♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

İlk Bakış: The Heat / Ateşli Aynasızlar

Çarşamba, Temmuz 31, 2013
Dünya üzerinde yan yana bile gelmemesi gereken iki kişi aynı görevde çalışmak, hatta takım olmak zorunda kalırlarsa? İki zıt karakterin birlikte çalışmak zorunda olduğu polisiyelerin kadın versiyonu “The Heat”, “Ateşli Aynasızlar” adıyla 9 Ağustos’ta gösterime giriyor...

Senaryosunu “Parks and Recreation” ekibinden Katie Dippold’un yazdığı filmin yönetmeni “Bridesmaids” ile iyi iş çıkaran Paul Feig... Senaryoyu okuyan yönetmen, komedi ve kadın denince aklına gelen ilk ismi filmde bir araya getirmiş: Sandra Bullock ve Melissa McCarthy... İkiliye Demian Bichir, Marlon Wayans ve Michael Rapaport eşlik ediyor...

FBI Ajanı Sarah Ashburn (Bullock) ve Boston polisi Shannon Mullins (McCarthy) asla bir araya gelmemesi gereken insanlardır. Fakat bir uyuşturucu baronunu yakalamak için aynı görevde yer almak zorunda kalırlar. Ve macera başlar… Sarah Ashburn bir uyuşturucu baronunu yakalamak için – ve sonunda terfi almak amacıyla! – New York’tan Boston’a gider. Fakat Shannon Mullins FBI’ın kendi bölgesine karışmasını istemediği için, olayların çözülmesi ve terfi hiç de Sarah’nın tahmin ettiği kadar kolay olmayacaktır. Ashburn, çok yetenekli, zeki, hırslı ve dahiyane gözlem yeteneğine sahip olduğunu düşünen, her zaman odadaki en zeki insan olduğuna inanan ve bunu herkesin bilmesini isteyen bir ajandır. Sosyal çevresi, ailesi ya da bir arkadaşı olmayan Ashburn işi konusunda haddinden fazla takıntılıdır. Bu arada Mullins’in de başının tek belası Ashburn değil… Kendi erkek kardeşini (Rapaport) uyuşturucu satıcılığından hapse gönderince, tüm birim ve ailesi tarafından oklar üzerine çevrilir. Ailesi Mullins’in ihanetini kabullenemez ve onu bir numaralı düşmanları ilan ederler. Kardeşinin başını beladan korumak için onu hapse attıran Mullins bir de ailesine kendisini açıklamakla boğuşmaktadır.

“Ashburn’ün FBI ajanı olarak sağladığı başarı, işine olan sevgisi ve çevresiyle sıfır ilişki içinde olmasıyla orantılı. FBI’da saygı duyulan fakat hiçbir zaman takım arkadaşı olamayan soğuk bir kadın. Ağzını her açtığında çevresindeki insanlar üzerinde kasırga etkisi yaratıyor.” diyor Sandra Bullock. 

Melissa McCarthy canlandırdığı Mullins karakteri için “Havlayan köpek ısırmaz sözü Mullins için söylenmiş. Boston sokaklarında büyüyen Mullins suçun nereden geleceğini kestirebilecek kadar zeki. Farklı bir tarzı olan polis ve kesinlikle Ashburn yang’se Mullins onun yin’idir.” diyor. 

Yönetmen Paul Feig: “Ashburn insanların beynine girmeye çalışırken, Mullins beyinlerini ezmeyi tercih ediyor. Tabii ki buna şaşırmıyorum, çünkü Ashburn büyük bir davayı çözüp terfi alma derdindeyken, Mullins Ashburn’un bölgesinden gitmesi için her şeyi yapmaya hazır. Ashburn ise yeni ortağı ve baş belası Mullins’in sokakları ezbere bildiğini ve bu durumun ona fayda sağlayabileceğini anlıyor. Tamamen birbirine ters bu iki karakter çekimlerde bile bizi kahkahalara boğdu. İzleyenler de bu zıtlığa çok gülecek.” diyor. 

“Şaka gibi geliyor fakat Ateşli Aynasızlar gerçekten bir aşk hikayesine döndü. Mullins ve Ashburn birbirlerinden nefret eden iki insanken, geçmişlerini unutup birlikte çalışmaktan son derece keyif alır hale geliyorlar. Zamanla birbirlerini tamamlayan bile başlıyorlar!” diyor. McCarthy. 

Macera, nefret ve kahkaha dolu anların sonrasında, efsane ikili birbirlerinde hiç kimsenin tahmin dahi edemeyeceği ortak noktalar bulurlar. “Ateşli Aynasızlar” izleyenleri “kahkahaya ve aksiyona” davet ediyor. 

Amerika’da 28 Haziran’da gösterime giren film, izleyiciden olumlu not alarak özellikle gençlerin kalbini fethetmiş durumda... Daha açılış haftasında neredeyse bütçesini çıkarmış ve gişede de yaz sezonunun en çok kar edenlerinden biri konumuna doğru ilerliyor... Tüm bunların getirisi olarak devam filmi dedikoduları da yayılmaya başladı... Fragmandan göründüğü kadarıyla ikilimiz hayli uyumlu ve özellikle McCarthy döktürüyor... Vadettiği eğlenceli 117 dakikayı yerine getirecekmiş gibi görünüyor... Çok fazla beklentimiz olmasa da, bekliyoruz...



Escape from Planet Earth : Önce Aile, Sonra Gezegen...

Çarşamba, Temmuz 31, 2013
Animasyon aleminin uzay sevdası artarak sürüyor... Söz konusu gelişen teknolojiyle yeni animasyonlar üretmek olduğunda, herkese hitap etme konusunda şaşmaz pusulalardan biri uzun zamandır uzaylı yaratıklar... Hitap edilecek kitleye anlatılmak istenenleri de, başkasını anlatıyormuş gibi yaparak anlatma konusunda da avantaj sağlamasıyla, sürekli tercih sebebi... “Escape from Planet Earth”de bu yolun yolcularından...

“Hoodwinked!”ın yaratıcı ekibinden Cory Edwards ile Tony Leech’in aklına düşen öykü, kısa filmci Bob Barlen ve Cal Brunker tarafından senaryolaştırılmış ve Bunker yönetmen koltuğuna oturmuş... “Horton Hears a Who!”, “9”, “Despicable Me” ve “Ice Age: Continental Drift”in storyboard ekibinde yer alan Bunker, 2009’da çektiği 22 dakikalık “Ninjamaica”dan sonra ilk büyük sınavında... Aslında pek büyük sınav olduğunu söylemekte zor, animasyonların büyük ekipleri söz konusu olduğunda, yönetmenin nereye ne kadar dokunduğunu anlamakta pek mümkün olmuyor... Arka planda bir stüdyonun olması, promosyon malzemeleri için satış beklentisi derken yaratılanlardan ticari beklenti duyulması film üzerinde hayli belirleyici oluyor...

“Kahramanlar Uzayda” adıyla vizyonda ağırladığımız film, bir gezegenle tanıştırıyor bizi... Baas halkı hayli mutlu... Nasıl olmasınlar ki, doğabilecek her sorunu çözmeye hazırlıklı bir ekipleri mevcut... Kahraman astronot Scorch ile kontrol masasından sorumlu abisi Gary... Birbirinin zıttı ikili, filmin tüm çatısını oluşturuyor... Evli ve çocuklu, masa başı görevlisi abimiz Gary ne kadar kontröllü ve sorumluluk sahibiyse, Scorch o kadar maceraya balıklama dalan karakter... Oğlunun en büyük Scorch hayranı olmasını da hesaba katarsak Gary karizma konusunda da hayli geride, tipik bir adı bilinmeyen kahraman konumunda... Bunun getirdiği abi-kardeş çekişmeleri de sıkça karşımıza çıkan anları oluşturup, maceraya da zemin hazırlıyor... Son görevinden gelir gelmez, şu ana kadar giden kimsenin geri dönmediği gezegene gitme görevine balıklama atlayan Scorch, gezegenimize iner inmez enseleniyor... Göreve şiddetle karşı çıkan Scorch, kurtarma görevine atılıyor...

Bunker, öyküsünü herkesi kucaklamak üzere anlatmaya soyunduğundan çıtayı hayli düşük tutarak ilk animasyonunu izlemeye aday çocukları bile sinemaya çağıran bir film çıkarmış ortaya... Sürekli vurgu yapılan aile kavramı üzerine giderek, gezegenin neresinde olursa olsun en önemli şey ailedir diyerek kotarmış filmi... Dünyaya dair görülen tek şey, meşhur 51. Bölge ve nevada çölü olunca daha çok kapalı mekanlarda geçen, karakterlerin üzerinden giden bir film izliyoruz... Görüntü işçiliği ne eksik ne fazla, hayli standart... Senaryo ise kolaycılığı tercih eden, izleyicinin çabuk benimsemesini bekliyor ve izleyicinin algılarıyla oynamadan daha önce izlediklerine yakın bir iş çıkarıyor... Yeni herhangi birşeye rastlamakta zor bu yüzden... 

