♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Film Kritikleri

Kitap Kritikleri

Dizi Kritikleri

Son Yazılar

Margaret Atwood’dan “Ağacın En Tepesinde” Yaşayan İki Çocuğun Öyküsü

Salı, Mayıs 12, 2015
Yakın tarihin en önemli kurmacacılarından Margaret Atwood’un 1978’de yayımlanan çocuk kitabı “Up In The Tree” İknur Özdemir’in çevirisi ve “Ağacın En Tepesinde” adıyla Kırmızı Kedi’den raflarda…

Dünya edebiyatındaki önemli yerine rağmen bizde pek çevirileri yayınlanmayan yazarın son romanlarından “Tufan Zamanı” iki yıl önce yayınlanmıştı. Muhteşem kurgularıyla dikkat çeken romanlarının da artık görmezden gelinmemesi gerektiğini dipnot olarak düşeyim buraya… En azından “Kör Suikastçi” ve “Damızlık Kızın Öyküsü”nün tekrar baskı yapması çok güzel olur… Sahaflarda herhangi bir Atwood romanına denk gelirseniz kaçırmayın…

Ünlü yazar Margaret Atwood bu kitabı hem yazdı, hem resimledi, hem de kitabın içindeki yazıları tek tek eliyle hazırladı. Dolayısıyla başka kitaplara benzemeyen, harika bir kitap oldu, Ağacın En Tepesinde.

Bir ağacın tepesinde yaşayan iki çocuğun öyküsüdür bu. 

Öyle çok severler ki ağaçlarını, dallarına tutunup sallanırlar, yazın güneşlenirler orada, sonbahar yağmurunda şemsiyelerini açarlar. Yemeklerini orada yer, orada uyurlar. 

Ama ya bir gün biri gelip ağaca tırmandıkları merdivenlerini çekip alırsa neler olur dersiniz?

Dizisi : Kırmızı Kedi  / Çocuk
Özgün Adı : Up in the Tree
Yazan : Margaret Atwood
Çeviren : İlknur Özdemir
Sayfa : 36
Fiyatı : 15 TL


Blackhat : Sıfırlar ve Birlerin Kontrolü

Salı, Mayıs 12, 2015
Mobil cihazlarında internet kullanımına katılmasıyla globalleşen dünyada hepimiz görünmeyen bir siber ağ ile birbirimize bağlıyız. Bu bağın erişebileceği şeylerin şimdilik sınırı yok ve bu durum “hacker”ların her şeyi tehdit edebildiği bir dünyada yaşamamızı beraberinde getiriyor. “21. Yüzyıl savaşlarının yeni yüzü; görünmez, anonim ve yıkıcı… Bir eşikten geçtik ve geri dönüş yok.” diyerek özetliyor Vanity Fair’den Michael Joseph Gross… “Blackhat”da bu yeni savaşları konu ediniyor usta hikayeci Michael Mann… 

Birkaç yıl önce, bir avuç bilgisayar güvenlik uzmanı bütün önyargıları altüst etmiş daha önce ortaya çıkma ihtimali öngörülmeyen bir kod ortaya çıkmıştı. Uzmanlar çıkış noktasının izini sürdüğünde öğrendikleri dünyamızı değiştirecek; yalnızca dikkatle yapılandırılmakla ve karmaşık olmakla kalmayan aynı zamanda silahlandırılmış bir kod bulmuşlardı. Aslında zaten gizlice İran’daki bir uranyum güçlendirme tesisini indirmişti. “Stuxnet” olarak adlandırılan kötücül yazılım, karmaşık bir bilgisayar donanımlı altyapının içine girmiş, otomasyon sürecinin kontrolünü ele geçirmiş ve tesisin santrifüjlerini çalıştırarak kendi kendini yıkmasına neden olmuştu. Yerleşkenin içindeki ve dışındaki insanlar tarafından herhangi bir şekilde tespit edilmekten tümüyle kaçmış ve keşfedildiği zaman bazıları kodun kontrolden çıkmış olmasından korkmuştu. Abartılı dedikodular yayılmaya başlamış, hatta kod uzmanlarına Fukuşima’daki nükleer erimenin sorumluluğu bile yüklenmişti. Gerçek ne olursa olsun yeni ve radikal bir şey oluyordu ve kargaşa çıkarmak üzere tasarlanmış bir ikili kod, artık modern hayatlarımızın fiziki altyapı sistemlerine derinden bağlanarak yol alıyordu. Hızla değişen cepheler ve ittifaklar yeni dijital gerçekliğimizi getirince, içerikleri ve sonuçları doğrudan içinde olanlar dışında hemen herkesçe görünür olan bu gerçeklik Michael Mann’ın ilgisini çekmiş. 

Mann, bu olayın kendisi için anlamını şöyle anlatıyor; “Bu dünya, Amerikalılar ve İsraillilerden oluşan bir ekip tarafından tasarlanan kötücül yazılım olan Stuxnet uydusu nedeniyle ilgimi çekti. Natanz’daki bir nükleer tesisteki İran santrifüjlerini ele geçirdi. Dünyanın ilk gizli dronuydu. ‘gizli’ diyorum. Çünkü saldırdı ama çarpmasının etkisi olaydan 18 ay sonra bilinmeyecekti.” Bu hikayenin detaylarını ortaya çıkarmak Mann’ın bu alana daha çok girmesine yol açmış. “İlk keşif, ne kadar savunmasız olduğunu ve gediklerimiz olduğunu gösteriyordu. İkincisi gerekli bilgisayar yeteneklerine ve yeterince hızlı bir bilgisayara sahip olan ve koltuğunda oturan herkesin bunu yapabileceğiydi. Bronx’ta, Lagos’ta veya Bombay’da olabilirdi. Araştırmanın üçüncü ve en önemli bölümü “Kötü niyetli hacker kimdir? Motivasyonu nedir? Gurur veren tecrübe nedir?” diye soruyordu. Genelde 16 yaşındaki birinin ‘Bana oraya giremeyeceğimi mi söylüyorlar? İddiaya var mısın?” demesiyle başlıyor. Yani genelde bir meydan okuma var.” Araştırmaları sonucu gerçeklerin peşinde konusunu bulan Mann her şeyi de şöyle özetliyor: “Ortaya çıkan şuydu; Siz özel hayatınızın güvenli kabarcığı içinde iyi yaşadığınızı, erişimde ve çıkışlarda çeşitli kontroller olduğunu sanıyorsunuz. Hiç de öyle değil. Görünmeyen bir veri ve birbirine bağlantılı olma kabuğu içinde yaşıyoruz. Yaptığımız, dokunduğumuz her şey web’in bir parçası. Sanki bir evde yaşıyoruz ve bütün kapıları ve pencereleri açık gibi ve çok tehlikeli bir mahalle ama bizim bundan haberimiz yok.”

