Geçtiğimiz yıl yayınladığı "Mechanical Bull"la yakaladığı başarının haklı kaymağını yiyen Nashville'li dörtlü, albümden üçüncü single olarak seçtiği "Temple"ı kliplendirdi.
Home Archives for Şubat 2014
Mehmet Bilal’den Yepyeni Bir Kitap: Béla
Öykü ve romanlarıyla edebiyat yolculuğunu sessiz ve derinden sürdüren Mehmet Bilâl, bu kez Osmanlı’nın hüküm sürdüğü bir hayatın içinde, “kurbanlarını avlamaya kıyamayan” bir vampirle buluşturuyor okurunu.
Béla ismini verdiği son kitabında Mehmet Bilal, içine düştüğü her olay soluksuz bir serüvene doğru giderken, ölüm-kalım arasında gidip gelen acemi bir vampirin varoluş hikâyesini anlatıyor. Güncel siyasi göndermeler içeren, yalın anlatımı, sürükleyici kurgusuyla dikkat çeken Béla, Nar Kitap etiketiyle tüm kitapçılarda okurlarıyla buluşuyor.
1800’lü yıllarda Romanya’nın liman şehri Köstence’de, bir “yabankedisi” gibi yaşayan, 27 yaşındaki Béla, dayanılmaz diş ağrısını dindirmesi için Rus kökenli Dema’nın kapısına dayanır. Yöre halkının tüm sağlık problemlerini kendine özgü yöntemlerle çözen Dema, Béla’nın dişini çeker ve ağrısını gidermesi için ona bir tür uyuşturucu verir. Uyuşturucunun benzersiz etkisiyle her şeyi başka türlü görmeye başlayan, kendini ilk kez sevmeye değer bulan ve bir ruhu olduğunu fark eden Béla, kısa sürede bağımlı hale gelir. Dema’nın dükkânından çaldığı bir kavanoz dolusu uyuşturucuyu büyük bir açgözlülükle tüketir ve aşırı doz sonucu kalbi durur. Öldü sanılarak toprağa gömülen Béla, yaşlı bir vampir tarafından dönüştürülerek ölümsüz hayata adım atar…
Ünlü yazar Murathan Mungan kitapla ilgili olarak,“Resimli tarih kitaplarına özgü, canlı kanlı sahnelerle, sürükleyici bir anlatımla ilerleyen eğlenceli bir roman Osmanlı’da Bir Vampir. Kitabı bitirdiğinizde kahramanın yeni maceralarını merak ediyorsunuz.” dedi.
Bloggerlık Don Kişotluktur!
Bugüne dek bir kaç kez blogun kuruluş öyküsünü yazdım, okurun geride neler olduğunu görmesi için tüm detaylarıyla anlatmaya çalıştım ama maalesef bitmek bilmeyen dertler devam ediyor... Geçtiğimiz Kasım ayından bu yana özellikle artış gösteren tuhaf mailler ve yorumlarla ilginç sataşmalara, tuhaf iddialara ve yer yer argoya küfüre maruz kalıyorum nedense... Anlamakta mümkün değil derdim ama insan işte deyip susuyorum... Dolayısıyla bu yazı, (sürekli takipçileri tenzi ederek) genel yorumlara cevap olması ve artık konuyu kapatmak üzere blogda bence gereksiz yer israfı ama el mahkum artık...
Eleştirileri yanıtlamaya geçmeden önce, kısaca kendimden bahsetmem lazım... Zira herkes kendince bir şeyler söyleyip, yorumluyor hemen... Bu kendinden bahsetme olayını da hiç sevmem... Hatta gereksiz bulurum, beni tanıyanların bahsetmesi gönüllerinden geçenleri daha önemlidir benim için de, beni tanımak isteyen için de... 1975 doğumlu bir adam olarak, yazma serüvenim daha ilkokul yıllarında başladı... Ki daha 5. sınıfta okurken ülke genelindeki bir şiir yarışmasında birincilik kazanarak motive de oldum... Yani kaba hesapla 1985 yılından bu yana kalem elimden düşmedi... Kitapta düşmedi haliyle, okuduğum ortaokulun hemen yanında il halk kütüphanesi olunca, en fazla üç kitap alınabilmesinden dert yanan bir okur oldum kısa sürede... Gayet disiplinli ve düzenli bir şekilde 20 yıldan fazla süredir okuyorum... Mesleki olarakta 1995 yılından itibaren grafikerlikle başlayan bir süreçte ilgi alanımın tam içinde yer almanın keyfini yaşadım bolca... 2006’da bırakana dek kendi büromda, kimseye eywallahım olmadan grafikerlik yaptım... Onu da yan dallarla süsledim hep... Şehirdeki yerel gazetelerin dizgi-mizanpajıyla başladım, muhabirlik, köşe yazarlığı derken yazı işleri müdürlüğüne dek yükseldim... Köklerime gazetecilikte ekledim... Özel radyolar ve televizyonların patlamasıyla birlikte orda da yer aldım... Sevdiğim şarkıları çaldığım radyo programı en çok keyif aldığım dönemdir, her boşlukta gittiğim tvlerin yayın masasında da çok vakit harcadım... Yeri geldi yedek eleman oldum o da keyifliydi... Dönem fanzinlerin altın çağı olunca ona da el attım ve iki fanzin çıkararak ülkeye yaydım... Üstelik sadece mektuplaşma ile... Underground müzik gruplarıyla röportajlar yaparak sevgili dostum Semih Şimşek’le çıkardığımız “Rock Fan Zine” ne mutlu ki bugün, dönemin ansiklopedisi olarak kabul edilmekte... Edebiyat parçalayıp, öykü ve şiirlerle donattığımız “Ölüdeniz”de halen dönem dönem istek üzerine çoğalttığım ve okunan bir fanzin... Gelelim sinema ile ilişkiye, o da önce yazdığım gazetelerde haftalık vizyon değerlendirmeleriyle başladı yine o yıllarda... Yerellikten ulusala geçişte, dönemin en önemli sinema sitesi sinemalar com ile oldu... 2007’den 2009’a dek sitenin kritik yükünü sırtladım... Ki siteden kendi sitemizi kurmak üzere ayrıldım ve bir yıllık “sinemaximum” macerasında hem editörlük görevini üstlendim, hem de vizyon kritiklerini sürdürdüm... 2008’de Türkiye’nin ilk online sinema dergisi olmakla övündüğümüz “Sinemalife”a önce aylık sabit köşe yazısıyla dahil oldum, 2011’de dergi kapanırken hem editördüm, hem ayda üç köşem sabitti, hem de bunlara ek olarak vizyon kritikleri, festival izlenimleri, dosya konuları da yazıyordum... Dergi ile sitenin aynı dönemde kapanması sonrasında bir süre şehirdeki “İmece” gazetesinin kültür-sanat sayfası sorumluluğunu yürüttükten sonra oradan da kendi isteğimle ayrılarak yazı serüvenini sadece blogla sınırlayarak devam ettirmekteyim... Gelir anlamında mesleki olarak artık sadece baba mesleği fotoğrafçılık yapıyorum... Sanırım genel bir profil oluşmuştur kafanızda...
Gelelim eleştirilere... Okuduğunuz blog, 14 Kasım 2006’dan bu yana yayında... Geride kalan yedi yıl boyunca aynı çizgiyi korumaya özen göstererek, gazetecilik ilkelerini gözeterek yayında... Bağımsızlığına düşkün bir blog olarak, kendi seçimlerinin sonucunu yaşamakta ve yansıtmakta... Lakin geride kalan yedi yılda bir sorun yokken, sosyal medyanın hayatlarımızdaki yerlerinin artmasıyla tuhaf eleştirilerle karşı karşıyayım... Hepsine dair cevap hakkımı tek yazıyla kullanmak istiyorum... “Kpk sekiz yaşında” yazısıyla başlayan süreçte her gün sinir olmaktan artık sıkıldım... Kısa kısa özet geçmeye çalışayım...
Sekiz yaşında diyorsun ama, blogun değerleri düşük...
Defalarca kez izah ettim ama bir türlü anlaşılamadı... Kpk, bugüne dek alexa başta olmak üzere hiç bir istatistiki değeri arttırmak için hileye hurdaya başvurmadı... Backlink almak için hiç çabalamadım, bu uğurda hiç bir siteye yorum bırakmadım, hiç bir siteye konuk yazar olmadım... Bu uğurda hiç çaba sarfetmedim, ilgilenmedim... Dolayısıyla tüm değerler sadece okurun ziyaretiyle oluşan değerler...
E blog 8 yaşında diyorsun, domain yaşı 2...
Yine defalarca kez izah ettim... bodakedi.blogspot.com adresiyle yayına başladım ve yaklaşık iki yıl önce domaine taşındım...
Dört bin küsür yazı var diyorsun ama yorum yüzlerde...
Yazılar bolca yorum alıyor ama, tüm yorumları onaya tabi tutuyorum... Sıradan bir kaç kelimelik yorumları ve link bırakma amaçlı içerikleri yayınlamıyorum... Kaldı ki, hiç bir zaman yorum almayı da önemsemedim, bu uğurda hediye dağıtma işlerine dahil olmadım...
Kitap tanıtımlarını yayınevlerinden beleş kitap gelsin diye yayınlıyorsun...
