♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

It's Only the End of the World : Altı Üstü Dünya

Cuma, Mart 31, 2017
Hemen belirteyim, uyarlandığı tiyatro oyunu hakkında bilgim ve fikrim yok, Alt Tarafı Dünyanın Sonu da izlediğim ilk Xavier Dolan filmi, dolayısıyla herhangi bir mukayeseye giremeden direkt filme özel ve tamamen kişisel duygu durumum ile konuşacağım…

Hikâye hiç sıra dışı değil hatta film ne hakkındaymış sorusuna ölmek üzere olan bir adamın ailesine veda etmek için yıllar sonra ziyareti ve ziyaret esnasında yaşananlar, aile içi diyaloglar, çatışmalar diyerek özet bile olamayacak kadar kısa anlatım yapabilirim. Bu kısım filmin anlatılır kısmı, bir de anlatılamaz kısmı var, anlatılamazı ise dâhil olmayı gerektiriyor. 

Ben ne yazacağım? Anlatılamazı nasıl anlatabileceğim? Eleştirmenlerden acımasızca eleştiriler almış, Alt Tarafı Dünyanın Sonu, oysa kamera açıları adeta hipnoza davetiye çıkarıyor. Zira Dolan da haklı olarak diyor ki; Eğer Creed’e beş yıldız, Fast and the Furious’a dört buçuk yıldız veren biri, benim filmimde rol alan Marion Cotillard’a sıkıcı diyorsa, işte o zaman gerçekten dünyanın sonu gelmiş demektir.” Özellikle Marion Cotillard filme katılan izleyiciyi, rüzgârda sürüklenen yaprak gibi alıp götürüyor. Yakın plan yüz çekimlerinden son saniyeye kadar vazgeçmeyen Dolan bu planlarıyla izleyiciyi haneye katıyor, filmi salonda koltuğuna kurulmuş izleyici gibi, dışarıdan bir gözlemci gibi değil, direkt aileden biri gibi içeriden, odanın köşesindeki pencerenin kenarından, soldaki kapının eşiğinden izliyorsunuz. Marion Cotillard’ın omuzuna dokunmak Vincent Cassel’a “sakin ol dostum” demek istiyorsunuz. Film hikâyesi olarak basit bir aile dramından fazlası değil ancak 5 kişilik bu ailenin her kişisinde kendinizden bir taraf buluyorsunuz. Günlük yaşamınızda maruz kaldığınız basit faktörlerin yaratabileceği ruh halleri ile bir ailenin tüm fertleri üzerinden ayrı ayrı yüzleşiyorsunuz. Belki Dolan’ın yapmak istediği de budur, saldırganlaştığımız, huzursuzluğumuzu huzursuzluk çıkararak gösterdiğimiz zamanlara Antoine ile tereddüt ettiğimiz, köşeye sıkıştığımız zamanlara Catherine ile ya da hüznün tepkisellik, acının bitmeyen gülümseme doğurduğu anlara Suzanne veya evin annesi aracılığı ile tanıklık ediyoruz. Ya ölmeye yakın olduğumuzda kendimiz nasıl ifade edeceğimizi bilemiyorsak, işte o zaman alt tarafı dünyanın sonu…

Anlatacak fazla bir şey yok, karşımızda o kadar deşilecek bir film de yok, aynada yüz yüze gelelim yeter…

Alt tarafı dünyanın sonu!



Neruda : Aşklar, Yollar, Mektuplar

Pazartesi, Mart 27, 2017
Pablo Larrain Jackie’de de Neruda’da da sinema sanatının bir manada görsel bir şiire dönüşebileceğini göstererek, muhteşem sinematografisi ile sinemaseverlerin gönlünü derinden fethetti. Yanı sıra Jackie makalesinde bahsi geçen izleyici profili ile Neruda’da da karşılaşmak yazarınız için yönetmeni bir kez daha içselleştirmeye vesile oldu. Jackie’de Jacqueline’in zarafetine yeniden perde de tanık olmayı arzu eden izleyici, gönül bağı kurduğu Neruda ile de yeniden ve perdede şiirsel bir sohbete koyulmak istemiş olmalı. Bu iki Larrain filminde yalnızca 60 yaş üzeri izleyici ile bir arada film izlemek oldukça heyecan verici… Bu bir tesadüf müydü? Jacqueline Kennedy ve Pablo Neruda ile mi ilgiliydi? Yoksa Pablo Larrain’in sinema dili ile mi ilgili? Hepsi ihtimaller dâhilinde olmalı ancak bu bir tesadüfse yazarınız için oldukça hoş ve unutulmaz bir durum…

Pablo Neruda’yı, faşizme karşı zarafeti ile savaşan, politik duruşundan asla taviz vermeyen ve zekâsıyla tarihi etkileyen, aşk şiirlerinin unutulmaz şairi olarak biliriz. Pablo Larrain ise şaire sevgi ve saygısını muhteşem bir esere imza atarak izleyicisi ile paylaşmış.  Larrain, eserini bir ressam, bir besteci gibi,  her fırça darbesini, her notayı yeniden düşünerek, tasarlayarak meydana çıkarmış adeta. Neruda’yı izlediğimiz sahneler şiir gibi akarken Neruda’yı takibe alan polis şefinin olduğu sahneler canlanmış bir çizgi roman tadında, polis şefi karakterinin bir anlamda karikatürleştiği bu sahneler oldukça incelikli dokunuşlarla ideolojik bir duruş da sergiliyor. Neruda’nın faşizme açtığı şiirsel savaşı Larrain zarif göndermeler ile tamamlıyor. Polis şefinden bahsedilen bir sahnede “moron ve ahmak” tanımlaması yalnızca filmin karakteri için değildi elbette, bu ifade Larrain’in Neruda ile paylaştığı bakış açısının, eseri üzerinden dünya ile paylaşımıydı. 1945’te senatör seçilmesi, Komünist Parti’ye katılması ardından 1947’de dönemin başkanı Gabriel González Videla’yı protestosu, Neruda’nın kendi ülkesinde 2 yıllığına kaçak olarak yaşamasına sebep olmuş, saklanmaya mecbur kalmıştır ancak bu süreçte de duruşundan vazgeçmemiş, halkı faşizme karşı yer altından örgütlemeye devam etmiştir. Bu kışkırtıcı tavır, Larrain filminde polis şefi Óscar Peluchonneau üzerinden “sembolik olarak” karşılığını bulmuştur. Bir şair, bir komünist, bir antifaşist ile baş edebilecek zekâya sahip olmayan Óscar Peluchonneau, Neruda’nın kendisine bıraktığı polisiye roman ile takibine devam ederken aynı zamanda obsessif bir halin içine düşer. Yer altından halkı örgütleyen Neruda zaten peşindeki faşist yetkililerle de oyun oynayacaktır. Larrin bu noktada Neruda ve peşindeki (ancak kurmaca olabilecek denli silik) polis şefi Óscar Peluchonneau aracılığı ile bir manada dünyanın bütün faşistlerine seslenmektedir; “ Ey faşistler, sizler, biz sol, sosyalist, komünist, ateist, anarşistler ile, bizimle, bizim zekamızla ve hayat görüşümüzle baş edebilecek kapasite değilsiniz, hiç olmadınız ve asla olamayacaksınız” demiş olur. Larrain, filminin tümüne yayılan buğulu ve puslu atmosferi ile de unutulmaz şair Pablo Neruda’ya ithafen kendi görsel şiirini tamamlar. 

Ve pek tabi, Larrain’in Neruda’sını içselleştiren yazarınızın Michael Radford’un Nerudası’nı anmadan geçmek istemeyecek ve biraz da İl Postino’dan bahsedecek. Neruda gibi bir şaire, bir sinemacı saygısını ancak Larrain gibi Radford gibi şiirsel filmlerle sunabilir. Il Postino da Neruda gibi… Şiir gibi…  Ve yine Neruda gibi samimi kahkahalar attıran, Neruda’yı tanımayan izleyiciyi Neruda şiirleri peşine düşürecek kadar kışkırtan bir film. 1947-1949 yılları arasında kendi ülkesinde kaçak yaşamak zorunda kalan Pablo Neruda 1952’de ülkesinden ayrılıp Avrupa’da bir müddet yaşamak zorunda kalacaktır. Michael Radford da bu durumdan esinlenerek Antonio Skármeta’nın 1982’de tiyatro oyunu olarak yazdığı (Ardiente Paciencia), 1985’te de romanlaştırdığı (El Cartero de Neruda) eseri Neruda’nın Postacısı’nı 1994’te sinemaya uyarlar. Michael Readford’un uyarmalasını (kişisel olarak) izleyebileceğiniz en zarif en şairane aşk filmi olarak tanımlamak isterim. Hikâyeye göre Pablo Neruda 1952’de ülkesinden ayrıldıktan sonra İtalya’da balıkçılıkla geçinen küçük bir adada bir müddet yaşar. Bu süreçte Neruda’ya gelen mektupları kendisine ileten postacı ile aralarında dostluk ilişkisi başlayacaktır. Okuma ile okuma yazma bilmekten öte hiçbir ilişkisi olmayan postacı zamanla Neruda’nın şiirlerinden etkilenecek, özenecek, şair olmayı isteyecek ve Neruda’dan da bunun için destek görecektir. Kasabanın en güzel kızına âşık olan postacı, aşkını Neruda’nın şiirlerinden aldığı esinle ifade edebilecektir. Il Postino, manzaraları, oyunculukları ve şiirsel akıcılığı ile izleyiciyi muhteşem bir etki altına alırken aynı zamanda ikili arasındaki diyaloglar neşeye ve kahkahalara vesile oluyor. Finalde her ne kadar derin bir hüzne sürüklensek de Neruda’nın dokunuşu ile bir insanın değişiminin, dünyanın değişimine aracılık edebildiğini görmekten de derin bir haz alırız. Neruda şiirleri ile bakış açısı ve dünyası değişen postacı, kendi şiiri ile halka seslenecek bir yol kat eder, zira aşk, güzelliğe, zarafete, içtenliğe duyulan bağlılık ve bu bağlılık ile yürüdüğümüz yoldur. 

Şiirsel seyirler…



Üç Çarpıcı Stefan Zweig Eseri Can Yayınları’ndan Raflarda!

Cuma, Mart 24, 2017

Stefan Zweig'tan üç çarpıcı eser, “Şeytanla Savaş”, “Kendi Hayatını Anlatan Üç Yazar” ve “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu/Bir Kadının Hayatından 24 Saat” Can Yayınları etiketiyle kitapçılarda…

Stefan Zweig’tan Alman edebiyatının sıra dışı üç ismi Hölderlin, Kleist, Nietzche : Şeytanla Savaş

“Huzursuz bir hayat, daima şeytani bir kişiliğin emaresidir.”

Stefan Zweig’ın “Dünyanın Mimarları” dizisinin ikinci kitabı Şeytanla Savaş, bizi Alman edebiyatının ve düşüncesinin sıra dışı üç ismiyle karşılaştırıyor: Hölderlin, Kleist ve Nietzsche. Zweig’ın gönül bağı kurduğu bu yazarlar, “kaderlerinin gecesine savrulmuşlardır.”

Şeytanla Savaş, Yaratıcı dehalarını doğuştan gelen huzursuzluklarında temellendirenlerin mücadelesidir. Hayatları boyunca kendi şeytanlarıyla boğuşan Hölderlin, Kleist ve Nietzsche’nin savaşı değildir bu sadece, insanlığın da en büyük savaşıdır.

Stefan Zweig, Casanova, Stendhal ve Tolstoy üzerinden otobiyografik yaratım sürecinin izini sürüyor : Kendi Hayatını Anlatan Üç Yazar

“Her gerçek sanatçı, varoluşunun önemli bölümünü yalnızlık içinde ve eserleriyle düello halinde geçirir.”

