Yaşanmış olayların hiç cevaplanmamış sorularına kendince tezler üretmek senaristlerin son can simidi artık. Gerilim filmlerinin sıkça başvurduğu bu “aslında ne oldu” temasına her gün başka bir film ekleniyor. 2016 yapımı Amerikan işi gerilim “The Veil” bir tarikatın toplu intiharına ışık tutuyor, mekana yeniden dönüyor ve işin aslının sanıldığından daha ürpertici olduğunu söylemeyi deniyor.
Senaryosunu Robert Ben Garant’ın kotardığı filmin yönetmen koltuğunda da Phil Joanou oturuyor. Komedilerle tanıdığımız Garant, anlaşılan korku gerilimi sevmiş. “Reno 911!”in yaratıcılarından biri olan Garant, türe 2013 yılında yazıp yönettiği “Hell Baby” ile göz kırparken korkuyla komediyi harmanlamıştı. Bir yıl sonraysa komediyi çıkararak saf gerilim “Jessabelle”in senaryosuyla bu geçişi sağlamlaştırmıştı. Yine saf bir gerilimle dönmüş. Joanou ise türe yabancı bir isim. 1987’de “Three O'Clock High” ile ilk uzun metraj sınavını veren yönetmen ayağına gelen fırsatları tepmekle ünlü bir isim. İkinci filmi “State of Grace” ile doksanlı yıllara iyi giriş yapan yönetmen, “Final Analysis” ve “Heaven's Prisoners”in vasatlıklarıyla yaşadığı düşüşü 1999’da yazıp yönettiği “Entropy” de düzeltemeyince girdiği yedi yılık arayı bir spor draması “Gridiron Gang”le sona erdirebilmişti. On yıl sonra bu kez hiç denemediği türde... Thomas Jane, Jessica Alba, Lily Rabe, Aleska Palladino, Reid Scott ve Shannon Woodward gibi işini kolaylaştıracak oyunculardan kurulu da bir kadro söz konusu.
“The Veil” seyircisini baştan bilgilendiren filmlerden. “23 Mart 1985'te Cennetin Perdesi Kilisesi'ne mensup 47 kişi toplu şekilde intihar etti. Jim Jacobs'ın hazırladığı ölümcül bir ilaçla kendilerini ve çocuklarını zehirlediler. Bu Amerika tarihindeki en büyük toplu intihardır.” dipnotuyla açılıyor. FBI baskınına denk gelen toplu intihardan tek kurtulan da bir kız çocuğu olmuş. Sarah Hope ile tanışıyoruz. Olayın üstünden 30 yıl geçmiş, hatırlamıyor ama bu travmayı ömür boyu taşımak zorunda. Mekana geri dönerek yaşananları anlatan bir dökümanter çekmek isteyen ekibin ısrarına dayanamıyor ve yüzleşmek için yola koyuluyor. Film ekibinin başını çeken kardeşlerin babalarının da o baskında yer aldığını öğrenmemizle 25 yıl öncesiyle olan bağımız tamamlanıyor ve Cennetin Perdesi yeniden aralanıyor...
The Veil, daha ilk yarım saatinde Ti West’in aynı olayı işleyen gerilimi “The Sacrament”i akla getiriyor. Buluntu film formülüyle Jim Jones’un tarikatını anlatan filmin aksine “The Veil” gerçeklerden yola çıkmışsa da kendince hafifleterek kullanmış. Jim Jacobs diye biri yok örneğin, olay da en büyük toplu intihar değil. Jonestown katliamı olarak tarihe geçen olay dünyayı şoke ederken, Jim Jones ve 911 müridi toplu şekilde intihar etmiş. Garant bu sayıyı azaltıp ismi değiştirmeyi tercih ederken, Jones’un son vaazını kaynak almış. Ölümlerinin son derece kutsal olacağını söyleyerek son konuşmasını yapan Jim Jones müritlerini bir araya toplamış ve onlara artık cennete doğru yola çıkmanın zamanı geldiğini bildirmiş. “Başka bir yerde buluşacağız.” diye söz vermiş ve eklemiş: “Ölümde büyük bir şeref var. Bu ölecek olan herkes için büyük bir gösteri.”
The Veil, bu buluşmayı anlatıyor. Paralel kurgu ile ölümlerin perde arkasını gösteriyor ve aslında amacın ne olduğunu göstermeye çalışıyor. Sağ kalan tek kişiyle mekana yeniden gitmek, FBI’ın bulamadığı kayıtları bularak onları izlemek ve her yeni makarada gerilimi arttırmak teoride iyi formül gibi dursa da pratiğe bir türlü yansıyamıyor. Garant’ın mantık hataları içeren senaryosu bir türlü konuya iyi giriş yapamazken, Joanou’nun türe yabancı olduğunu adeta bas bas bağırarak atmosferi kuramıyor. Zaten kursa ne olacak, ortada son derece klişe ve tahmin edilebilir bir işleyiş var.
Seyircisine 19 Ocak’ta Netflix ve benzeri platformlar üzerinden ulaşan “The Veil” bir tarikatın toplu intiharının perde arkasını sürpriz finalle vermeye çalışırken daha ilk nefeste tıkanarak o intiharın bir parçası oluyor. 93 dakika boyunca boş boş duvara baksanız daha iyi. Hiç olmazsa bir hareket olur, belki sinek falan konar...
Yorum Gönder