♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Süpriz Şarkı : Pearl Jam "Chinese" Demo

Cuma, Aralık 30, 2011
Yılı 20. yıl kutlamaları, turne ve belgesel derken yollarda geçiren Pearl Jam, bu kez PJ Radio'da 1991 yılında yapılmış bir demo kaydını yayınlayarak hayranlarını sevindirdi. "Ten" için stüdyoya kapanıldığında üretilmiş şarkı,  son birkaç albümdür vasat şarkılar yapan grubun ilk dönemlerini özleyenler için sevinç kaynağı elbette...


İşte şarkının radyo programı kaydı ve mikrofonun başına Cameron Crowe...



2012 ajandası hediyeli CNBC-e Dergi Bayide!

Cuma, Aralık 30, 2011
52 hafta, 52 replik! Her haftayı, CNBC-e ve e2 dizilerinin en sevdiğiniz karakterlerinin ağzından çıkan repliklerin süslediği 2012 ajandası, CNBC-e Dergi Ocak sayısıyla herkese hediye...

CNBC-e Dergi’nin dopdolu Ocak sayısı size uzun bir yapılacaklar listesi çıkarıyor: The Secret Circle’ın altı genç cadısından biri hayatını kaybediyor, tahminlerinizi sıralayın; Dexter’ın sezon boyunca yaşadığı inanç ikilemini onu ekrana kazandıran isimden dinleyin, Doctor Who’nun yeni doktorunu daha yakından tanıyın, Chuck ile final sezonu heyecanına ortak olun ve How I Met Your Mother’ın yeni sezonuna bomba gibi bir giriş yapın. Dahası CNBC-e Ocak film kuşakları arasında dikkat çeken Komik Salı kapsamında ekrana gelecek, Peter Sellers’ı efsaneleştiren Pembe Panter serisinin beş filmini izlemek için ekran karşısındaki yerinizi şimdiden ayırtın.

Ayın sürpriz konukları, özel bölümleri ve sıradışı anlarını konu alan yazılar sayesinde CNBC-e ve e2 izlerken tek bir anı bile kaçırmayacak, ekran yüzlerinin hayatlarındaki son gelişmeleri öğrenerek gündemi takip edeceksiniz.

Oscar’ın gözdelerinden biri olacak The Artist, David Fincher’ın uyarladığı The Girl with the Dragon Tattoo, Meryl Streep’in nasıl bir iş çıkardığı merakla beklenen Iron Lady ve piyasaya çıkan DVD’ler arasında dikkat çeken Nuri Bilge Ceylan filmi Bir Zamanlar Anadolu’da... Vizyondaki filmler ve raflardaki DVD’ler ile bu ay sinemayı yine FİLM Dergisi'nden takip edeceksiniz. FİLM Dergisi, CNBC-e Dergi ile herkese hediye. 

Süpriz Cover : Flaming Lips "I am the Walrus"

Cuma, Aralık 30, 2011
The Beatles şarkılarının bugüne dek defalarca yorumlandığına şahit olduk ama The Flaming Lips, noel hediyesi tadında bir yorum bıraktı kulaklarımıza... 

2011'i, albüm yayınlamamasına rağmen verimli geçiren The Flaming Lips, mini kayıtlarla doldurmaya devam ediyor. Böyle bir cover başka kimden gelirdi bilemiyoruz ama Flaming Lips usülü "I am the Walrus" müthiş dememek zor doğrusu...

30 Minutes or Less : Zengin, Ezik ve Hindu

Cuma, Aralık 30, 2011
“Shaun of The Dead”den sonra gördüğümüz en yaratıcı zombi komedisi “Zombieland”in yönetmeni olarak gönüllerimizi fetheden Ruben Fleischer yeniden kamera arkasına geçince meraklanmamak zordu. Kadro da komediye uygun olunca, vizyonda aradı gözlerimiz ama “30 Minutes Or Less” artık ev sinemasında… Çok ülke gezip, vizyon görse de bir ara Eylül sonunda gösterime girmesi beklense de, pek yakında olarak kalmıştı… İyi ki de kalmış…

Michael Diliberti’nin ilk senaryosunda, Fleischer son yıllarda alışkanlık haline gelen bol karakterli, zemheri boşalan bir komedi yaratmak üzere çıkmış yola… Ama bu çıkışta öncüllerinin formülünü tekrarlama yoluna giderek baştan kayıplar mevcut.

Piyangodan büyük ikramiye kazanmış bir emekli askerin ezik ve salak oğlu Dwayne’nin mirasa konma çabasını anlatmaya çalışıyor filmimiz. Başkarakterimiz Nick, filme adını veren düsturun pizza dağıtıcısı… Eski püskü arabasıyla alınan siparişleri yarım saatte yerine ulaştırmaktan sorumlu. Ev arkadaşı da bir Hintli. Nick’in aşık olduğu kızın kardeşi desek mi… Dwayne mirasa konmak için kendinden de salak arkadaşıyla babasını öldürtme fikrine varıyor önce… Sonra bunu gerçekleştirecek kiralık katile verilecek parayı bulmaya geliyor sorun… O sorunun çözümü de ilk gördükleri numarayı aramak oluyor. Nick’e bomba yelek giydirip, git banka soy deniyor… Ve başlıyor olaylar…

Artık alıştık, her komedi de ezik salak bir karakterin ondan da salak bir kankası olmasına… En yakın arkadaşın kızkardeşine aşık olmaksa çoktan işlenen mevzuular… Zaten artık komedilerde en çok ezilen ve güldürme malzemeleri olanlarda farklı kültürler. Dolayısıyla filmimiz, zaten bolca örneklerini gördüğümüz karakterleri yaratıp bir miksere koyup karıştırmayı uygun görmüş ve bundan yaratmaya çalışmış komedisini… Ek yan ürünleri de unutmamışlar… 80’lerin müzikleri, arabaları gibi malzemeler de cabası… Bunca formüle işten bir komedi çıkması, ne kadar yaratıcı olduğuyla orantılı olunca tüm formülün heba olması da şaşırtıcı olmuyor.

83 dakika boyunca ne tempo artıyor, ne heyecan… Merakla beklenen ne bir sahne, ne de final söz konusu olunca durdurup sıkılmazsanız bitirilebilen bir filme dönüşüyor “30 Minutes or Less”… Üstelik oyunculuklarda bolca sorunlu… Her oyuncunun sönük performansı, filmin sırtlayacak birinı aramasını doğuruyor ki, Jesse Eisenberg’in role pek yakıştığını yada inandırıcı olduğunu söylemek mümkün değil zaten. Danny McBride’ın da konservatif oyunculuk sergilemesiyle neresinden ümitlenseniz elinizde kalan bir deneme haline geliyor film. Oyunculukların bu derece sırıtmasının sorumlusu da yapım ekibi demeden geçmeyelim… Zira ev arkadaşı ve sevgili Hintli, kiralık katil Meksikalı olunca bu kadar kolaycılığa kaçılması ancak salakları güldürecek bir hazırlığın işareti…

Zombieland sonrası beklentilerimizi boşa çıkarıyor Ruben Fleischer, 30 Minutes or Less’de… Fleischer’ın bir sonraki filminin Sean Penn’li, Ryan Gosling’li 40’lı yıllarda geçen bir suç draması olmasına ne gözle bakmalı orası da şimdilik meçhul… Anlaşılan komedi söz konusu olduğunda bir süre daha Apatow ekibi dışındakilerden beklenti duymadan geçeceğiz filmin karşısına…

I'm Not There : Bob Dylan Olmanın Altı Hâli

Cuma, Aralık 30, 2011

“How many roads must the man walk down
Before you call him a man
How many seas must the white dove sail
Before she sleeps in the sand
Yes, 'n' how many times must the cannon balls fly
Before they're forever banned?
The answer, my friend, is blowin' in the wind,
The answer is blowin' in the wind.”