Kurmaca dünyalar kuran sanatçı, kendisini gerçekliğe sadık kalacak şekilde yeniden inşa edebilir mi? Zweig, “Dünyanın Mimarları”  dizisinin üçüncü ve son kitabında bu soruya yanıt arar: Öznel sanatçı tipini ve ona özgü sanat biçimi olan otobiyografiyi derinlemesine inceleyen yazar, Casanova, Stendhal ve Tolstoy üzerinden yaratıcılık sürecinin izini sürer. Kendi Hayatını Yazan Üç Yazar, ebedî varoluş arzusu taşıyan sanatçı tipine yönelik derinlikli bir bakış sunarken, “ben”in keşif ve inşa sürecinin karmaşık, yer yer çatışmalı katmanlarını da titizlikle irdeleyen bir eser.

Stefan Zweig’dan uzun öyküler : Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu / Bir Kadının Hayatından 24 Saat 

“Bir kadının hisleri her şeyi, kelimelere ve bilince ihtiyaç duymaksızın bilir.”

Stefan Zweig’ın 1920’li yıllarda kaleme aldığı “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” ve “Bir Kadının Hayatından 24 Saat” adlı öyküler okuru insan ruhunun dehlizlerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor: Ruhta iz bırakan anlar, insanın yazgısını değiştiren karşılaşmalar, yenilgiler ve hayal kırıklıkları insanın varlığını esir alan tutkunun farklı veçheleri ekseninde öyküleniyor.

Zweig’ın öyküleri insan psikolojisine dair derinlikli gözlem gücünü her satırda bir kez daha hissettiriyor.

STEFAN ZWEIG: 1881’de Viyana’da doğdu. Avusturya, Fransa ve Almanya’da öğrenim gördü. Savaş karşıtı kişiliğiyle dikkat çekti. 1919-1934 yılları arasında Salzburg’da yaşadı, Nazilerin baskısı yüzünden Salzburg’u terk etmek zorunda kaldı. 1938’de İngiltere’ye, 1939’da New York’a gitti, birkaç ay sonra da Brezilya’ya yerleşti. Önceleri Verlaine, Baudelaire ve Verhaeren çevirileriyle tanındı, ilk şiirlerini ise 1901’de yayımladı. Çok sayıda deneme, öykü, uzun öykünün yanı sıra büyük bir ustalıkla kaleme aldığı yaşamöyküleriyle de ünlüdür. Psikolojiye ve Freud’un öğretisine duyduğu yoğun ilgi, Zweig’ın derin karakter incelemelerinde ifade bulur. Özellikle tarihsel karakterler üzerine yazdığı yorumlar ve yaşamöyküleri, psikolojik çözümlemeler bakımından son derece zengindir. Zweig, Avrupa’nın içine düştüğü siyasi duruma dayanamayarak 1942’de Brezilya’da karısıyla birlikte intihar etti.

ŞEYTANLA SAVAŞ
Çeviri: Zehra Kurttekin 
Tür: Deneme
Sayfa sayısı: 340 Sayfa
Fiyatı: 20 TL
Yayın tarihi: 21 Mart 2017

KENDİ HAYATINI YAZAN ÜÇ YAZAR
Çeviri: Zehra Kurttekin 
Tür: Deneme
Sayfa sayısı: 374 Sayfa
Fiyatı: 24 TL
Yayın tarihi: 21 Mart 2017

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU – BİR KADININ HAYATINDAN 24 SAAT 
Çeviri: Esen Tezel 
Tür: Uzun Öykü
Sayfa sayısı: 127 sayfa
Fiyatı: 8 TL
Yayın tarihi: 21 Mart 2017



Tayfun Atay’dan 2000’ler Türkiye’sinin Dinbaz-Politik Seyir Defteri : Parti Cemaat Tarikat

Cuma, Mart 24, 2017
Türkiye 2000’lerden itibaren hem yeni bir yüzyıla hem de yeni bir siyasal rotaya girdi. Cumhuriyet’in başından beri mevcut olsa da hep kıyıda ve kontrol altında tutulmuş İslamcı siyaset, 2002’de AKP iktidarıyla birlikte “merkez”e doğru hızla yol almaya başladı. Süreç, onu bugün kelimenin tam anlamıyla  egemen parti konumuna getirmiş durumda.

Liberal, demokratik ve özgürlükçü vaatlerle başlayan bu yolculuğun giderek bambaşka sularda toplumsal ayrışma, kutuplaşma ve çatışmalara yelken açılmış olarak sürmesi, sadece Türkiye için değil, dünyada da merak ve endişeyle takip edilen bir sorun ve tartışma konusu.

Parti, Cemaat, Tarikat , siyasal İslamın laik/seküler Türkiye’de sürmekte olan bu iktidar seyrini sosyal antropolojik bir süzgeçten geçirme girişimi.

Tayfun Atay, söz konusu süreci kültür/kimlik/yaşambiçimi bağlamında ve “dinbazlık” kavramını anahtar yaparak çözümlemeye çalışıyor. 

TAYFUN ATAY 1962 Ankara doğumlu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Antropoloji öğrenimi gördü. Aynı üniversitede yüksek lisansını tamamladı. Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda (SOAS) yüksek lisans ve doktora yaptı. Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim (Etnoloji) Bölümü ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı, dersler verdi. 2003-2004 yılları arasında Can Dündar’la Milliyet gazetesi bünyesinde haftalık Popüler Kültür ekini çıkardı. 2006’dan itibaren BirGün, T24 ve Radikal’de köşe yazarlığı yaptı. Batı’da Bir Nakşi Cemaati / Şeyh Nâzım Kıbrısî Örneği (1996), Din Hayattan Çıkar / Antropolojik Denemeler (2004), Yaşasın Meşhuriyet Çağı / Popüler Kültürden Kitle Kültürüne Türkiye İzlenimleri (2005), Göl ve İnsan / Beyşehir Gölü Çevresinde Doğa-Kültür İlişkisi Üzerine Antropolojik Bir İnceleme (2006), Türkler Kürtler Kıbrıslılar / İngiltere’de Türkçe Yaşamak (2006), Çin İşi Japon İşi / Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değiniler (2012), A Muslim Mystic Community in Britain / Meaning in the West and for the West (Britanya’da Müslüman Bir Mistik Cemaat / Batı’da ve Batı İçin Anlam) (2012) kitaplarını yazdı. Halen Cumhuriyet gazetesi yazarı. Meltem Can’ın babası.

PARTİ CEMAAT TARİKAT
Yazar: Tayfun Atay
Tür: İnceleme
Sayfa sayısı: 208 sayfa
Fiyatı: 17 TL
Yayın tarihi: 21Mart 2017


Ağaçkakan Yayınları Yasaklı Kitaplara Işık Tutuyor : İlginç Yasaklanma Hikayeleriyle “100 Yasaklı Kitap”

Cuma, Mart 24, 2017
Tarih boyunca farklı farklı dönemlerde, bazı kitapların başına türlü badireler gelmiştir. Çin Hükümdarı olan Shih Huang Ti’nin Konfüçyüs okulundan gelen düşünürlerin eserlerini yaktırması tarihte bilinen ilk kitap kıyımlarıdır ve tarihi MÖ 259-210’lara kadar uzanır. 

O tarihten beri de hemen hemen dünyanın her bölgesinde iktidarlar, kitapları çok çeşitli gerekçelerle sürekli yasaklar durur. İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılması, engizisyonun Latince kaleme alınmış İncil dışındaki İncilleri yasaklaması, gnostik kurulların kendi anlayışları dışında yazılmış kitapları yok etmesi, Hitler faşizminin toplu kitap kıyımları ve yaşadığımız coğrafyada da tanzimatla başlayıp 12 Eylül askerî darbesiyle devam eden toplu kitap imhaları ve yasakları tarihte bilinen en büyük felaketlerdir.

Farklı nedenlerle yasaklanmış, okuruyla arasına çeşitli engeller konmuş ve hemen hemen herkesin hayatında, düşünce ve iç dünyasında bir biçimde yer edinmiş kitapların; kimi zaman hazin, kimi zaman trajik, kimi zaman da komik yasaklanma hikâyeleri Birol Aktaş’ın yazdığı “100 Yasaklı Kitap”ta bir araya geldi.

Ağaçkakan Yayınları’ndan yayımlanan “100 Yasaklı Kitap”ta yer alan, Tommiks'ten Cesur Yeni Dünya'ya, Türlerin Kökeni’nden Karınca Duası’na 100 yayının okuyucuya ulaşana kadar başlarından geçen hikâyeler en az o kitapların içindekiler kadar ilgiyi hak ediyor.

Birol Aktaş’ın Ağaçkakan Yayınları’ndan yayımlanan “100 Yasaklı Kitap” isimli kitabı 24 Mart Cuma günü raflardaki yerini alacak. Kitaplığınızdaki yerini şimdiden hazırlayın...

Kitabın önsözünden;
1900 yılında Taocu bir rahip, Kuzey Çin’in Tunhaung bölgesinde Buda Mağaraları’nda 1300 elyazması belge bulur. Ancak, adı Diamond Sutra olan bir belge diğerlerinden oldukça farklıdır. Yedi sayfası, kapağı ve içindeki illüstrasyonlarıyla Buda’nın, öğrencisi Subhuti’ye öğütlerini içeren ve ahşap baskı tekniğiyle basılmış olan bu belge, tarihte basılmış ilk kitap olarak kabul edilir. Buda ve kadınlı erkekli müritlerinin yanı sıra gülümseyen iki kedinin de resmedildiği bu kitabın sonuna bir not düşülmüştür: ‘’11 Mayıs 868’de, çok saygıdeğer ebeveynlerinin anılarını yad etmek için ücretsiz olarak dağıtılmak üzere Wang Chieh tarafından basılmıştır."

Kitapların okuyucuya ulaşana kadar başlarından geçen hikâyeleri en az o kitapların içindekiler kadar ilgiyi hak ediyor. Bu kitap da bu sebeple gündeme geldi. Metinlerde kimi zaman kitabın yazarı öne çıktı kitaptan çok, kimi zaman kitabın konusu, kimi zaman da yasaklanma öyküsüyle yargı kararları. Bizimki konuya şöyle inceden bir dokunuş, bir hatırlatma, ayaküstü yapılmış bir sohbet. Seçilen kitapların hemen herkesin tanıyıp bileceği kitaplar ya da yazarlar olmasına çalışıldı.

Birol Aktaş Kimdir?
1968’de Ankara’da doğdu. Uzun süre Ankara’da yaşadı. Ansiklopedilerin geniş kitlelerin hayatına girdiği 1980’li yılların başında ansiklopedi sattı. Özel radyoların yeni açıldığı 1990’ların başında Virüs FM’de edebiyat ve kültür-sanat programları yaptı. Ankara ve Mersin’de uzun yıllar sahaflıkla iştigal etmesi sebebiyle kitaplarla olan ilişkisi okurluğun ötesine geçti. Çeşitli dergi ve gazetelerin kitap eklerinde eleştiriler yazdı, çeşitli yayınlarda editörlük yaptı.

100 Yasaklı Kitap 
Birol Aktaş
Hazır Bilgi Serisi-9
Birinci Basım: Mart 2017, İstanbul                                
Sayfa Sayısı: 312 sayfa                                                                               
Satış Fiyatı:  23 TL.
Dağıtım Tarihi: 24 Mart 2017


Akif Kurtuluş'tan “Daktilo Yazıları” ve “Romantik Korno” Can Yayınları Etiketiyle Raflarda

Perşembe, Mart 23, 2017
Akif Kurtuluş’un iki deneme kitabı “Daktilo Yazıları” ve “Romantik Korno” Can Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluşuyor.

Akif Kurtuluş’tan Daktilo Yazıları 
Akif Kurtuluş’un Politika ve Sanat ile Harita Metod Defteri isimli kitapları, Daktilo Yazıları başlığı altında, “bir” kitap olarak bir araya geldi.