Morgan Davis Foehl’in kotardığı senaryoyla start veren Mann, başrolleri de Chris Hemsworth, Viola Davis, Tang Wei, Wang Leehom’a teslim etmiş. Bu yeni siber alemin hangi felaketleri yaşatabileceğini göstererek başlıyor filmine de… O siber ağda dolaşmayı da ihmal etmiyor elbette. Konusuna hemen girişiyor ve ülkeden ülkeye geçen kahramanları aracılığıyla da suçlunun peşine düşüyor. Mann’in aklında yeni dönem savaşlarını gerilimle anlatmak var ama bir türlü gerçekleştiremiyor. İçine girilmesi zor bir film “Blackhat”, oyunculukları da sorunlu. Hemsworth yanlış seçim, sevgilisiyle de kimyaları bir türlü tutmuyor. Sürekli koşuşturmaca içinde büyük bir gerilim olması gerekiyorsa da son derece hissiz bir şekilde takibi de zor bir film var karşımızda… Üstelik süresi de hayli uzun. Her şeyin kıyısından köşesinden dolanıyormuş gibi görünen senaryonun herhangi bir özelliği de yok. Daha önce gördüğümüz tüm numaralar burada da var. Eskiden yazılan bir kodun güncellenmesi, o kodu yazan kişinin hapiste olması, yüksek güvenlikli bir kurumun özel programının hacklenmesi gibi tanıdık meseleler mevcut. Zaman zaman ağır çekime başvuran Mann aksiyon anlarını her zamanki gibi iyi kotarıyor ama filmin bütününde çok yer kaplamayan anlar bunlar. Klasik bir çok satar polisiye formülünü işleten yavan bir 133 dakika…

“Public Enemies”den altı yıl sonra setlere dönen Michael Mann, araştırma yaparken duyduğu heyecanı izleyicisine aktaramayınca kariyerinin en kötü filmine imza atmış oluyor. Bu yüzden yazının girişinde uzun uzun filmin temelini aktardım ki filmi izlemenize gerek kalmasın. Fiyaskoya dönüşen filmin gişe karnesi de eksilerde… 70 milyon dolar bütçeli film Ocak ayı ortasında vizyona girerek açılış haftasında sadece 4 milyon dolar kazanabildi ve zarar hanesindeki yaklaşık 60 milyon dolarla yılın hayal kırıklığı listesine ilk aydan giriş yaptı. Bizde de aynı tarihte vizyona giren film üç hafta kalabildiği salonlarda kendisine 42 bin civarı izleyici bularak unutuldu bile… 

“Bütün dünyamız etrafımızdaki kablolar ve hava yoluyla yanıp sönen küçük 1'ler ve 0'lar tarafından kontrol ediliyor. Eğer dünyamızı kontrol eden buysa kendinize şunu sorun; ‘1’leri ve 0’ları kim kontrol ediyor.” demiş kaçak bir hacker… Onun sözüne kulak kesilmek filmden öte daha önemli… Her yönetmenin kötü film çekme hakkı vardır diyerek bir an önce unutalım bu hüsranı en iyisi…


Toplumun Dayattıklarına Direnen Bir Aşk : Bir Gün Buluşmak Üzere

Salı, Mayıs 12, 2015
Tarihsel romanlarıyla ünlü İsviçreli yazar Alex Capus’un bir romanı daha nihayet dilimize kazandırıldı. Yazarın 2011’de yayımlanan romanı “Léon und Louise” İlknur Özdemir çevirisiyle “Bir Gün Buluşmak Üzere” adıyla Kırmızı Kedi etiketiyle raflarda...

Çağdaş Alman edebiyatının ödüllü yazarı Capus’un adını 2007 yılında yayımlanan “Munzinger Paşa” ile duymuştuk ama tanışma seviyesinde kalmıştı. Tüm yapıtlarında gerçek öykülerden yola çıkarak gerçek ile kurguyu buluşturduğu romanlarıyla öykü anlatmadaki ustalığını kanıtlayan yazarı nihayet biri hatırlamış oldu. Bizdeki tarihi romanları seven bestseller kitlesi düşünüldüğünde geç bile kalınmış durumda aslında... Devamı gelir mi bilinmez ama konu güzel, İlknur Özdemir’in çevirmiş olması da önemli artı gibi görünüyor. 

“Büyükbabam, Louise Janvier’yi tanıdığında on yedi yaşındaydı. Onu, 1918 ilkbaharında, karton bavulunu bisikletine bağlayıp bir daha dönmemek üzere Cherbourg’daki babaevinden ayrılan bir delikanlı olarak gözümün önüne getirmekten hoşlanıyorum.”

Bir Gün Buluşmak Üzere,  savaşların birleştirdiği ve yine savaşların ayırdığı Léon ile Louise’in hikâyesi.  Birinci Dünya Savaşı’nın son aylarında, iki genç, Fransa’nın ıssız kırsalında,  bisiklet sürerken tanışırlar, ilk görüşte aşktır bu. Beraberlikleri kısa sürer ve Alman uçaklarının bombardımanı sırasında yolda patlayan bir bomba ikisini ayırır. Birbirlerini arayıp bulamayınca öldüklerine inanırlar.  Yolları ayrılmıştır ama kader onlara beklenmedik kapılar açacaktır. Paris Emniyeti’nde çalışan Léon ile başına buyruk, özgür ruhlu Louise’in yıllar sonra Paris metrosunda tesadüfen karşılaşmaları aşklarında ve yaşamlarında yeni bir dönemeç sunacaktır onlara.  

Alex Capus zamana, koşullara ve toplumun dayattıklarına direnen Léon ve Louise aşkının hikâyesini savaşın gölgesinde geçen bir yüzyılın içine oturturken savaş Fransası’nın, özellikle de işgal altındaki Paris’in gerçekçi bir tablosunu çiziyor. 

Dizisi : Bestseller / Aşk
Türü : Roman
Özgün Adı : Léon und Louise
Yazan : Alex Capus 
Çeviren : İlknur Özdemir
Sayfa : 276
Fiyatı : 19 TL


Demonic : Herkes Ölmeli

Pazartesi, Mayıs 11, 2015
“Korku sinemasının en önemli filmlerinden “Testere” serisinin yönetmenliğini yapan ve imza attığı önemli filmlerle, korku sinemasının usta yönetmeni olarak anılan James Wan; bu defa yapımcılığını üstlendiği “House of Horror” ile yine izleyicisini korkutmaya hazırlanıyor!”... Bu cümleyi ilk olarak iki-üç yıl önce duymuştuk. Wan ve arkadaşlarının hesabı filmin 2014 Kasım’ında vizyona girmesiydi ama hesaplar bir türlü tutmadı. Onca tanıtım ve reklamın ardından unutulmaya yüz tutan film, adını değiştirerek tekrar şans aradıysa da kendisine ancak üçüncü dünya ülkelerinde salon bulabildi. Brezilya, Kuveyt, Singapur, Tayland ve Yunanistan’dan sonra “Şeytani Ruhlar” adıyla ülkemizde vizyonda...

