♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Jackie: Bir Fotoğrafa Dahil Olmak, İçeriden Bakmak

Sinema sanatı muhakkak bir açıdan eğlenme, vakit geçirme aracıdır, bir başka açıdan propaganda, başka bir açıda zihni sarsma, geliştirme aracıdır. Sinema sanatı birçok açıdan birçok amaç taşır. Bazen filmi tasarlayan, yöneten kişinin sadece hayal dünyasının perdeye yansıması, bazen görsel şölen olabilir. Kişisel olarak yazarınız sinema sanatından her açısıyla keyif alıyor, bu bir yana ancak bir film yazarınızın bilmediği ya da yüzeysel bilgi sahibi olduğu bir konuda yeni pencereler açıyorsa ve/veya o filmle ilişki kurulabilecek başka alanlardan keşiflere sürüklüyorsa değeri büyüyor.

Pablo Larrain’in Jackie’si bu bağlamda da fazlasıyla değerli. Söze, Natalie Portman’ın muhteşem performansını test etme niyetiyle Jacqueline Kennedy’nin Beyaz Saray turunun orijinalini izleme deneyimim ile başlamak istiyorum. Natalie Portman’ın başarılı oyunculuğundan şüphe duymuyoruz elbette ancak tarihi bir kişiliği tüm gerçekliği ile seyirciye sunmak başarıdan fazlasını gerektiriyor. Şunu vurgulamak isterim ki; Portman’ın performansı, dikkatli gözlemi, Larrain’in yönetmenlik başarısı ile birleşince ortaya çıkan kusursuz yeniden canlandırma, ekibin muhteşem uyumu filmin de aynı zamanda izleyiciyi kendine hapsettiği anlarını oluşturuyor. Yanı sıra Jackie, John F. Kennedy’siz bir JFK suikasti filmi olması ile de fazlasıyla ilgi çekici bir çalışma. Bayan Kennedy’nin, eşinin ölümü sonrası içine düştüğü ekonomik ve sosyal mağduriyet pek alışık olduğumuz gibi değil, oysa beklerdik ki First Lady’lik nimetlerinden sonsuza dek faydalansın ancak gerek sinemasıyla gerek politikalarıyla eleştirmeye fırsat aradığımız Amerikan hukuku kendi içinde farklı bir adaletle hareket ediyor. Bunu takdir mi etmeliyiz eleştirmeli miyiz karar vermesi güç ancak Larrain’in filmini izlerken Bayan Kennedy’ye, sanırım zarafetinin de etkisiyle olsa gerek büyük bir haksızlık yapıldığı  hissine kapılmamız kaçınılmaz olmaya başlıyor. 

Filmin kendi içindeki muhteşem oyunculuk ve görüntü yönetmenliği başarısı, muhteşem sinematografisi bir yana izlediğim salondaki izleyici profilinden de bahsetmek istiyorum. Bayan Kennedy’nin röportaj verdiği gazetecinin söylediği bir söz nazarımda önemli ve değerliydi; “İnsanlar sizi yıllar sonra zarafetinizle hatırlayacaklar.” Sanırım bulunduğum salonun en genç izleyicisi bendim, bu pek rastladığım bir durum değil. 60 yaş üzeri kadın izleyicinin neredeyse bütün salonu doldurduğu seyirlere denk gelmek her zaman rastlanılan bir şey değil. Gazetecinin kehanetinin kanıtı gibi bir haldi, filmi izlerken aynı zamanda  izleyiciyi gözlemlemek de keyifli idi, yıllar sonra bayan Kennedy’yi zarafetiyle hatırlayan, zamanında duruşunu, modasını ilgiyle takip eden, belki özenen, imrenen, takdir eden hanımlar, zarif Jacqueline’i bir de perdede görmek istemiş olmalı, belki zamanında Beyaz Saray turunu da siyah beyaz televizyonlarından izlemişlerdi, kim bilir! Şayet Bayan Kennediy’yi dikkatle izlemişler ise N. Portman’ın performansına da hayran kaldıklarından eminim. 

Filmin beni sarsan ve derinden etkileyen sahnesi suikast anı oldu. Uzaktan çekilmiş bir fotoğraf olarak bildiğim hatta bundan fazlasını bilemediğim o ana içerden bakmak derin bir etki yarattı. Larrain’in yönetmenlik başarısı yanı sıra izleyiciye sunduğu yorum da takdiri hakkediyordu. Zihinlerimize kazınmış fotoğrafta (ya da kendi adıma diyeyim)  eşi vurulduğu anda panikle/korkuyla/şaşkınlıkla aracın arkasına kaçmaya çalışan figür vardı. Bu tarihi fotoğrafa karşı bilinç altımda bir yargı oluşturduğumu o anı içeriden bir gözle  izlediğimde fark ettim. İstem dışı, eşinin etrafa sıçrayan parçalarına hamle yapan,  kafatasının bütünlüğünü elleri ile korumaya çalışan, şok içinde haykıran kadınmış oysa göremediğim… 

Son tahlilde Jackie, Paplo Larrain’in Kennedy suikastine Kennedy’nin kendisini dâhil etmeden baktığı ve daha önce hiç birimizin bakmayı düşünmediği bir pencere. Bir Firts Lady’nin hayatının beklenmedik şekilde alt üst oluşu, bir rüyanın sonu, gerek Kennedy ailesi için gerekse Amerikan halkı için… Sonrasında hiçbir şey ne Bayan Kennedy için ne de Amerikan halkı için hatta belki tüm dünya için bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Suikast gerçekleşmeseydi, o gün o kâbus yaşanmasaydı ne olurdu bilemeyiz, ancak bu olasılığa da Stephan King, 22/11/63 romanıyla bir bakış açısı ortaya koymuş, bir açıdan Lee Harvey Oswald’ı da biraz daha yakından tanımamıza vesile olmuştu.

Kennedy suikastı dünya tarihinin birçok farklı pencereden bakabileceğimiz, değerlendirebileceğimiz, sebep ve sonuçları üzerine ihtimaller sıralayabileceğimiz, sinema sanatına da çok defa konu olmuş unutulmaz olaylarındandı ve Bayan Kennedy zarif duruşu ve şık pembe takımı ile hafızalarımızdan hiç çıkmadı. Pablo Larrain’in aracılığı ile de kendisiyle yeniden tanışmış olduk… 



Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template