Derin, kuvvetli ve entelektüel enerjisi yüksek bu yazılar, Ekim Devrimi öncesi ve sonrasında yoğun olarak ortaya çıkan sanat-iktidar çatışması; sanatın, gerçekliği kavrama ve kurma sorunu gibi önemli meselelere değiniyor. Aynı zamanda Türkiye’deki sanat pratiklerini, eleştirinin besleyici damarından vazgeçmeden çözümlüyor.

Daktilo Yazıları, politikanın, “kültür dünyası”nı kestiği ve sanatçıların da “politik olan”la kesişmekteki tutum ve meselelerine dair yekpare bir çalışma…

Akif Kurtuluş’tan Romantik Korno
İhtimamda hep bir eksiğim oldu ama sevgimde kuşkum yoktur. Hayat da benim için böyle bir şey. Sevdim ama herhalde beni tatmin edecek bir ihtimam gösteremedim. Ölümden korktuğumdan mı? Yine de bu korkunun bende uyandırdığı hiçbir saygı yok.

Hayata, benim için “yeterli” özeni göstermediğimin sorumlusu ölüm korkusuysa, demek ki tuhaf bir paradoksla yüz yüzeyim.

Denemenin, o zor ulaşılan lezzetini ve ele avuca sığmaz sesini, “şair” Akif Kurtuluş’un, bildiği ve düşündüğü, gördüğü ve yazdığı yerde karşılamak için Romantik Korno…
   
AKİF KURTULUŞ, 1959’da Ankara’da doğdu. 1981’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Yarın (1981), Edebiyat Dostları (1988) ve Edebiyat Eleştiri (1991) dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. İlk şiiri 1980 yılında Türkiye Yazıları dergisinde yayımlandı. Yalan Şiirler (1983), Tören Provası (1989), Kırgınlıklar Galası (1997), Herkes Gitmiş (2005) adlı şiir kitapları yayımlandı. Ayrıca Politika ve Sanat /Ekim Devrimi (1917-1932) (1998) araştırma kitabı ile Romantik Korno (1998), Harita Metod Defteri (2000) adlı deneme kitaplarının yanı sıra Mihman (2012) ve Ukde (2014) adlı romanları yayımlandı.

DAKTİLO YAZILARI
Yazar: Akif Kurtuluş
Tür: Deneme
Sayfa sayısı: 368 Sayfa
Fiyatı: 27,5 TL
Yayın tarihi: 21 Mart 2017

ROMANTİK KORNO
Yazar: Akif Kurtuluş   
Tür: Deneme
Sayfa sayısı: 133 Sayfa
Fiyatı: 13 TL
Yayın tarihi: 21 Mart 2017


George Orwell’den Eşsiz Bir Roman : Papazın Kızı

Perşembe, Mart 16, 2017
Can Yayınları, George Orwell kitaplığını genişletmeye devam ediyor. Nicedir baskısı bulunmayan “Papazın Kızı” yeni çevirisi ve kapağıyla Can Yayınları’ndan raflarda…

Taşradaki bir kilise papazının kızı olan Dorothy Hare, babasının tüm görevleri onun üstüne yıkmasıyla dükkân borçlarından mıntıka işlerine, bağış toplamaktan cemaati pohpohlamaya her şeyden sorumlu hale gelmiştir. Dorothy’nin Tanrı’ya inancı tamdır, hayatın kendisine biçtiği rolü şikâyet etmeden kabullenmiştir. Ama bir gün, o güçlü rutin aniden sarsılır ve Dorothy kendini beş parasız halde sokaklarda, tanımadığı insanlarla, ağır işçilik yaparken bulur – dahası, kim olduğunu hatırlamamaktadır.

Orwell, bir gecede toplumun bir kesiminden bambaşka bir kesimine taşıdığı Dorothy vasıtasıyla 1930’ların İngiltere’sinde kadınların, işçilerin, evsizlerin haline ışık tutuyor. Deneysel sayılabilecek anlatım biçimleriyle yazarın edebiyatında özel bir yere sahip olan Papazın Kızı, inancın ve inançsızlığın, ahlakın ve düşkünlüğün, paranın ve yoksulluğun sorgulandığı eşsiz bir roman.

GEORGE ORWELL 1903’te Hindistan’ın Bengal eyaletinin Montihari kentinde doğdu. Ailesiyle birlikte İngiltere’ye döndükten sonra, öğrenimini Eton College’de tamamladı. Gerçek adı Eric Arthur olan Orwell, 1922-1927 yılları arasında Hindistan İmparatorluk Polisi olarak görev yaptı. Ancak imparatorluk yönetiminin içyüzünü görünce istifa etti. 1950’de yayımladığı Shooting an Elephant (Bir Fili Vurmak) adlı kitabı, sömürge memurlarının davranışlarını eleştiren makalelerin derlemesidir. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yazdığı Hayvan Çiftliği, Stalin rejimine karşı sert bir taşlamadır. Orwell’in en çok tanınan yapıtlarından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, bilimkurgu türünün klasik örneklerinden biri olmanın yanı sıra, modern dünyayı protesto eden bir romandır. Burma Günleri ise, Orwell’in Burma’daki (bugünkü Myanmar) İngiliz sömürgeciliğini dile getirdiği ilk kitabıdır. Orwell 1950’de Londra’da öldü.

Papazın Kızı / George Orwell
Çeviri: Berrak Göçer
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 327 Sayfa
Fiyatı: 25 TL
Yayın tarihi: 14 Mart 2017


Metis’ten Yeni Kitap: Sanatla Direniş

Perşembe, Mart 16, 2017
Metis Kitap yeni bir John Berger kitabı yayımlıyor. 2 Ocak 2017’de kaybettiğimiz Berger’in 2001 yılında yayımlanan kitabı “The Shape of a Pocket”, “Sanatla Direniş” adıyla 24 Mart’ta raflarda…

“Günbegün bütün dünyada, medya ağı gerçeklerin yerine yalanları koyuyor. En başta siyasi ya da ideolojik yalanlar yok (onlar sonra geliyor), insan hayatının ve doğal hayatın aslında neden oluştuğuna dair görsel, somut yalanlar var. Bütün yalanlar tek bir devasa sahtekârlıkta toplanıyor: hayatın kendisinin bir meta olduğu ve onu satın almaya gücü yetenlerin, tanımı gereği onu hak edenler olduğu varsayımı! Çoğumuz bunun yanlış olduğunu biliyoruz ama bize gösterilenlerin pek azı direncimizi güçlendiriyor.”

Berger’a göre sanat tam da bunu yapıyor, yani direncimizi güçlendiriyor. Sanat ve sanatçılar üzerine yazdığı samimi ve özgün denemelerden oluşan bu kitapta, sadece Michelangelo, Rembrandt, Degas, Van Gogh, Kahlo ve Brancusi gibi sanatçıların eserlerini değil, Fransa’daki on binlerce yıllık mağara resimlerini ve Mısır’daki Feyyum mumya portrelerini de ele alıyor Berger. Kitap ayrıca yazarın Subcomandante Marcos’la yazışmalarını ve kendi sunduğu bir radyo programının metnini de içeriyor. Bir bütün olarak bu derleme, sanatın insanın iç ve dış dünyası için, birey ve toplum için ne kadar vazgeçilmez ve sağaltıcı olduğunu hatırlatıyor bize.

“Bugün, varolanı resmetmeye çalışmak umudu teşvik eden bir direniş eylemidir,” diyor Berger bir denemesinde. Bir diğerinde ise şöyle ekliyor: “Direniş eylemi, sadece bize sunulan dünya-resminin saçmalığını kabullenmeyi reddetmek değil, bu resmin geçersizliğini duyurmaktır. Cehennem içeriden geçersiz ilan edildiğinde, cehennemliği son bulur.”

John Berger (1926-2017) Londra'da doğdu. İngilizce yazan en etkili sanat eleştirmenlerinden olan Berger, ayrıca senaryo yazarı, romancı, belgesel yazarı ve ressam olarak da tanınıyor. 1940'ların sonunda Londra'da çeşitli galerilerde sergiler açtı. Bu dönemde Komünist Partisi ile yakın ilişki kurdu, sol-kanat haftalık dergi Tribune için makaleler yazdı. 1948-55 yılları arasında resim öğretirken sanat eleştirmeni oldu ve 1951'den itibaren New Statesman için on yıl boyunca sanat eleştirileri yazdı. İlk romanı 1958'de yayımlanan Zamanımızın Bir Ressamı'dır. Romanı G. ile 1972 yılında Booker ödülünü almıştır. Metis'te birçok kitabını yayımladığımız John Berger’ı 2 Ocak 2017’de kaybettik, ama eserleri tüm dünyadaki okurlarını derinden etkilemeyi sürdürüyor.

Sanatla Direniş / John Berger
Orijinal Adı: The Shape of a Pocket
Çeviri: Aslı Biçen
Dizi Adı: Metis Sanatlar ve İnsan
Sayfa Sayısı: 192 sayfa
Fiyatı: 20.00 TL
Dağıtım Tarihi: 24 Mart 2017


Under The Shadow : Evdeki Hayalet

Çarşamba, Mart 15, 2017
Hepimiz bir miktar hayalperestiz ancak bir çocuğun hayal dünyası, ebeveynlerinin,  en çok da annenin gerçek dünyası ile yakından ilgili olmalı… The Babadook ve Under The Shadow filmleri anne olarak yazarınızı daha önce farkında olmadığı bir gerçekliğin analizine sürükledi. Evde canavar veya hayalet olduğunu iddia eden çocuklarımıza, canavar ya da hayalet diye bir şey olmadığı karşılığını verip zaten bir karmaşa içerisine hapsolmuş çocuğu belki daha büyük bir kaosun içine iteriz. Sinema sanatı, sanatların en hayalperesti olması yanında aynı zamanda daha önce pek de düşünemediğimiz başka gerçeklikleri bize sunuyor olabilir. Çocuğumuzun hayal dünyasını dikkate almak kadar filmlerin bakış açımıza servis ettiği açı değişimlerini de dikkate almalıyız. Bir başka deyişle,  çocuğumuz evde gerçek üstü bir takım varlıklar olduğunu iddia ediyorsa çocuğun iddiasını direkt reddetmeden önce bu varlıkları ebeveyn olarak kendi içimizde arayalım. 

The Babadook ve Under The Shadow, evde canavar, hayalet, cin vs. gibi bir takım varlıklar olduğunu iddia eden çocukları ile başetmeye çalışan anne hikayesi gibi  görünseler de aslında annenin kendi iç karmaşasıyla çocuğun dünyasını alt üst ettiği hikâyeler… Her iki filmin de doğaüstü varlıkları, filmin kadınlarının köşeye sıkışmışlık, hapsolmuşluk halinin çocuğu üzerinde yarattığı travmatik etki ve çocuğun anneye yaklaşmama çaresizliğinin temsili… Yanı sıra The Babadook’u kişisel kriz üzerinden mercek altına alırken Under The Shadow’u aynı zamanda toplumsal kriz üzerinden de ele alabiliriz.

Evde canavar ya da hayalet olduğunu iddia eden bir çocuğunuz varsa bu tamamen sizin iç karmaşanızın çocuğunuza yansıması ile ilgilidir. 