Yaşayan müzik efsanesi Bob Dylan ünlü şarkısında* sorar bir adamın hangi yolları kat etmesi gerektiğini. En son “Far From Heaven / Cennetten Çok Uzakta” ile hayran kaldığımız, 2002’den beri sesi soluğu çıkmayan yönetmen Todd Haynes de belli ki Dylan’ın katettiği yolları düşünmüş.

Todd Haynes üzerine bir parantez açıp, biri iki çift laf etmekte fayda var. 1991’de çektiği ilk uzun metraj “Poison” ile Sundance film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alarak kariyerine başlamış bir isim. Uluslar arası Festivallerden ödüller toplayan ikinci filmi “Safe” ile yerini iyice sağlamlaştıran Haynes, 1998’de yine bir efsane müzisyeni, (David Bowie) bu kez direk olmasa da dolaylı olarak anlatmıştı.

Müzik dünyası ile dirsek teması gayet iyi olan Haynes, Bob Dylan’ın onayını da alarak çektiği biyografi’de adeta tüm kuralları ters-yüz ediyor.

Dylan hakkında uzun uzadıya bilgiler vermek yerine, kafasındaki “Bob Dylan” resmini yakalamaya çalışmış. Kafasındaki resmi de tek bir kişide ya da karakterde değil, 6 karakterde ama aynı benlik de bulmuş. Ustanın uzun müzik yaşamını dönemlere ayırarak, her dönemine bir karakter vererek anlatıyor öyküsünü. Dylan bir kez bile görünmüyor, bir kez bile adı geçmiyor.

Bu anlatıma desteğini Rimbaud alıntısıyla veriyor, daha filmin başında; “Bir şair çıplak olandır. Hayaleti bile birden fazladır” Dylan’ın şair yönünü resmeden Arthur Rimbaud, kamera önünde beyaz fonda konuşuyor sadece. Ama söyledikleri beklide sadece Dylan’a değil, yaratıcılara ayna tutan sözler. “Kendini trapezci gibi hissettiğini” söyleyen, film boyunca parça parça görünen Rimbaud, rahat yaşamanın yedi altın kuralını sıralıyor. Hepsi görünmemek, fark edilmek için yapılacak şeyler iken son kuralda bombayı patlatıyor: “Hiçbir şey yaratmayın!” Rimbaud rolünde, en son koku’da izlediğimiz Ben Whishaw’ın çok iyi performans verdiğini söylemek gerek bu arada.

11 Yaşındaki hali ile izlediğimiz Woody Goothrie ile gençliğinin idolü geliyor karşımıza. Boyundan büyük laflar eden Woody’e gelen uyarıda Dylan’ın ara dönemlerinden birine ışık tutuyor adeta: “Günümüzü yaşa… Günümüz hakkında şarkılar söyle”… İdolünden, Dylan’a aktarılan en önemli söylem ise daha başlarda görünüyor perde de; “Benim anlayışıma göre şarkılar, bugüne kadar İncil’in başaramadığını başarmıştır…”

Christian Bale’in canlandırdığı Jack Rollins ile; en büyük patlamayı yaptığı yıllar ve sağlam inanan olduğu zamanlar resmediliyor. Söylemlerinin ne kadar sivri olduğunu görebileceğimiz Ödül konuşması bir yana politik söylemler de filme dahil olmuş oluyor böylece. Joan Baez rolünde sürpriz bir isim de var. Yönetmenin fetiş oyuncusu Julianne Moore! Ayrıca Kült rock grubu Sonic Youth’dan Kim Gordon’da var bu bölümün süprizlerinde. Dylan’ın en büyük patlamayı yaptığı dönemde şu sözlerle anlatılıyor denebilir; “Gerçeklerin ne olduğuna dair onun yazdıklarından ötesi yoktu”

Son iki rolünden birinde izlediğimiz Heath Ledger’in canlandırdığı Robbie Clark ile duygusal dünyasına ayna tutuluyor. Yaşadığı duygusal çıkışsızlıklarına fon olarak Amerika’da katılıyor. Nixon’un Vietnam’dan çekildiklerini açıkladığı an gibi. “Tv tarihinin en uzun savaşı” tanımlaması ile geçen Vietnam dışında başka politik görüntüler de var. Ama Robbie’nin duygusal çıkışsızlığının resminde malzeme de bol. Durup dururken erkek-kadın karşılaştırması yaptığı sahne de çok bariz belli oluyor bu durum. Birde üstüne zaten kırılgan ve kafası karışık görüntü veren Ledger’ın oyunculuğu her şeyi daha iyi hale getiriyor.

İsyancı yanını, hayat görüşünü daha fazla açık eden yanını, Jude Quinn kimliğinde Cate Blanchett canlandırıyor. Perdedeki ilk sahnesi de şok edici. Belki de Dylan hakkında en fazla ipucu yakalanabilecek karakter olduğundan içlerinde fiziksel olarak Dylan’a en yakın görünümden de fazlası yakalanmış. Jestler, mimikler, konuşması ile tam bir Dylan olmuş Blanchett. Herkesin içinde ama herkesten uzakta olarak resmedilmesi bir yana, Dylan üzerine verilmeyen tüm bilgiler kelime kelime dökülüyor neredeyse. Beatles’ında anılması da ayrı bir keyif yaratıyor. Tüm konukların içinde kendi adıyla anılan tek bir kişi var o da Allen Ginsberg.

“Artık değişti, eskisi gibi değil artık” diyenlere inat “Ben aykırılıklardan ibaretim” diyen Quinn, filmin başında Gothrie’nin şarkılarla ilgi yargısının anti tezini söylüyor bir yandan da “Bir şarkıyla değişebilecek bir dünyamız yok. Ne yaparsanız yapın, dünya hareket halinde!”

Artık yorgun ama hala isyankar olduğunu belgeleyen Billy the Kid ile çok fazla şey söz söylemiyor, herhangi bir serüvende isyancı yanının ne kadar ön planda olduğunu belgeliyor.

Özgün ismi, Dylan’ın The Basement Tapes (Sessions) için kaydettiği, ancak orijinal albümde yer almayan meşhur parçasına gönderme yapan film “I’m not there” bugüne kadar yapılmamış bir şeyi yaparak mükemmel bir iş ortaya çıkarıyor. Birbirinden iyi oyunculuklarla zenginleşen farklı karakterler… Ama hepsi birbirine bağlı 6 karakter. Hepsinin ortak benlikleri çok kolay görülebiliyor zaten. En basit örnek değişim…

Sürrealist sahnelerle, mükemmel kullandığı müziklerle, karakterlerinin ruhuna eşlik eden görüntü yönetmenliği ile sonuç olarak, bir öz yaşam öyküsünü, bir biyografiyi yaygın şekillerde anlatmak yerine zoru seçiyor Haynes. Bu seçiminde seyirciyi zorlayan çok şey var aslında. Anlatılan kişi hakkında tek bir bilgi yok. Dylan hayranları için yakalanan ipuçları, görünen imgeler yeni tanışanlar için sadece akan görüntü olarak kalıyor. Ama yönetmenin giriştiği zor yol, özellikle Dylan hayranları için mestedici güzellikte görüntüler, şiirsel repliklerle mükemmel hale geliyor.

