mi, yoksa IŞİD kıyamet sayacını çalıştırdı mı? IŞİD’in çok ciddi bir koalisyonun uzun zamandır hem psikolojik, hem fiziki yığınak yapmakta olduğu bir savaş için çok değerli bir malzeme haline geldiği doğru mu? Küresel elitler, Evanjelikler, Siyonistler, askeri endüstriyel kompleks gibi dünyaya nizam vermek isteyen birtakım güçler bu savaşa neden yatırım yapıyorlar? Papa, “Şu anda üçüncü dünya savaşını yaşıyoruz” diyerek ne söylemeye çalıştı? Üçüncü dünya savaşı dinler üzerinden yaşanan bir savaş mı olacak? ABD mahfillerinde ve İsrail cenahında kapsamlı bir savaşın ön adımının atıldığı doğru mu? Peki Türkiye bütün bu hengâmenin ortasında nerede duruyor?

Bu çalışmada, IŞİD’i yaratan tarihi, siyasi ve dini zemin öncelikle kısa Ortodoğu tarihi üzerinden ele alınıyor. Ardından İslamcılık olgusunun doğuşu, bir jeostratejik silah olan IŞİD'lerin ideolojik anahtarı olarak Suudi Arabistan Selefiliği bağlamında Vahhabiliğin nasıl yaygınlaştırıldığı, ABD ve Batılı müttefiklerinin IŞİD'leri ya da onun atası olarak El-Kaideyi nasıl yarattığı ele alınıyor.

Bu kitap, IŞİD üzerine yapılmış bir gazetecilik çalışması olmayı amaçlamıyor. Esas olarak IŞİD'in yeşerdiği tarlaya dikkat çekerek, bu tarlanın koşulları değişmedikçe IŞİD'lerin de son bulmayacağını ortaya koymayı amaçlıyor. ABD'nin ise aslında bu tarladaki zararlı otlardan yana hiçbir şikâyetinin olmadığını, onun “küresel hâkimiyet” ütopyası için elverişli bir istikrarsızlık yarattığını, bizzat ABD'li dış politika yazarlarına dayandırarak ortaya koyuyor. Öte yandan, ABD mahfillerinde ve İsrail cenahında çok daha kapsamlı bir savaşın ön adımının atıldığına da dikkat çekiyor. Bu çevrelerin zihinlerinde başka türlü bir dünya düzeni olduğunu, bunun da metafizik bir kurgu olarak hiç de imkânsız olmadığını ifade ediyor.

Dilaver Demirağ
1961 Kilis Doğumlu. Yüksek öğrenimini Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde yaptı. Gazeteciliğe1985’te Milliyet gazetesinde düzeltmen olarak başladı. Yazılı basın yanında çeşitli televizyonlarda ve radyolarda da program yaptı. 1996 yılında Günaydın gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Sırasıyla Kara, Yeşil Barış, Matbuat, Umran, Birikim ve Sivil Toplum, Bilge Adam, Semerkand dergilerinde yazıları yayınlandı. İnternet ortamında ise Yeşil Gazete, Küyerel, Birikim, İtaatsiz sitelerinde yazıları çıktı. Hâlihazırda Hürgeneral Haber Analiz Sitesinin Genel Yayın Yönetmeni ve Hilal TV’de Hür Tefekkür programının sürekli katılımcısıdır.

Yayımlanmış Kitapları:
Suyla Gelen Kültür (İSKİ, 2007)
Anarşizm: Unutulmuş Olanı Hatırlamak (Okur Kitaplığı, 2012)
Susatanlar: Suyu Köleleştiren Kartele Karşı Bir Direniş Manifestosu (Hayykitap, 2013)

Kıyamet Çanı / Işid ve Son Savaş
Yazar: Dilaver Demirağ
Yayınevi: Hayykitap - 287
Kategori: Bize Söylenmeyenler - 22
Türü: Din / Politika / Sosyoloji
Birinci baskı: Mart 2015
Sayfa sayısı: 252
Fiyatı: 18 TL


Garanti Caz Yeşili Konserleri Nisan Ayında Dopdolu…

Pazartesi, Mart 23, 2015
Garanti Caz Yeşili konserleri, cazseverleri buluşturmaya devam ediyor. Türler harmanı post-caz grubu Polar Bear, Dena DeRose Trio, unutulmaz gece yaşatacak Hindi Zahra, doğaçlama üstadı Dino Saluzzi Band ve alternatif rock’ın yaşayan efsanelerinden Thurston Moore bu ay sevenleriyle buluşuyor... Ayın son günüyse cazla kutsanıyor... 30 Nisan Uluslararası Caz Günü’nde, “Beş Konser Tek Akşam” mottosu yine şenlik yaratacak... Polar Bear, Hindi Zahra ve özellikle de Thurston Moore’u kaçırayım demeyin...


Polar Bear
1 Nisan 2015 / Babylon / 20:30
Polar Bear, “Cazın Yükselen Yıldızı” davulcu Sebastian Rocheford ve diğer ödüllü müzisyenleriyle, caz dolu bir gece için Babylon sahnesine konuk oluyor. Amerikan cazıyla yoğrulmuş, trash metal’den Venezuela folk’una kadar her müziği özümsemiş deneysel post-caz grubu Polar Bear, heyecan verici performanslarıyla ön plana çıkıyor. 