Bunker ve ekibi, genel standartları yakalamanın dışında, bazı standartları da abartarak aşıyor... Dünyaya iniş sahnesindeki Seven Eleven markası başta olmak üzere hayli marka sever davranıyor, uzaylıların hayatımıza ekledikleri icatları sayarken de hayli coşku şekilde kaptırıp gidiyorlar... Uzaylıların bunca yeniliği getirmesine rağmen onları esir alan sorunların sebebi olan karanlık gezegenin dünyamız olması ise çok geçerli bir tercih olamıyor... İyi yaratıkların karşısına dikilen kötümüz pekte kötü olamadığı gibi hayli karikatürize olması, filmin en önemli sorunlarından birinin doğurmuş oluyor... Aslında iyi bir açılış yapan ve 51. Bölge’ye kadar sıkmadan ilerleyen film, yeni karakterler ve baş kötümüz öyküye eklenince tempo kaybediyor ve zamanı da boşa harcıyor... Roswell ve James Cameron göndermesi gibi anlar da genelin içinde sırf yokluktan farkedilenler oluyor, ki aslında buna uygun bir ortam var... Hadi onu yapamamış kabul, kendince önemsediği şeyleri pekiştirme sevdası yüzünden gereksiz anları çıkarılsa en azından keyifle sıkılmadan izlenen bir film olabilirmiş...

Ufak tefek yaratıcı anlar dışında genel olarak vasat seyreden öykü, eninde sonunda ailenin en önemli şey olduğunu hatırlatan, daha çok çocuklara hitap eden ama herhangi bir özelliği olmayan sıradan bir film... 


Yeni Video: London Grammar “Strong”

Salı, Temmuz 30, 2013
İngiliz üçlü London Grammar, yılın merakla beklenen albümlerinden biri olan debutlarından yeni video klip yayınladı...

2009’da vokalist Hannah Reid ile bas gitarist Dan Rothman’ın Nottingham Üniversitesinde tanışmalarıyla ilk temelleri atılan grup, facebooktan gitarist arayarak başlamış işe... Mesajla bulunan isimse birçok enstrümana hakim olan Dot Major olmuş... Böylece tamamlanmış üçlü ve başlamış herşey... Aralık 2012’de yayınlanan ilk single “Hey Now” şu aralar bir milyon izleyiciye ulaşmak üzere... Şubat 2013 ise farklı heyecan olmuş, ilk E.P. “Metal & Dust” yarattığı ilgiyle grubun tanınırlığını arttırmış durumda... Biri remix, dört şarkılık e.p’nin şarkıları grubun ilk hitleri konumunda... Geçtiğimiz ay yayınlanan single "Wasting My Young Years" ise İngiltere’yi fethetme görevini yerine getiren ikisi remix, beş şarkıdan oluşuyor... Özellikle şarkının yarattığı ilgide Florence Welch etkisine vurgu yapılıyor... Massive Attack ile Florence’ın birleşimi yorumları yapılmakta... Massive Attack benzerliği için biraz saçma ama Florence etkili vokale diyecek söz yok... Yakında adlarını daha çok duyacağımız da şimdiden belli... Keşfetmek için daha fazla beklemeyin yani... 

Gelelim bugüne, kısa sürede büyük ilgi uyandıran üçlü, ilk albümlerini yayınlayacaklarını video kliple müjdeledi... Yılın en çok beklenen albümlerinden biri olacak “If You Wait” 9 Eylül’de yayınlanacak ve standart baskısı 11 şarkı içerecek... Delux edisyonununda 6 ek şarkı bulunacak... Yayınlanan şarkı listesi şöyle...

If You Wait Tracklist:
01. Hey Now [03:27]
02. Stay Awake [03:05]
03. Shyer [03:07]
04. Wasting My Young Years [03:24]
05. Sights [04:13]
06. Strong [04:35]
07. Nightcall [04:30]
08. Metal & Dust [03:28]
09. Interlude (Live) [04:04]
10. Flickers [04:45]
11. If You Wait [04:44]

If You Wait Deluxe Tracklist:
12. Help [03:53]
13. Darling Are You Gonna Leave Me [03:02]
14. Disclosure – Help Me Lose My Mind feat. London Grammar [04:06]
15. High Life [04:03]
16. Maybe [04:23]
17. When We Were Young [03.06]




"d@bbe: Cin Çarpması"ndan Yarışma: Bu Filmi İzlemeye Cesaretin Var mı?

Pazartesi, Temmuz 29, 2013
Fragmanı internette yoğun olarak izlenen ve sosyal medyada paylaşım rekorları kıran Dabbe: Cin Çarpması filmi için vizyon öncesinde ilginç bir uygulama yapılmaya hazırlanılıyor. 2 Ağustos’ta vizyona girecek Dabbe: Cin Çarpması’nı, kapalı bir sinema salonunda sonuna kadar izleyebilme cesareti gösterenlere yapımcı tarafından ödül verilecek.

Hasan Karacadağ’ın 6. korku filmi Dabbe: Cin Çarpması filminin Fono Film Stüdyoları’nda yapılacak deneme gösteriminde sonuna kadar izleme cesareti gösterenler, yönetmenin bir sonraki filmi El Nazar’ın özel konuğu olacak.

Filmin Facebook sayfası olan https://www.facebook.com/cincarpmasifilmi adresine başvuranlar arasında yapılacak ön seçimi geçenler, filmi Dolby digital ses sitemli, ışıklandırması ve bütün kapıları kapalı bir salonda yönetmenin gözetiminde izleyecekler. Son sahnelere kadar koltuklarından ayrılmayan her bir izleyici hem yönetmenle film hakkında konuşma fırsatı, hem de bir sonraki filminin setinde  özel konuk olarak katılma şansını yakalayacak.

Son iki filmi Dabbe: Bir Cin Vakası ve El Cin ile 1 milyona yakın izleyiciye ulaşan Hasan Karacadağ’ın, dünyayı karıştıracak gerçek bir korku hikayesi olan yeni filmi Dabbe: Cin Çarpması, 2 Ağustos’ta 200 kopyayla vizyona girecek.

Hasan Karacadağ, son filmi Dabbe: Cin Çarpması’nda, 1986 yılında Muğla'da cinleri kullanarak define bulmuş bir köyün lanetli, habis ve cüzzamlı ruhlarla kuşatılmış tüyler ürperten gerçek bir olayı, gizli kalmış tüm detayları ve gerçek belgeleriyle sinemaya aktardı. Stratonikeia kazı alanına yakın Kıbledere Köyü’nde yaşanmış cin çarpılma vakası, oradaki dehşetin gerçek görüntüleri, adli kayıtlar, deliller ve dinleyeni şoka sokan eskilere dair sırları da içeriyor. 

Dabbe: Cin Çarpması – Hikaye:
Psikiyatrist Ebru Karaduman ve Cinci Faruk Akat olarak bilinen Cin Çıkarma uzmanının aynı anda ilgilendikleri cin çarpılma vakasının ana kahramanı Kübra Duran isimli genç bir kızdır. Bir define bulma olayıyla ilgili korkunç ve lanetli bir geçmişe sahip olan Kıbledere köylüsü Kübra, aynı zamanda Ebru’nun çocukluk arkadaşıdır. Kübra, kına gecesinde aniden cinlerin saldırısına uğramış ve içinde büyüyen çok güçlü ve tehlikeli bir varlığın tehdidi altına girmiştir. Psikiyatrist Ebru, görüntülü olgu sunumu için Kübra'yı incelemeye alıp, Cinci Hoca dedikleri kişilerin hastalara yaptıklarını ve sonuçlarını kamera ile kayıt altına almak istemektedir. Psikiyatr ve Hoca birlikte Kübra'nın ailesiyle yaşadığı köy evine varırlar. Din ve bilim arasındaki bu çekişme gerçekler ortaya çıktıkça dehşete dönüşmeye başlar. İlk başlarda olaylar çözüme doğru giderken, Kıbledere’nin geçmişinde saklı olan ürpertici olaylar ve tuhaf bir şifre ortaya çıkınca, herkes için cehennem saatleri başlar.



Aşk Kırmızı : Kırmızı Kalmamış, Patlıcan Moru Verelim...

Pazartesi, Temmuz 29, 2013
Sezonun en promosyonlu filmi “Aşk Kırmızı”, sonunda dvd raflarında sinemada pas geçen izleyicilerini beklemeye başladı. Künyesiyle dikkat çekmeye başlayan film, vizyona girene dek medyada sıkça yer bulmuştu kendine... Önce hareketli afiş geldi, sonra Mehmet Turgut imzalı afiş, Mehmet Erdem müzikleri derken son olarak, bolca soruyla çağırdı sinemaya herkesi... Cevabını da peşinen vermişti: “Aşk kırmızı… Sadakat ne renk? Rengini sen seçemezsin, aşk seçer”

Aşk, sadakat ve çaresizliği üç kişilik dünyaya sığdırmaya çalışan film, sıkça tutku dolu ve bir o kadar da sarsıcı olduğunun altını çizmişti... Osman Sınav’ın yazıp yönettiği, Nurgül Yeşilçay, Tayanç Ayaydın ve Ezgi Asaroğlu’nun başrollerini paylaştığı “Aşk Kırmızı” aslında daha fragmandan belli etmişti kendini... Daha fazlasına pek gerek yoktu ama, tutamadık kendimizi izledik velhasıl...