Bob Dylan’ın 6 farklı hali perdeden, 6 farklı vücutta geçerken filme dair sonsözü kimseye bırakmıyor “I’m not There” kendisi söylüyor:

“Sanki elinizde bugün, dün ve yarın var ve hepsi aynı odaya tıkılmış.”


* Yazıda sözü geçen “Blowin' In The Wind” adlı şarkı, Bob Dylan’ın 1963 tarihli “The Freewheelin' Bob Dylan” albümünde yer almaktadır. Alıntı yapılan sözlerin Türkçesi ise şöyledir;
“Bir adamın katetmesi gereken ne kadar yol var
Ona erkek demeniz için
Evet, ve kaç deniz aşmalı beyaz bir güvercin
Kumlarda uyumadan önce
Evet, ve top gülleleri kaç kez atılmalı
Sonsuza dek yasaklanmalarından önce
Cevap, dostum, rüzgarla esiyor
Cevap rüzgarda uçuyor”

Another night in

Cuma, Aralık 30, 2011
Yıl 1997... Şimdiki rahatlığın olmadığı zamanlar... Bir sürü grup ismi bilip ulaşamadığımız, bir sürü filmi duyup nasıl izleyeceğiz kaygısında yaşadığımız günler... Kaset çektirdiğimiz, karma kasetlerden gruplar hakkında fikir edindiğimiz günler... Müzik dünyası da değişmiş, rock çeşitlemelere gitmiş, İngiltere'den çıkan sesler kulakları doyurur haldeyken... Şehir desen ufak, medya desen kısır hepsi hasır altında keşfedilmeyi bekleyen gruplar varken rehber arasan yok... Tamda böyle bir zamanda bir gazetenin ilavesinden okuduğum müzik sayfasında övgüyle bahsedilen bir albümü gözümü kırpmadan almıştım... Elbette kaset, cd'sini nerde bulacaksın o zaman... Raksotek vardı o zamanlar, dükkan bile değildi üstelik bir mağazanın merdivenlerine sıkışmış açık büfe gibiydi müzikseverler için...


Walkmen'e takar takmaz kemanlar girdi kulağıma ilkin, sonra bir daha unutmayacağım, peşinden koşacağım bir ses başladı vokale... Tindersticks'in Curtains albümüydü çınlayan kulaklarımda... Sürekli eşlik etti bana ve hemen tanıdıklara sevdirme harekatlarına girişmiştim...

3 yıl sonra... Yıl 2000... Yine övgüler, hemen gelse de izlesek telaşları edinmemi sağlayan bir film çıktı karşıma... Şu yazıda bahsettiğim filme bayılmıştım... Ki bayılmamak mümkün değildi... İzler izlemez beni benden alan bir filmle, bir şarkı çok güzel örtüşmüş...

Yazmamın bir sebebi yok aslında, görünce gittiğim yerlere sizi de götüreyim dedim hepsi bu... Hem sadece klibi ekleyip bırakmak da olmazdı... Güzel şarkı, güzel film nihayetinde... Dinleyin, bilmiyorsanız keşfetmiş olursunuz, bi faydam dokunur hemde...


Dexter Sezon 6 : “Oh My God”

Cuma, Aralık 30, 2011
Malumunuz en sevdiğimiz katilin altıncı sezon macerasını da geride bıraktık. Üzerine birkaç çift laf etmek lazım… 2 Ekim’de “Those Kinds of Things” adlı bölümle başlayan sezon, “This Is the Way the World Ends” adlı sezon finaliyle 18 Aralık’ta yedinci sezonda dönmek üzere gitti.

Artık alıştık, ilk sezondan sonra biliyoruz ki dizinin kendi alışkanlıkları, kendi klişeleri mevcut. İlk üç bölüm her daim cılız ve sıkıcı olurken, son iki bölüm her daim çiviler… Her zaman kendine benzeyeni arayışındadır kahramanımız, bir nevi ruh eşini arar kendisine… Bulamadığını anladığın her ortakta meşhur ritüelde folyoyla paket edilir gerekli yere…

Altıncı sezon konusunda beklentilerimin çok düşük olduğunu söyleyeyim önce… Dizi öncesinde gelen bilgilerden sezonun din işlerine eğileceği bilgisi gelmiş, Debra konusunda da gelişmeler olduğu fısıldanmıştı. Pek hayra alamet değildi… Kuralcı katilimizin, din ve Tanrı işleriyle uzaktan yakından ilgisi yokken, kıyamet günü katilleri adıyla din için insan öldürenleri yakalama mücadelesi bir türlü tansiyonu yükseltemedi…

Anlamsız ve hiçbir yere bağlanmayan (en azından bu sezonluk) karakterler ve olaylarla gelecek sezonlara pas atma uğruna bir türlü heyecanla bir sonraki bölümü bekletemedi Dexter… Louis’in ve Quinn’in durumları büyütülmek üzere küçük kıvılcımlarla geçerken, Laguerta’nın da değişimini izledik ama nedeni meçhul…

Beşinci sezonu Lumen olayıyla hayli zayıf geçen ve bence en kötü sezonu olan Dexter, altıncı sezonda da çizgisini aşağıya çekmeye devam etti…. Debra ve Dexter arasında olanları tamamen saçmalık olarak değerlendirmek mümkün… Bunlar gerçek hayatta çiftti zaten, seyirci yadırgamaz diyerek üvey kardeşler arasında aşk filizlemeye çalışma mantığı ne kadar kolaycılıktır, ne basitliktir… Terapi seanslarının gittiği yer zaten herkesin beklediği yerdi…

Sekizinci sezonda biteceği söylenen dizi için yapımcıların planı finali kurup, son iki sezonu da oraya götürmek olduğuna göre bundan sonrası da iyice saçmasapan bir yere çıkacak gibi… Her daim Dexter eleştirilerinin klişe cevabı bellidir, mantık aramadan izleyin… Doğrudur; en mantıksız dizidir… Ama mantıksızlık demek, ucuz numaralarla klişelerle sezon tamamlamak anlamına da gelmemeli…

Neticede “Kıyamet Günü Katilleri” çerçevesinde Dexter kötü bir sezonu geride bıraktı… Daha kötülerini görmeyiz umarım….

Korsanların Sörfü!

Cuma, Aralık 30, 2011

Dünyanın En Büyük Suç Örgütü: Korsan Film Evreni

Yıl 1995’ti yanlış hatırlamıyorsam… Mektup arkadaşlarımdan bir tanesi uzun süredir aradığım bir grubun şarkı sözlerini bulduğunun müjdesini vermişti… Adına internet dediği şeyin vasıtasıyla bulduğu şarkı sözlerini diskete kaydedip yollamış ve eklemişti ben bunu bugünlerde üniversitede kullanıyorum ama ilerde herkesin evinde olacak, saracak dünyayı… Bense inatla karşı çıktım, bir grafiker olarak tüm günü bilgisayar başında geçen biri için bile cezbedici görünmüyordu bu durum. Sonra önce mail adresleri geldi, elektronik postalar derken delinin biri şarkıları paylaşma fikrini düşündü. O fikir mp3 adını alıp, çeşitli programlarla yayıldı. Boyutu küçük olduğu için kolayca paylaşılabiliyor olması başka birşeyin daha kapısını açtı… Ki o kapıdan şimdi girdiğinizde dünyanın en büyük suç örgütüyle karşılaşmanız olası… Birbirinden habersiz milyarlarca insandan oluşan bu gönüllü örgüt her sanise suç işliyor ve işlemeye de devam ediyor... Önce bu kapıdan neyin girdiğini anlatalım…