Max La Bella yarattığı hikayeyi Will Canon ve Doug Simon’la senaryolaştırılmış. Kısa filmlerin ardından 2010 yapımı “Brotherhood” ile tanıdığımız ikiliden Canon yine yönetmen koltuğunda. Oyuncu kadrosunu da Maria Bello, Frank Grillo, Cody Horn, Dustin Milligan, Scott Mechlowicz, Megan Park ve Aaron Yoo gibi tanıdık simalarla oluşturmuşlar. “James Wan Presents” ibaresi hepsinin üzerinde... Wan yönetseydi nasıl olurdu bilinmez ama çok bildik bir konuyu işliyor “Demonic”. Hatta kurgu oyunlarına girişmese kötü demesi bile zor olacak bir işleyişle izleyicisini sınaması kaçınılmaz olurdu demek mümkün.

Terkedilmiş bir evin önündeyiz... Sesler duyulduğu için kontrole gelen komşu içeri girip kan görünce polisi arıyor ve dedektifimiz olay yerine geliyor... Daha önce cinayet işlenmiş bu evde aynı olayın yıllar sonra tekrar edilip edilmediği soruları arasında, sağ kalan John’un sorgusu başlıyor... Acaba katil mi kurban mı? Altı genç evde ne yaptılar? Dönüyoruz bir hafta öncesine... Olayı anlatmak için buluntu filmi de paralel kurguyla izlemeye başlıyoruz... Perili ev, cinayet, şeytan, kameralar, ruh çağırmalar derken ne varsa hepsinden faydalanıp seyircisini korkutmaya çalışıyor “Demonic”... Ama nafile...

Çok bildik konusunu klişelerle işleyerek sadece kurgu oyunlarıyla izlenir hale getirmeye çalışan üçlü, zayıf senaryolarıyla da yaratıcılıktan çok uzakta durmayı yeğlemiş. Seyircinin alışık olduğu her şeyden faydalanarak kolaycılığa kaçmışlar. Müzikle besleyerek ucuz numaralarla ses çıkarıp seyirciyi zıplatmak istiyorlar sadece. O anların da başarısı türe ne kadar yakın olduğunuzla alakalı. Kötü oyunculukların da etkisiyle inandırıcı olamayan filmin, atmosferi de yaratamayınca elle tutulur tek yanı kalıyor, süresi! En azından işkence 83 dakika sürüyor.

Gerilimin yetmediği anlarda polisiyeye meylederek merak duygusuna oynayan, sürpriz olamayan finaliyle de seyircisini pişman eden “Demonic” kötü oynanmış, yönetilmiş ve bir an önce unutulup pas geçilmesi gereken filmlerden... 



İsmail Kadare’den Trajikomik Bir Spekülasyon : Taş Kentin Düşüşü

Pazartesi, Mayıs 11, 2015
“Ölü Ordunun Generali” ile dünya çapında ün kazanan ödüllü yazar İsmail Kadare’nin 2008’de “Darka e Gabuar” adıyla yayımlanan romanı nihayet Türkçe’de… Arnavutluk’un dünyaca ünlü yazarının “The Fall of the Stone City” adıyla tanınan romanı “Taş Kentin Düşüşü” Kırmızı Kedi etiketiyle raflarda…

Çağımızın en önemli yazarlarından biri olarak gösterilen, romanları kırk ülkede yayımlanan ve otuz dile çevrilen Kadare bizde pek raflarda görünmeyen isimlerden. Son olarak “İbret Taşı”nın da iki yıl kadar önce Kırmızı Kedi’den çıktığını hatırlatayım. Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme sürecinde gerçekten yaşanan olaylardan beslenen roman, Kafka'yı aratmayan fantastik bir kâbus bürokrasisi ile ilgi görmüştü…

İkinci Dünya Savaşı’nın kasıp kavurduğu Avrupa’nın güneydoğusu, Arnavutluk’taki ‘taş kent’ olarak bilinen Gjirokaster’deyiz. Kenti işgale gelen bir Alman birliği kent girişinde saldırıya uğrar ve misillemeye yönelerek kent halkını rehin alır. Teslim bayrağını çeken kentteki hastanede görev yapan ve tıp eğitimini Almanya’da almış olan Doktor Gurameto’nun evinde Alman subaylarına bir ziyafet sofrası kurulur. Gece boyunca bu evden kente yayılan müziği dinleyen halk ölümü bekler ancak bütün kent ertesi sabah büyük bir sürprizle karşılaşacaktır. 

Savaşın en gergin anlarında kurulan acı bir sofranın anlamının, tarihi kendi anlayışına uydurmak isteyen bir güç tarafından nasıl değiştirilebileceğini, 2005 Uluslararası Man Booker Ödülü sahibi usta yazar İsmail Kadare, Arnavutluk’un tarihi zenginliğini ve büyülü söylencelerini kullanarak anlatıyor. 

“Tarihle kurgunun buluştuğu bir hayal ülkesi... İsmail Kadare’nin seçtiği konu, her zaman olduğu gibi, geçmişin mevcudiyeti... Belgesel ve kronolojik bir tarih dökümünden çok daha şaşırtıcı ve gerçekçi.” 
The Guardian

Arnavutluk’un en büyük yazarı İsmail Kadare’den, Balkan efsaneleriyle kara mizahı harmanlayarak otoriter yönetimlerin saçmalıklarını açık ettiği bir yapıt. Savaşın ortasında ölüm makinesi bir ordu kentin sınırına dayandığında olanlara dair traji-komik bir spekülasyon.

Dizisi : Dünya Edebiyatı
Türü : Roman
Özgün Adı : Darka e gabuar
Yazan : İsmail Kadare
Çeviren : Yaşar Avunç
Sayfa : 104
Fiyatı : 14 TL


PK : Yanlış Numara!

Pazar, Mayıs 10, 2015
pk
Son yıllarda yeniden yükselişe geçen Hint filmleri artık daha fazla izleyici buluyor kendisine… Ev sineması eğlenceliğinden de sıyrılıp sinema salonlarının vazgeçilmezleri haline geliyor. Geçtiğimiz yıl birkaç Bollywood örneğinin vizyona girdiğini görmüştük. Her yıl bir filmi yılın en iyileri listesine sokan Hint yapımlarının 2014 gözdesi bildik formülün dışına çıkarak dinler sorgusuna girişen “Peekay / PK” hem eğlendiriyor hem de düşündürüyor. Dine dair söylemleriyle çok tepki çeken film olay olmaya da devam ediyor.