Ne yazık ki bloggerlar olarak içimiz fesat nedense... Hiç bir zaman karşılık gözeterek yayın yapmadım, yapmıyorum, yapmayacağım... Kitap konusu da buna dahil... Gerekirse hangi kitapların geldiğini de tek tek listeyebilirim ama, her tanıtımın karşılığında kitap gelmediğini peşinen söyleyeyim... Bazı yayınevleri ve pr sorumlusu dostların kendi insiyatifleriyle yolladıkları haricinde hiç bir şekilde istekte bulunmadım ve bulunmayı da düşünmüyorum...
Etkinlik sayfası ve twitterda duyuruları onlara katılmak için yapıyorsun...
Hakkımızda bölümünde de yazdığı gibi, etkinliklerin hiç birini bedava bilet amacıyla yapmıyorum... Gelen tüm davetleri de bağımsızlığı korumak adına nezaketle geri çeviriyorum... Bundan sonra da aynı şekilde devam edecek... Blog adına hiç bir yere akredite olmadığım gibi başvuruda bile bulunmadım... Üstüne basa basa tekrar etmek isterim; kpk tam bağımsızlık ilkesiyle, yayın içeriğiyle alakalı hiç bir kurum ve kuruluşa yakın durmadı, durmuyor, durmayacak... Bu sayfalardaki hiç bir yayının karşılığı olmadı, olmayacak... Gerek kitap, gerek cd, gerekse de etkinlik yazıları sadece haberdar etme amaçlı...
Kazanç meseleleri...
Yayını karşılıklı yaptığım düşüncesiyle en çok kızdığım eleştiri blogdan para kazandığım... Gülüp geçmekle yetindim bir dönem ama olmadı... Bugün bloga girdiğinizde herhangi bir adsense ve onun türevi otomatik reklamı göremiyorsunuz... Onu da temiz blog, güvenli içerik ilkesiyle yapmaktan gururluyum... Üyesi olduğum bumerang platformundan ayda yılda bir gelen advertorial dışında, herhangi bir gelir kazanmadım... O geliri de iki şeye harcadım... Birincisi domain masrafı, ikincisi de bloga bugüne dek destek veren dostlara hediye alıp yollamak...
Festivaller ve oscar başta olmak üzere ödül sezonu meseleleri...
Sürekli vurgulasamda bir kez daha tekrarlayayım... Kpk, hiç bir festivali desteklemiyor, bu konuda yayın yapmıyor, hiç birine katılmıyor daha da önemlisi önemsemiyor... Aynı şekilde oscar konusunu da... Sırf popülerlik kazanmak, daha fazla ziyaretçi toplamak ve yazıların paylaşılması için yazma sahtekarlığını da yapmadı, yapmayacak... Kaldı ki, ülkedeki hiç bir festival blogları önemsemiyorken onların çığırtkanlıklarını yapmaya da gerek yok... Oscar ve benzeri ödüllere de inanmıyor, desteklemiyor... Kültür sanatın hiç bir alanında ödül sistemine inanmayan biri olarak bu konuda yayın yapmayı da gerekli bulmuyorum... Sinema güzel bir şeydir nihayetinde, izler ve kendi notunuzu ödülünüz kendiniz verirsiniz hepsi o... Alınan oscarlar vs. sadece reklamını yapmış olur o kadar...
Template, logo ve adres-isim farkı meseleleri...
Template konusunda bugüne dek o kadar çok laf duydum ki günlerce uzar mesele... Hazır ve profesyonel bir template kullanıyorum... Neredeyse hiç özelleştirmedim, ekleme yapmadım, açılışı hızlandırmak başta olmak üzere hiç bir düzeltmeye de gitmedim... Zaten buna kafayı takan biri de değilim...
Bir grafiker eskisi olarak, logoyu basit tuttum... Hiç bir zaman profesyonel bir şey tasarlamayı düşünmedim, düşünmüyorum... Zaten grafikerliği bıraktığımdan bu yana kendim için bir şey yapmadım, yapmayacak kadar bıktığım için özel bir durum olmazsa böyle geldi böyle gidecek...
Blogun adı ile adresinin farklı olmasının bir karmaşa olduğunu söyleyenler, bunun bir beceriksizlik, plansızlık olduğunu düşünenler mevcut... Defalarca ifade ettim, bu planlı bir seçim... Adresi ve adı bilerek, isteyerek farklı seçtim... Genel geçer kuralların ve kalıbın dışına çıkmak için olduğunu da ifade ettim...
Yazılardaki dilbilgisi kaygısızlığı ve üç nokta takıntısı...
Yazım yanlışlarıyla ilgili kaygı taşımadığımı, editörlükten gelen dikkatten sıkılarak artık hiç umursamadığımı da defalarca dillendirdim... Hiç bir yazıda düzgün türkçe garantisi vermedim, vermiyorum, vermeyeceğim... Üç nokta takıntısı içinde yapacağım bir şey yok, her cümlenin sonuna üç nokta gelmesi 20 yılı devirdi, benden bağımsız bir mekanizma oldu artık...
Genel eleştirilerin en büyük kısmı kısaca böyle... Sürekli ifade etmekten artık sıkıldığım şeyler olduğunun altını bir kez daha çizmek isterim... Kpk olarak sekizinci yılda, bağırıp çağırmadan olabildiğince keşfe açık bir şekilde yayın yapmaya devam ediyorum... Karşılık beklentisi mantığına kafa yoranlar için daha net ifade edeyim; bana hiç bir geri dönüşümü olmadı, olmasını da önemsemiyorum... Zira bu kadar çok blog varken hiç biriyle yarış halinde olmadan, kendi doğrularının ve prensiplerinin kaygısında devam ediyor yayın... Başka bloglarla karıştırmadan, genel geçer kurallara takılmadan değerlendirin...
Gördüğünüz üzere, benim için yazmak nefes almak, bloggerlık don kişotluk...
Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi‘nde Sezonun İkinci Yarısı Zengin Bir Programla Açılıyor
Anadolu Yakası’nın en büyük sanat merkezi olan Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi (SGM), Mart ayında çeşitli gösterilerle perdelerini açıyor. SGM’nin Mart ayındaki programında rock’tan klasik müziğe çeşitil konserler ile komediden, kara mizaha geniş bir yelpazede tiyatro oyunları var.
SGM Mart ayında; ünlü ve sevilen rock grubu Mor ve Ötesi, Piano Trio Forte ve Koray Candemir konserleri ile İstanbul Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenen “Lütfen Kızımla Evlenir misiniz?”, Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu tarafından sahnelenen “Şenlikli Limonata”, Tiyatro Mie’nin “Parmak Çocuk” ile İstanbul Halk Tiyatrosu tarafından sahnelenen “İhtiyar Balıkçı ve Deniz” oyunlarına ev sahipliği yapacak.
MOR VE ÖTESİ Konseri
4 Mart Salı, 20:00
Söz ve şarkı yazımları, sıradışı konser performanslarıyla dikkati çeken, Türk rock müziğinin en önemli gruplarından MOR VE ÖTESİ, ısrarla savunduğu eşitlik, özgürlük, adalet kavramlarını sosyo-politik arenaya taşıyarak, 2000 yılı sonrasındaki barış ve demokrasi merkezli, savaş karşıtı hareketin ve birçok çevre odaklı kampanyanın öncülüğünü yapmış başarılı bir grup. 2008 yılında Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye'yi temsil ettiği şarkısı "Deli", bir MOR VE ÖTESİ klasiği olarak grubun birçok Avrupa ülkesinde de tanınmasını sağladı. Bugüne kadar 6 stüdyo albümü, 1 karışık albüm, 2 CD EP, 21 single/video klip yayınlayan, gerçekleştirdiği Türkiye ve Avrupa turneleriyle müziğini milyonlarca kişiye duyuran MOR VE ÖTESİ bir kez daha Sabancı Üniversitesi sahnesinde sevenleri ile buluşuyor.
“LÜTFEN KIZIMLA EVLENİR MİSİNİZ” İstanbul Devlet Tiyatrosu
6 Mart Perşembe, 20:00
Muzaffer İzgü tarafından kaleme alınan ve Mutlu Güney’in sahneye koyduğu “Lütfen Kızımla Evlenir misiniz?” adlı oyun, bir annenin evlenmeye karşı direnen kızıyla giriştiği komik mücadeleyi anlatıyor. Eşini kaybetmiş ve tüm gayesi gözlerini kapatmadan önce kızını evlendirmek olan bir anne ve hayatın sıradanlığına kendini bırakmış mutsuz, umutsuz bir kadın. Ismarlama evliliklerin dayatılmasıyla kendisine karşı daha da hırçın davranan kızıyla annesinin komik öyküsünün anlatıldığı oyun, aynı zamanda “evlilik” meselesinin toplumsal hayattaki yerini de komik bir dille sorgulayıp bu noktadaki çarpıklıkları gözler önüne seriyor.
İki perdelik oyunda Hanife Şahin, Hülya Çelik Kalebayır, Ali Ersin Yenar, Ahmet Dizdaroğlu ve Mustafa Lebip Gökhan rol alıyor.