Mp3’lerin yaygın alışverişlerle bir pc’den diğerine transferi hızla yaygınlaşmaya başlamıştı ki, bu durumdan şikayetler de başladı. Metallica’nın başını çektiği bir grup müzisyen mp3’lerin paylaşıldığı program olan Napster’ı dava etti ve uzun bir sürecin sonrasında kazandı. Ve ne yazık ki, bu durum caydırıcı olmadı. DVD’ler de hızla yaygınlaşıyor, sinema en yoğun dönemlerini yaşıyordu. Kopya dvdlerinde artık korsancıları aşındırması başlamışken, görüntünün de paylaşılabilmesi için gerekli format bulundu. Kolay paylaşılması için boyutu küçülten ama görüntü kalitesini kısmen koruyan bu format adını da “Divx” olarak aldı. DVD’lerin divx’e dönüştürülmesi işlemi de adını “rip” olarak aldı. Kısa sürede çok geniş bir dünya yaratan divx, bugün birçok seçeneği ve kaynağı ile, bu işle uğraşanların edindiği şan şöhret ve kazanç ile dünyayı sallıyorken, sinemanın da bir numaralı kabusu durumunda. Divx deyip geçmeyelim ve gelin o kapının ardındakilere bakalım…

Nedir Bu Divx, Ne Çeşittir…

Bugün yaygın olarak çeşitli kaynaklardan ulaşılabilen Divx’ler kendi içinde adlandırılıp, sınıflandırılıyor ve o şekilde paylaşılıyor. Bir kamera yardımıyla yapılan sinema çekimi, kalite olarak en düşük sınıflandırılmaya sahip. Hani şu ekranın önünden insanların geçtiği, gülüşmelerin duyulduğu çekimler… Saf korsan olarak halen geçerliliğini sürdüren bu türe TS adı veriliyor ve sadece dünyayla aynı anda vizyona giren büyük gişeli filmler için edinilmesi albenili hale geliyor. Diğer durumlarda ise daha iyi bir sürüm bekleniyor.

Amerika’da vizyona giren bir filmin dünya üzerindeki herhangi bir yabancı kanal gösteriminin kaydı ile sinema çekiminden elde edilen sesin birleşimiyle oluşan bir melez sürüm mevcut ki, izlenebilir en düşük kalite olarak adlandırılıyor ve R5 adı ile servis ediliyor.

SCREENER: Özellikle en dertli olunan ve sinemacıların kabusu olan sürüm olarak bilinmekte. Birkaç yolla elde edilen bu sürüm DVDrip öncesi en iyi sürüm olarak kabul ediliyor. Montaj masasından, stüdyodan yani içerden çalınan kopyalardan elde ediliyor. Daha beteri ise başta oscar olmak üzere jürilere gönderilen kopyalarda aynı şekilde screener kopyalara dönüşüyor.

WORKPRINT: Son zamanlarda ortaya çıkan bu sürüm ise, filmin özel efektler eklenmeden önceki son ve ham halini barındırıyor… İzleyenin sallanan ipler ve yeşil fon ölnerini görebileceği kopya türü Wolverine filminin yayılmasına ortaya çıkmıştı.

PPVRIP: Son dönemde ortaya çıkan bu sürüm adını ödeyerek izleme seçeneğinden alıyor. Büyük otellerde yer alan parası ödenerek izlenen film seçeneğinden beslenen sürüm, kaydedici kişinin otel odasında izlediği filmi kopyalamasından ve riplemesinden doğuyor.

DVDRIP: Bilinen en iyi sürüm olarak, orijinal dvd’den ripleniyor ve dağılıyor. Piyasaya orijinal sürülmüş dvdlerin kopyaları olduğu için her zaman en son çıkan sürüm olarak biliniyor.

Gelelim bir üst versiyonuna… Piyasayı saran ve son teknolojiyle daha pürüzsüz izleme keyfi veren Blu-ray’lerin riplenmesi işlemine de BRRIP adı veriliyor ve pixel oranlarına göre değişmekteler.

Divx dışında iki farklı tür daha mevcut. Boyutun daha da küçültülmesiyle oluşturulan ve daha çok kotalı internet kullanıcılarının rağbet gösterdiği MP4’ler daha çok izlenip silinecek filmler için tercih ediliyor. Daha büyük boyutlarla varolan en iyi görüntüyü sunan format olarak geçen MKV ise arşivcilerin en öncelikli tercihi durumunda.

Divx ve türevleri dışında internette yaygın şekilde dağılan diğer film formatları ise birebir Dvd ve Blu-ray’ler ki bu arşiv türünü tercih edenler için çok büyük malzeme içeriyor. Piyasada türkçe altyazılı yada türkçe dublajlı olarak bulunmayan Dvd’ler birkaç işlemden geçirilerek altyazılı ve dublajlı dvd’ler haline geliyor. Özellikle dvd’nin ülkemize giriş yıllarındaki baskılarına uygulanan yöntemde vcd’lerden alınan sesler yurtdışından yayılan dvd’lere ekleniyor, altyazı sitelerinden alınan altyazılar da seçeneklere dahil edilince piyasada olmayan Dvd’ler elde etmek mümkün. Özellikle dvd arşivi konusunda geniş bir arşive sahip siteleri görünce şaşırmamakta mümkün değil…

PEKİ NASIL YAYILIYOR???

Elde edilen materyalin internette yayılması konusunda iki seçenek mevcut. Ücretsiz program yardımıyla paylaşım ve ücretli üyelikli server sistemi. Ücretsiz program yardımıyla paylaşımda sistem kullanıcıların birbirinden parçalar halinde indirme esasına dayanıyor. Onlarıda sırasıyla açıklayalım…

En eski sistem olan E-Mule adı verilen “eşek” olarak da geçen porgram ve son derece popüler Bittorent benzer sistemler. İkisinin de ana malzemesi olan küçük boyutlu belgeler önce tracker adı verilen sitelerden indiriliyor. Daha sonra da program yardımıyla açılan belge indirme işlemini sağlıyor. Bu noktada belirleyici olan ise, indirilmek istenen filmin kaç kullanıcı tarafından paylaşıldığı. Popüler ve güncel örnekler çıktığı gün milyonlarca bilgisayarda birbirine bu yöntemle transfer oluyor. Paylaşma esasına dayanan sistemde “ratio” adı verilen değere göre indirmelerin hızları da değişim gösteriyor. İndirilen herhangi bir şey paylaşımda tutulduğu müddetçe ratio’su artan kullanıcı ne kadar kullanırsan o kadar hızlı kullanırsın mantığıyla çok daha çabuk ulaşıyor istediklerine.

RAPIDSHARE ve DİĞERLERİ

Ücretli üyelik üzerinden yapılan downloadlar ise daha da büyük bir suç ağına sahip. Depo sistemiyle çalışan ve ücretli üyelikle serverlarından sınırsız indirme vaadeden bu siteler çok yaygın olarak kullanıyor. Ücretsiz alınan üyelik sonrasında yapılan her tür upload işlemi denetlenmeksizin işlem sonrası verilen linkle indirmeye hazır hale geliyor. Giderek artan rekabet sonrası bu tür sitelerin sayısı yüzü geçmiş durumdayken, içerinden sadece birkaçı telif haklarına aykırı içerikleri siliyorki, bundan kaçınmak da mümkün. Rapidshare adlı sitenin yıllar süren hükümdarlığından sonra yeni gözdeler olarak geçen Hotfile,Fileserve ve Filesonic milyonlarca üyeye sahip durumda. Hatta telif hakları davalarıyla başedemeyen Rapidshare ve Hotfile’ın içerikleri silmesi sonrası bu sitelere de rağbet azalmış durumda. Bu sistemin kullanıcıları arasındaysa inanılmaz bir zincir söz konusu. Yine birbirinden habersiz örgüt mantığıyla işleyen bu sistem kendi unsurlarını yaratmış durumda.