İlk aşkına olan tutkusu ile çok sevdiği karısına olan aşkı arasında kalan bir adamın çaresizliğini anlatma çabasını, izleyicisine sorular sorarak aşk ve sadakat kavramlarını sorgulatmaya çalışarak ilerlemeye çalışıyor “Aşk Kırmızı”... “İki kişiyi seviyorsan hangisine sadık olacaksın?”, “Bir adamın ilk aşkıyken, ‘öteki kadın’ olabilir misin?” ve “Seninle aynı adamı sevdiği için onu suçlayabilir misin?” gibi yüzleşilmesi ve cevaplanması zor sorularla baş başa bırakılmak isteniyoruz... Ama maalesef hiçte öyle olmuyor...

Ferhat ile Zeynep’in öpüşmelere doyamadığı sahneyle yapıyoruz açılışı... Birbirlerine “Kocammmm”, “Karımmmm” diye hitap eden sevgi pıtırcığı çiftimiz ilk kez ayrılıyor... Erkeğimiz iş gezisine çıkmak zorunda, pıtırcıktan hallice öpüşmeleri de havaalanında gerçekleşiyor... Sonrası Ferhat’ın bir barda Nazlıgül’ü görmesi... Aşka üçüncü kişinin duhul edişini müteakip, Ferhat ile Nazlıgül birbirlerine uzuuun uzuuuun melül melül bakıyor... Bilahare konuşmadan, öküz ile trenin arasındaki o meşhur bakışmayı kıskandırması kuvvetle muhtemel bu bakışmayı, iliklerine kadar hissediyorlar... Lakin bize hissettiremiyorlar o ayrı... Sonrası klasik, seviştik unutalım, yok olmaz ben görmeden duramam vs... Ferhat, kalıyor ikilemde... Bir yanda sevgilisi Zeynep, diğer yanda yıllar sonra karşılaşılan ilk sevgili Nazlıgül... Ne yardan geçerim, ne de serden deyince filmimiz dala budağa sarıyor...

Bu dal budak sarma hali bir türlü seyirciye yansıyamayan bir hal... Öyle ki, aşkın kırmızısı sadece Nazlıgül’ün üstündeki elbisenin rengi olarak kalıyor... Ferhat’ın karısına olan aşkı ve bağlılığı hayli komik ve geçiştirilmiş olunca, lafta kalıyor... Nazlıgül’e biçilen rolün fahişelik olması, filme sözde dram eklesin diye seçilmiş ama o kadar saçmasapan bir öyküyle gelen bu durum senaryonun en zayıf yeri... İlk aşka dair anlatılan geçmiş, bir şekilde kurtarıyor belki ama birbirlerinden kopmalarına sebep olan olay ile başlayan silsile finalimize de sebep doğurduğu için tamamen komik bir hal alıyor... Nazlıgül’e biçilen öykünün anlatılmak istenenlere hafif kalması, Zeynep’i neredeyse hiç tanıyamayışımız, Ferhat’ı da yarım yamalak anlamaya çalışmamızla ortada bir aşk üçgeni kurulamayınca, tüm sorular askıda kalıyor... Osman Sınav gibi iyi bir hikaye anlatıcısı, en azından daha mantıklı bir senaryo çatısı seçebilirdi kendine... Bu haliyle hem inandırıcı değil, hem mantıksız... Bu da seyircinin filme kapılmasının önünde engel oluşturuyor... 

Kötü senaryoya kurban giden aşk, Zeynep’in hissedebildiği ve birazcık seyirciye de aktarabildiği duygu kırıntısı olarak kalabiliyor sadece... Sonrasında ne olsa boş demekte mümkün değil... Zira final öncesi kötüyü de aşan seçimler var ki, gülmemek elde değil... Finale diyecek söz ise yok... Sınav, seçtiği yan öykünün doğurduğu finalle kolaycılığa kaçmış... Seyircisini yüzleşilmesi ve cevaplanması zor sorularla baş başa bırakmaya çalışan film, aynı çabayı senaryo için gösteremiyor ne yazı ki... 

Eni sonu belirtelim aslında, Aşk dediğimiz iki kişiliktir ve üçüncüye yer yoktur hiç... Bu yargıyı kırmakta göründüğü kadar kolay değil... Üçüncüye yer açmaya çalıştığınızda, inandırıcı bir senaryo gerekiyor... Duyguları veremez, bakışmalarla ilerlemeye çalışır, tutkuyu da öpüşmeyle cinsellikle vermeye çalışırsanız, üstüne bol bol Mehmet Erdem müzikleri bindirirseniz, ver coşkuyu olmaz o iş... Şişer o aşk, balon misali... Bir adamın; karısına olan sevgisini lafla, yeniden karşılaştığı ilk aşkına olan sevgisini uygulamayla göstermeye çalıştığı “Aşk Kırmızı”da arasakta kırmızı bulunmuyor bir türlü... Kötü senaryonun hediyesi olarak mor var elde, hem de en patlıcanından... Tabi yerseniz...


Dizi Ajandası : 29 Temmuz / 4 Ağustos

Pazartesi, Temmuz 29, 2013
Merakla beklenen üç sezon finalinin şenlendirdiği hafta, yine bolca dizi sunuyor... Cuma dışında zengin menü sunan haftanın en çok öne çıkan günü, “The Killing”, “Falling Skies” ve “Continuum”un sezon finalleriyle pazar akşamı...


Pazartesi:
King & Maxwell  1x8  Job Security
Longmire  2x9  Tuscan Red
Major Crimes  2x8  The Deep End
Mistresses (US)  1x9  Guess Who's Coming to Dinner?
Switched at Birth  2x18  As the Shadows Deepen
Teen Wolf  3x9  The Girl Who Knew Too Much
The Fosters  1x9  Vigil
The Glades  4x9  Fast Ball
Under The Dome  1x6  The Endless Thirst


Salı:
Covert Affairs  4x3  Into the White
Perception  2x6  Defective
Pretty Little Liars  4x8  The Guilty Girl's Handbook
Rizzoli & Isles  4x6  Somebody's Watching Me
Saving Hope  2x6  All Things Must Pass
Suits  3x3  Unfinished Business
Twisted  1x8  Docu-Trauma
Web Therapy  3x2  Who Doesn't Love Musicals
  

Çarşamba:
Baby Daddy  2x10  Test Anxiety
Camp  1x4  Valentine's Day in July
Franklin And Bash  3x8  Out of the Blue
Futurama  7x21  Assie Come Home
Hot In Cleveland  4x18  The Fixer
Melissa & Joey  3x10  Family Feud
Necessary Roughness  3x7  Bringing the Heat
Royal Pains  5x7  Chock Full O' Nuts
The Bridge (US)  1x4  Maria of the Desert
The Exes  3x6  Take This Job And Shove It
The Listener  4x9  Love's a Bitch


Perşembe:
Anger Management  2x30  Charlie and the Hit and Run
Burn Notice  7x8  Nature of the Beast
Childrens Hospital  5x2  Triangles
Graceland  1x8  Bag Man
NTSF:SD:SUV  3x2  Hawaii Die-0
Rookie Blue  4x7  Friday the 13th
Sullivan & Son  2x7  Running Mates
Wilfred  3x8  Perspective


Cuma:
Beware the Batman  1x4  Safe
Magic City  2x8  ...And Your Enemies Closer 



Pazar:
Continuum  2x13  The Dying Seconds  [Sezon Finali]
Copper  2x7  The Hope Too Bright To Last
Devious Maids  1x7  Taking a Message
Dexter  8x6  A Little Reflection
Drop Dead Diva  5x7  Missed Congeniality
Falling Skies  3x10  Brazil    [Sezon Finali]
Ray Donovan  1x6  Housewarming
Skins (UK)  7x6  Skins Pure (2)
The Killing  3x11  From Up Here / 3x12  The Road to Hamelin  [Sezon Finali]
The Newsroom  2x4  Unintended Consequences
The White Queen  1x8  Long Live the King
True Blood  6x8  Dead Meat
Unforgettable  2x2  Incognito


The Colony : Son Direniş!

Perşembe, Temmuz 25, 2013
Dünyanın sonuna dair üzerinde en çok durulan senaryo olan buzul çağı öykülerinin sinemadaki hakimiyeti sürüyor... Bilim-Kurgu filmlerinde dünyanın sonu çoğunlukla doğa felaketleriyle geliyor... İster gişeye oynasın, ister küçük bütçeli olsun filmler genellikle buzul çağını tercih ediyor... Gişe filmleri için zaten problem yok ama küçük bütçeliler için bu durum genellikle avantaj... Az oyuncuyla, ıssız bir bölge bulunduğunda atmosferi yaratmak için türlü numaralara girmeye de gerek kalmıyor... Kanada yapımı “The Colony”de bu filmlerin şimdilik sonuncusu...