The Babadook’un anne figürü, eşinin ölümünü ve bundan kaynaklı acısını üzerinden atamamış, bu travma ile baş edememiş, çocuğunun temel ihtiyaçlarını (beslemek, uyutmak, giydirmek gibi) karşılarken çocuğuna sevgi ve ilgiliyi verecek gücü kendinde bulmaktan yoksun, bu yoksunluğun hem kendinde hem de çocuğunun üzerindeki etkilerini finale kadar farkında olmayacak annedir.  Baba yokluğu krizini yaşayan çocuk ise aynı zamanda varlığı yokluğu belirsiz bir anne ile de baş etmeye çalışırken bir masal kitabından çıkan canavar, Babadook ile mücadeleye girişir, zira çocuğun bilinçaltında her şeyin sorumlusu Babadook olup aynı zamanda annesini Babadook’tan koruması gerekmektedir. Beri yandan Babadook, annenin de ölüm kaynaklı travmasını temsilen evdedir. Finalde anne kendi canavarı ile yüzleşebildiğinde çocuk da kendi canavarı ile barışabilecektir. Bodruma kapatılan Babadook önce yüzleşilen, sonra kabul edilen iç karanlığı temsilen anne olarak yazarınızı derinden etkiledi zira acıların kaynağını farkına vardığımızda kaynağı yok edemeyiz ama kabul ederek/barışarak acıları yok edebiliriz. Evde canavar olduğunu iddia eden bir çocuğunuz varsa iç karanlığınızla yüzleşin. 

Under The Shadow’un anne figürü de Babadook’un anne figürü gibi bir iç çatışmanın kurbanı, ancak Under The Shadow aynı zamanda kadının toplumdaki yerine ve bir toplumsal krize de işaret ediyor. İran’da rejimin değişmesi ardından kadının itildiği karanlık ve baş belası kara çarşaf bir korku ögesi olarak karşımıza çıkıyor. Değişim sürecinde mesleğini kaybetmiş ve sonrasında geri dönemeyen kadının mahkûm olduğu karanlık ise kadının iç dünyasında bir travmaya yol açıyor. Travmalarımızı doğru okuyamazsak baş edemez, içinden çıkamaz ve çocuğumuza yansıtırız. Under The Shadow’un annesi de onu engelleyen unsurlardan kaynaklı içine düştüğü buhranla (Babadook’un anne figürü gibi) çocuğunun temel bakım ihtiyaçlarını karşılarken ilgi ve sevgiden yoksun bırakıyor, bu yoksunluk çocuğun evde bir hayalet olduğu iddiasına kadar varıyor. Under The Shadow da, anne psikolojisinin çocuğun psikolojisini şekillendirmesi üzerinden ilerlerken aynı zamanda politik bağlamda da bir haykırış. Dikkatimi çeken bir ayrıntı olarak da, yönetmenin evdeki cini tamamen kara çarşafa bürümemesini gerekirse böyle bir gönderme yapmadığı savunması için bir kapı aralama olarak değerlendirebiliyorum ve yönetmen üzerindeki bu olası baskıyı tarihin tüm korku filmlerinde yaratılmaya çalışılan korku atmosferinden daha korkunç bulduğumu söyleyebilirim. Evde ortaya çıkan çarşaflı cinin yani kadını hayattan koparan unsurun, evdeki küçük çocuğu anneden ayırarak çekmesi, annenin bilinçaltında kızının da aynı karanlığa çekileceği endişesinin temsili olarak okunabilir.  Korkmamız gereken, bilmediğimiz ama var olduğu iddia edilen doğaüstü varlıklar değil,  yanı başımızda olup, kadını yok etme, sindirme, köşeye kıstırma çabasındaki gerçek üstü olmayan, aksine  tamamen gerçek eril zihniyettir.  Under The Shadow’u bu bağlamda okuduğumuzda izleyebileceğimiz en korkunç filmlerden daha korkunç olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. 

The Babadook ve Under The Shadow, annelerin çocuklarının psikolojik gelişimleri üzerindeki etkisi bağlamında fazlasıyla etkilendiğim filmler oldu. Kişisel ya da toplumsal travmaların kadını hapsettiği acı ve karanlık, çocukların zihinsel sağlıkları üzerine bedeli ağır olabilecek sonuçlar doğurabilir. Yetişkinlerin kendi karanlığı ile yüzleşebilmesi, çocukların aydınlığı üzerindeki en önemli faktör. 



Alakarga’dan Mart Yenileri

Çarşamba, Mart 15, 2017
Alakarga Kitap Mart ayını bir yeni kitap ve iki tekrar baskı ile karşılıyor. Mustafa Özcan’ın kıstırılmış insanları, kırık dökük umutları anlatan kışkırtıcı romanı “Sarışın Maymun” ayın yeni kitabı olurken, Yavuz Yayla’nın Karl Marx’ın bütün kitaplarını tarayarak derlediği küçük ama etkili bir söylev “Sevilen Bir İnsan Yapmalısın Kendini” yeni kapağı ile Stefan Zweig’in başyapıtı Satranç da ikinci baskısıyla yeniden raflarda yerini alıyor.

Sarışın Maymun / Sarışın Maymun
“Beni ilk kez öptüğünde nasıl titrediğini anlatamam. İlk ve son sevişmemiz tam bir trajediydi. Ne ben kadınlarda olması gereken biyolojik reaksiyonu verebildim ne de Ufuk bir erkeğin yapması gerekenleri yapabildi. Benim için Ufuk'un cinsel bir anlamı yoktu. Ufuk o ideal, platonik, sadece romanlarda olan, delicesine âşık erkekti. Bense onun için ulaşılma ihtimali çok uzak bir hayalin birdenbire çırılçıplak karşısında duran, elle tutulur objesiydim.”

Mustafa Özcan'dan kıstırılmış insanları, kırık dökük umutları anlatan kışkırtıcı bir roman... Sarışın Maymun’da şehrin arka sokaklarına girecek, tekinsiz görünen karakterlerin arasında dolaşacak, onların bir yanıyla tehlikeli bir yanıylaysa masum, duygusal yaşantısına dahil olacaksınız. Solcu Erhan, Piç Arif, Ufuk, İmam Çağdaş, Serpil, Ünzile… Alt kültürün neredeyse birebir temsili olan bu karakterler, sizi bilmediğiniz bir dünyada keşfe çıkaracak; aşkı, dostluğu, tehlikeyi, sokağı tanımaya davet edecek.
1.Basım: Mart 2017, Sayfa: 124, Fiyat: 12 TL

Sevilen Bir İnsan Yapmalısın Kendini / Karl Marx
Düşünce tarihinin, üzerinde en çok konuşulan, en çok tartışılan, toplumsal hayatta en etkili olmuş filozoflarından Karl Marx, Hegel diyalektiğini “ayakları üstüne” oturttuğunu söylerdi. Düşüncenin yaşamdan ayrı olamayacağını, zira insan düşüncesinin soyut bir varsayım değil, maddenin bir ürünü olduğunu savunur, gerçeğin, yaşamın kendisinde somut olarak var olduğunu anlatırdı.

Marx, ülkemizde de en çok okunan ve sevilen filozofların başında gelir. Elinizdeki kitap, bu büyük felsefecinin az bilinen önermelerinin bir araya getirilmesiyle oluştu. Yavuz Yayla, filozofun bütün kitaplarını tarayarak, ondan küçük ama etkili bir söylev derledi. Karl Marx, bilinen aforizma yazarları gibi değil, dostlarıyla sohbet eder gibi konuşuyor. Gerçeğin, somut yaşamın, dürüstlüğün, sevginin ve halkın yanında cümleler bunlar. Yanınızdan, başucunuzdan, çantanızdan ayıramayacaksınız.
Derleyen ve Çeviren: Yavuz Yayla, 2.Basım: Mart 2017, Sayfa: 82, Fiyat: 10 TL

Satranç / Stefan Zweig
“Satranç aynı zamanda Muhammed’in tabutu gibi dünya ile cennet arasında havada süzülen bir bilim, bir sanat, tüm zıtlıkların benzersiz bir bağlamı değil mi?

Asırlar yaşında ama yine de hep yeni, tasarım olarak mekanik ama yalnızca hayal gücü vasıtasıyla etkili, geometrik açıdan sabit bir mekânla sınırlı ama kombinasyonlarında sınırsız, sürekli gelişen ama yine de katışıksız, hiçbir yere götürmeyen bir muhakeme, hesap yapmayan bir matematik, esersiz bir sanat, maddesiz bir mimari ve buna rağmen kanıtlandığı üzere varlık ve yaşamında tüm kitap ve eserlerden daha kalıcı, tüm halklara ve zamanlara ait olan ve hangi Tanrı’nın onu can sıkıntısını öldürmek, duyuları keskinleştirmek ve ruhu canlandırmak üzere dünyaya getirdiği hiç kimse tarafından bilinmeyen tek oyun.”

Çağının tanığı, modern Alman edebiyatının ölümsüz yazarı Stefan Zweig’ın Satranç’ı, İnsan zihninin dehlizlerine yapılan bir yolculuk.Somut ve soyut dünyalar arasındaki benzersiz geçişimiyle Satranç, insan ruhuna açılan bir kapı. Yayımlandığı günden bu yana dünya edebiyatının en çok okunan, en sevilen, üzerinde en çok konuşulan öykülerinden biri.
Çeviren: Levent Bakaç, 2.Basım: Mart 2017, Sayfa: 96, Fiyat: 10 TL


April Yayınları’ndan Mart Yenileri

Çarşamba, Mart 15, 2017
April Yayınları baharı iki yeni kitapla karşılıyor. “Mütevazı Bir İntikam” ve “Hep Lunapark” ile tanıyıp sevdiğimiz Bahadır Cüneyt Yalçın’ın merakla beklediğimiz yeni romanı “Eski Karım Uzaya Gidiyor” ile Uluslararası çok satan romanların yazarı, empati kraliçesi Jodi Picoult’un şu ana kadar yazdığı en güçlü romanı “Ayrılık Vakti” 18 Mart’ta raflarda yerini alıyor…

Eski Karım Uzaya Gidiyor / Bahadır Cüneyt Yalçın
Mütevazı Bir İntikam ve Hep Lunapark adlı romanlarıyla büyük ilgi gören Bahadır Cüneyt Yalçın'dan yeni roman: Eski Karım Uzaya Gidiyor. 

Yalçın bir kez daha temposu yüksek, kurgusu sağlam bir öyküye imza atıyor. Mülteci uzaylıların, devrik bir komedyenin, bitmemiş aşkların romanı Eski Karım Uzaya Gidiyor.

“Gazoz şişesinde yukarı yukarı aceleyle yüzen baloncukların bizim bilmediğimiz bir şey bildiğine inanıyorum.”

Uzaydan gelen varlıkların istiladan başka bir amacı olabilir mi?
Mülteci mi, dünyayı anlayamayan insan mı daha yabancıdır?
Bir ampulü değiştirmek için kaç kişi gerekir?
Parmak çocuk nasıl oynar düğünlerde?

Şener devrik bir komedyen.
Eski karısı Hale ikinci çocuklarına hamileyken Fransız bir astronota âşık olmuş.
Tirineş gezegeninden gelen, ev arkadaşı Zvay-E’nin başı belada.
Rögar kapağı açık, paslı bıçak pusuda.
Tam bu sırada, çok zengin bir kabzımal sürpriz teklifiyle çıkageliyor.

Nejat Uygur ile Atilla Arcan’ın huysuz ve tatlı hayaletleri, en güzel espri Ece Güneş, dijital dost Micus, dağcı Zeynep, Madagaskar tavuğu… İşte gidiyoruz.

“Çadırımın üstü gümüş vitray. Züğürdüm, bir hırka, bir kaykay.
Çadırımın üstü krom karamel. Öpmeden giderim, sen düşüme gel.”

Bahadır Cüneyt Yalçın yine zekâ ve mizah dolu bir romanla yeniden huzurlarınızda.

Her cümlesi havai fişek, her sayfası icat kıyamet.
“Sizin olmayan bir şeyi sevdiniz mi hiç? Ne güzeldir o sevmek.”
Türü: Roman, 1. Baskı Mart, 2016, Sayfa: 264, Fiyat: 22 TL

Ayrılık Vakti / Jodi Picoult
New York Times #1 Bestseller, 30'dan fazla dil, milyonlarca okur.