Mevcut yükleme sitelerinden yapılan download’ları yönetmek için çeşitli programlar sürekli güncellemelerle hizmet veriyor. IDM ve Jdownloader’ın başı çektiği download yöneticisi programlar arka planda sürekli çalışarak yükset bağlantı hızlarında kopmadan ve durdurup yeniden başlatma seçenekleriyle kullanıcıların olmazsa olmazı konumunda. Açık kaynaklı kodlu program olarak geçen JD’nin destek forumları ise kaf dağının görünen yüzünü oluşturmakta.

PEKİ KİM NE KAZANIYOR?

Dünyanın en büyük suç örgütü dediysek elbette kazançta var ortada… Bu kazançlarda dolaylı ve dolaysız yoldan değişiyor. Maddi ve manevi olarak elbette…Önce manevi kazançlara bakalım…

Elbette manevi kazançlar, ün ve saygı türevlerinden oluşuyor. İlk elde sunum yapan kişiler ve gruplar önce güvenilirlik kazanıyor, daha sonra da saygı görüyorlar. Bu şöhretin ve saygının sarhoşluğu ile üretmediği şeyi kullanıma açan kişi kendisine ait bir çizgi bile oluşturabiliyor. Hırsızlığında çeşitleri var yani. Sessiz filmler üzerine sunum yapan bir kişi ile sinema kopyalarını sunan kişi aynı şekilde değerlendirilmiyor. Her kullanıcı kendi portföyünü oluşturuyor ve takipçilerine hizmette sınır tanımıyor. Kaç yaşında olursa olsun hemen usta, üstad ve benzeri sıfatla taçlandırılıp el üstünde tutuluyorlar ki hiç bir şey üretmeden edinilen bu kazanç fazlasıyla göz alıcı…

Paylaşım programlarına yönelik sitelerin kazançları elbette reklamlardan elde ediliyor. Onun dışında bilinmeyen bir gelirleri yok. Bu alanda popüler site olmak, milyonlarca ziyaretçi ve bir o kadarda para ile eşdeğer.

Rapid ve benzeri sitelerin sağladığı kazançlarda ayrı kollara ayrılmış durumda. Öncelikle bu siteler üyelik satarak gelir elde ediyor zaten. Siteye üye olunma sebebi de kullanıcıların yapacakları upload olduğu için bu yolda belirlenen bir kazanç tablosu mevcut. Upload yapan kişi, yaptığı bu işlem sonrası her download’dan para kazanıyor. Upload ettiği şeyin indirilme sayısıyla doğru orantılı olan bu kazanç sistemi özellikle güncel filmler, diziler, porno ve Mp3ler söz konusu olduğunda sıkı çalışmayla ayda bin liralara yaklaşıyor ki özellikle öğrenciler ve gençler için reddedilemeyecek bir kazanç kapısı.

Premium üyelik sistemli sitelerin açtığı bir diğer kazanç kapısı ise hayli ironik. Bu üyeliklerin kullanıcı adı ve şifre’leri kırılmak suretiyle bambaşka bir dünya çıkıyor önünüze. Yapılan işlem dolayısıyla kendine “cracker” diyen bu kişiler, kırdıkları hesapların önce şifrelerini değiştiriyor… Daha sonra önlerinde iki seçenek beliriyor. Çeşitli ödeme sisitemleriyle bu şifreleri satanlar hemen hemen her siteden elde ettikleri üyelikleri neredeyse siteden bile cazip seçeneklerle satıyor ve hiçbir garanti vaat etmiyor haliyle… Birde crackerların kendi arasında grup oluşturup site kurmasıyla oluşan yöntem varki oda şaşırtıcı. Bu siteler parayla üye olunması halinde alacağınız VIP sıfatıyla size her daim kırılmış üyelik vaadediyor ki, yüzlerce sitenin şifresi arasında kaybolmanız da mümkün. Yasadışı birşeyin yasadışı ele geçirilmesi sonrası yine yasadışı satılması işlemi desek, nasıl okunuyor… İronik değil mi?

DIVX’İN OLMAZSA OLMAZI ALTYAZI!

Hafifletici suç unsurlarıyla pekde kötü gözle bakılmayan altyazı dünyasına yapılacak bir bakış, bu ağın ne kadar büyük olduğunun apaçık bir göstergesi durumunda. Herhangi bir filmin sunumu paylaşıma sunulduktan hemen sonra o dilde yapılan altyazı yaklaşık bir saat bile dolmadan dünyadaki her altyazı sitesinde yüklenmiş hale geliyor. Bunun ardından da hummalı bir çalışma başlıyor. Ülkemizde başı çeken sitedeki düzende şaşırılacak durumda. Bir çevirmen filmi seçtikten hemen sonra bilgilendirmede bulunuyor ve bitene kadar çevirinin durumunu an be an ilerlemesini bildiriyor. Çevirmenlik elbette hiçbir kazanç getirmiyor ama ün kazandırıyor. Bazı çevrimenlerin neredeyse kendini film yönetmeni zannedecek kadar havalandığı alanda yine şöhret kendi portföyünü getiriyor. Öne çıkan isimler özellikle rumuzları kendi isimleriyse hızla bilinen üstadlar oluveriyor. Bir dönem lost dizisinin son derece hızlı çıkan çevirilerini yapan Pınar Batum’un gördüğü itibar buna örnek verilebilir. Ki diziyi izleyen herkesin mutlaka bildiği isim olarak düşünüp izleyici sayısıyla çarptığınızda çıkan sonuç karşısında hayrete düşmemek elde değil. Bir diğer çevirmen Emre Bekman’da bir diğer örnek olarak verilebilir. Rumuzlarıyla ün kazananlardan “eşekherif” ise çevirisini yaptığı Blue Mountain State dizisinin jeneriklerinde yazdığı esprilerle neredeyse diziyi takip etme sebebi haline gelmiş bir isim. Tamamen gönüllülük esasıyla verilen hizmet olduğu ve hiçbir kazanç içermediği için suçun hafif kısmı olarak kalsa da, çevirmenlerin de hırsızların yardakçısı olduğunu söylemek yanlış olmaz…

ETKİLERİ, FAYDASI ve ZARARI

Önce etkilerinden başlayalım… Bir örnekle işleyişi canlandıralım. Herhangi bir dizi Amerika’da yayınlandıktan en geç 10 dakika sonra sitelere düşüyor. Ülkemiz için düşünürken popüler bir Amerikan dizisi sabaha karşı internere düşüyor en geç o günün akşamında altyazı da çevirilip izlenmeye hazır hale geliyor. Tüm dünyada da aynı durum söz konusu. Bu durum da özellikle dizi yapımcılarının download dünyasını görmezden gelememelerine sebep oluyor… Zira artık net şekilde görülüyorki dizilerin en çok izleyiciyi yakaladığı mecra kesinlikle TV yayını değil. Yasal izleme siteleri, illegal online izleme siteleri ve download… İzleyici çoğunluğunun download’a kayması dolasıyla dizi yapımcıları ve yayıncı kanallar mecburen indirilme rakamlarını dikkate alıyor ve kararlarını buna göre alıyor. Birçok dizinin düşük reytinglere rağmen halen yayında olması da bu yüzden… Bir diğer faydası da yasaklı ülkelerde örneğin İran’da Lost’un izleyici bulabilmesi. En küçük ülkelere kadar yayılabilmesi dizi yapımcılarının yüzünü güldürüyorken ilginç şeylerde olmuyor değil. Şeriat kurallarına uygun hale getirilmiş Lost’a youtube’da rastlamakda mümkün. Yani Dizilere yüzde yüz etkisi olduğunu söylemek mümkün.