Bizde de bilinen “Cracked” dizisinin de senaristlerinden biri olan, set kostümcüsü ve senarist Patrick Tarr ile kısa filmci Pascal Trottier’in aklına düşen öyküye iki isim daha katılmış ve dört kişi tarafından kotarılmış “The Colony”... Svet Rouskov ve Jeff Renfroe, hikayeyi yaratan ikiliye göre daha tecrübeli ve bilinen isimler... Yönetmen koltuğunda oturan isimde Renfroe... 2004’te ilk uzun metrajı “One Point O” ile önemli bir çıkış yakalayan yönetmen, filmin kısa sürede kült mertebesine yükselmesiyle sivrilmiş ve altı ödül toplayarak başarısını perçimlemişti... Mistik gerilimi seven yönetmen ne çekse bir türlü ilk filmini aşamayan yönetmenlerden biri konumunda... Son üç işinin tv filmleri olması, arada iki diziye koşması da bunun göstergelerinden biri... Renfroe, 2006 yapımı nispeten başarılı diyebileceğimiz “Civic Duty”den sonra yeniden salonlara çıkıp, The Colony ile şansını deniyor... En azından şimdilik istediği yankıyı bulduğunu söylemek mümkün... 16 milyon dolar bütçeli film, Kanada dışında üç ülkede salon görmüş ve 20 Eylül’de Amerika’da vizyona girmeyi bekliyor... 

Buzul çağındayız... Kahramanımız Sam’in anlatıyor, biz dinliyoruz... Bir gün kar yağmaya başlamış ve o gün bugündür hiç durmamış, kaynaklar tükenmiş, güneş gitmiş, açlık başta olmak üzere çekilen sıkıntılar ile insanlıkta artık kolonilerle devam ediyor... Kaynak sıkıntısı sebebiyle, en ufak hastalıklar ölümcül... Sayısı giderek azalan bir avuç insan, yaşamak için mücadele veriyor... Bu son direnişin sorunsuz devam edebilmesi içinde belli kurallar var... Hasta olanların önce karantinaya alınması, durumu ağırlaşınca da seçim şansı verilmesi: Ya öldürürüz, ya da yürüyerek ayrılırsın... Böyle bir ortamda, yerin altındaki koloni 7’deyiz... Koloni 5’ten gelen yardım çağrısıyla başlıyor macera... Telsizle iletişim kopmuş, son mesaj yardım çağrısı... Hemen liderimiz öne atılıyor, iki gönüllüyle birlikte keşif ekibi oluşturarak yola koyuluyor...

95 dakikalık bilim-kurgu gerilim, dört kişilik senaryo grubundan nasıl çıktığına şaşırdığımız bir film oluyor öncelikle... Mantık hatalarını görmezden gelmek zor zira... Oyunculukların vasat olduğunu söylemeye gerek yok, senaryonun çok sıradan olduğunu söylemeye de... Keşfin sonunda bulunanlar çok büyük süpriz olmuyor zaten ama en azından heyecan ve tempo kazandırması gerekiyor... Başladığı gibi devam eden ve bir türlü akamayan film, üç dört karakterin etrafında dönüyor ve yavanlıkta sınır tanımıyor... Finalinde de net olamayınca ne anlatmak istediği de muallakta kalıyor... Umutsuz bir atmosferde geçiyorken, heyecan yaratma adına bunu değiştirmek pahalıya patlıyor ekip için... Hazırda çizilmiş ve bir iki sahneyle pekişmiş karanlık gelecek tasvirinin bu kadar kötü harcanması pek süpriz olmuyor... Daha çok tv filmini andırmasını da bunlara eklemeden geçmeyelim...

Filmin bu kadar popüler olmasında, oyuncu kadrosu ve kıyamet olduğu kadar altyazısının hemen çıkmasının da etkisi büyük... Korsan piyasaya düşer düşmez türkçe altyazıya kavuşan film, bu beklentilerin altında kalıyor... Matrix ile adını ezberlettikten sonra her filmde oynamaya hazırmış gibi görünen Laurence Fishburne filmin en çok öne çıkan oyuncusu, ona eşlik edenlerde hayli tanıdık simalar... “Air Bud” ile parlayan çocuk yıldızlıktan korku filmlerinin kadrolu oyunculuğuna terfi eden Kevin Zegers, eski günlerinin mumla aratan Bill Paxton ve “Rookie Blue”nun güzel sarışını Charlotte Sullivan vasat oyunculuklarıyla filme herhangi bir katkı yapmıyor...

Buzul çağında gelen yardım çağırısıyla başlayan tehlikeden doğan son direniş, ancak vakti bol olanlara hitap ediyor... Tahmin edilebilirliliği ve temposuzluğuyla izleyicisini zorlayan film, finale kadar devam edenleri de ödüllendirmeyen vasat bir yapım...


Yeni Video: Fiona Apple "Hot Knife" (Yönetmen: Paul Thomas Anderson)

Perşembe, Temmuz 25, 2013
Geçtiğimiz yıl yayınladığı muhteşem albümü "The Idler Wheel..." hem diskografisinin, hem de yılın en iyi işlerinden birini çıkaran Fiona Apple, bir şarkısını daha kliplendirdi... Üstelik yönetmen koltuğunda Paul Thomas Anderson oturuyor...



Stream: Clap Your Hands Say Yeah "Little Moments E.P."

Perşembe, Temmuz 25, 2013
2011'de yayınladıkları "Hysterical"dan bu yana sorunlarla boğuşan Clap Your Hands Say Yeah, sonunda hayranlarını daha fazla bekletmeyerek dört şarkılık E.P. yayınladı... Geçtiğimiz yıl iki üyesinin ayrılmasıyla Alec ve Sean yola devam ederken, yeni albüm duyurusu da geldi... Henüz adı ve detayları belli olmayan albüm, grubun dördüncü stüdyo albümü olarak Ocak ayı içinde kulaklarımıza dolacak...

Gelelim "Little Moments E.P"sine... Fiziksel baskısına 1 Ekim'de kavuşacak e.p., iki yeni şarkı ile iki b-side'dan oluşuyor... Dinlemek için o kadar beklemenize gerek yok, play tuşuna basmanız yeterli...



İlk Bakış: Camille Claudel 1915

Çarşamba, Temmuz 24, 2013
Gelmiş geçmiş en yetenekli kadın heykeltıraşlardan birinin içsel karmaşasını inceleyen “Camille Claudel 1915”, 32. İstanbul Film Festivali’nden sonra 26 Temmuz’da gösterime giriyor...

1915’te, kış ayazında, Camille Claudel eğilip yerdeki bir taşı alır ve dikkatle inceler. Sanki işine yoğunlaşmış bir heykeltıraştır izlediğimiz; zihninde basit bir taşı yepyeni bir şeye dönüştürüyor gibidir. Ama sonra taşı atar, bir daha da sanata dönmez. Ailesi akıl hastanesine kapatılmasının hayrına olacağına karar kılmıştır. Film boyunca Camille’in bir sanatçı olarak kabul görmeyi, anlayışla karşılanmayı ummasını izler, sevgili yazar kardeşi Paul Claudel’in onu ziyaret etmesini beklediğine tanık oluruz. 

İsa’nın Yaşamı, İnsanlık ve Flanders ile tanıdığımız Bruno Dumont’un yazıp yönettiği film, ilk gösterimini Berlin’de yapmış ve gezdiği festivallerde sürekli ilgi odağı olmuştu... Juliette Binoche’un performansıyla anılan kadroda Jean-Luc Vincent, Robert Leroy, Emmanuel Kauffman, Marion Keller, Armelle Leroy-Rolland ve Myriam Allain de yer alıyor. 

“Şansa bakın, Camille Claudel´in hastaneye yatırılışıyla ilgili bir kitap okuyordum ki bunu Juliette’le aynı yaştayken yaşadığını öğrendim. Beynimde bir şimşek çaktı, işte bu, dedim. Hayatı hakkında, hastaneye yatırılışı hakkında tıbbi kayıtlar hariç hiçbir şey bilmemek hoşuma gitti. Elimde hiçbir şey olmaksızın bir senaryo yazmak da öyle.” sözleriyle not düşüyor Bruno Dumont, filmin ortaya çıkış öyküsünü... Aslında üzerine fazla söze de gerek yok... Dumont ve Binoche ortaklığından ne çıksa izleriz zaten ama Claudel faktörüyle daha da fazla artıyor o istek... Maalesef tek kopyayla gösterime girmiş gibi yapacak, Anadolu izleyicisi mahrum kalacak ama aklınızda bulunsun, denk gelirseniz kaçırmayın...



2013-14 Sonbahar Dizileri Ajandası : Dizilerin Başlama Tarihleri

Salı, Temmuz 23, 2013
Yaz sezonunu ortalayıp Eylül’e gün sayarken, 2013 – 2014 Sonbahar sezonu dizilerinin başlangıç tarihleri birer birer duyurulmaya başlandı... Yeni tarihler geldikçe güncellenecek ajandayı şimdiden meraklılarına sunalım...