2009 yapımı “3 Idiots” ile tanıdığımız ikili yeniden iş başında… Abhijat Joshi ve Rajkumar Hirani senaryoyu kotarmış, Hirani yönetmen koltuğunda da oturuyor. Başroldeki yıldız oyuncu Aamir Khan’a Anushka Sharma, Sanjay Dutt, Boman Irani, Saurabh Shukla ve Sushant Singh Rajput eşlik ediyor. Bildiğimiz eğlenceliklerin dışına çıkan filmin başrolü sordukları sorular aslında. Khan’ın uzaylı olduğuna inanmak zor değil. Vasat efektlerle de olsa gemisiyle dünyaya inmesi de sırıtmıyor. Dediğine göre gezegenlerinde isim kullanılmıyor. İsimsiz uzaylımız dünyaya iner inmez gemisinin iletişim cihazını çaldırıyor ve macera başlıyor. Kızımız Jaggu ile tanışıyoruz bu arada. Pakistanlı bir gence aşık oluyor, ailesinin onaylamadığı ilişkiyi evlilikle bitirmek istiyorsa da terk ediliyor ve dönüyor ülkesine... Televizyon muhabiri kızımız, el ilanları ile tanrıyı arayan tuhaf adamı görünce haberini de bulmuş oluyor… Yerel dilde kim olduğunu unutacak kadar zil zurna sarhoş olan kişiler için söylenen “peekay” uzaylımızın adı haline geliyor cihazını arama sürecinde… Nasıl bulacağına dair herkesin yorumu aynı: “Senin işi anca Tanrı çözer”. İşin en zor kısmı da tam burası… Her dinin kendine göre kuralları, sözcüleri olunca her birinin aynı yaratıcıya inanıyor olmasına şaşırıyor kahramanımız ve çıkamıyor işin içinden… Peekay bu arayışta yaratıcıya ulaşmak için ne yapılırsa yapılsın “yanlış numara”ya denk gelindiğini öne sürüyor... Ki bunda haklı...

Tüm dinlere dair sorgulamalara girişen film, o kadar net sorular soruyor ki korkusuzluğu alkışlık. Dünyanın en büyük tabusuna dair böyle mesajlar vermek, önemli bir din adamını hem de canlı yayında alaşağı etmek çok cesur bir hareket. Onca komedinin, şarkıların ve renklerin arasında bu ciddiyeti ve tonu yakalamak da zor ama ustalıkla bunun altından kalkmayı başarmışlar. Tanrının sözcüleri olan din adamlarının bu konumu her şey için kullanarak kandırmaya çalıştıklarını her zaman görüyoruz. Başımızdaki iktidarın tamamen din söylemiyle buralara geldiğini, kutsal kitaptan yaptıkları yorum farklarıyla birçok insanın öne çıktığının da farkındayız… Onlardan birinin de neredeyse peygamber ilan edilmesinin ve paralel yapı olduğunu da görüyoruz. Böylesi bir ortamda daha anlamlı bir film “pk”… İsyan edilmesi gereken birçok noktanın altını hayli kalın çizgilerle çiziyor. Filmin artıları bunlarla da kalmıyor, iyi karakterler ve eğlenceli bir işleyişle uzun süreyi hissettirmemeye çalışılmış. Eksileri yaratan da süresi zaten… 153 dakikalık filmin senaryosunda gereksiz olaylar mevcut. Örneğin Jaggu’nun filmin başındaki aşkı hayli gereksiz. Finalde yine oraya dönülüyor olsa da daha iyi bir konu varken şarkılarla işlenen aşk başka bir filmden parça gibi görünüyor ve filmi zayıflatıyor. İki film birden seansındayız sanki ve aşk çerezliğiyle ısınma turları atıyor gibiyiz. Yaklaşık 30-40 dakika tipik hint filmi öğeleri taşıyor ve bu tercih daha iyi bir film olmanın kıyısından dönülmesine yol açmış. Böyle konu bulunmuş, detaylarla harika bir senaryo yazılmışken evrensel bir konuyu tür sinemasının içine hapsederek eritmişler. 

Her şeyin özü, karşı çıkamayacağımız gerçek olan din sömürüsünün ne boyutlarda olduğu. Bugün inanç üzerinden büyük bir çark dönüyor. Turizminden kitaplarına hediyelik objelerinden bağışlarına kadar çok geniş bir yelpazede büyük paralar dönüyor ve bu işten kazançlı çıkanların kimseden herhangi bir farkları yok. İnanmak için aracıya ihtiyacımız yok. Bu insanları farklı görüp her sözlerini doğru olarak kabul etme yanlışında ısrar etmek yerine gerçeği görmek lazım ama gözler kör... Herkes için yazılmış kutsal kitabı anlamak için ek kitapları almak da cepleri sömürmeye çalışanları beslemekten başka bir şey değil. “Pk” bu farkındalığı eğlence içinde yaratmaya çalışan bir film nihayetinde… Yine de beklenmedik derecede cesur haliyle gönülleri fetheden bir güzellik... İzlenmeli ve izletilmeli...

Kırmızı Kedi’den İki Yeni Klasik Daha!

Pazar, Mayıs 10, 2015
Kırmızı Kedi Yayınevinin önemli eserleri yeni çeviriler ve harika kapaklarla yeniden sevdiren “Klasikler” serisi bu ay iki yeni kitapla sürüyor. 20. Yy Rus edebiyatının en önemli eserlerinden “Kıskançlık” ve Stefan Zweig’in “Bir Kadının Hayatından 24 Saat”i raflarda…


Kıskançlık / Yuri Oleşa
Yirminci yüzyıl Rus edebiyatının en önemli eserlerinden biri sayılan Kıskançlık’ta, dönemin Sovyet düzeninin metaforu yaratılmış, Sovyet Rusya’nın ilk yıllarındaki çarpışan değerlerinin ileriye dönük bir portresi çizilmiştir. Oleşa’nın dışavurumcu üslupla yazdığı ve toplumsal gerçekçilik ekolünden oldukça farklı duran bu romanı Nabokov ve Bulgakov’un yapıtlarıyla karşılaştırılmıştır. Sıradan insanın içini kemiren kıskançlık duygusunu somutlaştıran Kavalyerov, sistemin çarkları arasında kendi yaratıcılığına özgürlük tanınmadığını düşünen İvan Babiçev, sistemin ta kendisini temsil eden Andrey Babiçev gibi unutulmaz karakterleriyle, Kıskançlık, usta işi bir üslupla işlenmiş, müthiş bir ironiyle bezenmiş, insan psikolojisinin derinlerine inerken toplumsal taşlamaya da yer veren bir eser.