“ŞENLİKLİ LİMONATA” – Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu
11 Mart Salı, 20:00
Gece yarısı, sarı plastik saçları ve tuhaf yürüyüşüyle odadan içeri kamçısı ve termosuyla kendini top gibi atan bir kadınla karşılaşsanız ne yapardınız? Fidel Castro aşığı Fitnat yengesinden sıkı komünist, yetmezmiş gibi edasıyla Heidi Klum’a benzediğini söylüyorsa; emin olun gecenin sabahında o kadın sizi kopardığı sığ suların kenarında bile bırakmayacaktır. Birbirinden siyahla beyaz kadar farklı olan bu iki insan; zenginin, fakirin, çirkinin, güzelin, bütün karşıtlıkların tek bir potada eridiği hayatlarımıza etkili bir ayna tutuyor. “Şenlikli Limonata”nın tadı çoğu zaman buruk da olsa, bu iki kahraman seyirciye kara mizah kadehlerinden çokça tattırıyor. Bir kadın ve erkeğin arasında yaşananların kara mizahla anlatıldığı bu keyifli oyunun yazarı ve yönetmeni Murat İpek, müziği Çiğdem Erken, dekor tasarımı Barış Dinçel, kostüm tasarımı ise Emra Albayrak Şahin’e ait. Oyunda Günay Karacaoğlu, Fırat Doğruloğlu rol alıyor.
“PIANO TRIO FORTE” – Konseri
13 Mart Perşembe, 20:00
Usta müzisyenlerden klasik müzik severlere özel keyifli bir konser programı.
Piano Trio Forte; solo kariyerlerinin yanı sıra oda müziğine olan tutkularının peşini hiç bırakmamaları sayesinde hem dostluk hem müzik sevgisiyle bir araya gelen üç sanatçıdan oluşuyor. Topluluğun üyeleri, yalnızca ustalıklarıyla değil eserleri hissedişlerindeki ve ifadelerindeki uyum ile de ön plana çıkıyor. Piano Trio Forte’nin kurucusu, yurtiçi ve dışında çeşitli konserler veren piyanist Ece Demirci, aynı zamanda MSGSÜ Devlet Konservatuarı’nda ders veriyor. Rahşan Apay ise 1998’den beri yürüttüğü Cemal Reşit Rey Senfoni Orkestrası Viyolonsel Grup Şefliği’nin yanı sıra, yurt içi ve yurtdışında birçok resital ve orkestralarla konser vererek solo çellistlik kariyerini sürdürüyor. Keman sanatçısı Sevil Ulucan Weinstein da gerçekleştirdiği albüm çalışmalarıyla parlayan bir yıldız.
Piano Trio Forte SGM için hazırladığı özel programda, Haydn, Rahmaninof ve Şostakoviç’in eserlerini seslendirecek.
“PARMAK ÇOCUK” – Tiyatro Mie
16 Mart Cumartesi, 11:00
Parmak Kız, büyülü bir çiçeğin içinden dünyaya gelir ve annesinin anlattığı “Parmak Çocuk” masallarıyla büyür. Artık cesur Parmak Kız’ın tek hayali, kendisi gibi parmak kadar olan Parmak Çocuğu bulmaktır! Bir gün, yine ona kavuşma ve onunla eğlenip oyunlar oynama hayaliyle daldığı uykusunda yaşlı bir kurbağa tarafından kaçırılıp bataklığa götürülür. Onunla oyunlar oynamak isteyen kurbağaların elinden, leyleğin yardımıyla kurtulur. Ancak, bu kez de leylek yakalanır… Parmak Kız, Leyleği bulmak için geri döner ve macera Parmak Çocuğu bulma yolunda soluksuz devam eder. Bakalım Parmak Kız, Parmak Çocuğa kavuşabilecek mi?
Tiyatro Mie’nin 22 yıllık tecrübesi ve Salim Dörtcan yönetimi ile Parmak Çocuk SGM sahnesinde.
“KORAY CANDEMİR” Konseri
18 Mart Salı, 20:00
Koray Candemir, “Yarım Kalan” isimli solo albümü ve sevilen parçaları ile SGM'de sahne alıyor.
Kargo grubunun eski solisti Koray Candemir, son birkaç yıldır yaşadığı yurt dışı serüveninden sonra yuvasına dönüp solo çalışmalarına başladı. Önce sahne performanslarıyla dinleyicisiyle buluşmayı isteyen müzisyen, ikinci solo albümü "Yarım Kalan"ın yanı sıra yeni ekibi ve repertuvarı ile Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi'nde sahne alacak.
“İHTİYAR BALIKÇI VE DENİZ” – İstanbul Halk Tiyatrosu
25 Mart Salı, 20:00
Yeni dünya düzenine ayak uyduramamış deniz adamının komedi yoluyla anlatılan mücadelesi...
Yıldıray Şahinler’in yazdığı oyunda usta oyuncu Erkan Can, İhtiyar Balıkçı’yı canlandırıyor. Oyun hem deniz insanını, hem insanın yaşam karşısındaki mücadelesini, hem de yaşam boyu mücadele eden insanın yeni dünya düzeni tarafından kullanılıp kenara atılışını komedi yoluyla anlatıyor.
Oyun içinde oyun tekniğiyle kurgulanmış olan oyun, kulübesinde adeta ölüme yatmış ihtiyar balıkçıyı hayata döndürmek için genç tayfanın onu geçmişine, anılarına, denize döndürme çabasıyla oynanan hikayelerden oluşuyor. Geçmiş katman katman açıldıkça bir yandan İhtiyar Balıkçı’nın öyküsünü, bir yandan da o öykünün ardındaki gerçekleri öğreniyoruz. Sahne tasarımını Barış Dinçel’in yaptığı oyunda Erkan Can’a Yıldıray Şahinler, Orhan Eşkin, Salih Kırlı ve Buse Sinem İren eşlik ediyor.
Etkinlik biletleri tüm biletix satış kanallarından veya etkinlik öncesi SGM Bilet Satış Noktasından temin edilebilir.
Bilet fiyatları : Tam 22, indirimli 17, çocuk oyunu 5 TL.
Yeni Video: Damon Albarn "Lonely Press Play"
Büyük bir merakla 28 Nisan'da kavuşmayı beklediğimiz ilk Damon Albarn solosu "Everyday Robots"dan ikinci şarkı da kliplenerek servislendi... Ay içinde solo akustik performansını duyduğumuz şarkının albüm versiyonu merakımızı iyice gazlıyor... Hatırlatalım, düz edisyonu 2'si bonus 14 şarkı içerecek albümün delux edisyonu da 5 konser kaydı içerecek... Dinleyip güzelleşeceğiz belli ki...
Malaparte’ın Paltosunda Zalim Bir Kitap: Kaputt
Edebiyat tarihinin en çok konuşulan ve okurun karşısına çıkmasında farklı bir öyküsü bulunan romanlarından “Kaputt”, Can Yayınları’nca yeni çevirisiyle yeniden raflardaki yerini aldı.
Kırılmış, paramparça, mahvolmuş... Kaputt, Almancada tam olarak bu anlamlara geliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupası’nın o enkaz hali daha başka hangi sözcük ile anlatılabilir ki?
Malaparte, yazıldığı günden bu güne kadar çok konuşulan başyapıtını, 1941 yazında, Almanların Rusya’ya açtıkları savaşın başında, Ukrayna’da bir köylünün evinde yazmaya başlamış. Yalnızca cephelerdeki değil, cephe gerisindeki vahşeti de cümleleriyle okurun beynine kazıyan Malaparte, sayfalar boyunca bombardımanların altında, karla kaplı ormanların derinliklerinde, Nazi liderleriyle yapılan yemekli partilerde dolaşıyor. Avrupa uluslarının yazgılarının en zalim haliyle nasıl çizildiğini okura keskin bir dille anlatıyor.
Kaputt’un okura ulaşabilmesinin ilginç bir öyküsü var; o da bu yolculuk boyunca Malaparte’nin elyazmalarını paltosunun astarına dikili olarak taşıması. Tıpkı okurun bir kere okuduktan sonra, bu kitabın ruhunu yüreğine dikili olarak taşıyacağı gibi...
Kaputt zalim bir kitaptır. Zalimliği şu savaş yıllarında Avrupa’nın görünümünden edinmiş olduğum en olağandışı deneyimdir. Yine de bu kitabın kişileri arasında savaş ancak ikincil bir kişi sayılır. Yalnızca bir vesile değeri taşıyor denebilirdi, ama kaçınılmaz vesileler alınyazısı türündendir. Demek oluyor ki Kaput’ta savaş alınyazısı sayılıyor. Anlatıya ondan öte bir katılımı yok. Diyebilirim ki anlatı kişisi olarak değil, seyirci olarak katılıyor, bir peyzaj da nasıl seyirci olursa öyle. Savaş bu kitabın nesnel peyzajıdır.
Yeni Tanışanlar için Curzio Malaparte
1898’de Prato’da doğdu. Birinci Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katıldıktan sonra gazeteciliğe başladı. 1940’lara kadar faşizmi benimseyen Malaparte’nin 1931’de ilk olarak Fransızca yayımlanan, Hükümet Darbesi Tekniği (1955) adlı kitabı büyük yankı uyandırdı. 1940’larda faşizmi reddetti ve partiden atıldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Müttefik ordularında görev aldı. Savaşı konu aldığı gerçekçi romanları Kaputt (1944) ve La Pelle (Can Pazarı, 1950) ile uluslararası üne kavuştu. Malaparte, üç gerçekçi oyun kaleme aldı: Marcel Proust’un yaşamını konu alan ve 1948’de sahnelenen Du côté de chez Proust (Proust’un Semtinden), Karl Marx’ın yaşamını konu alan ve 1949’da sahnelenen Das Kapital (Kapital), Rus işgali altında Viyana’daki yaşamı anlatan ve 1954’te sahnelenen Anche le donne hanno perso la guerra (Kadınlar da Savaşı Yitirdi, 1965). Malaparte, 1957’de Roma’da öldü.
