Hepimiz bir miktar hayalperestiz ancak bir çocuğun hayal dünyası, ebeveynlerinin, en çok da annenin gerçek dünyası ile yakından ilgili olmalı… The Babadook ve Under The Shadow filmleri anne olarak yazarınızı daha önce farkında olmadığı bir gerçekliğin analizine sürükledi. Evde canavar veya hayalet olduğunu iddia eden çocuklarımıza, canavar ya da hayalet diye bir şey olmadığı karşılığını verip zaten bir karmaşa içerisine hapsolmuş çocuğu belki daha büyük bir kaosun içine iteriz. Sinema sanatı, sanatların en hayalperesti olması yanında aynı zamanda daha önce pek de düşünemediğimiz başka gerçeklikleri bize sunuyor olabilir. Çocuğumuzun hayal dünyasını dikkate almak kadar filmlerin bakış açımıza servis ettiği açı değişimlerini de dikkate almalıyız. Bir başka deyişle, çocuğumuz evde gerçek üstü bir takım varlıklar olduğunu iddia ediyorsa çocuğun iddiasını direkt reddetmeden önce bu varlıkları ebeveyn olarak kendi içimizde arayalım.
The Babadook ve Under The Shadow, evde canavar, hayalet, cin vs. gibi bir takım varlıklar olduğunu iddia eden çocukları ile başetmeye çalışan anne hikayesi gibi görünseler de aslında annenin kendi iç karmaşasıyla çocuğun dünyasını alt üst ettiği hikâyeler… Her iki filmin de doğaüstü varlıkları, filmin kadınlarının köşeye sıkışmışlık, hapsolmuşluk halinin çocuğu üzerinde yarattığı travmatik etki ve çocuğun anneye yaklaşmama çaresizliğinin temsili… Yanı sıra The Babadook’u kişisel kriz üzerinden mercek altına alırken Under The Shadow’u aynı zamanda toplumsal kriz üzerinden de ele alabiliriz.
Evde canavar ya da hayalet olduğunu iddia eden bir çocuğunuz varsa bu tamamen sizin iç karmaşanızın çocuğunuza yansıması ile ilgilidir.
The Babadook’un anne figürü, eşinin ölümünü ve bundan kaynaklı acısını üzerinden atamamış, bu travma ile baş edememiş, çocuğunun temel ihtiyaçlarını (beslemek, uyutmak, giydirmek gibi) karşılarken çocuğuna sevgi ve ilgiliyi verecek gücü kendinde bulmaktan yoksun, bu yoksunluğun hem kendinde hem de çocuğunun üzerindeki etkilerini finale kadar farkında olmayacak annedir. Baba yokluğu krizini yaşayan çocuk ise aynı zamanda varlığı yokluğu belirsiz bir anne ile de baş etmeye çalışırken bir masal kitabından çıkan canavar, Babadook ile mücadeleye girişir, zira çocuğun bilinçaltında her şeyin sorumlusu Babadook olup aynı zamanda annesini Babadook’tan koruması gerekmektedir. Beri yandan Babadook, annenin de ölüm kaynaklı travmasını temsilen evdedir. Finalde anne kendi canavarı ile yüzleşebildiğinde çocuk da kendi canavarı ile barışabilecektir. Bodruma kapatılan Babadook önce yüzleşilen, sonra kabul edilen iç karanlığı temsilen anne olarak yazarınızı derinden etkiledi zira acıların kaynağını farkına vardığımızda kaynağı yok edemeyiz ama kabul ederek/barışarak acıları yok edebiliriz. Evde canavar olduğunu iddia eden bir çocuğunuz varsa iç karanlığınızla yüzleşin.
Under The Shadow’un anne figürü de Babadook’un anne figürü gibi bir iç çatışmanın kurbanı, ancak Under The Shadow aynı zamanda kadının toplumdaki yerine ve bir toplumsal krize de işaret ediyor. İran’da rejimin değişmesi ardından kadının itildiği karanlık ve baş belası kara çarşaf bir korku ögesi olarak karşımıza çıkıyor. Değişim sürecinde mesleğini kaybetmiş ve sonrasında geri dönemeyen kadının mahkûm olduğu karanlık ise kadının iç dünyasında bir travmaya yol açıyor. Travmalarımızı doğru okuyamazsak baş edemez, içinden çıkamaz ve çocuğumuza yansıtırız. Under The Shadow’un annesi de onu engelleyen unsurlardan kaynaklı içine düştüğü buhranla (Babadook’un anne figürü gibi) çocuğunun temel bakım ihtiyaçlarını karşılarken ilgi ve sevgiden yoksun bırakıyor, bu yoksunluk çocuğun evde bir hayalet olduğu iddiasına kadar varıyor. Under The Shadow da, anne psikolojisinin çocuğun psikolojisini şekillendirmesi üzerinden ilerlerken aynı zamanda politik bağlamda da bir haykırış. Dikkatimi çeken bir ayrıntı olarak da, yönetmenin evdeki cini tamamen kara çarşafa bürümemesini gerekirse böyle bir gönderme yapmadığı savunması için bir kapı aralama olarak değerlendirebiliyorum ve yönetmen üzerindeki bu olası baskıyı tarihin tüm korku filmlerinde yaratılmaya çalışılan korku atmosferinden daha korkunç bulduğumu söyleyebilirim. Evde ortaya çıkan çarşaflı cinin yani kadını hayattan koparan unsurun, evdeki küçük çocuğu anneden ayırarak çekmesi, annenin bilinçaltında kızının da aynı karanlığa çekileceği endişesinin temsili olarak okunabilir. Korkmamız gereken, bilmediğimiz ama var olduğu iddia edilen doğaüstü varlıklar değil, yanı başımızda olup, kadını yok etme, sindirme, köşeye kıstırma çabasındaki gerçek üstü olmayan, aksine tamamen gerçek eril zihniyettir. Under The Shadow’u bu bağlamda okuduğumuzda izleyebileceğimiz en korkunç filmlerden daha korkunç olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır.
The Babadook ve Under The Shadow, annelerin çocuklarının psikolojik gelişimleri üzerindeki etkisi bağlamında fazlasıyla etkilendiğim filmler oldu. Kişisel ya da toplumsal travmaların kadını hapsettiği acı ve karanlık, çocukların zihinsel sağlıkları üzerine bedeli ağır olabilecek sonuçlar doğurabilir. Yetişkinlerin kendi karanlığı ile yüzleşebilmesi, çocukların aydınlığı üzerindeki en önemli faktör.
Yorum Gönder