Filmlere etkileri ve faydasına gelince… Özellikle küçük bütçeli bağımsız filmlerin izleyiciye ulaşmasında yüzde yüz etkili olan download, baskısı tükenmiş filmlerin özel baskılarına ulaşmak için de neredeyse vazgeçilmez bir mecra olmuş durumda. Koleksiyonerlerin baştacı özel Criterion DVD’ler birebir olarak paylaşıldığında baskıları da tükenmişse indiren kişiye eşsiz bir hazla koleksiyon oluşturma hissi veriyor. Arşiv konusunda alternatifi asla olmayacak bir dünya olarak rakipsiz bir konuma yükselmesini sağlıyor. Ne yöntemle olursa olsun elden ele dolaşan korsan filmler hiç tanınmayan, bilinmeyen sinemaların yükselişini sağlıyor. Ki uzakdoğu sinemasına buna başlı başına bir örnek. Keşfedeğer birsürü filmin yeniden popülerleşmesine etkisi ise tarif edilemeyecek boyutta. Ev sinemasının en büyük mecrası olarak bir çok filmin popülerleşmesi yine korsanın etkisi. Toparlarsak şunu demek mümkün, en büyük etki iyi bir filmin mutlaka izleyici bulabilmesi ve gözden kaçmaması…

Gelelim zararlarına; Kanunlarla belirlenmiş ve cezaları konmuş bir suç söz konusu. Bu dünyaya girdiğinizde attığınız her adım tamamen suç ve herhangi bir affedilir yanı bulunmuyor. Film yapımcıları ve emekçilerinin hakları çalınıyor ve büyük bir gelir kaybı yaşanıyor. Başka bir ekleme yapmaya gerek var mı? Yarattığı bu zararın dışında sinemaların uğradığı zararın da tarifi mümkün değil. Sinema sektöründeki herkesin zincirleme uğradığı parasal zararı bugün hesaplamak için makinelerin yetmeyeceği gerçeği oldukça net. Üreticiye verdiği zarar böyleyken, tüketiciye verdiği zararlar da yok değil…

Herhangi bir filmi korsan yollarla edinen ve izlemeye koyulan izleyici çoğunlukla kötü ses ve görüntü sebebiyle filmi anlamıyor öncelikle… Kötü ses, kötü görüntü ve saçmasapan altyazılarla film izlemeye çalışmanın sinemayla bağdaşan hiçbir yanı bulunmuyor. Kaldı ki en iyi kalite bile bugün sinema salonunda yaşanan deneyimin yanına bile yaklaşamamış durumda. Bu durumdan doğan kirliliğin sinema kültürüne olumsuz etkisi de elbette kaçınılmaz. Filmi sinema salonunda izleme kültürü hızla kayboluyor. Bir yönetmenin üzerine günlerce kafa patlattığı en ihtişamlı sahnelerde bu kirlilik içinde güme gidiyor.

Yayılış ve dolaşım hikayesi sebebiyle dünyanın en büyük suç örgütü korsan… Üyeleri birbirini tanımasa da, herhangi bir lideri olmasa da sürekli ve artarak işlenen bir suç örgütü. Üstelik önüne geçebilmekte kanunlara rağmen neredeyse imkansız.

Bu yazı yazıldığı sırada dünyada açık olan bilgisayarların ne kadarında download yapıldığını düşünün. Bu bilgisayarların ne sıklıkta bu amaca hizmet ettiğini de ekleyin… Nasıl bir tablo?... Dünyadaki hiçbir suçun sürekli yapılmadığını düşünüyordunuz değil mi?... Günün yirmidört saati hırsızlık yapan birini görmediğinizi düşünüyordunuz değil mi? Hiç kapanmayan bilgisayarlar, aralıksız film ve dizi indiriyorken bir kez daha düşünün bence…

Gerard Depardieu, Cinsel Tacizde Bulunacak!

Cuma, Aralık 30, 2011
Yılın en çok konuşulan olaylarından biri olan IMF’deki taciz skandalı film oluyor. Abel Ferrara’nın yöneteceği film, IMF (Uluslararası Para Fonu) eski başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın cinsel taciz skandalını anlatmakla da kalmayacak. Diğer politikacıların skandallarını da anlatacak.

King of New York ve Bad Lieutenant’nın yönetmeni Ferrara başrolü Gerard Depardieu’nün oynayacağını bildirerek filme dair açıklamalarda da bulundu.

Strauss-Kahn skandalının bir film için iyi bir malzeme olduğunun altını çizen yönetmen, “Senaryoyu Clinton – Lewinski olayı ve Berlusconi gibi diğer politikacıların yaşadığı skandallarla da zenginleştirdik.” dedi.


James Franco, Porno Patronu Oluyor!

Perşembe, Aralık 29, 2011
Uzun zamandır konuşulan porno sektörünün önemli ismi Linda Lovalace’in hayatını anlatacak filme dair detaylar sonunda açıklandı.

Deeper Thorat ile ünlenen porno yıldızının öyküsü “Lovelace”ın oyuncu kadrosu da son şeklini aldı. Lovelace’ı Amanda Seyfried’in oynayacağı filmde Hefner’ın gençliğini ise James Franco canlandıracak.

In Treatment ve Temple Grandin’den hatırladığımız Merritt Johnson ve Andy Bellin’in senaryosunu ise bir ikili yönetecek. 2 Oscar ödülü sahibi Rob Epstein ve Jeffrey Friedman. İkilin son olarak Allen Ginsberg’in hayatını anlatan Howl’a imza atmıştı.

Franco ve Seyfried’e eşlik edecek diğer oyuncular ise; Juno Temple, Hank Azaria, Peter Sarsgaard, Wes Bentley, Robert Patrick ve Sharon Stone olacak.

2002'de 53 yaşında vefat eden tam adıyla Linda Susan Boreman, 1970'lerin en önemli yıldızlarından biri olarak anılmakta. Kardeşinin verdiği röportajlardan anladığımız kadarıyla ise sektöre kendi isteğiyle değil, zorla girmiş bir isim... 


Wachowski’lerin “Cloud Atlas”ından Kareler

Perşembe, Aralık 29, 2011
Wachowski’lerin filmi “Cloud Atlas”tan ilk görüntüler geçen hafta gelmişti. Şimdi ise, film hakkında biraz daha ipucu alabileceğimiz yenileri ortaya çıktı. Bunlardan birinde ise “Seul, 2144” yazısını görmekteyiz. Gelecekteki dünyayı konu eden proje için, bu pek de şaşırtıcı olmadı.
 

David Mitchell’in kitabından uyarlanan film, farklı kıtalarda ve ülkelerde geçen altı hikayeden oluşuyor. Kadrosunda Halle Barry, Hugh Grant, Tom Hanks, Susan Sarandon, Hugo Weaving, Ben Whishaw, James D’Arc ve Jim Sturge‘ı barındıran “Cloud Atlas”, Wachowski kardeşler ile Tom Tykwer yönetiminde.