KAPUTT
Yazar: Curzio Malaparte
Çeviri: Neyyire Gül Işık
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 594 Sayfa
Fiyatı: 36 TL
Yayın tarihi: 18 Şubat 2014
Yeni Şarkı: Snow Patrol "I Won't Let You Go"
Geçtiğimiz yılı kariyerinin özeti "Greatest Hits" albümüyle geçiren Snow Patrol, yıl içinde albüm yayımlayacağı haberlerinden sonra 28 Mart'ta vizyona girecek "Divergent" filmi için yaptığı şarkıyı servisledi... Merakla beklenen roman uyarlaması ergen bilim kurgu aksiyonunun gişeyi fethetmesi beklenirken, soundtrack'i de ortamı ısıtmak üzere geliyor... Normal edisyonu 13 şarkıdan oluşan albümün deluxe edisyonu üç ekstra şarkı daha içerecek...
1. Zedd: "Find You" [ft. Matthew Koma and Miriam Bryant]
2. Ellie Goulding: "Beating Heart"
3. Pia Mia: "Fight for You" [ft. Chance the Rapper]
4. Ellie Goulding: "Hanging On" (I See MONSTAS remix)
5. Snow Patrol: "I Won’t Let You Go"
6. Woodkid: "Run Boy Run"
7. Tame Impala and Kendrick Lamar: "Backwards"
8. M83: "I Need You"
9. A$AP Rocky: "In Distress" [ft. Gesaffelstein]
10. Pretty Lights: "Lost and Found" (ODESZA remix)
11. Skrillex: "STRANGER" [ft. KillaGraham From Milo & Otis & Sam Dew]
12. Big Deal: "Dream Machines"
13. Ellie Goulding: "Dead in the Water"
+ Deluxe Edition
14. Woodkid "I Love You"
15. Banks "Waiting Game"
16. Ellie Goulding "My Blood"
Divergent filmiyle ilgili ön bakışı da yeniden hatırlatmış olalım:
Yeni Şarkı: James "Frozen Britain"
Manchester soundunun önemli temsilcilerinden James, sahnelere geri dönüşünü yeni albümle taçlandırmaya hazırlanıyor. 2001'de dağılan grup, altı yıl sonra toparlanmış ve iki mini e.p ile ısınma turu atmıştı. "La Petite Mort" adını taşıyan yeni albüm 2 Haziran'da kulaklarımıza dolacak ve grubun on birinci stüdyo işi olacak... Yedi yıl aradan sora gelen albümün içereceği 10 şarkının adlarıysa şöyle;
Walk Like You
Curse Curse
Moving On
Gone Baby Gone
Frozen Britain
Interrogation
Bitter Virtue
All In My mind
Quicken the Dead
All I'm SayingBeyoğlu'nun En Güzel Abisi : Kalem Kasılınca Ağaçlar Konuşur!
Yerli edebiyatın sevilen kalemlerinden Ahmet Ümit’in şimdilik son romanı “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”, yılbaşı gecesi işlenen bir cinayetin tetiklemesiyle Tarlabaşı üzerinden memleket manzaralarını anlatmaya soyunuyor... Çok satanlar listesinden düşmeyen ve yılın en çok konuşulan romanlarından biri olunca, bir arkadaşımın yakıştırmasıyla “köpek gibi okuyan” biri okur olarak, okumak farz oldu...
Öncelikle belirteyim, Ahmet Ümit çok sevdiğim ve özellikle takip ettiğim bir yazar değil... Tüm romanlarını hatmetmiş değilim ama iyi romanlarının da hakkın teslim edecek kadar objektif bakıyorum... Polisiye edebiyatımıza başyapıt verdiğini de yadsıyacak değilim... Dilini, anlatımını, sürükleyiciliğini de her romanında görüyoruz zaten, bunun da altını ayrıca çizmeye gerek yok... Romanlarının öncesinde giriştiği sıkı araştırmalarsa, en çok öne çıkan özelliği... Bu kez, kendi deyimiyle her gün geçtiği sokakları anlattığı için uzun araştırma sürecinden geçmemiş... Zaten özümsediği bir yeri anlatmanın keyfini yaşamış ve yaşatmaya çalışmış daha çok... Ki bu durumun romana çok zarar verdiğini de her sayfada görmek mümkün...
Komiser Nevzat ve ekibi, cinayeti araştırmaya koyulduğunda soruşturma derinleştikçe tanıştığımız karakterler kanlı canlı işliyor okurun içine... Ama bu canlılık hali, Ümit’in romanın geneline yansıyan bir şeyler söyleme gerekliliğinden muzdarip... Yazarı romana tetikleyen ne oldu bilinmez ama neleri yazmak istediği çok açık... Gezi olaylarıyla birlikte ayyuka çıkan tüm dertlerimiz üzerine içinde biriktirdiklerini birer birer anlatmak istemiş Ümit... Bu isteğinin sonucu olarak da kalemi kasıldıkça kasılıyor, olmadık yerlerde zorlama laflar ediyor ustalıkla yarattığı kahramanlar... Bazılarının öyküsüyse tamamen zorlama, tamamen amaca hizmet eden samimiyetsizlikte... Gezi olaylarında gözünü kaybeden karakter romanın genelinden bakıldığında sırıtıyor örneğin... Zaten gezi olayları yazarın gözünü döndürmüş gibi... Tamamen sübjektif bir bakış açısıyla, yarattığı karakterlerin üzerinden kendi düşüncelerini dikte ediyor... Bu dikte etme halinden de bir türlü tatmin olamayan yazar, kasıldıkça kasılınca dönüp dolaşıp değindiği gezi olaylarında, parktaki ağaçlara olaylar sırasında ölen gençlerin adını fısıldatıyor... Bu absürt durumun iticiliği bir yana, tribüne oynama hali de mevcut... Gezi parkı olayları konusunda herkes hem fikir romanda... İyiydi, güzeldi, her milletten insanlar vardı, sütten çıkmış ak kaşıktı hepsi... Tek taraflı bakışlar silsilesi sürüyor gidiyor...
Romanın bunca karaktere rağmen güçlü bir kötüsünün olmaması da ilginç... İyi bir kötü karakteri olmayan metin her zamanki gibi iyilikte de zayıf kalıyor... Bununla da kalmıyor yazar, Komiser Nevzat’ın peşini bırakmayan bir polisiye yazarı tiplemesiyle egosunu da tatmin ediyor, güya kendisiyle dalga geçmiyor... Yine itici bir durum, itici bir tipleme ve kötü finale açılan kapı...
Cinayetin açtığı polisiyeyi ele alırsak, onun nispeten iyi olduğunu söylemek mümkün... Her ne kadar işlenmemiş bir konuyu ele almayıp, bir aşk üçgenini merkeze koymuş olsa da polisiyeyi yine işliyor yazar... İyi de sonuçlandırıyor... Romanın genelinden bakıldığındaysa geride kalıyor bu durum...
“Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” çoklu final yapan romanlardan... Önce cinayet dosyası kapanıyor, ki buna sebep olan çatışmayı çok iyi işleyememiş Ümit... Sonra katili buluyor, ki onu da iyi gizleyememiş... Yarattığı yazar tiplemesiyle yaptığı finalse çok kötü...
Sonuç olarak, “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” yazarın en kötü romanı... Gezi olaylarından çabuk etkilenmenin sonucu olarak kalemi bolca kasılan, samimiyetsiz ve itici bir roman... Bolca tribüne oynayan tipik bir çok satar gediklisi...
I Will Follow You Into the Dark : Karanlıkta Buluşuruz!
Ebeveynlerini 6 ay arayla kaybeden insan, her şeyi sorgulamaya başlayınca ne olur? Sevdiklerini kaybetmenin korkusunu nasıl yener? Neler yaşar?... Bu soruların ışığında konusunu şekillendiren “I Will Follow You Into the Dark”, türler arası gezinen finalini fantastik bir romantizme bağlamaya çalışan bir deneme, bir tür kırması... Bol miktarda da yanlış algı kurbanı... Zira filme korku/gerilim sitelerinde rastlamak mümkün...
Her şeyden önce belirteyim, karşımızda gerilim öğelerinden sadece faydalanan bir film var... Perili ev gibi hazır kalıpları kullanan “I Will Follow You Into the Dark”, temelde fantastik bir aşk öyküsü anlatmaya çalışıyor. Bu uğraşında da, tıpkı baş karakteri gibi kafası karışık bir yol izliyor... 2004’te kendi yazıp yönettiği mistik gerilim “Breaking Dawn” ile sinemaya adım atan 1980 doğumlu Mark Edwin Robinson, vasat ama en azından sonuna kadar izlenebilir bir film çıkarmıştı ortaya... Bunun yetmediğini görmüş ve ikinci filmi için sekiz yıl beklemiş belli ki... Bu bekleyişin sonu, yine kendi senaryosu ile gelmiş... İyi de bir kadro kurmuş Robinson, “The O.C”nin yıldızı Mischa Barton, “The Blacklist”ten Ryan Eggold ve “The Originals”dan Leah Pipes gibi tanıdık simalar ile oyunculuğu belli bir düzeyde tutmayı başarmış... 2012 yapımı filmin şansı da iyi gitmiş, Hollywood ve Manhattan film festivallerinde yaptığı gösterimlerde adaylıkta kaparak adını duyurmuş ama artık ev sinemasında deniyor şansını...
Babasının ölümü sonrasında büsbütün harap olarak kızımız Sophia Monet, cenazede hayli sert bir konuşma yaparak meydan okuyor hayata ve özellikle de tanrıya... Artık kimseyi sevmek istemiyor, evden çıkmak ya da hayata karışmakta istemiyor... Ama heyhat, bir çarpışma sonrası korktuğu başına geliyor... Aşkla da her şeyin düzelip, düzelmediği filmin ana izleğini oluşturuyor...