"Sevgi, gösterişli hareketler eşliğinde tumturaklı sözlerle bezeli yalan vaatler değil de, basit bir affetme olabilir miydi?"

Hayata her şeye rağmen devam etmenin unutulmaz romanı.

Bir annenin korkutucu sevgisi.
Bir kızın yakıcı gerçeği arayışı.
Gizli kalması mümkün olmayacak sırlarla örülü, parapsikolojik bir roman: Ayrılık Vakti.

Jenna annesini hiç unutmadı.
Herkes fil hakları savunucusu Alice'in öldüğünü söylediğinde bile, onu aramaktan asla vazgeçmedi.
Elinde yalnızca bir defter var.
Fillerle ilgili notların olduğu bir not defteri.

Serenity kayıpları bulmasıyla ünlenen bir kadındı.
Ona verilen gücü yanlış kullandı.
Şimdi gözden düşmüş bir medyum eskisi.

Dedektif Virgil, Alice'in kaybolma davasını araştırıyordu.
Bulduklarından çok bulmadıkları onu ürküttü.
Hep düşünülenden fazlasını biliyordu.

Vakit geldi, isteseler de istemeseler de yolun bundan sonrasında birlikte olacaklar.
Şimdi, geride bir soru, elde onlarca yanıt...
Alice nerede ve kayıp olan gerçekten o mu?

Uluslararası çok satan romanların yazarı, empati kraliçesi Jodi Picoult, şu ana kadar yazdığı en güçlü romanla karşınızda.

Ayrılık Vakti'nın etkisinden çıkmanız zaman alacak.

“Çarpıcı bir destan.”- People

“Sürpriz sonuyla büyülüyor.”- USA Today

“Baş karakter Jenna, her okurun kalbine işliyor. Jodi Picoult'nun en iyi kitabı.” - Bookreporter

“Dokunaklı, unutulmaz bir roman.” - Publishers Weekly

Türkçesi: Serkan Göktaş, Özgün adı: Leaving Time, Türü: Roman, 1. Baskı Mart, 2017 Sayfa: 448, Fiyat: 27 TL


Erdal Öz’den Türkân İldeniz’e Mektuplar : Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen!

Çarşamba, Mart 15, 2017
Türkiye’nin iki genç aydını, şair Türkân İldeniz’le yazar Erdal Öz, ülke ’60 İhtilali’ne yol alırken tanışır ve duygusal, coşkulu, aşkla ve edebiyatla dopdolu bir ilişki yaşarlar. Bu kitapta, Erdal Öz’den Türkân İldeniz’e gönderilmiş mektupları okuyacaksınız. Dönemin önemli dergi ve gazetelerinde eleştiriler kaleme alan Erdal Öz, yalnızca coşku dolu sevgi satırları koymamış bu mektuplara, edebî değerlendirmeler de göndermiş şair sevgilisine. 

“Denizleri, suları gör düşlerinde. Biz dağlara gidiyoruz YABAN’la.
YALNIZLIĞIMIZIN dağlarında at koşturacağız.
Uyu sen.”

Sanatta “bulmak” tehlikedir. “Aramak” ise sanatın cennete giden tek ve biricik yoludur. “Aramak”ların sonunda “Bulmak”lar vardır. Ama “Aramak” sonu olmayan, bitmeyen bir çabadır. “Bulmak” ise bir donukluktur, donmaktır, heykelleşmektir.

“Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen!” edebiyat okurları için tam bir hazine…

ERDAL ÖZ, 26 Mart 1935’te Sivas, Yıldızeli’nde doğdu. Devlet memuru olan babasıyla birlikte Türkiye’nin değişik yerlerini dolaştı. Tokat Lisesi’ni bitirdikten sonra, İÜ Hukuk Fakültesi’nde başladığı yükseköğrenimini Ankara Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. TDK Yayın Kolu’nda, Türk Sinematek Derneği Ankara Şubesi’nde çalıştı. İstanbul’da arkadaşlarıyla birlikte a Dergisi’ni çıkardı. İlk öykü kitabı Yorgunlar, 1960’ta a Dergisi Yayınları arasında çıktı. İlk romanı Odalarda, aynı yıl Varlık Yayınları’ndan çıktı. Ankara’da Sergi Kitabevi’ni açtı. 12 Mart Askerî Darbesi’yle başlayan karanlık dönemde siyasal görüşlerinden dolayı üç kez tutuklandı, hapis yattı ama yargılanma sonucunda aklandı. Bu dönemi işlediği Yaralısın adlı romanıyla 1975 Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer görüldü. 1975-1981 yılları arasında Cem Yayınevi’nin Arkadaş Kitaplar adlı çocuk edebiyatı dizisini yönetti. 1981’de Can Yayınları’nı kurdu. Sular Ne Güzelse adlı kitabıyla 1998 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Cam Kırıkları ile 2001 Sedat Simavi Öykü Ödülü’nü aldı. Kanayan (1973) adlı öykü kitabında, Deniz Gezmiş Anlatıyor (1976) ve Gülünün Solduğu Akşam (1986) adlı anı-romanlarından sonra Gülünün Solduğu Akşam’a girmeyen notlar ve izlenimlerini 2003’te Defterimde Kuş Sesleri’nde topladı. SSCB gezisinin izlenimlerini içeren Allı Turnam (1976), 1998’de Bir Gün Yine Allı Turnam adıyla yeniden yayımlandı. Havada Kar Sesi Var adlı öykü kitabı 1987’de basıldı. Dedem Korkut Öyküleri (1979), Alçacıktan Kar Yağar (1982), Babam Resim Yaptı (2003) adlı üç çocuk kitabı yayımlandı. Erdal Öz, 6 Mayıs 2006’da aramızdan ayrıldı.

Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! / Erdal Öz
Tür: Mektup 
Sayfa sayısı: 136 Sayfa
Fiyatı: 13 TL
Yayın tarihi: 14 Mart 2017


Margaret MacMillan’dan Tarihin İnsanları : Kişilikler ve Tarihin Seyri

Çarşamba, Mart 15, 2017
Kanadalı tarihçi ve akademisyen Margaret MacMillan farklı dönem ve coğrafyalardan seçtiği isimler üzerinden kurguladığı Tarihin İnsanları’nda kişiliklerin tarihin kırılma noktalarındaki rolüne odaklanarak tarihi farklı bir okumaya açıyor.

Savaşlar nasıl kazanılır, güç dengeleri nasıl el değiştirir, büyük reformlar nasıl gerçekleştirilir? Tarih “büyük adamlar” ve “büyük kadınlar”ın eylemleriyle mi şekillenir, yoksa bu kırılma anlarının yanıtlarını toplumsal, politik ve ekonomik gerçekler ışığında mı ele almalıyız?

Margaret MacMillan Tarihin İnsanları’nda geçmişin tek bir doğru okumasının olamayacağını hatırlatıyor. Politik, ekonomik ve düşünsel tarihin kapsamının duyguları, davranışları, beğenileri ve önyargıları da içine alacak şekilde genişletildiği günümüzde ister düşünür, ister sanatçı, ister girişimci, ister politik liderler olsun, bireylerin rolünü gözardı edemeyeceğimizi savunuyor. 20. yüzyılın başlarında Albert Einstein atomun yapısını anlamamış olsaydı, İtilaf Devletleri II. Dünya Savaşı’nda atom bombası üretebilir miydi? Ya da 20. yüzyıl tarihini Margaret Thatcher, Franklin Delano Roosevelt, Winston Churchill veya William Lyon Mackenzie King gibi demokratik liderlerin ve hatta Hitler, Mao, Mussolini veya Stalin gibi büyük tiranların oynadığı role bakmadan düzgün bir şekilde yazmamız mümkün müdür?

Tarihin İnsanları’nda MacMillan bireylerin dünyayı nasıl şekillendirdiğini kişilik özellikleri üzerine oluşturduğu beş başlıkta inceliyor: ikna ve liderlik sanatı, kibir, cesaret, merak, gözlemciler. Yazar liderlik kavramını Otto van Bismarck’ın Almanya’yı birleştirmesi, William Lyon MacKenzie King’in Kanada’da birliği koruması, Franklin Delano Roosevelt’in Amerika Birleşik Devletleri’ni Büyük Buhran’ın büyük kısmı ve İkinci Dünya Savaşı boyunca etkili bir şekilde yönetmesi üzerinden anlatıyor. Kibir bölümünde Hitler, Stalin ve Thatcher gibi liderlerin kendilerini sorgulamaz tavırlarıyla yürüttükleri politikalara ve kibirle aldıkları kararların halklarına nelere mâl olduğuna odaklanıyor. Cesaretin tarih sahnesindeki rolünü Richard Nixon ve büyük kaşif Samuel de Champlain’in hayatı üzerinden okuyoruz: “Her ikisi de cesaret gerektiren riskler almış; Nixon 1972’deki Pekin ziyaretiyle ABD ve Çin arasındaki buzların çözülmesini sağlarken, Champlain Avrupalıların Yeni Dünya’ya dair bilgi dağarcığını genişletip Kanada’daki ilk kalıcı Fransız yerleşimini kurmuştu.”

MacMillan istisnai derecede merak duygusuna sahip insanların listesini hazırlamaya başladığında elindeki isimlerin çoğunun kadın olduğunu fark ettiğini dile getiriyor: “Bunun nedeni kadınların doğası gereği erkeklerden daha meraklı olması değildi; bence asıl neden kadınların kendi yollarını çizmesinin erkeklere göre daha zor olmasıydı.” Yazar bu bölümde Fanny Parkes ve Elizabeth Simcoe gibi gezgin ve maceraperestlerin meraklarının peşinde koşarken yaşadıkları toplumun ve dönemin kısıtlamalarına nasıl meydan okuduğuna odaklanıyor. Son olarak, gözlemcilerin dünyasına dalıp, Babür İmparatorluğu’nun kurucusu Babür’ün ve Soykırım’dan sağ çıkan Victor Klemperer’in tuttuğu günlükler aracılığıyla tarihe ilk elden tanıklık etme fırsatı buluyoruz. 

MacMillan daha mütevazı bir içgörü sunmayı amaçladığı kitabıyla hepimizin kendi dönemimizin canlıları olduğunu ancak bunun ötesine geçip bizi sınırlayan şeylere meydan okuyabileceğimizi hatırlatıyor: “Umarım geçmişten seçtiğim insanlar şimdiki zamanın içindeki bizler için insanlığın karmaşık doğasını, sayısız çelişkisini, tutarsızlığını, kötülüğünü ve aptallığını ama aynı zamanda erdemlerini de aydınlatmaya yardımcı olacaktır. Her şeyden önemlisi, tarihin insanları hepimizin içinde var olan iyinin ve kötünün farkına varmamızı sağlayacaktır.”

Yazar Hakkında
Kanadalı tarih profesörü Margaret MacMillan, aralarında Barışa Son Veren Savaş ve Barış yapanlar - Dünyayı Değiştiren 6 Ay gibi eserlerin de yer aldığı çok sayıda uluslararası çoksatarın yazarıdır. Hâlen Oxford ve Toronto Üniversitesi’nde tarih dersleri vermektedir.

