♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Battle in Seattle : Haklar, Özgürlükler ve Aktivistler : Küreselleşme!

1993’de sinema kariyerine oyuncu olarak atılan, birkaç film dışında pek parlak bir çıkış da yapamayan Stuart Townsend genel izleyici nezdinde kariyerindeki tek ödülü getiren “Resurrection Man” ve dvd piyasasında çok tutulan “Queen of the Damned” bilinir daha çok. 1990’ların sonundan, 2000’lerin ortalarına değin popüler olan oyuncu uzun süredir filmlerde gözükmüyor ve şu sıralar Charlize Theron ile yaşadığı aşkla gündeme geliyor daha çok. Oysa Townsend için en önemli yıl, gözlerimizin önünden pek geçmemiş… Prodüktörlüğünü de üstlenip, yazıp yönettiği “Battle İn Seattle” sessiz sedasız ev sinemasına transfer olanlardan.

Townsend, aslında senaryo yazmış gibi görünse de, kamerasını yaşanmış bir olaya çeviriyor. 1999 yılında Amerika’da gerçekleşen ilk büyük küreselleşme karşıtı eylemi konu alan film, ilk başarılı eylemi mercek altına alıyor. Eylem sırasında olaya taraf olan herkesi de konu edinmeye çalışarak kalabalık kadrosunu da tanınmış oyuncuların kurup izlenirlik yaratıyor. Sadece şöhretli oyuncular değil elbette… Kurguda araya attığı arşiv görüntüleriyle de bu durumu destekliyor. Özellikle bu sayede tempo sorunu yaşamadan diken üstüne izlenen bir film kotarmayı başarabiliyor birkaç eksiği dışında.

Dünya Ticaret Örgütü’nün 1999’da Seattle’da yapmayı planladığı toplantılar sırasında yaşananlara odaklanan film, gece ve gün olarak böldüğü tarihlerle ilerleyen bir anlatım kuruyor. Söz konusu eylem de birçok bakımdan tarihe geçmiş durumda. Amerika’da ilk büyük küreselleşme karşıtı eylem olmasının yanı sıra, başarılı bir sonuçla Amerikan medyasının da neden karşı olduklarını aktarmalarını sağlamış, küreselleşmenin aslında ne olduğu konusunda bilincin artmasına ve peşinden pek çok büyük eylemin gerçekleşmesine de önayak olmuş.

Küreselleşme konusundaki bilincin anlaşılması ve eylemlerin yapılması konusunda milad olan bu hareketle ilgili yaşananlara odaklanan “İsyan” adındaki tamlamayı hak edecek atmosferi sunuyor her şeyden önce. Merceğine aldığı önde gelen 4 aktivist karşısına Vali ve Polis ile hamile eşini koyarak kendince bir denge de sağlıyor.

Jay, Lou, Sam ve Django girişte pankartlarını asarken başlıyor her şey. Bir yanda onların yaptığı planlar, diğer yanda Vali Jim Tobin’in protestoculara şiddet kullanmamaları akdiyle verdiği özgülükler. Her şeyin tam ortasında ise Polis Dale ve hamile eşi Ella… Bir eylem sırasında kardeşini kaybetmiş Jay neredeyse diken üstünde… Tüm Dünyanın gözü üzerinde olması dolayısıyla kentteki toplantıdan alnının akıyla çıkmak isteyen Vali de öyle.

Ama taraflar o kadarla kalmıyor, başka protestocu gruplar devreye giriyor. Vali’nin de üstünde olan bürokratlar var elbette. Birde her şeyi gösterme sorumluluğu taşıyan Televizyoncumuz Jean mevcut. Medyanın iyi tarafını temsil etmekte…

Yarattığı ve odaklandığı karakterler yardımıyla, olayı herkesin gözünden anlatmayı deneyen “İsyan” beklendiği gibi ajitasyona girmeden öyküsünü anlatıyor. En büyük artısı de kurduğu atmosferi ajitasyona başvurmadan tüm etkisiyle aktarabilmesi zaten… Belgesel’le kurgu arasındaki anlatımı da iyi kullanan Townsend, aynı başarıyı karakter yaratımında gösteremiyor ne yazık ki. Basit sebeplerle orda bulunan protestocuları, çok basite indirgemek, adeta protesto var hadi gelin denerek toplanmışlar gibi göstermek affedilmez hata oluyor. Adeta ne için orda bulunduklarından çok, protesto için bulunan insanlar gibi göstermek taraflardan birini zedelemiş oluyor. Bilinçsiz protestocular gelmiş takılıyor izlenimi de tekdüze yaratılan karakterleri görünce seyircinin çıkardığı anlam olarak kalıyor. Eylemcilerle ilgili genel önyargı da böylece aynen korunmuş oluyor bir anlamda… Karakter yaratımı konusunda en iyi kısım ise Polis ve eşi oluyor ki, hikayenin ana dram temasını da onlar besliyor. Görevlerini yapıyor…

Townsend’ın filme dair en başarılı tercihi taraf seçmemek oluyor öncelikle. Herkese aynı mesafede durmayı başaran yönetmenin gözünde iki cephedeki insanlarda üzerine düşeni yapan görev adamları… Kimse kötü olarak resmedilmezken, sadece eylemcilerden Jay biraz öne çıkıp kahramanlaşıyor ama pek de sırıtmıyor bu durum.

Sonuçta seyircinin alması gereken mesajlar bir bir ortaya çıkıyor. Herkes hatalı o belli. Kimse kötü değil. Kötü olan kurum sadece. Dünya Ticaret Örgütü, küreselleşme adı altında aba altından sopalıyor bazı ülkeleri… Ama ne olursa olsun, olayların yaşandığı ülke Amerika işte… Özgür ülke, Demokrasinin beşiği Amerika!!? Her şey olur, herkes özgürce fikrini söyler, tutuklansa da akşamına salıverilir, yaşasın özgür ülkemiz sonucu doğuyor ki, finalde akıllara zarar olan da bu. Her şey güzel bir çaba ile başlamış da olsa, protestocuların başarısından değil, yönetimin hatasından büyüyen eylem sonucu çıkarılması da filmin en büyük eksisi…Her ne kadar cepheler arasında taraf tutmasa da Townsend, sonuçları verirken klasik Amerikan yanlısı tavırla olayları çözmesiyle başarısız belki de şanssız kalıyor. İyi yaratıla ama arkası gelmeyen karakterleri ve tüm tarafsızlığının altında yatan söylemi boş verip tarihe tanıklık edebilme şansı vermesi ise, filmin elde kalan tek önemli özelliği…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template