Gerilime meyleden açılış sahnesini, ölüm döşeğine bağlayan “I Will Follow You Into the Dark”, Sophia’nın acısını gösteriyor önce... Gerilim beklerken, dram oluyor, dram derken din adamı babasının görevli olduğu klisede yaptığı konuşma ile eleştirilerini sıralıyor isyankar oluyor... Daha ilk yarım saatte anlıyoruz ki, yönetmenin türlerle işi yok... Senaryosunu bölümlere ayırmış gibi, türler arası geziniyor... Ölüm ile drama, anma konuşmasıyla ironik komedi derken, esas oğlan Adam’la tanışma sonrası aşk giriyor işin içine... Romantizm de diz boyu... Lakin yönetmenimiz yine rahat durmuyor, başlıyor kurgu oyunlarına... İzleyici için kopuk kopuk görünen bu gereksiz zaman sıçramaları, türler arası gezintiyi de körüklemiş oluyor... Robinson’un amacı aslında belli, öncesi sonrası derken fantastik bir aşk öyküsü anlatmak istiyor... Elindeki malzeme de iyi ama kağıt üzerinde ne kadar iyi bir öyküyse, peliküle aktarmada da o kadar kötü... Örneğin Sophia’nın bir kabus sahnesi mevcut, hangi amaca hizmet ettiği meçhul... Hiç bir yere bağlanmayan bu tür sahnelerle, öykü de dağılıyor... Hatta amaç şaşırtmaksa yanından bile geçemiyor Robinson... Sophia’nın aşık olmasıyla romantizme dokunuyor ama hemen ardından perili ev klişesi üzerinden gerilime kırıyor yeniden rotasını... Bu türler arası geçişlerin gereksizliği bir yana, gerilime de, romantizme de hakkını veremiyor...
Çalkantılı hayatıyla oyunculuktan bir dönem uzaklaşan, uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle neredeyse tanınmaz hale gelen Barton hem geri dönebilmiş, hem de Eggold ile kimyası tutmuş ki, filmin az sayıdaki artılarından biri bu... İkilinin aşkları ve birbirlerine olan bağlılıkları inandırıcı, fantastik final de bu sayede oyuncularından güç alıyor... En büyük eksiyse, yönetmenin tuhaf zaman atlamalarıyla tercih ettiği anlatım biçimi... Gereksiz ara görüntüler ise tamamen facia... Anlatımı güçlendirmek ve seyirciyi finale hazırlamak için seçilen gökyüzü, yıldızlar ve ışıklardan ibaret kısa parçalar, başka bir filmden araya kaynamış parçalar gibi görünüyor... Konusunu derli toplu anlatmak yerine, filmi gereksiz ve hiçbir amaca hizmet etmeyen sahnelerle hem uzatan hem de seyircinin konuya vakıf olmasının önüne geçen Robinson, denemelerinin sonucunu başarısızlıkla alıyor... 112 dakikalık film, iyi öyküsünü peliküle aktaramayan bir zaman kaybı... Uzak durmanızda fayda var...
Dizi Ajandası : 24 Şubat / 2 Mart
Pazartesi, Şubat 24, 2014
•
Üç yeni dizi, iki sezon finali ve sekiz yeni sezon başlangıcının yaşanacağı hafta, ağır toplarında molalarından dönüşüyle tam bir dizi şölenine dönüşüyor... “The Americans”, “Hannibal”, “Vikings” ve “Broadchurch”ün yeni sezonlarına başlayacak olmasıysa haftanın en meraklı bekleyişine sahne olan anlar...
Pazartesi:
2 Broke Girls 3x17 And the Married Man Sleepover
Almost Human 1x12 Beholder
Archer 5x5 Archer Vice: Southbound and Down
Being Human U.S. 4x7 Gallows Humor
Castle 6x16 Room 147
Dallas 3x1 The Return [Yeni Sezon]
How I Met Your Mother 9x18 Rally
Intelligence 1x8 Delta Force
Mike & Molly 4x12 Mind Over Molly
Mom 1x17 Jail, Jail and Japanese Porn
Moone Boy 2x2 Moone Dance
My Mad Fat Diary 2x2 Radar
Silk 3x1
Star-Crossed 1x2 These Violent Delights Have Violent Ends
Switched at Birth 3x7 Memory is Your Image of Perfection
Teen Wolf 3x20 Echo House
The Blacklist 1x14 Madeline Pratt
The Following 2x6 Fly Away
The Fosters 1x17 Kids in the Hall
Salı:
About A Boy 1x2 About a Pool Party
Brooklyn Nine-Nine 1x18 The Apartment
Chicago Fire 2x14 Virgin Skin
Cougar Town 5x8 Mystery of Love
Death In Paradise 3x7
Glee 5x9 Frenemies
Growing Up Fisher 1x2 Now You See It, Now You Don't
Justified 5x7 Raw Deal
Mind Games 1x1 Pilot [Yeni Dizi]
NCIS 11x15 Bulletproof
NCIS: Los Angeles 5x15 Tuhon
New Girl 3x17 Sister II
Perception 2x11 Curveball
Person of Interest 3x15 Last Call
Pretty Little Liars 4x21 She's Come Undone
Rizzoli & Isles 4x13 Tears of a Clown
Supernatural 9x14 Captives
The Originals 1x14 Long Way Back from Hell
Twisted 1x14 Home Is Where the Hurt Is
Çarşamba:
Arrow 2x14 Time of Death
Baby Daddy 3x6 Romancing the Phone
Broad City 1x6 Stolen Phone
Chicago PD 1x6 Conventions
Criminal Minds 9x16 Gabby
Kirstie 1x12 The Dinner Party [Sezon Finali]
Law & Order: SVU 15x15 Comic Perversion (1)
Legit 2x1 Loveline [Yeni Sezon]
Melissa & Joey 3x22 House Broken
Men at Work 3x7 Molly
Mixology 1x1 Tom & Maya
Modern Family 5x15 The Feud
Nashville 2x15 They Don't Make 'Em Like My Daddy
Psych 8x6 1967: A Psych Odyssey
Revolution 2x14 Fear and Loathing
Suburgatory 3x5 Blame It on the Rain Stick
The Americans 2x1 Comrades [Yeni Sezon]
The Exes 3x20 The Old Man and the Holly
The Middle 5x14 The Award
The Tomorrow People 1x14 Brother's Keeper
Workaholics 4x6 Brociopath
Perşembe:
Anger Management 2x50 Charlie and Sean Fight Over a Girl
Community 5x7 Bondage and Beta Male Sexuality
Elementary 2x16 The One Percent Solution
Greys Anatomy 10x13 Take It Back
Parenthood 5x15 Just Like Home
Parks and Recreation 6x14 Anniversaries
Portlandia 4x1 Sharing Finances [Yeni Sezon]
Rake 1x6 Mammophile
Reign 1x12 Royal Blood
Saving Hope 2x18 Broken Hearts [Sezon Finali]
Scandal 3x11 Ride, Sally, Ride
The Big Bang Theory 7x16 The Table Polarization
The Crazy Ones 1x16 Zach Mitzvah
The Millers 1x15 You Betcha
The Red Road 1x1 Arise My Love, Shake Off This Dream [Yeni Dizi]
The Smoke 1x2
The Vampire Diaries 5x14 No Exit
Two and a Half Men 11x15 Cab Fare and a Bottle of Penicillin
Vikings 2x1 Brother's War [Yeni Sezon]
Cuma:
Banshee 2x8 Evil For Evil
Blue Bloods 4x15 Open Secrets
Enlisted 1x6 Brothers and Sister
Grimm 3x13 Revelation
Hannibal 2x1 Kaiseki [Yeni Sezon]
Hawaii Five-0 4x15 Pale La (Buried Secrets)
Helix 1x9 Level X
Last Man Standing 3x16 Stud Muffin
Raising Hope 4x16 The One Where They Get High
The Neighbors 2x16 Oscar Party
Pazar:
Bitten 1x8 Prisoner
Black Sails 1x6
Broadchurch 2x1 [Yeni Sezon]
Call The Midwife 3x7
Girls 3x9 Flo
Looking 1x7 Looking for a Plus-One
Mr. Selfridge 2x7
The Musketeers 1x6
The Walking Dead 4x12 Still
True Detective 1x7 After You've Gone
Ferhat Uludere’den “Don Quijote’nin Üçüncü Cildi”
Ferhat Uludere’nin yeni romanı “Don Quijote’nin Üçüncü Cildi” Yitik Ülke Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Cervantes’in efsanevi romanına hayran olan okurların ilgisini çekecek romanı yayınevi, şu sözlerle tanıtmış;
Siz hâlâ Don Quijote’yi (Don Kişot) Cervantes’in yazdığını mı sanıyorsunuz?
Oysa Cervantes bile kitabın asıl yazarının Seyyid Hâmid Badincani olduğunu, Don Quijote’yi onun elyazmalarından oluşturduğunu itiraf etmişti…
Peki; Cervantes öldükten sonra Seyyid Hâmid Badincani yazmayı bıraktı mı?
Tabii ki hayır…
Aziz Okuyucu!..
Cervantes’in de dediği gibi insan zihninin yaratabileceği en eşsiz kitaplardan biri olan Don Quijote’nin Üçüncü Cildi; Seyyid Hâmid Badincani’nin yeni bulunmuş elyazmalarından oluşuyor.