Dena DeRose Trio
16-17 Nisan 2015 / Nardis / 21:30
Bugüne dek 11 albüm çıkaran piyanist/şarkıcı Dena DeRose, kendisine 15 yıldır eşlik eden basta Martin Wind ve davulda Matt Wilson ile Nardis’e konuk oluyor. Avusturya Graz Üniversitesi’nde Caz Vokal Bölümü’nde profesörlük görevine getirilen sanatçı, uluslararası performans, ders ve workshop’larına devam ediyor. 


Hindi Zahra
20-21 Nisan 2015 / Babylon / 20:30
Caz ve dünya müziğini benzersiz bir şekilde harmanlayan Hindi Zahra, dinleyicilerine keyifli bir gece yaşatmak için Babylon’a geliyor. Amerika, İngiltere ve Avrupa ülkelerinde verdiği konserlerle geniş bir hayran kitlesine sahip olan yarı Fransız yarı Faslı sanatçı, kendine has üslubunu, Fas kökenlerinden gelen enstrümanlar ve cazla zenginleştiriyor. 


Thurston Moore
22 Nisan 2015 / Babylon / 20:30
80 ve 90’lara damgasını vuran Sonic Youth’un esas adamı Thurston Moore, muhteşem bir performans için Babylon sahnesine konuk oluyor. 2014 yılında punk ve grunge ritimlerinin hakim olduğu “The Best Day” isimli albümüyle dinleyicilerle buluşan müzisyen; Olivier Assayas, Gus Van Sant ve Allison Anders’ın filmlerine yaptığı müziklerle de beğeni topluyor.


Dino Saluzzi Band
27-28 Nisan / Nardis / 21:30
Arjantinli bandoneoncu, besteci ve doğaçlama üstadı Dino Saluzzi, son albümü “El Valle de la Infancia” kapsamında yapacağı turnenin İstanbul ayağıiçin Nardis’e konuk oluyor. Albümde Dino’ya kardeşi Felix tenor saksofon ve klarinette, oğlu Josê Maria gitarda ve yeğeni Matias basta eşlik ediyor. Albüme aile dışından, gitarda Nicolas “Colcho” Brizuela da destek veriyor. 


Uluslararası Caz Günü’nde, 5 mekânda 5 Caz Yeşili konseri…
Mopo
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Babylon / 20:30
Linda Fredriksson, Eero Tikkanen ve  Eeti Nieminen tarafından kurulan Mopo, 30 Nisan Dünya Caz Günü’nde Garanti Caz Yeşili kapsamında Babylon'da sahne alacak. Sıra dışı çalışmalara imza atan Finlandiyalı üçlü, müzik hayatına başladığı günden bu yana, daha önce denenmemiş işleri yapmayı hedef alarak, tüm cazseverlerin dikkatini çekmeyi başardı.


Hayati Kafe & Carl Orrje Quartet
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Nardis / 21:30
İstanbul Radyosu’nda kendisine ait bir programı olan ilk Türk sanatçı olan Kafe, İsveç’e yerleşmesinin ardından İskandinavya’nın önemli caz müzisyenleriyle sahne aldı. Piyanoda Carl Orrje, basta Ozan Musluoğlu ve davulda Berke Özgümüş’ten oluşan Carl Orrje Quartet, 30 Nisan Dünya Caz Günü’nde Garanti Caz Yeşili kapsamında Nardis’te sanatçıya eşlik edecek.


The Fresh Dixie Project
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Nublu
Kapı Açılış Saati 22:00 / İlk Set: 23:30 / İkinci Set: 01:00
5 genç müzisyenden oluşan The Fresh Dixie Project, dans servmeyenleri dahi harekete geçiren can alıcı melodileriyle dinleyici karşısına çıkıyor. Grup, geçen yıl Londra’nın Village Underground ve Jamboree gibi popüler mekânlarında sahne alarak ününü daha da artırdı. Ayrıca, dünya çapındaki birçok festivaldeki çalan ve olumlu eleştiriler alan The Fresh Dixie Project, 30 Nisan Uluslararası Caz Günü’nde cazseverlerle buluşmak için Nublu sahnesine konuk oluyor.


Bugge Wesseltoft & Christian Prommer
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Roxy / 21:00
İkili, 30 Nisan Uluslararası Caz Günü’nde özgün, yepyeni bir modern caz performansı için Garanti Caz Yeşili kapsamında Roxy’de aynı sahneyi paylaşacak. Solo kariyerinde hızla ilerleyen Bugge’nin müziği, melodik piyano partisyonlarından; deneysel gürültülere kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Piyano virtüözleri ve usta davulculardan ders alan Christian Prommer, son 20 yılını organik ve elektronik sesleri inceleyerek geçirmesiyle biliniyor.


Caz Ağacı / John Coltrane
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Salon İKSV / 21:30
Caz Ağacı etkinlikleri, 2015’te saksofon virtüözleri için gerçekleştirilecek saygı duruşlarıyla devam ediyor. Caz Ağacı, 30 Nisan Uluslararası Caz Günü’nde Salon İKSV’de, caz saksofoncularının en büyük ilham kaynaklarından olan John Coltrane’ı anıyor.
Vokal: Başak Yavuz, Ceyda Özbaşarel, Sanem Kalfa
Saksafon: Yahya Dai, Serhan Erkol 
Piyano: Adem Gülşen 
Kontrbas: Baran Say
Davul: Erdem Göymen
Sunucu: Vedat Özdemiroğlu


 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template