Çeviri: Özge Akkaya
Yayıma Hazırlayan: Eda Doğançay
Son Okuma: Bağış Bilir
Kapak Tasarımı: Deniz Akkol
Sayfa Düzeni: Kolektif Kitap
1. Baskı, Mart 2017
ISBN: 978-605-5029-66-1
248 Sayfa
25 TL


Kitap Yayınevi’nden Mart Yenileri

Çarşamba, Mart 15, 2017
Kitap Yayınevi Mart ayını üç yeni kitapla karşılıyor. Roger A. Deal’in “II. Abdülhamid Döneminde Şiddet” alt başlıklı doktora çalışması “Namus Cinayetleri, Sarhoş Kavgaları” ve Konstantin Veliçkov’un “İstanbul’dan Hatıralar”ı Kitap Yayınevi’nden, George Sand’in iki novellasından oluşan “Lavinia” da Helikopter’den raflarda…

Namus Cinayetleri, Sarhoş Kavgaları - II. Abdülhamid Döneminde Şiddet / Roger A. Deal
Namus cinayetleri, kabadayı-külhanbeyi çatışmaları, sarhoş kavgaları, gasp ve hırsızlık. Şehir sakinlerinin büyük çoğunluğu bu olaylardan etkilenmemekle birlikte, sıradan şiddet suçları, 19. yüzyıl sonu İstanbul’unda olağan günlük olaylardandı. Bunların büyük bölümü, kabadayı ve külhanbeyi ya da çeşitli mülteci ve göçmen toplulukları gibi her birinin kendine özgü şiddet standartları olan belli alt kültürlerin ürünüydü. Diğer şiddet olaylarının kökeninde ise açgözlülük, öfke, cinsellik gibi daha evrensel dürtüler bulunuyordu. Öte yandan bu dönemde devlet giderek artan oranlarda şiddetin denetimini tekeline almıştı, insanların çoğu devletin şiddet tekelini benimsemişti ve şiddete doğrudan karşılık vermek yerine polis ve adalet sisteminden yardım istiyordu. Bazıları için şiddet, başkalarına hükmetmek, statü kazanmak ya da zenginleşmek için bir araçtı. Başkaları için yalnızca bir eğlence. İstanbul bir çok açıdan eşsiz bir kentti. Etnik açıdan çok bileşenli bir imparatorlukta kesişen bütün yolların kavşağında yer alması, ekonomik durumu, karmaşık ve sürekli değişken nüfus yapısı ve en önemlisi tarihi, onu imparatorluğun olduğu kadar dünyanın diğer büyük kentlerinden ayırıyordu. İstanbul aynı zamanda bir dünya şehriydi ve başka kentlerle birçok ortak özelliğe sahipti ama kentteki şiddet olaylarının çoğunu biçimlendiren özel etkenler de bulunuyordu. Örneğin kabadayılar yalnızca Osmanlı kentlerinde vardı ve kabadayı ve külhanbeyi kültürünün tuhaf bir karışımı da anlaşılan yalnızca İstanbul’da. Arşiv belgelerine, dönemin gazete haberlerine ve popüler tarih kitaplarına dayanan bu kitap, II. Abdülhamid dönemi Osmanlı başkentindeki şiddetin yapısı ve kaynakları üzerine hazırlanmış çok değerli bir bilimsel değerlendirme. Roger Deal, doktora çalışmasını Utah Üniversitesi’nde yaptı, Montana Üniversitesi, Calgary Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi gibi çeşitli kurumlarda çalıştı. Halen Güney Carolina Aiken Üniversitesinde öğretim üyesi. İlgi alanı geç Osmanlı toplumsal tarihi, özellikle de suç ve ceza adaleti sistemi.
Çeviri: Zeynep Rona, İnsan ve Toplum Dizisi, 1. Baskı Mart 2017, 176 sayfa, 27,50 TL

İstanbul’dan Hatıralar 1870 – 1890 / Konstantin Veliçkov
Şair, yazar, ressam, eğitimci, diplomat, siyaset ve devlet adamı Konstantin Veliçkov (1855-1907) Galatasaray Lisesi’nin ilk mezunlarından. Mezuniyetinden sonra Şarki Rumeli Eyaleti ve Bulgaristan Emareti’nde sorumlu görevler üstleniyor, Bulgar kültür ve sanat hayatına katkılarda bulunuyor. Ama çok geçmeden ülkesindeki toplumsal ve siyasi gerçeklerden derin bir hayal kırıklığına uğruyor. Veliçkov, 1890’lara denk düşen gönüllü sürgünlük yıllarını da İstanbul’da geçiriyor, eserlerinin büyük kısmını burada yazıyor. “İstanbul’dan Hatıralar ve İzlenimler” ortak başlığıyla Bulgarca bir dergi için kaleme aldığı yazılarda, talebelik yıllarını geçirdiği 1870’lerin ve gönüllü sürgünlüğünü yaşadığı 1890’ların Osmanlı payitahtı arasında sürekli gelip gidiyor ve zaman tünelinde karşılaştırmalar yapıyor.

“Fener’de Bir Gezinti,” bugün daha çok Demir Kilise olarak bilinen Aziz Stefan Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin inşası bağlamında, bağımsız Bulgar kilisesi mücadelesinin aşamalarını canlı bir üslupla aktarıyor. “Balkapan Han” ise, Mısır Çarşısı’nın arkasındaki bu han, İstanbul’daki Bulgar kültürünün bir merkezi niteliğinde. “Çamlıca” yazısı ise dünya edebiyatında İstanbul’un coğrafi konumuyla ilgili yapılan en şiirsel tasvirlerden biri olmaya aday. Hatıralarla bezeli seyahat notlarında Bulgar şair ve yazar, hayatının en coşkulu yıllarını burada geçirmiş olmanın verdiği tecrübeyle, İstanbul’un o eşsiz ruhunu derinden hissediyor ve yorumlarıyla okura aktarıyor. İmparatorlukta ve payitahtta özel olarak Bulgar meselesini, genel olarak da 19. yüzyılın belli başlı hadise, süreç ve eğilimlerini takip etme ve derinlemesine anlama imkânı veriyor. Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesi
Çeviri: Hüseyin Mevsim, Anı ve Yaşam Dizisi, 1. Baskı Mart 2017, 80 sayfa, 12,50 TL

Lavinia / George Sand
İlk novellamızda, güzel Lavinia on altı yaşındayken Sir Lionel'e aşık olur, ama iki yıl sonra terk edilir. Saygın görünebilmek için yaşlı bir İngiliz lorduyla evlenir. Dul kaldığında ise birden karşısında onunla evlenmek isteyen iki kişiyi bulur. Lavinia'nın gönlünü kim kazanacaktır? Onu terk ettiğine pişman olmuş Sir Lionel mi, zengin genç kont mu? Yoksa bizi bir sürpriz mi beklemektedir? Yaşadığı dönemde toplum kurallarına kendisi de şiddetle karşı çıkmış olan George Sand, bu kısa romanında çok iyi bildiği 19. yüzyıl Fransız toplumunu, kadınlara biçilen kısıtlayıcı rolleri, karşılaştığı adaletsizlikleri alabildiğine yermektedir.

İkinci novellada, on altı yaşındayken manastırdan ayrılan Markiz elli yaşındaki bir soyluyla evlenir, altı ay sonra dul kalır. Deli gibi aşık olduğu aktör Lelio'yu sahnede seyredebilmek için erkek kılığına girer. George Sand yine kural tanımazlığıyla 19. yüzyıl geleneklerine karşı çıkarak kadın kahramanı hikayesinin anlatıcısı yapar. Hikayenin diğer kahramanı Lelio ise "iğfal eden erkek" efsanesinin tersine, Markiz'in arzu nesnesine dönüştürülmüştür. Markiz ile yazar arasında paralellikler kurmak mümkündür. NB
Türkçesi: Neslişah Başaran, İki Novella, 1. Baskı Mart 2017, 93 sayfa, 13,50 TL


Karadeniz’in Tarihini Anlatan Eşsiz Bir Kitap : Hey Gidi Karadeniz

Çarşamba, Mart 15, 2017
Hey Gidi Karadeniz, usta kalem Refik Baskın’ın uzun yıllar üzerinde çalıştığı benzersiz bir Karadeniz kitabı. Adeta yaşayan bir hayat ansiklopedisi. Bu kitapla Karadeniz, dünden bugüne tarihteki yerini ve önemini bir kez daha kanıtlıyor. Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlanan Hey Gidi Karadeniz’de Karadeniz’e dair az bilinen birçok bilgiye yer veriliyor. Tarihçi, araştırmacı yazar Refik Baskın’ın uzun yıllar boyunca üzerinde titizlikle çalıştığı bu eser sosyolojik önemiyle de dikkat çekiyor. Kitaba dair, çeşitli yazarların görüş ve düşünceleri şöyle:
“Macera romanı kadar çekici, felsefe kitabı kadar etkileyici buldum. Her başlık altındaki bölüm başlı başına bir kitap...” -Hasan Kıyafet
 “Refik Baskın olaylara bir tarihçi gözüyle değil de bir sosyolog gibi yaklaşıyor. Dahası bir barış adamına yakışır bir araştırma...” -Orhan Keskinsoy
 “Kuru değil anlatım… Üniversitede anlatılan dersler kadar doyurucu, ocak başı söyleşilerinde anlatılanlar kadar merak uyandırıcı ve sade...” -Zekeriya Çavuşoğlu
 “Yalın, akıcı, duru üslubunuz nedeniyle sizi kutlarım.” -Erdem Karamuk
 “Hem rahat okunabilir olma, hem de ayakların yere sağlam basması, kitabı elinize alır almaz sizi kendine çekiyor...” -Mehmet Atilla
 “Yazar Amisos’tan Samsun’a kurduğu köprüden sizi geçirirken, zaman zaman sizi düşündürüyor da.” -Refik Moral
 “Kitabı; tarih, çevre ve insana duyarlı Karadenizli-Karadeniz’siz herkesin okuması gerek.” -Emre Seven


Sel Yayınları’ndan Mart Yenileri

Perşembe, Mart 09, 2017
Sel Yayınları Mart ayını altı kitapla karşılıyor. Mehtap Ceyran’ın ilk romanı “Mevsim Yas”, J.G. Ballard’ın yarı-otobiyografik romanı “Güneş İmparatorluğu” ve Georges Bataille’ın önemli eserlerinden “Rahip C.” ayın edebiyat kitapları. Enis Batur kitaplığı “Bu Kalem Melûn” ile sürerken, Savaş Çoban’ın derlediği “Medya ve Sol” DüşünSel dizisinin, Pierre Bourdieu’nün “Neoliberal İstilaya Karşı Direnişe Hizmet Edecek Sözler” alt başlıklı “Karşı Ateşler”i de Red Kitaplığı dizisinin yenileri… “Mevsim Yas”, “Güneş İmparatorluğu” ve “Rahip C.”yi şiddetle tavsiye ederiz…

Mevsim Yas * Mehtap Ceyran
Doksanlarda bir coğrafyada yaşananları gözlerden pervasızca saklayan pus, orada sürüp giden yaşantıların üzerine telafisi imkânsız bir biçimde çökerken, gerçeklerin önüne bir ışık huzmesi dahi sızdırmayacak kadar sağlam bir inkâr duvarı örüyordu.

Mevsim Yas, bu pusun içinden geçip sağ kalabilen ve bitimsiz tedirginliklerin gölgesinde kesişen yaşamların öyküsüne “tanıklık ediyor.” Umutsuzluk ve yalnızlıklarla kuşatılmış karanlık bir Batman mahallesinden; politik atmosferin çetin çıkmazlarında ayakta durmaya çalışan, mezar evler, genç kadın intiharları, sağaltılmamış şiddet ve toplumsal cinnetin ortasında umutlarını toplu mezarların başında nöbete dikenlerin kapkara kesilmiş kalplerine dokunuyor.

Mehtap Ceyran, bu ilk romanında anlatmaya hasret insanların anlaşılmaya mahkûm öyküsüne ses veriyor. Yas mevsimi ise o iklimde yaşanmaya devam ediyor.

MEHTAP CEYRAN, 1979 yılında Batman’da doğdu. Politik nedenlerle 1994 yılında tutuklanarak on yıl hapis yattı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Adalet Bölümü’nde okudu. Halen Batman’da yaşamaktadır. Mevsim Yas, ilk romanıdır.
Çağdaş Türk Edebiyatı / Roman , 214 sayfa, 16 TL

Bu Kalem Melûn * Enis Batur
Herkes bir kitabın mümini, ben “Dünya bir kitaba varmak için”
şiarının müminlerinden oldum, kaldım. 