Seyyid Hâmid Badincani, Don Quijote’nin Üçüncü Cildi’nde edebiyat tarihini alt üst edecek gerçekleri yazıyor.
Siz, Coşkun Ermiş’in Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar adlı piyesinin, Oblomov’un ise Gonçarov imzası taşıyan romanın sonunda öldüğünü biliyor olabilirsiniz. Ama o onların ölmediğini söylüyor!..
Mesela, bu zamana kadar Godot’yu bekleyenlerin sadece Vladimir ve Estragon olduğu söylendi… Seyyid Hâmid Badincani buna da itiraz ediyor. “Hayır!” diyor… “Biri daha vardı…” Vladimir ile Estragon’un şöhretinin gölgesinde kalmış biri… Hatta o, Vladimir ile Estragon’dan daha uzun süre Godot’yu bekledi…
Ve Seyyid Hâmid Badincani bununla da kalmıyor; Godot’nun kim olduğunu açıklıyor!
Oblomov ile Coşkun Ermiş’in; Zahar ile Sancho’nun; Don Quijote ile Godot’nun buluşması ve daha fazlası Don Quijote’nin Üçüncü Cildi’nde; yani bu kitapta…
Mutluluk Terapileri: Kişisel Uyanış ve İçsel Yolculuk Kitabı!
Hepimiz doğuştan bir özle geliriz dünyaya. Temiz ve saf bir öz. Buna ‘gerçek benlik’ de diyebiliriz. Biz çocukken ortada sadece gerçek benliğimiz vardır. Benliğimizin ve özümüzün etkisi ile bir başka çocukla hemen arkadaş olabiliriz. Arkadaşlarımıza küssek de onlarla hemen geri barışabiliriz. İçimizde kin biriktirmeyiz. Küçük şeylerle mutlu olabiliriz...
İşte çocukluğumuzdaki bu benliğimizi zaman içinde başka bir benlik yani ‘kişilik’ sarmaya başlar. Kişiliğin ortaya çıkma nedeni ise özü korumaktır aslında. Çünkü herkese karşı güven içinde ve saf olan öz, fiziki dünyada ayakta kalmak zorundadır. Her zaman içinden geldiği gibi davranamaz. Herkese güvenemez. Özü fiziksel dünyadan gelecek zararlara karşı korumak amacıyla gerçek benliğimizin üzerine bir benlik daha inşa ederiz. Bu benliğe maske de diyebiliriz. Yani kişilik bir nevi özümüzü kapatan bir maskedir. İdeal olan nedir biliyor musunuz? Kişilik ve özün paralel gelişmesidir! Ne var ki, bu ikinci benlik o kadar çok öne çıkar ki, insan zaman içinde özünü unutur ve ondan uzaklaşır. Toplumun beklediği tarzda hareket ederken kendisi olamaz. Gündelik olayların akışına kendini kaptırırken ve gündemi takip ederken derine inemez!
Sonuçta bugün hepimizin ortak şikâyeti olan ‘mutsuzluk’ boşluğu kaplar içimizi! Ya yıllarca arzulayıp bizi mutlu edeceğine inandığımız şeyleri elde ettikten sonra mutlu değilizdir ya da elimizde olmayan ve bizi mutlu edeceğine inandığımız şeylere ulaşmak için bugünü yaşamaktan vazgeçerek canla başla ‘nefes’ almadan ‘daha fazlası’ için çalıştığımız için...
Çünkü küçüklüğümüzden bu yana sahip oldukça, başardıkça ve eğlendikçe mutlu olacağımıza inandırıldık. Bu sebeple mutluluğu genelde dışarıda arıyoruz. ‘Haz’ odaklı yaşamak bizi mutlu edecek sanıyoruz. Oysa mutluluk vadeden ‘şeyler’ bir süre sonra gözümüzde sıradanlaşıyor. Elimizde olduğu için bizi mutlu etmiyor. Evet, içimizdeki mutluluk boşluğunu ‘sahip’ olduklarımızla doldurma çabasını bir kenara bırakmanın, bakış açımızı değiştirmenin, içsel bir yolculuk yapmanın zamanı geldi.
Mutluluk Terapileri, bu içsel yolculukta her zaman güvenebileceğiniz, sizi hiç yalnız bırakmayacak ‘sadık’ bir yol arkadaşı! İçinize dönmenizle filiz verecek yeni hayatın ve kişisel uyanışın ipuçları ise yine o masum çocukluğumuzda gizli!
• Affet, rahat et! Küçük şeylerle mutlu ol!
• Geçmiş geçti, ana odaklan! Sev, sevil! Hayal dünyanı geniş tut!
• Maskelerden kurtul, kendin ol! Doğa ile irtibat kur! Oyun oyna!
Bu kitabı okuyunca, insan olarak bunca zaman kendinize yaptığınız haksızlığı anlayacaksınız ve şükrederek derin bir nefes alacaksınız. Gözlerinizdeki ışık tekrar parlayacak, hayata bakış açınız olumlu yönde değişecek, kalbiniz ısınacak, ruhunuz rahatlayacak. Evet, ‘mutlu’ olacaksınız!
Pedagoji Derneği Başkanı olan Uzman Pedagog Mehmet Teber, kadim kültürümüzün kaynakları ile modern psikolojinin verilerini harmanlayarak mutluluğa dair farklı bir bakış açısı yakalamış. Didaktik bir dille değil, öykülerle mutluluğa götürüyor bizleri.
“Mutluluk Terapileri”
Yazar: Uzman Pedagog Mehmet Teber
Yayınevi: Hayykitap - 245
Kategori: Mutlu Aile - 3
Türü: Sağlık, Pedagoji
Birinci baskı: Şubat 2014
Sayfa sayısı: 160
Ebat: 13,5 x 19,5 cm
Fiyatı: 14 TL
ISBN: 978-605-5181-52-9
Barkod: 9786055181529
The Free Licks’in Yeni Videosu “Hang On” Kore’li Yönetmen Lee Han Beet’ten
Aralık ayında kulaklarımıza düşen beş şarkılık EP'leri "Exit Plan" ile gönlümüzü fetheden The Free Licks, ikinci video klibini yayınladı. “Hang On” için Kore’li yönetmen Lee Han Beet’ in “Cosmic Man” isimli orijinal kısa filmi üzerinden yeniden kurgulandı.
Grupla ilk kez tanışanlar için hatırlatalım; 2010 yılında Ekin Kışlalı ve bas gitarist Cem Konuk’un, Ekin’in besteleri üzerine çalışmaları sırasında önce davulcu Veli Erişim Meral ve kayıtlar sırasında Arda Algül’ün de klavyede yerini almasıyla bugünkü kadrosuna ulaşan “The Free Licks” yeni parçalar yapmaya devam ediyor. Gruba, albüm kayıtlarında ve konserlerinde, Jason ve Umut Yıldız gitarlarıyla eşlik ediyor.
E.P.’yi de şu adreslerden dinleyebilirsiniz...
iTunes: http://www.smarturl.it/0trdro
Deezer: http://www.deezer.com/album/7127010
Spotify: https://play.spotify.com/album/0eMITqRideVWJ5GNHfknRP
Admission : Gizli Formül Aile
Televizyon dünyasının sevilen ismi Tina Fey’in geç kalmış beyazperde macerasının şimdilik son durağı “Admission”, konusunu sevilen bir romandan alan geç kalmışlıklar üzerine bir romantik komedi… Üniversitelere başvuru sürecinin de nasıl bir sektöre dönüştüğünü görebildiğimiz kadın odaklı öykü, kapitalizmin beşiğinde işe gömülüp duygularını kaybetmiş bir kadının yeniden hayatın içine dönmesine odaklanıyor…
Bizde “Başvuru: Kabul” adıyla gösterime giren film, köklerini romandan alanlardan... Jean Hanff Korelitz’in romanından senaryoya uyarlayan isim, uzun zamandır ortalıkta görünmeyen Karen Croner... Yine roman uyarlaması 1989 yapımı Tv filmi “Cold Sassy Tree”ye imza atan Croner, beş yıl sonra kendi senaryosuyla “Scattered Dreams” Tv filmine kaynak olmuş bu kez... Adını anınca akla gelen en iyi işineyse 1998 yapımı, oscar adayı da olan “One True Thing” ile imza atmış... O gün bugündür de sesi soluğu çıkmıyordu bugüne kadar... Yönetmen koltuğundaysa Paul Weitz oturuyor... Adını ilk kez 1999’da “Amerikan Pastası” ile duyduğumuz Weitz, iyi iş çıkarıp koca seriyi başımıza bela etmişti... Serinin sonraki filmlerine hiç yüz vermeyip, ailecek izlenen komedilere dikti gözünü... 2002 yapımı “About a Boy” ile seveni bol bir romanın uyarlamasından alnının akıyla çıktı... Sonrası hayli savruk, ta ki yine roman uyarlaması olan 2012 yapımı “Being Flynn”a kadar... Bir yıl sonra yine uyarlamasında netekim, Tina Fey’in başını çektiği kadro sayesinde risksiz bir projeyle... Fey’e eşlik eden Paul Rudd’un da Amerikan izleyicisince sevildiği düşünülürse, klasik bir öyküyü sevilen isimlerle donatarak tipik bir pazar akşamı filmiyle gelmiş karşımıza Weitz...