2 Broke Girls – 23 Eylül 2013
Almost Human – 4 Kasım 2013
American Dad – 29 Eylül 2013
American Horror Story – Ekim 2013
Archer – Henüz Açıklanmadı
Arrow – 9 Ekim 2013
Back in the Game – 25 Eylül 2013
Banshee – Henüz Açıklanmadı
Beauty and the Beast – 7 Ekim 2013
Being Human U.S. – Henüz Açıklanmadı
Betrayal – 29 Eylül 2013
Blue Bloods – 27 Eylül 2013
Boardwalk Empire – 8 Eylül 2013
Bob’s Burgers – 29 Eylül 2013
Bones – 16 Eylül 2013
Bron/Broen  – Henüz Açıklanmadı
Brooklyn Nine-nine – 17 Eylül 2013
Californication – Henüz Açıklanmadı
Call The Midwife – Henüz Açıklanmadı
Castle – 23 Eylül 2013
Chicago Fire – 24 Eylül 2013
Citizen Khan – Henüz Açıklanmadı
Cougar Town – Henüz Açıklanmadı
Covert Affairs – Henüz Açıklanmadı
Cracked – Henüz Açıklanmadı
Criminal Minds – 25 Eylül 2013
CSI – 25 Eylül 2013
Cuckoo – Henüz Açıklanmadı
Dads – 17 Eylül 2013
Dallas – Henüz Açıklanmadı
Death In Paradise – Henüz Açıklanmadı
Doctor Who – 23 Kasım 2013
Downton Abbey – Henüz Açıklanmadı
Dracula – 25 Ekim 2013
Eastbound & Down – 29 Eylül 2013
Elementary – 26 Eylül 2013
Enlisted – 8 Kasım 2013
Episodes – Henüz Açıklanmadı
Family Guy – 29 Eylül 2013
Father Brown – Henüz Açıklanmadı
Fresh Meat – Henüz Açıklanmadı
Friday Night Dinner – Henüz Açıklanmadı
Girls – Henüz Açıklanmadı
Glee – 26 Eylül 2013
Grey’s Anatomy – 26 Eylül 2013
Grimm – 25 Ekim 2013
Happily Divorced – Henüz Açıklanmadı
Hart of Dixie – 7 Ekim 2013
Haven – 13 Eylül 2013
Hawaii Five-0 – 27 Eylül 2013
Hebburn – Henüz Açıklanmadı
Hello Ladies – 29 Eylül 2013
Homeland – 29 Eylül 2013
Hostages – 23 Eylül 2013
Hot In Cleveland – Henüz Açıklanmadı
House of Cards – Henüz Açıklanmadı
House of Lies – Henüz Açıklanmadı
How I Met Your Mother – 23 Eylül 2013
Intelligence – 24 Şubat 2014
Ironside – 2 Ekim 2013
It’s Always Sunny in Philadelphia – 4 Eylül 2013
Justified – Henüz Açıklanmadı
Last Man Standing – 20 Eylül 2013
Last Tango In Halifax – Henüz Açıklanmadı
Law & Order:SVU – 25 Eylül 2013
Legit – Henüz Açıklanmadı
Lost Girl – Henüz Açıklanmadı
Louie – Henüz Açıklanmadı
Lucky 7 – 24 Eylül 2013
Marvel’s Agents of S.H.I.E.L.D. – 24 Eylül 2013
Masters ofSex – 29 Eylül 2013
Misfits – Henüz Açıklanmadı
Modern Family – 25 Eylül 2013
Mom – 23 Eylül 2013
Motive – Henüz Açıklanmadı
Mrs Brown’s Boys – Henüz Açıklanmadı
Mr Selfridge – Henüz Açıklanmadı
My Mad Fat Diary – Henüz Açıklanmadı
Nashville – 25 Eylül 2013
NCIS – 24 Eylül 2013
NCIS L.A. – 24 Eylül 2013
New Girl – 17 Eylül 2013
Once Upon a Time – 29 Eylül 2013
Once Upon a Time in Wonderland – 10 Ekim 2013
Parenthood – 26 Eylül 2013
Parks andRecreation – 26 Eylül 2013
Person of Interest – 24 Eylül 2013
Pramface – Henüz Açıklanmadı
Pretty Little Liars – Henüz Açıklanmadı
Psych – Henüz Açıklanmadı
Raising Hope – 8 Kasım 2013
Reign – 17 Ekim 2013
Revenge – 29 Eylül 2013
Revolution – 25 Eylül 2013
Ripper Street – 1 Aralık 2013
Rizzoli & Isles – Henüz Açıklanmadı
Royal Pains – Henüz Açıklanmadı
Scandal – 3 Ekim 2013
Sean Saves the World – 3 Ekim 2013
Seed – Henüz Açıklanmadı
Shameless (ABD) – 12 Ocak 2014
Sleepy Hollow – 16 Eylül 2013
Sons of Anarchy – Henüz Açıklanmadı
SouthPark – 25 Eylül 2013
Suits – Henüz Açıklanmadı
Super Fun Night – 2 Ekim 2013
Supernatural – 8 Ekim 2013
Teen Wolf – 6 Ocak 2014
The Americans – Henüz Açıklanmadı
The Big Bang Theory – 26 Eylül 2013
The Blacklist – 23 Eylül 2013
The Bletchley Circle – Henüz Açıklanmadı
The Carrie Diaries – 25 Ekim 2013
The Crazy Ones – 26 Eylül 2013
The Goldbergs – 24 Eylül 2013
The Good Wife – 29 Eylül 2013
The IT Crowd – Henüz Açıklanmadı
The League – 4 Eylül 2013
The Legend of Korra – Henüz Açıklanmadı
The Mentalist – 29 Eylül 2013
The Middle – 25 Eylül 2013
The Millers – 26 Eylül 2013
The Mindy Project – 17 Eylül 2013
The Neighbors – 20 Eylül 2013
The Originals – 3 Ekim 2013
The Simpsons – 29 Eylül 2013
The Tomorrow People – 9 Ekim 2013
The Vampire Diaries – 3 Ekim 2013
The Walking Dead – 13 Ekim 2013
Treme – 1 Aralık 2013
Trophy Wife – 24 Eylül 2013
Two and a Half Men – 26 Eylül 2013
Ultimate Spider-Man – Henüz Açıklanmadı
Utopia – Henüz Açıklanmadı
We Are Men – 30 Eylül 2013
Welcome to the Family – 3 Ekim 2013
White Collar – Henüz Açıklanmadı
Workaholics – Henüz Açıklanmadı

Güncelleme: 31 Temmuz


İlk Bakış: Safety Not Guaranteed / Zaman Yolcuları

Salı, Temmuz 23, 2013
2012’nin en iyi bağımsız filmlerinden biri olarak gösterilen ve aldığı ödüllerle festivallere damga vuran “Safety Not Guaranteed”, biraz gecikmeli de olsa nihayet “Zaman Yolcuları” adıyla 2 Ağustos’a gösterime giriyor...

Seattle’da çıkan aylık bir derginin 3 çalışanı, gazetede sıra dışı küçük bir ilan görür. "Zaman yolculuğu yapacak eş aranıyor" başlıklı bu ilana şüpheyle yaklaşan gençler, bu çılgın ilandan iyi bir haber çıkacağına inanarak ilan sahibi Kenneth’in peşini düşerler. Sıradan bir süpermarket çalışanı gibi görünen Kenneth, zaman yolculuğunun sırrını çözdüğünü iddia eden bir paranoyaktır. Her biri aslında bambaşka amaçlarla yola çıkan üçlüden Darius, Kenneth’ın haberini yapmak için ona zaman yolculuğunda eşlik etmek istediğini söyleyerek onu ikna eder. Acaba Kenneth gerçekten zamanda yolculuk yapabilmekte midir yoksa akıl hastası bir sahtekar mıdır? Yapacağı haberden ziyade bu sorunun cevabını arayan Darius çok geçmeden Kenneth’in tuhaf karizmasına kendisini kaptıracak ve ikilinin arasında sürprizlerle dolu ve sıra dışı bir aşk başlayacaktır. 

“Little Miss Sunshine”ın yapımcılarının imzasını taşıyan filmin senaryosunda Derek Connolly’un imzası bulunuyor... Yönetmen koltuğunda da yine hiç bilmediğimiz bir isim Colin Trevorrow yer almakta... İkisininde ilk önemli projesi olduğunu hatırlatarak, filmden hemen sonra yeni Jurassic Park için ortaklığa devam edeceklerini belirtelim... Oyuncu kadrosunda sevdiğimiz bağımsızlardan Mark Duplass yer alırken, ona eşlik edenler arasında bağımsız sinemanın yükselişteki güzel yıldızı Aubrey Plaza, New Girl dizisinden tanınan Jake Johnson ve Kristen Bell başta olmak üzere tanıdık simalar mevcut...

İlk gösterimini Sundance’te yapan film, bağımsız film festivallerinin gediklisi olmuş ve yılı ödül avcısı olarak geçirmişti... Bizde de !f’in hit filmlerinden biri olan “Zaman Yolcuları”, meseleye Donnie Darko tadında ama daha çok eğlence kanadından bakarak, sundance’te aldığı senaryo ödülüyle merak uyandırıyor... Klişelerinden arınabilse, çok daha iyi olurmuş ama yine de izleyeni pişman etmeyecek... Halen izlemeyenler için, böyle bağımsıza can kurban diyerek merakla bekliyoruz...



İlk Bakış: The Smurfs 2 / Şirinler 2

Salı, Temmuz 23, 2013
2011’de hepimize nostalji keyfi yaşatan Şirinler, iki yıl aradan sonra devam filmiyle yeniden geliyor... “The Smurfs 2”, “Şirinler 2” adıyla dünyayla aynı anda 1 Ağustos’ta gösterime giriyor...