Bütün yazdıklarım, gün gelecek, tek bir kitabın
içine sığacak, oturacak.

Orada yazabildiklerimle yazamadıklarım aynı
çatının altında buluşacak: Yazı’nın birazı ondansa, birazı bundandır.

Yazamadıklarımı başkaları yazacak.

Bu Kalem Melûn©, Şehrazat’ın içine attıkları.

ENİS BATUR’un yayınevimizdeki kitapları: “60mm Dizüstü Meşkler ve İçcep Meşkleri”, “Elma / Örgü Teknikleri Üzerine Bir Roman Denemesi”, “Bu Kalem – Bukalemun”, “Bu Kalem – Melûn”,” Bir Varmış Bir Okmuş”, “Geronimo’nun Ölümü”, “Gülmekten Ölmek / Çekmeceler Kitabı”, “Gönderen: Enis Batur”, “Gövde’m”, “Hâneberduş”, “Hepsi”, “Kediler Krallara Bakabili”r, “Kravat”, “Kırkpâre”, “Kitap Evi”, “Kulak”, “Kurşunkalem Portreler”,” Kütüphane”,” Oktay Rifat’a Doğru”, “Plati / Bir Ada Denemesi”,” Rönesans’ın Serüveni”, “Modernizmin Serüven”i, “Su tüyün Üzerinde Bekler”, “Suya Seng”, “Sır / Bir Oynaşı”, “Simültane Cinnet ( Yiğit Bener ile birlikte)”,” Yazboz, Son Modernler / Edebiyat Üzerine Denemeler 1”, “Yazının Sınır Boyuna Yolculuklar / Edebiyat Üzerine Denemeler 2”, “Karanlıktan Işık Yontanlar / Edebiyat Üzerine Denemeler 3”, “Öteki Pusula / Edebiyat Üzerine Denemeler 4”
Çağdaş Türk Edebiyatı / Deneme, 223 sayfa, 18 TL

Güneş İmparatorluğu * J.G. Ballard
J.G. Ballard’ın yarı-otobiyografik romanı Güneş İmparatorluğu yazarın çocukluğunda bizzat deneyimlediği İkinci Dünya Savaşı’nı ve o yılların Şanghay’ını yine bir çocuğun gözünden anlatıyor. 
Uzun süre savaşın dışında kalan Şanghay’daki yabancılar kolonisi, Japonya’nın Pearl Harbor saldırısıyla birlikte kendini şiddet döngüsünün ortasında bulur. Gösterişli bir malikânede yaşamaya alışkın küçük Jim, savaşın kaosu içinde anne ve babasından ayrı düşer. Önce işgal altındaki Şanghay sokaklarında, sonra da kentin dışındaki toplama kampında yaşamını sürdürmeye çalışır. Uçaklara meraklı ve Japon askerlerine hayran olan Jim, savaş koşullarında hayatta kalabilecek ve ailesine kavuşabilecek midir? 

İlk başta her şeyi bir oyun gibi gören ama giderek masumiyetini kaybeden Jim aracılığıyla Ballard, savaşın korkunçluğunu, ölümün ve vahşetin sıradanlığını, teslimiyet ile yaşama tutunma arasındaki çizgiyi ustalıkla satırlara döküyor.

J.G. BALLARD, 1930’da Şanghay’da İngiliz bir ailenin oğlu olarak doğdu. 1942 yılından savaşın bitimine kadar ailesiyle birlikte, Pearl Harbour baskınından sonra ülkedeki yabancıların sürgün edildiği bir toplama kampında yaşadı. 1946 yılında İngiltere’ye yerleşen yazar, Cambridge Üniversitesi’nde psikiyatri eğitimi aldı. Bilimkurgu edebiyatta teknoloji tapınmacılığına karşı çıkan Yeni Dalga akımının en önemli temsilcilerindendir. “Asıl yabancı gezegen dünyamızdır,” diyen Ballard, bugünü anlamakiçin geleceğin geçmişten daha iyi bir anahtar olduğunu ve bilimkurgunun görevinin ise reklamlar, imajlar gibi maruz kaldığımız çeşitli kurguların içinde gerçekliği ya kalamak olduğunu öne sürer. Toplama kampında yaşadıklarından esinlendiği Güneş İmparatorluğu Steven Spielberg, en önemli eserlerinden biri olan Çarpışma David Cronenberg, Gökdelen ise Ben Wheatley tarafından sinemaya uyarlanan Ballard, 2009 yılında hayatını kaybetti. Gökdelen (çev. Dost Körpe, 2012), Öteki Dünya (çev.Süha Sertabiboğlu, 2013) ve Çarpışma’nın ardından (çev. Nurgül Demirdöven, 2016) The Kindness of Women, Crystal World ve Concrete Island da yayın programımızdadır.
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Roman
Özgün Adı: Empire of the Sun
Türkçesi: Emine Güreli
358 sayfa, 26 TL

Rahip C. * Georges Bataille
Georges Bataille’ın önemli eserlerinden Rahip C., İkinci Dünya Savaşı’nın altüst olmuş karanlığında din, ahlak ve etik değerler üzerinden dönemin bütün paradoksunu gözler önüne seriyor. 

Rahip C.’de tinin tenle mücadelesi, dindarlık, sapkınlık, sefihlik ve suç gibi temaları işleyen Bataille, Direniş Hareketi’ne ve ihanete dek uzanan izleklerin peşinde koşuyor.

Bataille’ın siyasal görüşlerinin çevresinde şiddetli tartışmaların sürdüğü bir dönemde yazılan bu eser, hem erotik ve mistik, hem de siyasal bir roman olarak değerlendirilmiştir. Sayısız yoruma yol açan Rahip C., Bataille’ın Sade’la derinden kurduğu bağa, Nietzsche’ye ve Zerdüşt’ün kahkahasına, Puşkin öykülerine, Kafka ve Rimbaud’ya göndermelerle örülü, ürkütücü bir anlatı.  

GEORGES BATAILLE, 1897 doğumlu Fransız yazar, düşünür. Başlangıçta sürrealizm hareketine yakınlık duyduysa da kısa süre sonra André Breton’la aralarındaki fikir ayrılıkları yüzünden o çevreden uzaklaştı. Komünizme bağlılıktan Sovyetler ve Stalin eleştirisine; gerçeküstücülerin yanı sıra “aforoz edilenler”le sürdürdüğü ilişkiye ve André Breton’a yönelik saldırılarına; Documents, Acéphale gibi çıkardığı dergilere ve kurduğu “cemaatler”e dek, Bataille, aykırı bir düşünce ve edebiyat evreninin insanı olmuş, yaşamın trajik ve diyonizyak yanını vahşete ve ölüme varana dek yüceltmiştir. Michel Foucault’nun “Bu çağın en önemli yazarlarından biri” olarak tanımladığı Bataille, yalnızca Fransız çağdaş yazını üzerinde değil, evrensel bir yazın ve düşün uğrağı üzerinde de kalıcı izler bırakmıştır. Entelektüel çevrelerde özellikle erotizm üzerine yazıları ve edebi eserleriyle ilgi gören Bataille’dan, Lanetli Pay ve Rahip C.’nin ardından, Göğün Mavisi ve Gözün Hikâyesi de yayın programımızdadır.
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Roman
Özgün Adı: I’Abbé C.
Türkçesi: Didem Eryar
151 sayfa, 15 TL

Medya ve Sol * Derleyen: Savaş Çoban
Medyanın gündelik hayatımız üzerindeki hükmünü herhalde artık kimse inkâr etmeyecektir. “Güncel” makro gelişmelerden haberdar olma yönünde giderek genişleyen imkânlardan, mikro alanlarda kurulan kişisel ilişkiler ve kimliklere; her şey kuşatıcı bir kurum olarak medyanın dolayımından geçiyor.

Son zamanlarda objektif önermelerin geçerliliğini yitirdiğine, duyguların ve inanışların yükselişe geçtiğine işaret etmek için kullanılan “post-hakikat”, “alternatif olgular” gibi kavramsallaştırmalarla, kamuoyunu aydınlatıcı bir mecra olarak medyanın da defteri dürülüyor. İşte tam da böyle bir zamanda, medyanın mevcut hali ve alternatif bir medya yaratma imkânları üzerine düşünmek daha da önem kazanıyor.

Savaş Çoban’ın derlediği Medya ve Sol’a katkıda bulunan yazarlar, Marx’ın medyayı kavramaktaki gücünden iletişimin doğasına, medya endüstrilerinin rolünden toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasında sosyal medyanın etkilerine dek medyanın çeşitli yönlerini farklı teorik yöntemlerle tartışmaya açıyor.  

SAVAŞ ÇOBAN, 1975 yılında doğdu. Lisans öğrenimini Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nde, yüksek lisansını Yıldız Teknik Üniversitesi, Yabancı Dil Olarak Türkçe Anabilim dalında yaptı. Doktorasını Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo-Televizyon Anabilim dalında tamamladı. Medya ve siyaset üzerine ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlanan Savaş Çoban “bağımsız araştırmacı” olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Yayınlanan çalışmaları şunlardır: Azınlıklar ve Dil (Su Yayınları, 2005), Hegemonya Aracı ve İdeolojik Aygıt Olarak Medya (Parşömen, 2013), Media’s Role in the Socialist Era (Amani International Publishers, 2013), Media and Left (Brill Pub., 2014/Haymarket Pub., 2016), Esra Arsan ile birlikte Medya ve İktidar (Evrensel Basım Yayın, 2014) Direnişten Komüne Gezi (Siyah Beyaz Yayınları, 2015). Ayrıca Yasemin İnceoğlu’yla birlikte derlediği kitaplar vardır: Azınlıklar, Ötekiler ve Medya (Ayrıntı, 2014), İnternet ve Sokak (Ayrıntı, 2015) ve Haber Okumaları (İletişim, 2016).
DüşünSel  / İnceleme
348 sayfa, 28 TL

Karşı Ateşler - Neoliberal İstilaya Karşı Direnişe Hizmet Edecek Sözler * Pierre Bourdieu
Neoliberalizmin totaliter ve antidemokratik karakterini ilk kavrayan düşünürlerden biri olan Pierre Bourdieu’nün bu “karşı ateşleri”, onun militan bir filozof olarak tavrının da göstergesidir. Sartre’dan ve Foucault’dan devraldığı gelenekle, bilgisini ve “entelektüel sermayesi”ni neoliberalizme karşı toplumsal hareketlerin hizmetine sunan Bourdieu, başta Dünya Bankası ve IMF olmak üzere, iktisatçıların, gazeteci ve televizyoncuların, politikacıların, “entelektüellerin” ürettiği ve “seçeneksiz” diye sunulan egemen söylemi didik didik ediyor.

Enternasyonal bir mücadele davetiyesi olarak okunabilecek her bir metinle Bourdieu, bilimin ve Akademi’nin, egemenlerin emrinde yalanı ve demagojiyi yayabileceği gibi, sınıf mücadelesinin bir aracı olabileceğinin de altını çiziyor.

Doğa ve insan üzerindeki vahşi kapitalist sömürünün her türüne sahne olan, otoriteye biat edenlerle yaratıcı ve özgür düşünceden yana olanlar arasındaki mücadelenin kitle iletişim araçlarından Akademi’ye dek her alanda sürdüğü günümüz Türkiyesi’nde esin ve güç kaynağı olabilecek metinler...