“Üstün ve zamanı aşan, neredeyse bir film kadar görsel bir şölen.” The New York Times

“Modernizm deneyi ve Dostoyevski’yi andıran bir mazoşizmin birleşimi...” Times Literary Supplement

20. yy Rus edebiyatının en önemli eserlerinden biri sayılan Kıskançlık usta işi bir üslupla işlenmiş, müthiş bir ironiyle bezenmiş, insan psikolojisinin derinlerine inerken toplumsal taşlamaya da yer veren bir eser. Dönemin Sovyet düzeninin metaforu, Sovyet Rusya’nın ilk yıllarındaki çarpışan değerlerinin ileriye dönük bir portresi…

Dizisi : Kırmızı Kedi / Klasikler 
Türü : Roman
Özgün Adı : Zavist
Yazan : Yuri Oleşa
Çeviren : Sabri Gürses
Sayfa : 176 
Fiyatı : 13 TL


Bir Kadının Hayatından 24 Saat / Stefan Zweig
Riviera’da eşi ve iki kızıyla tatil yapan 33 yaşındaki Henriette bir gece ansızın ortadan kaybolur. Kusursuz bir evliliği olduğu sanılan genç kadının, nasıl ve neden ortadan kaybolduğu dedikodu konusu olur. Pansiyonda kalanların hepsi kadını yargılamaya başlar, ancak anlatıcımız onu savununca tartışma alevlenir; masadaki yaşlı ve zarif bir İngiliz hanımefendi de anlatıcıya, gençliğinde başından geçen unutulmaz, inanılmaz bir 24 saatin hikâyesini anlatmakta ısrarcı olur. 

Bu 24 saat içinde hissettiklerinin bir saniyesi bile aklından çıkmamıştır. Bu kadının yaşadıklarını neden bir yabancıyla paylaştığını Zweig en sonda açıklar. Stefan Zweig, başarılı bir karakter yaratıcısı; diğer yapıtlarında olduğu gibi burada da müthiş bir gözlem gücüyle, kahramanlarının iç dünyalarını okurun gözlerinin önüne seriyor, inandırıyor ve etkiliyor.

Çok başarılı bir karakter yaratıcısı olan Stefan Zweig, diğer yapıtlarında olduğu gibi burada da müthiş bir gözlem gücüyle, kahramanlarının iç dünyalarını okurun gözlerinin önüne seriyor, inandırıyor ve etkiliyor.

Dizisi : Kırmızı Kedi / Klasikler 
Türü : Roman
Özgün Adı : Vierundzwanzig Stunden aus dem Leben einer Frau
Yazan : Stefan Zweig
Çeviren : İlknur Özdemir
Sayfa : 104
Fiyatı : 9 TL


Akbank Sanat’ta Deleuze Konferansları : “Bin Yayla : Seçilmiş Kısımlar”

Pazar, Mayıs 10, 2015
Akbank Sanat’ta 20. yüzyılın en önemli filozofları arasında yer alan Gilles Deleuze üzerine yapılan sanatsal ve felsefi yaklaşım dizisinin onuncusu 18-24 Mayıs 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Akay’ın düzenlediği konferans dizisinde bu yıl, Gilles Deleuze ve Felix Guattari'nin birlikte kaleme aldıkları “Bin Yayla” isimli eser ele alınacak. Konferans dizisinin 10. yaşını kutlamak üzere günümüz felsefe dünyasının önemli isimleri Ali Akay, David Lapoujade, Pierre Montebello, Elias Sanbar, Eric Alliez ve Ahmet Sosyal birbirinden değerli altı konferans gerçekleştirecek. 

20. yüzyıl’ın en önemli ve en yaratıcı kitaplarından biri olarak kabul edilen, 1980 yılında yayınlandıktan sonra dünyada büyük yankı uyandıran Bin Yayla’dan bir temayı ele alacak olan konuşmacılar katılımcılara serbest yorumlar önerecekler. 

ETKİNLİK: 
Deleuze Konferans Dizisi: ‘‘Bin Yayla: Seçilmiş Kısımlar’’ 
Yer: Akbank Sanat

KONFERANS PROGRAMI:
18 Mayıs 2015, Pazartesi       saat: 18.30 – 20.30  Konuşmacı: Eric Alliez
20 Mayıs 2015, Çarşamba     saat: 18.30 – 20.30  Konuşmacı: Elias Sanbar
21 Mayıs 2015, Perşembe      saat: 18.30 – 20.30  Konuşmacı: David Lapoujade
22 Mayıs 2015, Cuma            saat: 18.30 – 20.30  Konuşmacı: Ali Akay
23 Mayıs 2015, Cumartesi     saat: 15.00 – 17.00  Konuşmacı: Pierre Montebello
24 Mayıs 2015, Pazar            saat: 15.00 – 17.00  Konuşmacı: Ahmet Soysal 

*Konferanslarda simültane çeviri yapılacaktır.

Etkinlikler ücretsizdir. Davetiyeler etkinlik günü, etkinlik saatinden bir saat önce Akbank Sanat gişesinden temin edilebilir. 



Sel’den Yeni Geceyarısı Kitapları

Cumartesi, Mayıs 09, 2015
Sel Yayınları’nın 2000 yılında başlayan ve otuz kitabı deviren “Geceyarısı Kitapları” serisi, bu ay iki yeni kitap ve iki tekrar baskıyla sürüyor. Enis Batur ve Yiğit Bener’den “Simultane Cinnet”, Ferit Edgü’nün aforizmaları “Cahil” okurla buluşurken, Enis Batur’un “Kütüphanesi” dördüncü, Kazimir Maleviç’in “İnsanın Esas Gerçekliği: Tembellik”i ikinci baskısıyla 13 Mayıs’ta raflarda…


SİMULTANE CİNNET * Enis Batur – Yiğit Bener
Enis Batur ve Yiğit Bener, şanlı edebiyat tarihimizin asr-ı kâbusu Latin elifbalı yılların faydasız eserler verdikten sonra hafızalardan silinmiş, kitabevi raflarından kaybolmuş iki edip müsveddesi. 

Bu müşterek kaleme alınmış risalelerini, bir vakitler mütercimler dünyasında vuku bulmuş mütecennin faaliyetlerin mahiyetini samimiyyet ile itiraf etmiş olmaları sebebiyle, ibret vesikası olarak neşretmeyi görev bildik.
Geceyarısı Kitapları 
121 sayfa, 10 TL


CAHİL * -Aforizmalar- * Ferit Edgü
Cahillik, başa belâ, demiş eskiler.
Bugün tam tersi: Cahillik baş tacı.

Yalnız politikada değil, edebiyat, sanat hattâ akademik yaşamda en çok aranan nitelik (üstün nitelik) cahillik.

Cahil olmayana tüm yollar kapalı.
Bu bir fantezi değil, bir gerçek.
Geceyarısı Kitapları 
56 sayfa, 10 TL


KÜTÜPHANE * Bir Başka – Labirent Öyküsü * Enis Batur 
Bir kütüphane kurmaya başladınız. Daha farkında değilsiniz: 

Orası size ait, içinde bir tek sizin kapalı kalacağınız, yaşadığınız sürece çıkış kapısını bulamayacağınız bir hapishane. 

Oradan geliyor bu küçük kitap.
Oraya gitmek için.
Geceyarısı Kitapları / Deneme
71 sayfa, 10 TL, 4.Baskı


İNSANIN ESAS GERÇEKLİĞİ: TEMBELLİK * Kazimir Maleviç 
Hangi sistem olursa olsun çalışmanın kutsiyetini yerin dibine batıran ve tembelliği hak ettiği mertebeye çıkaran bir gerçekleşme arayışı…

Yaygınlaşması umulan bireysel bir karşı çıkış, düzene sokulan bir çomak, redde dayalı bir uyanış çağrısı…

Ne de olsa “yaşam, kazanılmış bir kavgadır.”
Geceyarısı Kitapları / Deneme
42 sayfa, 10 TL, 2.Baskı



Feyza Hepçilingirler’den Dile Yabancılaşmaya Dair : Off, Dilim!