Stallone Aksiyonda Hız Kesmiyor!

Çarşamba, Aralık 28, 2011
Rocky, Rambo derken The Expandables’te kuşağının aksiyon yıldızlarını biraraya getiren Sylvester Stallone bu yılı da aksiyon filmlerinin setinde tamamladı. The Expandebles 2’den sürekli haber vermiştik… Cehennem Melekleri ile yetinmeyen Stallone, Bullet to the Head de yer alarak hız kesmedi.

Last Man Standing’den bu yan ortalıkta pek görmediğimiz Walter Hill’in yönettiği filmde Stallone’ye eşlik edenler son Conan olarak izlediğimiz Jason Momoa, Christian Slater, Sarah Shahi, Sung Kang ve Adewale Akinnuoye-Agbaje…


Aynı adlı grafik romanın uyarlaması, Jimmy Bobo adlı bir kiralık katilin, genç bir NYPD dedektifiyle beraber tehlikeli bir soruşturmanın içinde ölüm kalım savaşı vermesini anlatıyor. Elbette bu alışılmadık birliktelik intikam ve feda edilmesi gereken değerlerle dolu.

Filmin gösterim tarihi ise 13 Nisan 2012…


Fresnadillo'nun Intruders'inin Kaderi Belli Oldu

Çarşamba, Aralık 28, 2011
Clive Owen’ın oynadığı bir filmin Amerika’dan aylar önce diğer ülkelerde gösterilmesi oldukça garip olsa da,  yönetmen Juan Carlos Fresnadillo’nun “28 Weeks After”dan sonraki projesi olan “Intruders”ın başına gelen bu oldu. 11 yaşında bir kız çocuğunun bir canavarla yüz yüze geldiği korku dolu anları anlatan Amerika, İngiltere ve İspanya ortaklığı filmin kadrosunda Owen'a Daniel Brühl, Carice Van Houten ve Kerry Fox eşlik  ediyor.


Son gelen haberlere göre film, 30 Mart 2012’te Millennium Pictures tarafından Amerika’daki salonlarda yerini alacak..



Ben Affleck’li “Argo”dan İlk Resmi Fotoğraf

Çarşamba, Aralık 28, 2011
“Gone Baby Gone” ve “The Town”dan sonra Ben Affleck, üçüncü filmini önümüzdeki sonbahar için gösterime sokmayı planlıyor. İran rehiliğine dayalı gerçek bir olayı anlatan “Argo” adındaki filmin kadrosunda, Ben Affleck’in kendisinin yanı sıra Alan Arkin, Bryan Cranston, John Goodman, Zeljko Ivanek, Richard Kind, Scoot McNairy, Chris Messina, Michael Parks, Kerry Bishe ve Kyle Chandler var.

Warner Bros.’un bugün filmden yayınladığı ilk resmi karede ise, Affleck’i 70’li yıllardan kalma bir imajda, bir takım hükümet evraklarını incelerken görüyoruz.

Fragman : “The Impossible”

Çarşamba, Aralık 28, 2011
The Impossible, 2010 ve 2011’de American Film Market’te olmasına rağmen hakkında pek fazla şey duyulmamıştı. Ve sonunda Warner Bros. ilk kısa fragmanı yayınladı.  Film, “The Orphanage”ın yönetmeni Juan Antonio Bayon’nın ilk İngilizce filmi. Bu yüzden fragmanın İspanyolca dublajlı gelmesi şaşırtıcı değil.

Naomi Watts ve Ewan McGregor’un başrollerini paylaştığı “The Impossible”da, yedi yıl önce Tayland’da meydana gelen tsunamide kalan bir ailenin hikayesi anlatılıyor.  



Fragman: “The Babymakers”

Çarşamba, Aralık 28, 2011
Beerfest ile bizde yeri ayrı olan Jay Chandrasekhar yönetmenliğindeki komedi filmi “The Babymakers” için ilk fragman geldi. Yapımda, bebek sahibi olma konusunda sıkıntı yaşayan ve çareyi sperm bankasına girerek adamın gençken verdiği spermleri çalmakta bulan evli bir çiftin hikayesi konu ediliyor. Paul Schneider ve Olivia Munn ise karı-kocayı canlandırıyor

Peter Gaulke ve Gerry Swallow’un senaryosunu yazdığı filmin kadrosundaki diğer oyuncular ise Paul Soter, Kevin Heffernan, Erik Stolhanske, Steve Lemme... Chandrasekhar'ın Chuck, Blue Mountain State, Happy Endings ve Community başta olmak üzere birçok diziyi yönetmiş olduğunu da hatırlatalım.



Alter Bridge, 2012’ye “Live At Wembley”le Giriyor

Çarşamba, Aralık 28, 2011

Alter Bridge, Londra Wembley Arena’daki konserlerinin albüm ve DVD’sini önümüzdeki yıl çıkartacağını duyurdu.

Amerikalı rock grubu, geçtiğimiz Kasım ayında 12.000 kişi kapasiteli dev arenadaki performansları sırasında canlı olarak kaydedilen bu konseri, 2D ve 3D olarak iki versioynla sevenlerine sunacağını bildirdi.

2D DVD ve albüm Mart ayında çıkarken, 3D versiyon ise yaz aylarında gelecek.

“Live At Wembley”de yer alacak şarkılar ise şöyle: 

'Slip To The Void'
'Find The Real'
'Ghost Of Days Gone By'
'Before Tomorrow Comes'
'Come To Life'
'All Hope Is Gone'
'White Knuckles'
'Brand New Start'
'Metalingus'
'Broken Wings'
'I Know It Hurts'
'One Day Remains'
'Coeur D’Alene'
'Buried Alive'
'Blackbird'
'Wonderful Life'
'Watch Over You'
'Ties That Bind'
'Isolation'
'Open Your Eyes'
'Duelling Guitar Solos'
'Rise Today'

R.E.M ve Diğerleri : 2011'de Dağılan Gruplar

Pazartesi, Aralık 26, 2011
2011, R.E.M ve Sonic Youth'un dağıldıkları yıl olarak kayıtlara geçecek olsa da bizden bu kadar diyen başka gruplar içinde son oldu. The White Stripes, The Music ve Grinderman derken yıl boyunca gelen dağılma haberlerini stereogum toparlamış ve anı videosu hazırlamış...


İşte, oscar törenlerinde izlemeye alıştığımız yılın kaybedilenleri videosu...


Yeni Şarkı: Smashing Pumpkins "Have Faithe, Be Merrie"

Pazartesi, Aralık 26, 2011
Yeni albümü için çalışmalara devam eden Smashing Pumpkins, eskileri de unutmadan devam ediyor yoluna. İlk iki albümü "Gish" ve "Siamese Dream"in yeni baskılara kavuşmasıyla hayranlarını sevindiren grup, resmi internet sitesini de yeniledi. 

E-mail adresiyle kaydolunan "Smashing Pumpkins Record Club" ücretsiz şarkılar sunmaya başladı bile. Bugüne dek yayınlanmamış dört kaydı hayranlarına sunan grup, önceki gün üyelere bir yılbaşı şarkısı hediye etti. Billy Corgan'ın akustik yorumu "Have Faithe, Be Marrie" kulüp üyelerine gelen yılbaşı mesajı ile birlikte indirme linki de içeriyor.


Tony Gatlif İsyanlarda

Pazartesi, Aralık 26, 2011
Siyasi ve ekonomik krizler sebebiyle son iki yıldır insanların sokaklara dökülüp çeşitli hareketlerde bulunmasından etkilenen Tony Gatlif, bu harekete sanatın da destek vermesi geektiğine inanarak çalışmalara başladı.