“Admission”, her çoksatar roman uyarlaması gibi bildik bir konuya sahip... Her şeyi bildik bu maceranın farkı, bize yabancı olan üniversitelere başvuru sürecini işliyor olması… Ki hakikaten ne sektörmüş bu diyebileceğimiz bir kolmuş, neler dönüyormuş ta haberimiz yokmuş... Altı üstü üniversiteye başlayacak öğrenci alınacak ama, tipik Amerikan gösterişçi kültürü dolayısıyla değerlendirmeler uzun ve çok detaylı bir süreç içeriyor... Kahramanımız Portia’da işinin en iyilerinden, Princeton’da bu departmanın önemli ismi... Hatta işin en tepesindeki adamın emekliliği sonrasında boşalan koltuk için iki adaydan biri... Bir yandan liseleri gezip, üniversitesini tanıtıyor, diğer yandan rekabetine bileniyor... “İşle duygularını karıştırma” mottosunun izinde yaşıyor... Birlikte yaşadığı adamla olan iletişimleri de tıpkı işi gibi... Birbirlerine kedi köpek okşar gibi seslenen ve dokunan bir çift halinde... Bu profili kısa sürede anlatan filmimiz, ilacı anlatma kısmına girişiyor sonra... Önce bir telefon, sonra ziyaret derken John başlatıyor değişimi... Tanıştırdığı Jeremiah’ın Portia’nın oğlu olması söz konusu... Ve başlıyor değişim...
Modern Amerikan kadınına dair öncesi ve sonrasına uzanan bir öykü anlatıyor “Admission”, öncesi ne kadar sıkıcı bir hayatsa sonrası da o kadar klişe... Üniversiteye giriş için herkesin beklediği “gizli formül nedir?” sorusunun cevabını, Portia’nın değişimi üzerinden anlatmak isteyen filmimiz, komediye yer yer göz kırpsa da tam manasıyla beceremiyor... Oysa arada iyi espriler, o esprilere yol açacak iyi karakterler de var... Aile filmi kıvamında süren seyirlik, ilk yarısını iyi geçirse de ikinci yarıda çok uzatıyor mevzuyu, tempoyu da düşürerek azap çektiriyor... Gereksiz ayrıntılar ve sahnelerle bir türlü finale gidemiyen film, Fey ile Rudd’un kimyalarını da tutturamayınca ortaya tipik ahlakçı Amerikan işi çıkıyor...
Gizli formül Aile diye bağıran “Admission”, ailenin kutsallığına dair o beylik lafları yeniden tekrarlayarak basit formülünü işleten vasati bir seyirlik…
Yeni Video: The Afghan Whigs “Algiers”
90’lı yılların efsane gruplarından The Afghan Whigs, 16 yıl sonra girdiği yeni albüm kayıtlarından sonunda 10 yeni şarkıyla çıktı… 15 Nisan’da kavuşacağımız albümden ilk şarkı da klibiyle yayında… Grubun yedinci stüdyo albümü olacak “Do To The Beast”in şarkı listesiyse şöyle:
02 “Matamoros”
03 “It Kills”
04 “Algiers”
05 “Lost In The Woods”
06 “The Lottery”
07 “Can Rova”
08 “Royal Cream”
09 “I Am Fire”
10 “These Sticks”
Dizi Ajandası : 17 / 23 Şubat
Pazartesi, Şubat 17, 2014
•
Üç yeni dizinin başlayacağı, bir dizinin de yeni sezonuna başlayacağı hafta, yine kış olimpiyatlarının gölgesinde majör yapımların eksikliğinde seyrediyor... Bu eksiklikten istifade ederek başlayacak yenilerden “About a Boy” dikkat çekerken, “Star-Crossed” haftanın en çok merakla bekleneni...
Pazartesi:
Almost Human 1x11 Disrupt
Beauty and the Beast 2x14 Redemption
Being Human U.S. 4x6 Cheater of the Pack
Castle 6x15 Smells Like Teen Spirit
Intelligence 1x7 Size Matters
Moone Boy 2x1 [Yeni Sezon]
Star-Crossed 1x1 Pilot [Yeni Dizi]
Switched at Birth 3x6 The Scream
Teen Wolf 3x19 Letharia Vulpina
The Following 2x5 Reflection
The Fosters 1x16 Us Against The World
Salı:
Cougar Town 5x7 Time to Move On
Death In Paradise 3x6
Killer Women 1x6 Daughter of the Alamo
Pretty Little Liars 4x20 Free Fall
Twisted 1x13 Sins of the Father
Çarşamba:
Broad City 1x5 P*$$Y Weed
Criminal Minds 9x15 Mr. & Mrs. Anderson
CSI 14x15 Love for Sale
Kirstie 1x11 Maddie's Agent
Men at Work 3x6 Hi, Jude
Super Fun Night 1x17 ...Till the Fat Lady Sings
The Exes 3x19 My Fair Stewart
Workaholics 4x5 Three and a Half Men
Perşembe:
Rake 1x5 Bigamist
Saving Hope 2x17 Twinned Lambs
Cuma:
Banshee 2x7 Ways to Bury a Man
Helix 1x8 Bloodline
Pazar:
About A Boy 1x1 Pilot [Yeni Dizi]
Bitten 1x7 Stalking
Black Sails 1x5
Call The Midwife 3x6
Episodes 3x7
Girls 3x8 Incidentals
Growing Up Fisher 1x1 Pilot [Yeni Dizi]
House of Lies 3x7 Pushback
Looking 1x6 Looking In the Mirror
Mr. Selfridge 2x6
Shameless (US) 4x7 A Jailbird, Invalid, Martyr, Cutter, Retard,
The Musketeers 1x5 The Homecoming
The Walking Dead 4x11 Claimed
True Detective 1x6 Haunted Houses
Kulak Keyfi : Ocak Raporu
Yılın ilk ayında kulaklarımızın iyi müziğe doyduğunu söylemek mümkün... Yılın en çok beklenen üç albümüne erkenden kavuştuğumuz Ocak ayının en önemli notu, muhteşem Broken Bells albümü “After the Disco”... Yerli albümlerdeyse Nada’nın muhteşem “Medusa”sı dışında her şey bildiğimiz gibi gidiyor... İşte bu ay yayınlanan albümlerden dinlediklerime dair değerlendirmeler...
Be Forest - Earthbeat
2010’da kurulan İtalyan dörtlü, ilk kayıtlarından itibaren kadın vokalli atmosferik işleri sevenlerin gözünden kaçmamıştı... Japandroid coverlamalarıyla daha da büyük bir kitleye seslenir olan grup, sophomore tanımlamasına tam uyan bir albümle çıka gelmiş... Artık daha fazla dinlenecekler kaçarı yok... Açılış şarkısı “Totem”le girdiğiniz karanlık odada Costanza Delle Rose’un sesine doğru adım attıkça melodik atmosfere hapsolmamak zor... İlk dinleyişte kendini sevdiren ve kolay kolay vazgeçirtmeyen albümlerden biri... Yeni bir şeyler arayanlara şiddetle öneriyorum... Özellikle de The Cure, Sister Of Mercy, Joy Division, Echo & The Bunnymen, Jesus & Mary Chain sevenlere...
Beck - Morning Phase
Dile kolay altı yıllık sessizliği bozan bir albüm bu, yılın en çok bekleneni... Üstadın 13 şarkı barındıran on ikinci stüdyo işini, daha duygusal daha optimist daha armonik olarak tanımlamıştı... Daha ilk şarkıyla tanımlamasını açıyor hem de usul usul... Neredeyse adıyla eşitlenen klasiği “Loser”dan bu yana geçirdiği evrimin sonunda nerede durduğuna, ne yaptığına da şapka çıkarmak gerekiyor... Bu kadar uzun aralar vermemesini de dilemek lazım... Yılın iyi albümleri listelerine şimdiden aday, beklentilerin de üzerinde bir albüm... Haliyle ayın en iyilerinden birine kulak verin...
Broken Bells - After the Disco
Efsane prodüktör Danger Mouse ile The Shins’in sesi James Mercer’in bayıla bayıla dinlemelere doyamadığımız projesi için ne söylesem yetmez... Arcade Fire’ın “Reflector” ile yükselttiği çıtayı daha da yüksek bir yere koyan albüm, her şarkısını ayrı seveceğiniz, koca bir yıl kulağınızdan eksik etmeyeceğiniz o özel işlerden...
Coeur de Pirate – Trauma
Hemen içi saran özel isimlerden Coeur de Pirate ya da gerçek adıyla Béatrice Martin, chanson’un yeni kuşak seslerinden biri olarak ülkesinin dışına da ses vermenin yolunun cover albümden geçtiğini düşünmüş... Bu düşünceyle üçüncü stüdyo albümünde “Ain't No Sunshine” ile yaptığı açılış 12 şarkıyla kapatmış... “You Know I'm No Good”, “Summer Wine” ve “Last Kiss”e özellikle dikkat... Ayın en özel albümü olduğunu belirtmeye gerek yok değil mi?
Drowners – Drowners
Ayın en iyi yabancısı, nostaljik tatlar barındıran bir ferahlamayla geldi... NME’nin işaret ettiği ve arkasında bolca durduğu grup, kendi adlarını debutlarıyla tüm maharetini sergilemiş... En uzunu üç dakikalık şarkılarla, klasik formülü uygulayan New York’lu dörtlüden bu çıkış bekleniyordu... Arctic Monkeys, The Vaccines ve Foals ile birlikte gelecek iki ayı turnede geçirecek olmaları da bunun imareleri... Strokes ile The Smiths arasında duruyorlar ama hemen sevilen ve gönül çelen bir debutla fazlasıyla iyiler... 13 şarkılık debut için bu ayın en iyi tazesi demekle kalmayıp, yılın da en iyi çıkışlarından biri diyelim şimdiden...