Sevgi ve paylaşımın sevimli mavi yaratıkları bu kez kendilerine Paris’i mesken tutuyor. Kötü büyücü Gargamel, bir çift Şirinler benzeri haylaz karakterler yaratıyor ve onlara da Haylazlar ismini vererek, sayelerinde çok güçlü ve büyülü Şirin özünü elde edebilmeyi umuyor. Ancak, Gargamel istediği Şirin özünü sadece gerçek bir Şirin’den alabileceğini ve sadece Şirine’nin bildiği gizli büyülü sözler sayesinde Haylazlar’ın gerçek Şirinler’e dönüşebileceklerini öğrendiğinde Şirine’yi kaçırıyor ve onu dünyanın en büyük büyücüsü olarak milyonların hayranlığını kazandığı Paris’e getiriyor. Şirine’yi kurtarmak için Şirin Baba, Sakar Şirin ve Süslü Şirin’in dünyamıza dönerek insan dostları Patrick ve Grace Winslow ile işbirliği yapmaları gerekiyor. Kendisini her zaman diğer Şirinler’den farklı hisseden Şirine, Yaramazlar Vexy ve Hackus ile yeni bir bağ kurabilecek midir, yoksa Şirinler ona olan sevgilerinin gerçek olduğuna Şirine’yi ikna edebilecekler midir?

İlk filmdeki rolleriyle Neil Patrick Harris, Jayma Mays, Sofia Vergara ve Gargamel rolunde Hank Azaria bu filmde de karşımızdalar. Brendon Gleeson ise Victor Winslow rolüyle ekibe katılıyor. Yapım ekibinde de bir değişiklik yok... Senaryo ekibi aynen devam etmiş, yönetmen koltuğunda da yine Raja Gosnell oturuyor... Fragmandan göründüğü kadarıyla öykü anlamında da bir değişiklik yok, yine macera ve verilen mesajlarla eğlenceli bir film geliyor... Çok beklenti duymadan takarız 3D gözlüğümüzü çocukluğumuza doğru keyifli bir nostalji yolculuğuna çıkarız, hepsi o...
                         


Olympus Has Fallen : Saray Düşer, Başkan Düşmez!

Salı, Temmuz 23, 2013
11 Eylül saldırıları sonrası hemen reaksiyon vererek durumu kullanmamayı seçen, ikiz kulelere tırmanan süper kahramanlarını bile yedek kulübesine gönderen Hollywood, son iki yıldır ayyuka çıkan milliyetçiliği aşıp şovenizmin suyunu çıkarmaya doğru gidiyor... Bu gidişin vizyona getirdiği iki beyaz seray filminden biri olan “Olympus Has Fallen”, beyaz başkanını rambovari kurtarma operasyonuyla kaderine terk etmiyor...

Son olarak oscar töreninde first lady hazretlerinin spikerliğine kadar giden beyaz saray & Hollywood A.Ş., iki filmle birden çıtayı yükseltme peşinde belli ki... Bin Ladin operasyonu ile dünyayın en kötü insanını böyle yakaladık, dünyayı kurtardık diyen sam amca, aradığı düşmanı hayal gücünden buluyor yine... Rusya’da kalmayınca elde, uzakdoğu sularına girilmiş... Düşman ülke olarakta tuhaf bir seçim yapılmış... Zaten ikiye bölünmüş durumda olan Kore seçimi, aptal amerikalılar için kötününde kötüsü modeliyle sunuluyor... Bakın bunlar daha kendi kendilerine düşman olup bölünmüşler, bize saldırmışlar çok mu diyor sam amca... İlk senaryolarını kotaran Creighton Rothenberger ve Katrin Benedikt, daha açılış sahnesiyle klişelerden beslendiklerini göstermekten çekinmiyor... Yazarken beyinlerini kullanmadıkları da çok belli... Yönetmen koltuğunda “senaryoya gerek yok, aksiyon yeter” düsturunu benimsemiş Antoine Fuqua oturunca, pek sırıtmıyor bu durum... Aksine iyi bir üçlü oluşturmuşlar demek bile mümkün...

Ultra mega kahramanımız, kötü hava koşullarında yapılan bir kaza ile first leydiceğimizi kurtaramamaktan muzdaip oluyor... Dövünüyor da dövünüyor daha filmin açılış sahnesinde... Ufaktan tahmin edilebilir olsa da, vasatın üstünde bir açılış makyajı da sağlamış oluyor... Bir sonraki sahnede aradan zaman geçtiğini ve kahramanımızın masa başı görevinde sıkıntıdan patladığını görüyoruz... Başkanımızsa, oh be ne rahatım yediğim önümde, yemediğim arkamda nidalarıyla geziniyor ortalıkta... Diğer yandan oğluşuyla yaslarını da tutmuyor değiller elbet... Sonra, Koreliler geliyor ziyarete, siz deyin pişpirik ben diyeyim mahjong oynamaya... Ama alçaklar bildiğin truva atı oynamaya gelmiş oluyor vah vah... Sonrası sinek vızıltısı kabilinden kallavi aksiyon... Saray dedik, sağlam dedik yaptık, yıkılacaksa da biz yıkarız ulen nidaları eşliğinde uzun uzun gösterişini yapıyor sam amcanın aksiyonu... Hakkaten sağlam iş çıkarıyorlar... E zaten o kadar... 2 saat süren film, senaryoymuş mantıklı bir öyküymüş hiç umrumda değil, yıkarım ben bu sarayı, yıkarım diyen Fuqua’nın aksiyon şovuna dönüşüyor... İyi aksiyon arayanlar için biçilmiş kaftan olduğunun altını çizeyim... Zaten hepsi o kadar... Şovenizmde sınır tanımama hali, başkanlı sahnelerde ortaya çıkıyor... İnsani yönü çok aşırı gelişmiş President Benjamin Asher, salondan alkış almak için türlü türlü işler yapıyor... Sonunda adamlar olayı çözmüş işte mirim, sarayı yıktırırız ama başganı gaptırmayız diyorlar...

Karikatürize teröristleri, göreve hazır ultra mega süper kahraman trilyon yıl ötesi geleceğin rambosu koruması, çok tatlısın güzelsin şekercimi baban senin diyebileceğimiz amerikan başkanı ile yılın en kendine bomba filmi “Olympus Has Fallen”, bu kadar yanlışı bir arada sunduğu için alkışı, kutlamayı hak ediyor...


Yeni Şarkı: Birdy "Wings"

Salı, Temmuz 23, 2013
Jasmine van den Bogaerde, ya da bildiğiniz adıyla Birdy, 17 yaşında ikinci albümünü yayınlama heyecanında... "Fire Within" adını taşıyacak ve 11 şarkıdan oluşacak albümün çıkış tarihi 23 Eylül olarak açıklandı.... Albümden ilk single "Wings"in yayınına, kapak görseli ve şarkı listesi de eşlik etti...


Fire Within Tracklist:
“Wings”
“Heart of Gold”
“Light Me Up”
“Words As Weapons”
“All You Never Say”
“Strange Birds”
“Maybe”
“No Angel”
“All About You”
“Standing In the Way of the Light”
“Shine”

Deluxe Version
“The Same”
“Dream”
“Older”
“Home”


Yeni Şarkı: Manic Street Preachers "Show Me The Wonder"

Pazartesi, Temmuz 22, 2013
11 numaralı stüdyo albümleri "Rewind the Film"in 16 Eylül'de kulaklarımızı şenlendireceği müjdesini veren Manic Street Preachers, albümden ikinci şarkıyı da yayınladı. Fiziksel baskısına 9 Eylül'de kavuşacak ikinci single, süpriz bir şekilde soundcloud hesabından hayranlara hediye edilmiş oldu...



Yeri gelmişken, ilk single "Rewind the Film"i de hatırlamış olalım...



Yeni Video: Beady Eye "Shine A Light"

Pazartesi, Temmuz 22, 2013
Oasis'in küllerinden doğan, Liam Gallagher'ın başını çektiği beşli Beady Eye, geçtiğimiz ay kulaklarımıza yolladığı "BE"den ikinci single olarak belirlediği "Shine A Light"ı kliplendirdi... Toplam üç edisyonla 17 şarkı içeren "BE", grubun ikinci stüdyo albümü olarak beklentilerin üzerine çıkabilmiş işlerden biri...



Silver Linings Playbook : Deli Deliyi Dakkada...

Pazartesi, Temmuz 22, 2013
Sonrasında yaptıklarımızla hayatımızın geri kalanında gideceğimiz yolu seçtiğimiz, hazırlıksız yakalandığımız travmalar, normal ile anormalin arasına açılan hol gibidir hep... Neler yaptığımızla iki sıfatın arasına kesin dönüş yaparız, ordan... Gerçi kim tamamen normal, ya da kim tamamen anormal ki sahi... “Delirmemek işten değil!” dediğimizde çoktan delirmişizdir aslında, ya konduramıyor ya da yardım istiyoruzdur... Öyle anlar ve öyle yardım çağrılarından bahseder, üzerine de biraz aşk sosu ekler “Silver Linings Playbook”...