İspanya’daki “Indignados” (Öfkeliler) hareketinin tanımını oluşturan ve kitabını yazan Stephane Hessel ile konuşarak bilgi alan Tony Gatlif, iki film birden yapmaya hazırlanıyor.

İspanya’daki hareketi kıtanın dört bir yanından anlatacak olan Gatlif, “Indignados”da gösteriler ve çatışmaları afrikalı yasadışı bir göçmen kızın gözünden aktaracak. Betty isimli bir göçmen kızın hikayesi diyerek filmini tanımlayan Gatlif, “Fakirlikten kurtulmak için Avrupa’da tutunmaya çalışırken gösterilerle hayatının en farklı deneyimlerini yaşayan bir kızın öyküsü olacak. Dışardan gelip iş arayan biri olarak, içerdekilerin işsizlik çığlığına şahit olacak” dedi.

Mamebetty Honoré Diallo’yu Betty rolünde göreceğimiz filmde, kadronun geri kalanı harekete mensup insanlardan, öfkeliler’den oluşuyor. Her zamanki gibi Gatlif’in imzası çingene müziği, dansçıları ve şarkıları da yerli yerinde.

Filmin çekimleri için gösterilerde görüntü alan Gatlif, bu çekimlerden de “Indignez-vous!” adlı bir belgesel yaratmış. Belgeselin önemine de değinen yönetmen, “İşsizlik ve açlık artacak. Irkçılık ve faşizm yükselecek. Karanlık günler bizi bekliyor. Herşeyin daha da kötüye gitme ihtimali de yadsınamayacak yükseklikte bir ihtimal. Sinema, edebiyat, müzik ve diğer sanatlar, bu karanlık günlerin yaratacağı etkilerle savaşma hareketlerine destek vermeli” dedi.

Yeni Şarkı : The xx “Open Eyes”

Pazartesi, Aralık 26, 2011
The xx, yeni albüm için stüdyoda olurda, hazır noelken sevenlerine hediye vermezmi…

Resmi bloğundan paylaştıkları yeni şarkıları “Open Eyes” demosu, grubun çıkarcağı ikinci albümden geldi.



“Thor 2” Yönetmenini Buldu

Pazartesi, Aralık 26, 2011
Patty Jenkins’in projeden ayrılmasıyla, “Thor 2” için yönetmen belli oldu: Emmy ödüllü yönetmen Alan Taylor. “Mad Man”in ilk bölümü, “Game of Thrones”un iki bölümü, “The Sopranos”, “Boardwalk Empire” ve “The West Wing”i yöneten Taylor’ın başarısı, bu görevin kendisine teklif edilmesindeki etmenler oldu.

Yeni Şarkı : Lady Gaga “Stuck On Fuckin' You”

Pazartesi, Aralık 26, 2011
Lady Gaga, Noel hediyesi olarak yeni şarkısını twitter üzerinden hayranlarıyla paylaştı. Şarkıcının açıklamasına göre “Born This Way” albümünün çalışmaları sırasında kaydedilen şarkı, canlı ve herhangi bir değişiklik yapılmadan sunuldu. 



Senaristlerin Beyni Tatilde, Devam Filmleri Tam Gaz!

Pazar, Aralık 25, 2011

Yıl sonunun gelmesiyle birlikte, çoğu kişinin beyni çoktan tatile çıktı bile. Bu yüzden orjinal bir yeni film fikri gelişmesi pek ihtimal dahilinde olmasa gerek, potansiyel devam filmleri için dedikodular başladı. “Gremlins” ve “Mission: Impossible” için hali hazırda birden fazla film çekildiğinden, “Colombiana” ve “Pineapple Express” devamının gelme olasılığı daha fazla olan yapımlar.

Bahsedilenler içinde en akla yatkın olanı olan “Mission: Impossible 5”. “Mission:Impossible 4 – Ghost Protocol”un henüz gösterime girdiği şu günlerde, Paramount’un bir sonraki film için istekli olduğu söylentiler arasında. Paramount Pictures International yöneticisi Anthony Marcoly da bu konuda hevesli olduklarını gizlemiyor. 

Devam filmi demişken, Paramount’un “Topgun 2”yi çekme fikri olduğu da gelen haberler arasında. 

Gelilim sıradaki habere: Warner Bros., “Gremlins3.com” domainini yenileyerek filmin devamını çekme isteğini belli etmiş oldu. Warner Bros. aynı zamanda “GreenLantern2.com” ve “TheHangover3.com” domainlerini de yeniledi.

“Colombiana”ya gelecek olursak, filmin yıldızı Michael Vartan, bu konuda istekli olduklarını belirtmekle birlikte henüz resmi olarak bir gelişme olmadığını ama ilk filmin başarısına ve gişesine bakarsak bunun mümkün olabileceğini söyledi. 

Son olarak, E!Online’ın haberine göre Seth Rogen ve James Franco’nun “Pineapple Express” için tekrar bir araya gelme potansiyelleri oldukça yüksek.

Mini Pazar Konseri: Arctic Monkeys

Pazar, Aralık 25, 2011
2006'da ilk albümleriyle gelip hepimizi şaşırtan cevval çocuklar, büyüdükçe olgunlaşan müzikleriyle daha güzel tınlıyorlar artık kulağımızda. 1986 doğumlu Alex Turner ve arkadaşları 6 Haziran'da yayınladıkları dördüncü stüdyo albümleri "Suck it and See" ile önce ses getiren bir albüme imza attı, sonrada yollara düştü. Don Walley Bowl'da iki gece üst üste stadyum dolusu insana çaldılar... 10-11 Haziran'da gerçekleşen konserin DVD'si yakında çıkacak dediler ve üç şarkıyı derleyip mini bir ön izleme verdiler... 

10 dakikalık ziyafette "Don't Sit Down 'Cause I've Your Chair" "505" ve "Mardy Bum" yer alıyor... Buyrun...




Gaspar Noe'den The Golden Suicides

Pazar, Aralık 25, 2011
Irreversible ile ses getiren, tartışmalara konu olan arıza yönetmen Gaspar Noe, bu kez arayı çok tutmuyor. 7 yıllık ara sonrası 2009’da “Enter the Void”le dönüş yapan Noe, yeni film için çok beklemeden kolları sıvadı bile.

Noe’nin çekimlerine hemen başlayacağı “The Golden Suicides” video oyunu tasarımcısı bir çiftin aşkını konu alıyor. Theresa Duncan ve Jeremy Black’ın öyküsü gazete haberleriyle kalmamış, uzun bir süre gündemin önemli başlıkları arasında kalmıştı. Theresa’nın intihar etmesiyle başlayan olay, bir hafta sonra Jeremy’nin de intihar etmesiyle sonuçlanmıştı.

Bir hafta arayla intihar eden sevgililerin öyküsü aslında Gus Van Sant’in ellerindeydi. Sant’in James Franco ve Angelina Jolie ile görüşmelere başladığı da biliniyordu ama ne olduysa rafa kaldırılan proje artık Noe’ye teslim edilmiş durumda.

Senaryosu American Psycho’nun yazarı Bret Easton Ellis tarafından yazılan film için Noe’nin oyuncu görüşmeleri de başladı. Başrol için Ryan Gosling’in düşünüldüğü kulaktan kulağa yayılsa da, ne aşamada olduğu henüz bilinmiyor. Çekimlerine gelecek sene içinde başlanacak filmin 2013’te vizyona girmesi planlanıyor.

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template