♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Seven Pounds / Yedi Yaşam

Başka bedenlere ödenen yedi diyet

Çok karakterli öyküleriyle attığı küçük adımlardan sonra 2001’de “L’Ultimo bacio” ile adını dünyaya duyurup büyük çıkış yakalayan yönetmen Gabriele Muccino, hemen ardından bu kez “Ricordati di me” ile benzer bir öyküyü anlatmıştı izleyicisine. 2000’li yılların başları Avrupa sinemasının bitmiş evliliklere bakışlarıyla ağırlık kazanınca daha fazla ön plana çıktı ve Hollywood topraklarına attı adımını. İki filmde de, orta yaş grubunun evlilik buhranlarına değiniyor, kendi yazdığı öyküleri anlatıyordu. Bu çok karakterli öyküleri hem sade bir tarzda anlatıyor, hem de iyi bir tempo tutturarak tökezlemeden öykülerini aktarmayı başarıyordu. İnsan öyküsü anlatmayı başaran bir yönetmen Amerikan topraklarına düşerse ne olur. Elbette devam eder. “Umudunu Kaybetme” ile Will Smith ortaklığında bu kez iki kişilik bir dünya kurup anlatmıştı. Oscarlar da hayal kırıklığı ile sonuçlansa da, birçok izleyici için hala yılın işlerinden biri olarak görülen filmin ardından ikinci kez Will Smith’le çalışıyor Muccino ve ikinci kez kendi senaryosundan çıkamıyor yola.
Tuhaftır çıkış yapan yönetmenler Hollywood’a geldiklerinde kendi senaryolarını çekemiyor nedense. İyi bildikleri işe devam edemiyorlar, onlara biçilen kalıpları giymek zorunda kalıyorlar. Çoğunun yeniden çevrimlerle körelmesine ise artık alıştık bile…
Muccino, iki dizi deneyimi dışında pek adı duyulmamış Grant Nieporte’nin senaryosu ile çıkıyor yola bu kez. Kendisine biçileni uyguluyor. Kimileri için bir rakamdan fazlası olarak görünen 7 takıntısından bolca beslenen senaryo en çok bu yönüyle ilgi çekiyor. Fonda yedi yaşam olsa da, daha ilk sahneden yedinin önemi vurgulanıyor, belli ki özellikle yapılmış seçimlerle yedinin bağları da vurgulanıyor bolca. Tabii dikkatli izleyicinin fark edeceği şekilde 7’de buluşmak gibi küçük detaylarda saklanıyor bu durum.
“Tanrı dünyayı yedi günde yarattı, ben ise kendiminkini yedi saniyede mahvettim” diyor Ben Thomas. Birçok kaynakta, dini kitaplarda yedinin önemi hayli büyük… Buna kafayı takan, yedinin yaşamında çok önemli şeylerde kilit olduğuna inanan insanların sayısı da hayli fazla. Durumu örneklendirerek, her şeyi açıklıyor, çeşitli sitelerde bir araya gelerek yedi’nin bir rakamdan çok daha fazlası olduğunu açıklıyorlar.
Herşey yedi üzerinden birin varisi, Bitkilerin yedi ana türde bilinmesi, ayın yedi evresi, yer altında yedi katman olması, göğün yediye bölünmesi, notaların yedi sesi, insanın gökkuşağında yedi resmi, ülkemizin yedi bölge olması, istanbul’un yedi tepesi, güldeki yedi katman harikalığı, vakitlerin yediye bölünmesi, dünyanın yedi kıtası ve yedi harikası, cennetin yedi kapısı, insanın yedi nefsi, kabede yedi kere dönülmesi, yedi ayetlik Fatiha suresi, yedi uyurlar mağarası bu örneklerden sadece birkaçı…
Bu yedi mucizesi üzerine inşa edilen ama beklendiği kadar üstüne gidilmeyen “Yedi Yaşam” Ben Thomas’ın yedi diyet ödeme sevdası ile başlıyor. Kendisi hakkında bir şeyler anlatmayı sevmeyen, anlattığında da inandırıcı gelmeyen, Will Smith’in müthiş performansı ile uzak ve samimiyetsiz bakan bir adamın yaşadığı travma ile kendinden uzaklaşıp, başkalarından var olma çabasından oluşuyor Yedi Yaşam. Aldığı yaşamlara karşılık seçtiği insanlara yardım eden, bu yardımlar sırasında tanrıyı oynar gibi davranan Ben Thomas’ın öyküsü hayli uzun şekilde gelip geçiyor perdeden.
Belli ki bir travmaya neden olan bir şey yaşamış, hemen sonrasında şartelleri indirmiş başka bir hayata geçmiş bir adam, işinin ona sağladığı kılıfla hak eden insanları seçip onlara yardım ediyor ve hayatlarını kurtarıyor. Her şey bu şekilde anlatımda güzel dursa da, izlerken pek öyle durmuyor…
Ha bir şey oldu, ha olacak derken bunaltan bir atmosferde sıkıcı dakikalar geçmek bilmiyor. Üstelik birçok abartılı yardımlarla da inandırıcılık kayboluyor. Örneğin Ben’in Emily’nin emektar matbaa makinasını tamir etmesi gibi oldukça saçma ayrıntılar olmasa konu direk anlatılsa, zaman daha iyi kullanılabilse daha iyi olurmuş dedirtiyor insana. Daha ilk yarı bittiğinde ne olacağını aşağı yukarı tahmin eden seyircinin önüne bir-iki sürpriz çıkıyor ama onlarda pek etkili olamıyor. Will Smith’in oyunculuğu ile omzunda yükseltmeye çalıştığı film, Ben Smith’in her şeye sebep olan travmasının sebebiyle de bir parça güldürüyor. Yaşamını herkese adamasına sebep olan şey ile yardım çabası arasında bir şeyler yerine oturmuyor sanki. Ben’in başına gelen olay, genelde her şeye küsmekle sonuçlanır çoğunlukla… Hadi her şeyi kabullendi, vicdan azabı duydu diyelim o zamanda bu kadar düz bir adam olmaz. Ben Thomas adeta bir aziz, bir melek olarak resmediliyor ama filmin anlatım tarzı hayli ağır melodram olarak çizilince oda tutmuyor. Hep bir şeyler havada asılı kalıyor sanki. Hep bir şeyler eksik, yamalı bohça misali, özellikle filmin süresi ile gelen tempo sorunu adeta azap veriyor.Bir yandan umudunu kaybetme sonrasında Oscar için yola çıkılmış havası da veren filmin, bu yolda adaylık bile almaması yerinde olmuş. Zira geçip gitmek bilmeyen zamanlar sonunda kimse olamayan bir adamın öyküsü, mutluluğunu diğer bedenlere bölünerek bulma arayışı Ben Thomas’a ne kadar inandığınıza bağlı kalıyor… Kısa ve vurucu olması beklenen süprizlerin açıkladığı sahnelerde ne hissedeceğiniz de buna bağlı zaten… Özellikle müziklerin çok kötü olduğunu, sahnelerle çok uyumsuz göründüğünü de belirtmekte fayda var. Tüm bunların sonunda, geçen 123 dakikanın size vaadettiği şey vicdanınızın Ben Thomas’la ne kadar eş olduğuna bağlı hepsi bu…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template