Cumartesi, Mayıs 09, 2015
Yayımladığı kitaplar ile Türkçe’nin doğru kullanımı üzerine başucu eserleri veren ödüllü öykücü ve romancı Feyza Hepçilingirler, bu kez çocuk okurlara kendi diline yabanlaşmaya dair bir öyküyle sesleniyor. “Off, Dilim!” Kırmızı Kedi Çocuk etiketiyle raflarda…

Hepçilingirler demişken “Türkçe ''off''” serisi, “Türkçe Dilbilgisi Öğretme Kitabı” ve “Dedim : 'Ah'”ı da önermeden geçmeyeyim… Türkçe üzerine yazdığı denemeleri başta blogger dostlar olmak üzere herkese öneririm…

Off, Dilim! / Feyza Hepçilingirler
Burçin okumayı öğrendiğini sanıyor ama bir AVM’de gördüğü yazıları okumaya kalkınca ablası Burçak’ın alay konusu oluyor. Arkadaşından gelen mektubu da bir türlü okuyamıyor. Neden? Okumayı öğrenmemiş mi?

Yoksa o yazılar Türkçe değil mi? Anlamlı olmasını isterken kimler ne saçma laflar ediyorlar! Hangi ünlüler neler demiş? Ya şarkı sözleri? Reklamlar ne diyor, nasıl diyor?

Burçin ile Burçak’ın hikâyesi sizi "İnsanların kendi dillerine yabancılaşması olağan bir durum mu?" diye düşünmeye çağıracak. Türkçenin içine düşürüldüğü acıklı olduğu kadar gülünç duruma hem üzülecek hem de kahkahalarla güleceksiniz.

Dizisi : Kırmızı Kedi  / Çocuk
Yazan : Feyza Hepçilingirler
Resimleyen : Oğuz Demir
Sayfa : 152
Fiyatı : 13 TL


Barış Efendioğlu'nun İlk Romanı “Neden Evlenmedim” Yitik Ülke’den Raflarda

Cumartesi, Mayıs 09, 2015
“Eksper Mental ve experimental” olarak tanınan fenomen yazar Barış Efendioğlu, Yitik Ülke Yayınları'nca yayımlanan ilk romanı “Neden Evlenmedim”de okurunu hem kahkahalara boğuyor hem de aşk ve yalnızlık üzerine derin düşüncelere sürüklüyor. Yüz binlerce okura (240.000) ulaşan blogu ile, çeşitli sözlük sitelerindeki yazılarıyla ve editörlüğünü yaptığı 24 sayı yayımlanan “Söykü” isimli öykü dergisi ile hatrı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Efendioğlu, ODTÜ Makine Mühendisliği sonrasında Almanya’da yüksek lisansını yapmış ve işi nedeniyle uzun yıllar İtalya’da yaşamış bir yazar. Mühendislik ve yazarlık dışında pek çok müzik grubunda da bass gitar çalan Efendioğlu’nun bu nedenle de özellikle İstanbul ve Ankara’da geniş bir çevresi mevcut. Şu an müzik ile olan ilişkisi Plak Koleksiyoncusu olarak devam eden Efendioğlu aynı zamanda Türkiye’nin bilinen koleksiyoncularından biri. Tüm bu birikimin bir eseri olan “Neden Evlenmedim” romanı geniş bir okur kesimine seslenen, nitelikli ve özel bir eser. 

X jenerasyonunun değer yargıları ile büyümüş bir kişinin Y kuşağına tutunamamasını “Dokunmatik telefonumuza sevgilimizden daha çok dokunur olduk” diye özetleyen Efendioğlu kitabın arka kapağında okura şöyle sesleniliyor:

“Herkes mi yalnız olur?

Ne zor işmiş bu arada kalan nesil olmak... 

Çocukken Bizimkiler izleyerek büyümüş nesiliz biz ama Nip Tuck'a da yetiştik. 
Çocukken saklambaç oynamış nesiliz ama Warcraft'a da yetiştik. 
Çocukken ev telefonu kullanmış nesiliz biz ama cep telefonuna da yetiştik. 
İnsanlarla kafelerde, barlarda tanışıp sosyalleşen nesildik biz ama Facebook'a da yetiştik. 
Ve bu bizim lanetimiz oldu. Arada kaldık. Ölene kadar bunu taşıyacağız üzerimizde. 

Bizden önceki nesil; ablalarımız, abilerimiz Bizimkiler izledi sadece. Üniversitelerini bitirdiler, evlendiler, çocuk yaptılar. Düz ama huzurlu bir hayat yaşadılar.

Bizden sonraki nesil Bizimkiler'i hiç izlemedi. Nip Tuck'la büyüdü. Aile kurmayı düşünmüyor. Stüdyo evlerinde kendileriyle barışık yaşayacaklar. Zira onlar kendilerinden iki nesil önceki değer yargılarını bilmiyorlar. Mutlular; internetleri, stüdyo evleri ve modern hayatlarıyla. 

Peki ya biz neyiz? Biz ne yapacağız?”


Neden Evlenmedim, Barış Efendioğlu, roman, Yitik Ülke Yayınları, 176 sf, Mayıs 2015, 15 TL


Kırmızı Kedi’den Çocuklara İki Yeni Macera Daveti

Cuma, Mayıs 08, 2015
Öğretim yılının tamamlanmasına sayılı günler kala Kırmızı Kedi'den çocuklara tatil macerası daveti var... Arslan Sayman’ın bulduğu defterin peşinde yolculuğa çıkan kahramanın macerası “Evliya Çelebi Gibi” ve Su Özdoğu’nun geçtiğimiz yıl yayımlanan ve gördüğü ilgiyle kısa sürede klasikleşen “Fikri Rüyakaçıran”ın ikinci kitabı “Fikri Rüyakaçıran ve Rüya Meyveleri” Kırmızı Kedi Çocuk etiketiyle raflarda...

Evliya Çelebi Gibi / Arslan Sayman
Marmaris’te ailesiyle birlikte tatil yapan kahramanımız, otogarda unutulmuş bir defter görür.  Defteri kimin unuttuğunu keşfetmeye çalışırken kendisini tarihin en önemli seyyahlarından biriyle yolculuk ederken bulacaktır.

“Babam hâlâ ortalıkta görünmüyordu. Bir elimde defter diğerinde gazoz, masada oturuyordum. Aslında birilerinin gelip ‘Hah! Defterimi sen mi buldun, alabilir miyim? Çok teşekkür ederim!’ diyerek beni bu yükten kurtarmasını istiyordum. Ama kimse gelmiyordu. Defteri masaya bıraktım. Aklımdan onlarca şey geçiyordu... İçine bakıp bakmamakta çok kararsız kalmıştım. Kendimle savaşmaya başladım. Aklımdan geçen son cümleyi istemeden yüksek sesle söyledim, kendi kendime, “AÇ VE BAK!” dedim. Kararsızlıkla elimi deftere uzattım.”