Önce Pat ile tanışırız... Sahiden delirmiştir, ama nasıl delirmesin... Tutkuyla aşık olduğu Nikki’yi, başka bir adamla görünce sıyırmıştır amiyane tabirle... Önce o adamı dövmüş, akabinde evini, işini ve karısını kaybetmiştir... O kayıplardan sonraki istirahat yeri de hastane olmuştur eni sonu... Annesi gelir, atar imzayı çıkarır... Yeniden normal hayata döner adamımız ama, hedef yükselmektir, Nikki’yi yeniden kazanmaktır... İyi de gider ilk başlarda işler... Anne ile baba yanında, biraz onları delirterekte olsa hedeflerine yürümeye başlar Pat... Arkadaşı yemeğe çağırır ve Tiffany ile tanışırız...

Polis eşini ani bir trafik kazasında kaybetmiştir Tiffany... Zaten polistir, hep beklenir ölmeleri ama böyle değildir... Kendini bırakan, yaşama hevesini bırakan kadın ofis arkadaşlarıyla başlayan zincirleme ilişkiler sonunda herkesçe sürtük olarak bilinmekle varmıştır deliliğin tepe noktasına...

Bu ikili delilik öyküsünde aslında herkes biraz kaçıktır... Deliliğin coşkusu damga vurur her geçen dakkaya... Totemler, bahisler, deli arkadaşlar derken bolca detayla ve sıkmayan yan öykülerle iyi filmdir “Umut Işığım”... 

Bolca ödülle taçlandığı üzere 2012’nin en iyi filmlerinden biridir... Doğrudur biraz abartıldığı... Biraz erkek odaklıdır, pek yavan bir final içerir ama oyunculukları çok iyidir... Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence ön plandadır ama Robert De Niro nihayet iyi bir filmde görünebilmiştir... 

İyi senaryosunun temeli aynı adlı roman olur ki, onu da Matthew Quick yazmıştır... Sahi romanı mı daha iyidir, filmi mi bilemeyiz ama, David O. Russell iyi bir uyarlama çıkartmış ve yönetmiştir bellidir... Kaçıkları anlatma konusunda da hayli tecrübelidir... 

Pat ve Tiffany; tanışır, koşar, dans eder, tartışır... Su gibi akar zaman, eni sonu deli deliyi dakkada bulmuş ve gayet güzel olmuştur... Finali yavan demiştik ama her mutlu aşk zaten yavan değilmidir... Bu bir tencere ile kapağın birbirlerine yuvarlanmasının öyküsüdür denebilir, hatta işbu yazı; darısı diğer yuvarlananların başına denilerek bitirilebilir... 


Dizi Ajandası : 22 / 28 Temmuz

Pazar, Temmuz 21, 2013
Dört yeni sezon açılışı ve bir sezon finalinin şenlendirdiği haftanın olayı “Luther”ın sezon finali yapacak olması... Yeni sezon açılışlarının en önemlisi de hiç kuşkusuz, iptalden geri dönen “Unforgettable”...


Pazartesi:
King & Maxwell  1x7  Family Business
Luther  3x4  [Sezon Finali]
Major Crimes  2x7  Rules of Engagement
Mistresses (US)  1x8  Ultimatum
Switched at Birth  2x17  Prudence, Avarice, Lust, Justice, Anger
Teen Wolf  3x8  Visionary
The Fosters  1x8  Clean
Under The Dome  1x5  Blue On Blue


Salı:
Covert Affairs  4x2  Dig for Fire
Perception  2x5  Caleidoscope
Pretty Little Liars  4x7  Crash and Burn, Girl!
Rizzoli & Isles  4x5  Dance With the Devil
Saving Hope  2x5
Suits  3x2  I Want You to Want Me
Twisted  1x7  We Need to Talk About Danny
Web Therapy  3x1  Relax, Reboot, Revenge  [Yeni Sezon]
  

Çarşamba:
Baby Daddy  2x9  All's Flair in Love and War
Camp  1x3  The Mixer
Franklin And Bash  3x7  Control
Futurama  7x20  Calculon 2.0
Hot In Cleveland  4x17  No Glove, No Love
Melissa & Joey  3x9  Something Happened
Necessary Roughness  3x6  The Haunting
NTSF:SD:SUV  3x1  [Yeni Sezon]
Royal Pains  5x6  Can of Worms
The Bridge (US)  1x3  Rio
The Exes  3x5  Defending Your Wife
The Listener  4x8  The Illustrated Woman


Perşembe:
Anger Management  2x29  Charlie and the Virgin
Burn Notice  7x7  Psychological Warfare
Childrens Hospital  5x1  [Yeni Sezon] 
Graceland  1x7  Goodbye High
Rookie Blue  4x6  Skeletons
Sullivan & Son  2x6  Over the Edge
Wilfred  3x7  Intuition


Cuma:
Magic City  2x6  Sitting on Top of the World 



Pazar:
Continuum  2x12  The Happiest Seconds of My Life
Copper  2x6  To One Shortly to Die
Crossing Lines  1x7  The Animals
Devious Maids  1x6  Walking the Dog
Dexter  8x5  This Little Piggy
Drop Dead Diva  5x6  Fool for Love
Falling Skies  3x9  Journey to Xilbalba
Ray Donovan  1x5  The Golem
Skins (UK)  7x5  Skins Pure (1)
The Killing  3x10  Six Minutes
The Newsroom  2x3  Willie Pete
The White Queen  1x7  Poison and Malmsey Wine
True Blood  6x7  The Funeral
Unforgettable  2x1  Bigtime  [Yeni Sezon]


Here Comes the Boom : Gümbürtüye Niyet, Kuru Gürültüye Kısmet

Pazar, Temmuz 21, 2013
“The King of Queens” ile komedi dünyasının son dönemde sevilen isimlerinden biri olan Kevin James, aynı başarıyı sinemada bulma macerasına devam ediyor... Her seferinde hayal kırıklığı ile sonuçlanan bu maceranın şimdilik sonuncusu “Here Comes the Boom”, James’in fedakarlık yaparak karma dövüş maçları için ringe çıkan öğretmeni canlandırdığı aile komedisi...

Diziyle yakaladığı başarıyı filmlerde de sürdürmek isteyen James, irili ufaklı roller dışında ilk kez “Hitch” ile farkedilmiş, “I Now Pronounce You Chuck & Larry” ile de bu çıkışı devam ettirebilmişti... Sonrasıysa hep ucuz işlerle geldi... Yanında hep bir komedyenin yer aldığı kalabalık kadrolu filmlerin dışında one man show için giriştiği filmlerde de komedyenden çok drama da ağırlık vermeye çalışması sebebiyle James’in filmlerinde genel bir gülememe durumu hakim... “Paul Blart: Mall Cop” ve “Zookeeper”ı iyi komediden öteye taşıma hissi, iki filminde yavanlaşmasına neden olmuştu... Bize böyle yansımış olsa da, James’e göre başarı gelmiş olmalı ki, “Here Comes the Boom” onların izinden gidiyor... Ezik bir adamın, sorumluluk alınca herşeyi değiştirmesi ve sonunda sürekli red cevabı aldığı kadını dahi elde edecek denli başarıya ulaşması... Bu basiti formülü uygularken James’in canlandırdığı karakterler de filmler değişse de aynı rolün biraz değişikliğe uğramış halleri... Çok bel altına girmeden, aileyi rahatsız edecek konulara değinmeden herkesin izleyip kendini iyi hissedebildiği formüle “one man show”lar şimdilik Kevin James’i tatmin ediyor, ya bizi?...

Bizde vizyona girmeyen “Ağır Siklet” adıyla ev sinemasında karşımıza çıkan film, James’in yakın ekibiyle kotardığı bir aile komedisi... Her filminde olduğu gibi senaryoya el atmış, bu kez yanına Allan Loeb’i de almış... Yönetmen koltuğundaysa “Zookeeper”da birlikte çalıştıkları Frank Coraci oturuyor... “Click” ile iyi iş çıkaran ve oscar adaylığına kadar yürüyen Coraci nedendir bilinmez beş yıl ara verip iki James filmiyle dönmüş oldu... Oyuncu kadrosunda Salma Hayek, Henry Winkler, Greg Germann, Bas Rutten ve Charice yer alıyor...

Biyoloji öğretmeni olarak zamanında yılın öğretmeni olarak ses getirmiş bir adama odaklanıyoruz... Scott Voss, artık tüm heyecanını kaybetmiş, sisteme olan inancını yitirmiş... Sınıfa güç bela gelip, gazeteyi yüzüne kapatıp uyuyor sadece... Bu vazgeçişe, hevesli öğrencilere rağmen devam etmeye de kararlı... Israrla çıkma teklifi yaptığı okul hemşiresi Bella ve müzik öğretmeni Marty dışında pek zengin bir hayatı da yok... Para için ders verdiği gece okulu dışında... Okulun müzik orkestrasının para sorunlarıyla iptal edileceğinin açıklanmasıyla tüm bunların değişmesi filmimizin konusu... Scott itiraz eder, para bulmak için çabalar ve sonunda karma dövüşler için ringte alır soluğu... Parayı kazanmak için kazanmakta şart değildir ne de olsa...

