♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Thick as Thieves - The Code : Soygun, aşk ve ihanet üçgeni…



80’lerin sonundan 90’ların ortalarına dek Televizyona işler yaparak adını duyuran, “Barışçı – The Peacemaker” ve “Derin Darbe – Deep Impact” ile yakaladığı ivmenin meyvelerini “Pay it Forward” ile toplayan Mimi Leder, 9 yıl sonra yeniden sinemaya dönüş yapıyor. Arada geçen 9 yılda yine dizilerde devam eden Leder, eğlenceli ve heyecan verici olarak tanımladığı filmiyle karşımızda.

Senarist Ted Humphrey’nin de dizi senaristi olması sürpriz değil elbette. Humprey’nin bermuda şeytan üçgenini anlatan Tv filmi “The Triangle”ı da dahil edersek ikinci film senaryosu. Ama hikayenin köklerinin yönetmen Leder’in ağabeyi Rueben Leder’in öyküsü olduğunu da eklemeli.

“Son Oyun” – “The Code: Thick as Thieves” ; Rus mafyasına borcunu ödeyebilmek için, genç bir hırsızın yardımıyla son defa büyük bir işe giren, usta bir soyguncunun hikayesini anlatıyor. Sinemanın iki büyük starı olan Morgan Freeman ve Antonio Banderas’ın beyaz perdede ilk buluşmasına tanıklık etmek de cabası… Leder da bu konuda doğru seçimi yaptığını söyleşilerinde “İkisiyle de çalışmak inanılmaz keyifliydi. İkisinin de kendine ait müthiş fikirleri vardı ve filme büyük katkıları oldu. “diyerek açık ediyor.

Film, French Connection’ı anımsatır bir metro sahnesi ile açılışını yapıyor. İlk olarak genç hırsız Gabriel’i iş üzerinde görme fırsatı tanıyor izleyicisine. İzleyicilerden biri de usta soyguncu, bir türlü yakalanamayan efsane Keith Ripley. Kısa zamanda borç ödemek için ortak çalışmaları gündeme geliyor. Ripley’in vaftiz kızı Alex’de devreye girince aşk hikayesi de soyguna paralel olarak işleniyor.

Bir soygun filminin gerektirdiği tüm hamleler de çok geçmeden harfi harfine uygulanıyor. Tüm klişelerden faydalanılıyor elbette. Ama bu klişeler sırasında yönetmenin sayesinde hayal kırıklığı yaşamak mümkün değil. Zaten küçük çaplı bir tv filmi gibi görünen yapımda büyük beklentilerle izlemek söz konusu olmayınca, arkasına yaslanan izleyici kendisine sunulan ne varsa alabiliyor. Üstelik karakterler konusunda da, soygun ve aşk öykülerinde de çok fazla zaman kaybedilmiyor. Her şey tam kararında…

Ripley ne kadar düz ve dürüstse, Gabriel o kadar gizli ve tutarsız görünüyor ilk anlarda ve daha sonra bizi bekleyen süprizler bir bir açığa çıkıyor. Çok değerli bir objeyi çalmak üzere bir araya gelen iki hırsız arasında kurulan ortaklık belli bir zaman sonra seyirciye bulmaca olarak veriliyor. Ne gerçek, ne sahte haydi keşfet bakalım diyor Son Oyun izleyicisine…

Banderas film için “70’lerin ve hatta daha önceki döneme ait filmlerde alışık olduğumuz klasisizmi yeniden ortaya çıkarıyor.” diyor ki, o dönemin filmlerini anımsatması da bu açıdan doğru… Filmin temel noktasının ve seyirciden beklentinin ne olduğunu ise Radha Mitchell açık ediyor, “Olaylar geliştikçe karakterleri yeniden değerlendirmeye başlıyorsunuz ve bu oldukça eğlenceli ve heyecan verici”… Aktörlerin uyumları çok iyi, belli ki filmde oynamaktan da keyif almışlar. Freeman rolüne pek yakışmamış gibi gözükse de, belli bir süre sonra pek de sorun yaratmıyor bu durum.“Film bir soygun filmi ancak aynı zamanda bir aşk ve ihanet filmi” diyor yönetmen Leder. “Olaylar beklenmedik bir şekilde birbirini takip ediyor ve izleyiciyi sürekli olarak bir sonra ki adımı tahmin etmeye yönlendiriyor.” Doğru söze ne denir ki, çok büyük şeyler vaat etmeyen, rahatlıkla koltuğunuzda geriye yaslanıp iyi vakit geçirebileceğiniz biraz tv filmi havasındaki Son Oyun, sonundaki zincirleme sürpriz finaliyle sıradan ama eğlenceli bir seyirlik sunuyor…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template