Marmaris’te ailesiyle birlikte tatil yapan kahramanımız, eve dönüş biletlerini almak için otogara giden babasının peşine takılır. Bir kafede oturup babasını bekleyecektir. Ama oturmaya karar verdiği masada bir defter vardır. Defteri kim unutmuş, içinde neler yazıyor derken kendisini tarihin en önemli seyyahlarından biriyle yolculuk ederken bulur!
Dizisi : Kırmızı Kedi  / Çocuk
Yazan : Arslan Sayman
Resimleyen : Oğuz Demir
Sayfa : 124
Fiyatı : 12 TL


Fikri Rüyakaçıran ve Rüya Meyveleri / Su Özdoğu
Eskiden hiç rüya göremeyen ancak geçen yıl büyük uğraşlar sonucunda ilk rüyasını görmeyi başaran kahramanımız FİKRİ RÜYAKAÇIRAN’ı serinin ikinci kitabında arkadaşı Kiki’yle beraber daha büyük maceralar bekliyor…

Fikri Rüyakaçıran eskiden hiç rüya göremiyordu ancak geçen yıl büyük uğraşlar ve heyecanlı bir macera sonucunda rüyalarına kavuşmuştu. Fikri’nin ilk rüyasını görmesinin üzerinden tam bir yıl geçmişti. Bu zaman içinde Fikri birçok rüya görmüştü. 

Bir gün Fikri ve en yakın arkadaşı Kiki, okuldan eve dönerken çok kötü bir haber aldılar. Bütün dünyada korkunç bir salgın başlamıştı. Herkes, öğretmenleri, okuldaki arkadaşları hatta Fikri’nin babası bile Rüya Görememe Hastalığı’na yakalanmışlardı! 

Rüya görememenin nasıl bir şey olduğunu bilen Fikri bu hastalığın ilacını bulmaya kararlıydı. 

Fikri Rüyakaçıran ve Rüya Meyveleri kitabında Fikri ile Kiki’yi garip bir ülkeye acayip bir yolculuk ve zorlu görevler bekliyor.
Dizisi : Kırmızı Kedi  / Çocuk
Yazan : Su Özdoğu
Resimleyen : Aslı Saktanber
Sayfa : 96
Fiyatı : 16 TL


18. Uluslararası Ankara Caz Festivali Başlıyor!

Perşembe, Mayıs 07, 2015
Her yıl caz müziğinin birbirinden başarılı isimlerini ağırlayan Uluslararası Ankara Caz Festivali başlıyor. Ankara’da Mayıs ayı müzik ile renkleniyor.

9 Mayıs Cumartesi akşamı 20:00’da Next Level Alışveriş Merkezi Podyum açık havada gerçekleşecek açılış konserinde, bir festival geleneği olarak Hava Kuvvetleri Komutanlığı Cazın Kartalları Orkestrası sahne alacak. Konserde orkestra ile beraber, ülkemizin erkek caz vokallerinden Aydın Kahya’yı ve yaşayan en iyi doğaçlama yeteneğine sahip kadın caz sanatçılarından biri olan usta yorumcu Yıldız İbrahimova’yı dinleme fırsatı bulacaksınız. 

Bu yıl festival konserlerinin çoğu cazı daha geniş kitlelerle buluşturmak adına ücretsiz olarak Next Level Alışveriş Merkezi’nin ev sahipliğinde gerçekleşecek. Festival boyunca Caz kulübünde müzik dinlemenin keyfini çıkarmak isteyenler ise Samm’s Bistro’da gerçekleşecek konserler için  Samm’s Bistro’dan rezervasyonlarını yaptırıp biletlerini temin edebilecekler.

Konserler ile ilgili tüm gelişmeleri www.ankaracazfestivali.com adresinden, festivalin sosyal medya hesaplarından ve NextJazz etiketi ile Next Level AVM sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz. Ayrıca konserleri Next Level AVM Facebook sayfasından canlı olarak izleyebilirsiniz.

Festival Programı
Next Level Alışveriş Merkezi Programı
9 Mayıs Cumartesi  Saat 20.00
Hava Kuvvetleri Komutanlığı Cazın Kartalları Orkestrası; Aydın Kahya ve Yıldız İbrahimova 

16 Mayıs Cumartesi  Saat 20.00
Karsu

17 Mayıs Pazar Saat 20.00 
Ozan Musluoğlu “ My Bestfriends Are Vocalists”  Fatih Erkoç-Bora Uzer-Sibel Köse-İlham Gencer-İpek Dinç-Sanem Kalfa-Meltem Ege

19 Mayıs Salı Saat 20.00 
Ayhan Sicimoğlu & Latin All Stars

22 Mayıs Cuma Saat 20.00 
Kerem Görsev Trio ft. Ernie Watts “ Emirgan Project”

23 Mayıs Saat 18:30
Funk Off (İtalya’dan gezici orkestra)

30 Mayıs Saat 20:00 
Burhan Öçal “İstanbul Oriental Ensemble” (Kapanış)

Samm’ s Bistro Programı
12 Mayıs Salı Saat 20.00 Yavuz Akyazıcı Project
13 Mayıs Çarşamba Saat 20.00 Eren Coşkuner Quartet
29 Mayıs Cuma Saat 20.00 Çağıl Kaya “Bir Parça Ay Biraz Kuş”
Samm’s Bistro konser biletleri için: 0 312 447 90 00


Enis Batur’un “Doğu – Batı Dîvanı” Kırmızı Kedi’den Tek Ciltte

Perşembe, Mayıs 07, 2015
Enis Batur’un ilk olarak 1997’de yayımlanan ve farklı dillere de çevrilerek başlayan “Doğu – Batı Dîvanı” yeni baskı yapıyor. Daha önce üç cilt olarak yayımlanan dîvan bu ay Kırmızı Kedi etiketiyle tek cilt olarak geliyor...

2015’i Mart ayında yine Kırmızı Kedi’den yayımlanan yeni lirik şiirleri “A Cappella”sıyla karşıladığımız Batur’un “Doğu – Batı Dîvanı”nın son cildi 2010 yılında yayımlanmış ve yılın edebiyat olayı olmuştu. Hatta belirteyim, ilk iki cildi raflarda bulmak mümkün ama üçüncü cildi ancak sahaflarda bulmak mümkün, o da şanslıysanız... Enis Batur’un, Goethe’nin ünlü “West-östlicher Divan”ına adlı yapıtına selam olarak adını verdiği şiirlerinin devamının geleceği müjdesini de vereyim... “Yanık Dîvan”ın güz aylarında yayımlanması planlanıyor...