PIERRE BOURDIEU, (1930 Denguin - 2002 Paris). 20. Yüzyılın ikinci yarısında sosyoloji, beşeri ve toplumsal bilimler alanında iz bırakmış en önemli Fransız sosyologlarından biri olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda, kamusal alana müdahaleleriyle de ömrünün son yıllarında Fransız entelektüel yaşamının önde ge-len isimlerinden biri olmuştur. Bourdieu’nün sosyolojisi toplumsal hiyerarşilerin yeniden-üretim mekanizmalarının analizine dayanmaktadır. Bourdieu kültürel ve sembolik faktörlerin önemine vurgu yaparak, kendi kültürel ve sembolik üretimlerini dayatabilme kapasitesine sahip unsurların toplumsal tahakküm ilişkilerinin yeniden-üretiminde oynadıkları temel rolü vurgular. Dolayısıyla eserleri kendine özgü bazı temel kavramlar etrafında şekillenir: Toplumsal faillerin eylem ilkesi olan “habitus”, temel toplumsal mücadele ve çatışma mekânı olan “alan”, tahakküm ilişkilerini dayatmanın temel mekanizması olan “sembolik şiddet.” Türkçedeki bazı eserleri: Akademik Aklın Eleştirisi – Pascalca Düşünme Çabaları, Ayrım, Bekârlar Balosu, Bilimin Toplumsal Kullanımları - Bilimsel Alanın Klinik Bir Sosyolojisi İçin, Devlet Üzerine - Collège de France Dersleri (1989-1992), Dünyanın Sefaleti, Düşünümsel Bir Antropoloji, Eril Tahakküm, Pratik Nedenler, Sanat Sevdası: Avrupa Sanat Müzeleri ve Ziyaretçi Kitlesi, Sosyolog ve Tarihçi, Sosyoloji Meseleleri, Yeniden Üretim - Eğitim Sistemine İlişkin Bir Teorinin İlkeleri
Red Kitaplığı / Deneme
Özgün Adı: Contre-feux - Propos pour servir à la résistance contre l’invasion néo-libérale
Türkçesi: Sertaç Canbolat
140 sayfa, 14 TL


Ursula K. Le Guin’den Yazar, Okur ve Hayal Gücü Üzerine: Zihinde Bir Dalga

Perşembe, Mart 09, 2017
Metis Kitap’tan müjde var! Ursula K. Le Guin’in 17 Mart 2017’de yeni bir kitabı çıkıyor: Zihinde Bir Dalga: Yazar, Okur ve Hayal Gücü Üzerine.

Granit insanlar, Kızılderili amcalar, sözlük teyzeler; kütüphaneler, gerçek Yerdeniz adaları; Tolstoy, Borges, Dickens, Twain; Yüzüklerin Efendisi; masallar, toplumsal cinsiyet, ayaklar, güzellik, ölüm, sorgulanmayan varsayımlar... 

Ama hepsinden önemlisi düşlemek: “Hepimizin hayatlarımızı icat etmeyi, yapmayı, hayal etmeyi öğrenmemiz gerekir. Bize bu becerilerin öğretilmesi gerekir; bunun nasıl yapılacağını gösterecek rehberler gerekir. Bunu yapmazsak, hayatlarımızı başkaları bizim için yaparlar.” 

Le Guin’in diğer yazılarından aşina olduğumuz iki tema öne çıkıyor: Süreç ve ritim – kadın olmak, yaşlı olmak, okur olmak, yazar olmak; ve yazarın, hükmetmek şöyle dursun ancak takip edebildiği tempo ve sözcükler, zamanı gelince elinizi uzatsanız havada asılı onlarcasına erişebileceğiniz hissi veren o öyküler. 

Zihinde Bir Dalga’yı okumak, eski bir arkadaşınızla oturup muhabbet etmeye benziyor: Kafa açıcı olduğu kadar, insana kendini rahat hissettiren bir tarafı var; hararetle daldan dala atlarken,  saatlerin nasıl geçip gittiğini anlamıyorsunuz bile. 

Ursula Kroeber Le Guin, 1929'da Kaliforniya'da doğdu. Babası ünlü antropolog Alfred Kroeber, annesi yazar Theodora Kroeber'dir. Radcliff ve Columbia üniversitelerinde edebiyat eğitimi gördü. 1950'li yıllarda fantastik öyküler ve romanlar yazmaya başladı. 1962'de ilk bilimkurgu öyküsü yayımlandı. 1974 tarihli Mülksüzler'e kadar altı bilimkurgu romanı yazdı. Bu tarihten sonra zaman zaman bilimkurgu öyküleri yazmakla birlikte romanlarında daha ziyade yarı gerçekçi/yarı fantastik temalar işledi. Kısa hikâye, deneme, şiir, çocuk kitapları ve roman türlerinde eserler veren Le Guin'in aldığı çok sayıda edebiyat ödülü arasında Ulusal Kitap Ödülü, beş kez Hugo ve beş kez Nebula Ödülü, Kafka Ödülü ve PEN/Malamud Ödülü bulunuyor. Le Guin halen Portland, Oregon'da yaşıyor.

Zihinde Bir Dalga : Yazar, Okur ve Hayal Gücü Üzerine / Ursula K. Le Guin
Orijinal Adı: The Wave in the Mind / Talks and Essays on the Writer, the Reader, and the Imagination
Çeviri: Tuncay Birkan, Özge Çelik, Savaş Kılıç, Özde Duygu Gürkan, Müge Gürsoy Sökmen
Sayfa Sayısı: 296 sayfa
Fiyatı: 28.50 TL


Kyo Maclear’dan Çocuklara Ödüllü Üç Resimli Kitap Birden!

Perşembe, Mart 09, 2017
Ödüllü romancı ve çocuk kitapları yazarı Kyo Maclear’in yazdığı Değişimsever Bay Flux, Virginia Wolf ya da “Kurda Dönüşen Kardeşim” ve Kaşal adlı ödüllü resimli kitaplar 10 Mart’tan itibaren hep kitap etiketiyle çocuk okuyucularla buluşuyor. 

DEĞİŞİMSEVER BAY FLUX
Çizimlerini Matte Stephens’in yaptığı Değişimsever Bay Flux kitabı, 2014 Québec Kitapevleri Derneği Gençlik Ödülü’ne layık görüldü. Bir zamanlar Martin adında değişikliği hiç sevmeyen bir çocuk varmış. Aslında değişikliği sevmiyor değilmiş de değişiklik nedir bilmiyormuş. Martin, ailesiyle birlikte hoş ama her şeyin tekdüze gittiği bir yerde yaşıyormuş. Sonra bir gün Bay Flux diye bir adam gürültülü, eski minibüsüyle çıkagelmiş. Bay Flux değişikliğin ne olduğunu bilmekle kalmaz, değişikliğe bayılırmış. Çok geçmeden değişiklik, Bay Flux’ın bahçesinden sokağa taşmaya başlamış. Bu değişiklikten kaçmak mümkün değilmiş. Beklenmedik bir arkadaşlığın hikâyesi olan Değişimsever Bay Flux, büyük ve küçük değişikliklerde bulunabilecek mutluluğu resmediyor.

Değişimsever Bay Flux kitabının esin kaynağı, Fluxus akımının kurucusu George Maciunas. George Maciunas, onunla benzer şeyler düşünen sanatçılar ve müzisyenler ile birlikte flux (ya da değişim) denen şeyin güzelliklerini methetmiş ve sanatı en olmadık nesnelerde bulmuştur.

“Neşeli bir estetiğe dost canlısı bir giriş ve standartların (sanatta veya başka herhangi bir alanda) sabit ya da değişmez olduğu fikrine karşı bir panzehir.”
Kirkus Reviews

VIRGINIA WOLF
Isabelle Arsenault’un resimlediği Virginia Wolf ya da “Kurda Dönüşen Kardeşim” Maclear’in çocuklar için yazdığı ikinci kitabı. Büyük yazar Virginia Woolf ile kendi ablası ressam Vanessa Bell’den esinlenen yazar, kız kardeşliğin hikâyesini anlatmak için kaleme aldığı bu metne, tutkusu olan bahçeleri eklemeyi ihmal etmiyor. IBBY (Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu) 2014 Onur Listesi’ne giren Virginia Wolf, 2013 Uluslararası Gençlik Kütüphanesi The White Ravens Ödülü’nü de kazandı.

Vanessa’nın ablası, bir sabah bir kurt kadar huysuz uyanır ve garip davranmaya başlar. Vanessa ise ablasını bu huysuz ruh halinden çıkarmak için çok çabalar fakat ne yaparsa yapsın işe yaramaz. Ablası Virginia, ona hayalindeki yer Bloomsberry’den bahsedince Vanessa evi Bloomsberry’ye dönüştürmek için kolları sıvar ve başarılı da olur. 

“Moral bozukluğu ilgili bol bol kitabın olduğu edebiyat dünyasında, bu kitap diğerlerinden daha derine inerek depresyonu hem gerçek hem mecazi açıdan, dokunaklı bir biçimde resmediyor... Virginia Woolf ve ressam Vanessa Bell’le ilgili bilgi sahibi olmaya gerek yok. Bu kitap moral bozukluğu ve dönüşüm hikâyesi olarak çok iyi ilerlediği gibi depresyona aşina olan okuyucular kitabın bu konuyu hem şefkatli hem kuvvetli bir soğukkanlılıkla ele aldığını görecekler.”
Kirkus Reviews

KAŞAL
Çizimlerini Isabelle Arsenault’un yaptığı Kaşal, 2010 IBBY Genç Engelliler için Öne Çıkan Kitaplar Seçkisi’ne girerken, aynı zamanda 2012 Québec Kitapevleri Derneği Gençlik Ödülü’ne de layık görüldü.

Annesi bir kaşık. Babası ise bir çatal. O ikisine de biraz benziyor. O bir Kaşal! Kaşal ilk bakışta göze çarpıyor. Onun yaşadığı mutfakta kaşıklar kaşıktır, çatallar da çatal. Bu ikisinin karışımına pek rastlanmıyor. Daha kaşıksı ya da daha çatalsı görünmeye çalışsa da yemek zamanı kimse kullanmak için onu seçmiyor. Yaşamını çekmecede sürdürmeye mahkûm gibi görünüyor… Ta ki bir gün çatal bıçağın nasıl kullanılacağını umursamayan bir şey mutfağa gelene kadar… Yoksa bu Kaşal’ın nihayet sofraya gelebilmesi için bir fırsat mı? Kaşal, farklı olmayı övgüyle anlatan büyülü bir hikâye. Bir türlü uyum sağlayamadığını hissetmiş ya da dünyada nereye ait olduğunu sorgulamış herkes için “çok çatal bıçaklı” bir öykü.

 “Yazarın kabullenici olma mesajı herkesi ama özellikle ebeveynleri etkileyecek.”
Booklist

“Bazı resimli kitaplar, ‘farklı iyi olabilir’ mesajını didaktik olma tuzağına düşmeden vermekte zorlanırken Maclear’ın metni insana neredeyse hiç çaba harcanmadan yazılmış hissini veriyor.” 
Kirkus Review

Gözdenur Çağlayan’ın dilimize çevirdiği Değişimsever Bay Flux, Virginia Wolf ve Kaşal, 10 Mart’tan itibaren hep kitap etiketiyle raflardaki yerini alacak.

KYO MACLEAR HAKKINDA
Ödüllü romancı ve çocuk kitapları yazarı. 1970’de İngiltere dünyaya geldi. Kanada’da yaşayan yazarın yayımlanmış 2 romanı ve 6 resimli kitabı var.

MATTE STEPHENS HAKKINDA
Güzel sanatlar üzerine de çalışan çizer. Değişimsever Bay Flux, onun ilk resimli kitabı.

ISABELLE ARSENAULT HAKKINDA 
1978 doğumlu Kanadalı çocuk kitapları çizeri. Resimlediği kitaplarla, aralarında New York Times En İyi Resimli Kitabı Ödülü dahil olmak üzere birçok ödül kazanmıştır.


 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template