Seçtiği şarkıyla ringte ve dolayısıyla da filmde gümbürtü koparmaya çalışan “Here Comes the Boom”, Kevin James’in o vücut ve yaşla ringe çıkabilme cesareti dışında pek bir ışık veremiyor... Dövüş sahneleri hiç sırıtmadığı için alkışı da hakediyor ama, biraz güldürebilseydi en azından diye düşünüyor insan... Yer yer bir iki an, ufak kıpırdanmalarla ümit verse de sonu gelmiyor o komik anların... Birkaç sahnede güldürebilen film, daha çok idealistlik üzerinden yürümeyi ve bu yolla ailelerin gönlünü çalmayı deniyor... Daha önce defalarca denenen bu yolun orjinallik katılmadan aynen ısıtılıp önümüze sunulması da büsbütün sıkıcı ve temposuz bir filme dönüşmesini sağlıyor... Vatandaşlık hakkı kazanmak isteyen bir yardımcı, hevesli bir öğrenci gibi yan karakterler dahil herkesin sonunda istediğine ulaştığı filmin mesajı da hayli bildik... Yeter ki iste, bunun için çaba göster, başarmaman için herhangi bir sebep yok... 

Gümbürtü çıkarmaya çalışan “Here Comes the Boom”, temposuzluğu ve dağınıklığıyla kuru gürültüden fazlası olamayan vasat bir deneme olarak, olsa olsa ancak pazar gecesi sineması alternatifi... O da, izleyecek daha iyi bir film yoksa...


Noam Chomsky’den Kıyamet Tahminleri

Cumartesi, Temmuz 20, 2013
21’inci yüzyılın en önemli filozoflarından Noam Chomsky, son kitabı Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi’nde kıyamet senaryolarını birer birer sıralıyor. Sorumlulularını tek tek işaret ediyor, insanlık suçu işleyen liderlerin Naziler gibi cezalandırılması gerektiğini söyleyerek Nürnberg Mahkemelerini göreve çağırıyor! 

Yaşayan en önemli filozoflardan Noam Chomsky, son kitabında insan türünün sonunu hazırlayacağını ileri sürdüğü nükleer savaş ve çevre felaketlerine dikkat çekiyor. Erozyon, barajlar inşa etme, Amazon ormanlarının katli gibi ekolojik sorunlara parmak basan Chomsky, bu felaket senaryolarının oluşmasında baş sorumlunun ABD olduğunu dile getirerek, “Dünya defalarca çevre felaketinin ve nükleer savaşın kıyısından döndü. Buna rağmen bu senaryoların oluşmasının başrol oyuncusu olan ABD, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmedi,” diyor. 

Büyük şirketler bilimi yönlendiriyor… 
Dev şirketlerin üniversiteler ve araştırmacı kurumlara bilimsel araştırmalara destek vermek görüntüsü altında maddi destek verdiğini dile getiren Chomsky, “Bunun karşılığında öğretim üyesi seçimlerinde etkin rol oynama şansına kavuşan şirketler, araştırmaları kendi lehlerine yönlendiriyorlar,” tespitinde bulunuyor ve adları ciddi biçimde politik manipülasyon iddialarıyla anılan Koch Biraderleri işaret ediyor. 

ABD Başkanı Obama’ya savaş açtığı iddia edilen ve 80.000’den fazla çalışanı olan Koch Biraderlerin, şirketlerinin benzen (en tehlikeli kanserojen maddelerden) salınımı konusunda üniversiteleri ve araştırma kurumlarını yönlendirdiğini dile getiriyor. 

Irak’ın nükleer gücünü ABD sağladı…
Amerika’nın enerji politikalarının özellikle gelecek kuşaklar üzerinde son derece önemli etkileri olduğunu dile getiren Chomsky, “Şah döneminde İranlı öğrenciler açık bir biçimde ABD’ye getirildi ve MIT’de nükleer mühendislik bölümünde eğitim almaları sağlandı. Bu öğrenciler ilerleyen yıllarda İran’ın nükleer silah üretmesindeki bilimsel gücü oluşturdu. Reagan ve Bush, Saddam Hüseyin ile yakın ilişkiler içindeydi. İran-Irak Savaşı’nı ABD’nin yardımıyla Irak’ın kazanması sağlandı. Bush 89’da Iraklı nükleer mühendisleri ileri düzeyde eğitim görmeleri için ABD’ye davet etti ve süreçte ABD, Irak’ı nükleer silah bulunduğu gerekçesiyle dünya kamuoyunun desteğini de arkasına alarak işgal etti,” tespitinde bulunuyor. 

Felluce, Hiroşima’dan ağır sonuçlar yarattı… 
Felluce Katliamı’na dair de çarpıcı tespitlerde bulunan Noam Chomsky, Uluslararası Çevre Araştırmaları ve Halk Sağlığı dergisinin (International  Journal of Environmental Research And Public Health’in) incelemelerini de okurlarıyla paylaşıyor. Irak’ın 2004’te ABD tarafından bombalanan Felluce kentindeki bebek ölümü, kanser ve lösemi vakalarındaki çarpıcı artışa dikkat çeken Chomsky, “Felluce saldırısının ardından bu ölüm ve kanser vakaları, 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sağ kurtulanlarda görülen benzer vakaların sayısını aşıyor,” diyor. 

Nazilere uygulanan ceza, Bush ve Blair’a da uygulanmalı…
Iraklı ve İngiliz doktorlar tarafından yapılan incelemelerde ise tüm kanser vakalarında 4 kat, 14 yaş altı çocuklardaki kanser vakalarında ise 12 kat artış görüldüğünü dile getiren Chomsky, “ABD ve İngiltere’nin Irak istilası, tüm savaş suçlarının kötülüğünü içeriyor. Bu söylem Nazi savaş suçlularını bu suçu işlemekten ölüme mahkûm eden Nürnberg Mahkemelerinin ifadesi,” diyor ve ekliyor: “Bush, Tonny Blair ve suç ortaklarının Nürnberg’te oluşturulmuş yasal ilkelere tabi olması gerekiyor. En azından ABD ve İngiltere Irak’a karşı işledikleri suçlar için ağır savaş tazminatları ödemeliler.”

İş dünyası, dindarları manipüle ediyor! 
İş dünyasının liderlerinin laik ve liberal olmalarına karşın, dini argümanları kullanarak dindarları bilimsel ispatı olan konularda bile kendi çıkarlarına yönelik manipüle ettiğini dile getiren Chomsky, BM İklim Değişikliği Konferansı’nda Occupy Wall Street olaylarına atıfta bulunan bir öğrenciyi de es geçmiyor: Uzun vadeli düşünmek marjinallik değildir. Marjinal olan gezegenin iklimini tamamen değiştirmek ve milyonları iklim değişikliğiyle ölüme mahkûm etmektir. Marjinal olan değişimin elimizin altında olduğunu inkâr etmektir. 2011 sessiz çoğunluğun sesini bulduğu yıldı. Diptekilerin tepedekileri salladığı yıldı. 2011 marjinal olanın gerçeğe dönüştüğü yıldı. 

Her tespitiyle olay yaratan Noam Chomsky’nin son kitabı Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi, İnkılâp Kitabevi’nden çıktı. 


İlk Bakış: Süper İncir

Cumartesi, Temmuz 20, 2013
“Hayde Bree Efeler!” sloganıyla vizyon gün sayan ege komedisi “Süper İncir” 26 Temmuz’da gösterime giriyor... “Hayde Efem” adıyla gündeme gelen filmin adı geçtiğimiz aylarda değişmişti... 

İntihar etmeden önce Mısır’dan getirdiği uzmanlara; öldürdüğü platonik aşkı Euterpe ve sonrasında kendi cesedini mumyalatan Seikilos, 2 bin yıl sonra bir çobanın yanlışlıkla mezarını açması sonucu gözlerini bir Ege köyünde açar. Sevgilisi Euterpe’yi mezarında bulamayınca onu aramaya koyulan Seikilos, efe dedesinin kahramanlık hikâyelerinin etkisi altında kalan ve süper kahraman olma hayalleriyle kendisini ispatlamaya çalışan Mustafa adlı genç ile köyün kızlarından Hatice için mücadeleye girişir.

Kerem Sarı’nın yazıp yönettiği filmin oyuncu kadrosunda Hasan Aşıcı, Volkan Baş, Coşkun Kemer, Gülnihal Demir yer alıyor... Çıkış noktası internette fenomen olan Kuru incir reklamı olan film, Aydın ağzıyla yörenin oyuncularıyla komedi sunuyor... Çekim aşamasında mumyalı ilk fantastik film ibaresiyle konuşulan “Süper İncir”, Aydın’da yapılan gösterimlerde de beğenilmişti... “Dondurmam Gaymak” ile başlayan ege yöresine ilginin şimdilik son örneği, efelik yürektedir diyor ez cümle... Fragmandan görünen skeçler havasında giden filmin, yöre halkının bilinen reaksiyonlarından güldürü çıkarmaya çalıştığı... Hitap ettiği tribün belli, nabza dağıtılacak şerbetler de mevcut... Sizi bilmem ama komedide bu tür yöresel geyikleri çok sevmiyor, tercih etmiyorum... İnsana ve farklılıklara gülmek hele de şu dönemde, hayli zorken, internet fenomeni denen tuhaflıklardan sinemaya yürünmesi de kolaycılık oluyor biraz sanki... Vizyona girişi de hayli şanssız bir tarih olunca, istenen etkiyi de yaratamayacak gibi... Kopya sayısı henüz belli olmayan filmi meraklılarına havale ediyor, biz pas geçiyoruz...



 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template