Usta şairin “Enis Divanı” olarak gördüğü, bir ömür boyuna yaydığı ”dramatik şiirleri”… Daha önceden üç cilt, altı parça dîvan olarak yayımlanmış Doğu Batı Dîvanı Kırmızı Kedi’den tek ciltte… 

DOĞU- BATI DİVANI / Dramatik Şiirler (1988 – 2009)
Adım Enis — biri kısa biri uzun
iki hece, ben seçmedim o harfleri,
özel isim cins isim derin sıfat her
neyse sıralarını kendim kurmadım.
Dîvan’ım gün gelsin öyle anılsın,
sözüm tıpkı onun gibi kaybolmuş
fısıltı dolaşsın, bir anlamın
yakınına sokulmuşsam, boşlukta
dilsiz ama mürekkepsiz anılsın,
yankısın. Bırakalım geçip gitsin
Zaman, içinde başka zamanlar
başka ölçülerle durma karşılaşsın.

Dizisi : Türk Edebiyatı  
Türü : Şiir
Yazan : Enis Batur
Sayfa : 444
Fiyatı : 35 TL

Onur Caymaz'dan Yeni Öykü Kitabı : Herkes Yalnız

Çarşamba, Mayıs 06, 2015
Şiirleri ve öyküleriyle kendine Türkiye’nin edebiyat âleminde yer açan genç kuşak yazarlardan Onur Caymaz’ın yeni öykü kitabı “Herkes Yalnız” Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflarda…

Dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarıyla okurla tanışan Caymaz, 1999 yılında Gençlik Kitabevi’nin açtığı yarışmada “Hayalperistanbul” adlı hikâyesi ile birinci olmuş, 2000 yılında “Kâh ve Rengi” adlı dosyası, Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nü alarak Hera Yayınları tarafından kitaplaştırılmıştı. 2002 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü ikincisi seçilen “Nokta”nın da yer aldığı “Ezilmiş Leylaklar Kitabı” ile kendine yer açmaya başlayan yazar, neredeyse her yazdığıyla ödüle uzanarak dikkat çeken isimlerden. İlk kitapları hayal kırıklığı yaratsa da son 3 kitabıyla ustalık örneklerini vermeye başladı… Birgün gazetesindeki yazılarını da bilmeyen yoktur sanırım. Şiirleri de çeşitli dillere çevrilen Onur Caymaz, tüm kitaplarıyla artık Kırmızı Kedi’deymiş… Startı da yeni öykü kitabıyla veriyorlar… Önceki on kitabı da peşi sıra gelecek… Şimdiden “Pervaneyle Yaren”, “Gökyüzü Sineması - İki Film Birden” ve “Hikayeden Çocuk”u listenize ekleyin derim… "Herkes Yalnız"ın tanıtımına bakılırsa en iyi kitabı geliyor gibi...

Çöp evlerden örgüt evlerine, Berkin Elvan’dan polis Kadri’ye, alkolsüz yapamayanlardan çok aşık olanlara… Türkiye manzaraları… Onur Caymaz’dan usta işi bir anlatımla Türkiye’nin son yıllarına pencere açan, okurken düşündüren toplumsal gerçekçi öyküler…

“Bir baksana! Sana kendi içine kapanan hikâyeler anlatacağım şimdi. Rahatsız olacaksın belki, belki canın yanacak, sızı oturacak kalbine; belki değil, eminim. Yazarken bana da böyle oldu çünkü. Benden geçmeyen sana işlemez ki... Canım yandı yazarken, değiştim; seni de değiştireceğim. Budur acı, hem anlatanı hem dinleyeni değiştirir. Hikâyemi okumaya başlayan sen, bitirdikten sonraki senle aynıysa hâlâ, yak hepsini, okuma. Tekrar okumak, geri dönüp bakmak istemeyeceksen bırakalım peşin... Kötü hikâyedir o, arada birini özler gibi açıp da okumayacaksan birkaç satırı. Altını çizmiyorsan kimi cümlelerin, kapat bu kitabın kapağını... Sana şimdi acı şeyler anlatacağım; bir baksana...”

Herkes Yalnız, onun olgunlaşmış üslubunun, okura farklı pencereler açan dünyasının, zamana tanıklık eden ve zamanımızın insanlarının içdünyalarını kurcalayan öykülerinin toplamı. Çöp evlerden örgüt evlerine, Ali İsmail Korkmaz’dan polis Kadri’ye, alkolsüz yapamayanlardan çok âşık olanlara... Türkiye manzaraları.

Dizisi : Türk Edebiyatı  
Türü : Öykü
Yazan : Onur Caymaz
Sayfa : 168
Boyut : 13.5 x 19,5 cm
Fiyatı : 14 TL


Karadeniz'in İlk Kitap Fuarı Samsun'da Açılıyor

Çarşamba, Mayıs 06, 2015
Tüyap tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile hazırlanan Karadeniz Kitap Fuarı 2015 - Samsun, 18 Mayıs 2015 Pazartesi günü TÜYAP Samsun Fuar ve Kongre Merkezi’nde açılıyor.

Karadeniz bölgesinin ilk kitap fuarı; 150 yayınevi ve sivil toplum kuruluşu, 50 kültür etkinliği ve imza günlerinde 500 yazarı konuk etmeye hazırlanıyor.  24 Mayıs Pazar akşamı sona erecek fuarda Ayşe Kulin, Can Dündar,  Altan Öymen, Füruzan, Muzaffer İzgü, Canan Tan, Yekta Kopan,  Enver Aysever, Deniz Kavukçuoğlu, İlker Başbuğ,  Nedim Şener,  Ataol Behramoğlu, Behiç Ak, Ahmet Telli, Yüksel Pazarkaya, Sevgi Özel, Aret Vartanyan, Kahraman Tazeoğlu ve pek çok değerli yazar okurlarıyla buluşacak.

Melih Cevdet Anday 100 Yaşında
Edebiyatımızın değerli ismi Melih Cevdet Anday, doğumunun 100. yılında fuarda düzenlenecek etkinliklerle anılacak. Garip akımı öncülerinden şair, denemeci ve oyun yazarı Anday’ın yaşamı ve eserleri TÜYAP, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Alfa Yayınları tarafından düzenlenecek panel ve söyleşilerde ele alınacak. 

Yayınlama Özgürlüğü Yolunda
Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından TÜYAP’ın ev sahipliğinde Avrupa Birliği Projesi kapsamında düzenlenen Yayınlama Özgürlüğü Yolunda paneli,  19 Mayıs 2015 Salı günü gazeteci Nedim Şener ve Sibel Oral, şair Mustafa Köz ve yayıncı Fahri Aral’ın katılımıyla gerçekleştirilecek.

Girişin ücretsiz olduğu Karadeniz Kitap Fuarı 2015 - Samsun, 18-23 Mayıs 2015 tarihlerinde 10.00-20.30, kapanış günü olan 24 Mayıs 2015 tarihinde ise 10.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. 


 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template