Kye Kye – Fantasize
Amerikalı indie pop elektronika dörtlüsü Estonya doğumlu vokalistleri Olga’nın sesinden alıyor gücünü... Sigur Ros, Deathcab for Cutie, Coldplay ve M83’ün izinde gittiklerini söylüyorlarsada daha çok mesafeleri var oraya... 2011’de yayınladıkları debutları “Young Love” ile hatırı sayılır bir kitlece farkedilmişlerdi ama okyanus ötesine Kat Dennings’li biyografik drama “Renee” ve Mtv’nin gençlik komedisi “Awkward”a verdikleri şarkılarla geçtiler... Ocak 2013’te üzerinde çalışmaya başladık dedikleri albüme bir yıl sonra kavuştuk... İlk albümün ötesine geçtikleri 12 şarkılık albüm dinleyicisine müthiş bir yolculuk yaptırıyor... Sadece piyano ve yaylılar üzerine kurulan şarkılar içinize nakış gibi işleniyor... Kapıyı açıp, eşikten atlamanızı bekliyor Fantasize, minimal tınılar ve melankolik hava her daim baştacı...
Nina Persson - Animal Heart
The Cardigans ile 90’lı yıllara damga vuran seslerden biri olan Persson, ilk kez solo albümle karşımızda... A-Camp projesiyle de farklı tınlayan Persson, tüm bunların uzağında kendi kafasına göre takılmayı seçmiş... Böylece denemelerle yoğrulan ve dağınık 12 şarkılık bir toplam var elde... Çok iyi vokal olduğu bir gerçek ama solo albümde alıştığımız albeninin uzağında, alıp götürmek yerine sindirilmeyi bekliyor... En azından daha melodik, daha indie pop havasında bir albüm beklerdim, lakin öyle bir şey yok... Olabildiğince sıradan şarkılarla, çok düz bir ilk adım, başarısız bir deneme...
Temples - Sun Structures
Her şey bir yana bit pazarına nur yağdıran psychedelic gruplar bir yana... Yeniden layıkıyla yapılır hale gelen türe son katkı da İngiliz dörtlüden geldi... 2012’de kurulan grup, daha yayınladıkları ilk kayıttan itibaren gördükleri büyük ilgiye dört single ile yanıt vermişlerdi... Resmi olarak 10 Şubat’ta yayınlanacak debutları da ayın bonuslarından biri olmuş durumda... Beklentileri fazlasıyla karşılayan 12 şarkılık albüm özellikle albüme adını veren şarkıyla gönüllerde taht kurmaya aday... Türe ilgi duyanların atlamaması ve bir an önce sarıp sarmalaması gerekiyor, benden söylemesi...
The Autumn Defense – Fifth
John Stirratt ve Pat Sansone’un yan projeleri, beşinci albümünde başka bir grubun yan projesi gibi tınlayarak dinleyicisini şaşırtmayı seçmiş... Bugüne kadar yaptıkları tüm hitlerin uzağında bir hava ve soundla daha geleneksel takılmalarının sonucunda çıkan 12 şarkıyla da vasat ve silik bir albümle bir an önce unutulmayı bekliyorlar...
The Hidden Cameras – Age
Kanadalı indie pop güzelliği, Joel Gibb’in önderliğinde yolundan şaşmadan devam ediyor... Altıncı stüdyo albümlerinde Gibb’in deyişiyle köklerine yaklaşmışlar... Duran Duran’a duyduğu hayranlığı da her fırsatta dillendiren Gibb, özellikle ilk single “Gay Goth Scene” klibiyle de çıkıyor öne... Beklendiği gibi olan albümlerden “Age”, yeni bir şeyler denemek için alternatif arayanlar için de bulunmaz nimet...
The Notwist - Close To The Glass
Alman dörtlü de uzun sessizliği bozanlardan... Altı yıl aradan sonra kavuştuğumuz albüm, grubun sekizinci stüdyo işi... Resmi olarak 24 Şubat’ta çıkacak olsa da, bir ay önceden kulaklarımıza düşenlerden... 12 şarkılık albüm, geçen altı yılın gruba yaradığını ve kulaklarımızın onları ne kadar özlediğini gösteriyor... 2014’ün en çok beklenen albümlerinden biri olması boşuna değil... Özellikle “Into Another Tune”dan başlayarak özlem gidermenin tam zamanı... Grupla ilk kez tanışacak olanlar ise “Neon Golden” ile başlayabilir...
Warpaint - Warpaint
2004’te kurulan Los Angeles, California’lı Indie rock dörtlüsü, bugün dönüp baktığımızda onuncu yılında ikinci stüdyo albümünü yayınlamasına şaşırdıklarımızdan... İlk kayıtlarını 2008’de yayınlayan grup, 2010 yılında debutları “Fool” ile yılın en iyi çıkışlarından birine imza atarak bir anda patlama yapmıştı... Dört yıllık bekleyişin sonunda kavuştuğumuz albüm kendi adlarını taşıyor ve biri intro 12 şarkı içeriyor... 17 Ocak’ta çıkan albüm, İngiltere listelerinde 9 numarayı gördü, NME’den 10 üzerinden 9 puan alarak kısa sürede ne kadar iyi olduğunu kanıtladı bile... Üzerine biz ne desek boş... Majör dergilerin baş tacı ettiği albüm, ayın en tescilli iyilerinden biri... Kulağınızdan eksik etmeyin...
***************
Yerli Albümler:
***************
Candan Tezel - Hikayeler
110 ile tanıyıp sevdiğimiz Candan Tezel, ilk solo albümünde grup çalışmalarından çok uzak düşmemiş... Dokuz şarkılık albümde “Özledim Seni”nin yeni düzenlemesi de yer alıyor... Tüm albümlerin birbirinin kopyası soundlar, tavırlar ve formüllerle çıktığı dönemde farklı olanı baştacı ediyoruz hemen... Tezel’in solosu da bu açıdan nefes aldırıyor dinleyene... Ülkemizdeki alternatif yelpazenin malum darlığında, ara yolların açılmasına da seviniyoruz... Açılış şarkısı “Bir Şarkı” Noir Desir klasiği “le vent nous portera”yı andırıyor, irkiliyoruz ama sonra toparlıyor albüm... “Rüzgarla” ve “Hiç Kimse”den itibaren ısıtmaya başlayan ve düzenlemeleriyle de öne çıkan “hikayeler” beklentileri fazlasıyla karşılayan gözden kaçırılmaması ve sevilesi bir albüm...
Kolpa – Aşk ve Hayat Hakkında
2009’da ilk albümleriyle hatırı sayılır bir kitleye seslenen Kolpa, eğlenceyi ön planda tutarak ve farklı coverlar yaparak sevdirmişti kendini... Bolca konserin artısı olarak eklenen bu özelliklerini albümlerine de yansıtmışlardı... Bu kez aşka kafayı takarak arabeskin dibine vurmayı seçmişler... 10 şarkılık albümden çıkan sonuçsa, küçük gripin olmak... Daha şarkı adlarından ağda fışkırması yetmezmiş gibi “İşler İçine İçine”, “Gurur Benim Neyime” ve “Sezen’den” gibi üç saçmalığı görünce dillerdeki tek nağme, kolpa’yı da kaybettik allah rahmet eylesin oluyor... Bu virüsün diğer gruplara da sıçramaması dileğini de her fırsatta dillendirmek lazım...
Murat Yılmazyıldırım - Ayna ve Aynadakiler
Düş Sokağı Sakinleri dönemi sonrasının solo macerasına bildiğimiz şarkı formunda başlayan Yılmazyıldırım, özgün işler çıkarmanın bir kaç adım ötesine geçmeyi sürdürüyor... Yelkenlerle başlayan bu kendine has tavır, ikişer cd’lik albümlerle yavaş yavaş sadece kendisiyle ortak akla, duyguya sahip insanlara seslenir oldu... Düş Sokağı Sakinleri’nden bu yana takip eden biri olarak Yılmazyıldırım’ın olduğu noktayla dinleyici olarak benim olduğum yer arasında neredeyse bir uçurum var artık... Aynı şarkıları yeni albüm gibi sunuyor gibi geliyor, kendini tekrar ediyor bolca... Buna rağmen dinleyeyim belki farklı bir şey yapmıştır dedim ama nafile... Aynı meyanda giderken yarıladım galiba diye düşünürken bir baktım daha ikinci şarkıdayım... Hızla ayrıldım ordan... Sadece hastası olanlarına hitap ediyor haliyle...
Nada – Medusa
Yerli olmasına her seferinde şaşırdığım Nada, ikinci albümüyle mest etmeye devam ediyor bizleri, ne kadar şanslıyız... 2011’in en güzel hediyelerinden biri olan “Oda” ile yaşadığımız mutlu tanışmayı, bir kaç adım öteye taşıyorlar bu kez... Dokuz şarkılık “Medusa”, mitolojik öykülerden besleniyor, kahramanlarının yolculuğuna ve karanlıkla mücadelesine eşlik etmeye çağırıyor... Atmosferiyle saran “Medusa”, bu ülkeye ve müzik sektörünün şu anki haline çok fazla gelen albümlerden biri... Bunca kötü müziğin fışkırdığı ortamda iyi ki varlar... Benim için şimdiden yılın en iyi albümleri listesinde... Haliyle ayın en iyi albümü...
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)