Milenyumla birlikte sıçrama yapan özel efekt ağırlıklı sinema bombalarının fitilini ateşleyen Wachowski kardeşler, o gün bugündür fitilin ucunu arıyor... “Matrix” sonrası yaratma sancıları çeken kardeşler çözümü uyarlamalarda buldularsa da bu plan tek tutmamıştı. “Speed Racer” ile renkli ama içi boş bir balon yaratmışlar, koca bir evren yarattıkları üçlemenin ardından bir filmlik atmosferi bile yaratamamışlardı. Dört yıl sonra roman uyarlaması “Cloud Atlas” ile iyi iş çıkartırken yanlarında Tom Tykwer vardı ve karmaşık öyküyü onun sayesinde kotardıkları belliydi. Kardeşlerin bu kez gezegen dışına kendi senaryolarıyla çıkmış. Jupiteri yükseltme sevdasıyla yine bol efektle aksiyon ve eğlence harmanıyla dönmüşler.
Bilim-kurgu epik macera olmaya çalışan film, “The Matrix üçlemesinin yaratıcılarından” etiketiyle pazarlanıyor. Başrolleri paylaşan Channing Tatum ve Mila Kunis de destekleyici öğeler. Sean Bean, Eddie Redmayne, Douglas Booth, Tuppence Middleton, Doona Bae, James D’Arcy ve Tim Pigott-Smith ile tamamlanan kadro ağırlıklı olarak dizilerle parlayan tanıdık simalardan oluşuyor. Künye konusunda bir sıkıntı olmasa da fragmanlarının yayımlanmasından sonra pek ümit vermeyen film, basit konusunu avantüre dönüştürüp zaman geçirten eğlencelik olduğunun sinyalini vermişti. Meğer bu sinyal bile fazlaymış...
Jupiter Jones ile tanışırız... Dünyaya gelişi de olaydır, vatansız ve babasız açar gözlerini dünyaya... Kaderinde çok büyük olayların var olacağına dair, gökte birçok işaretler vardır. Yetişkin haline geldiğindeyse insanların evini temizlerken görürüz... Elinde fırça klozetleri temizlemektedir. Şikago sokaklarından uzak galaksilere olan yolculuğunu da genetik mühendislik ürünü eski asker Caine başlatır. Hayatını kurtaran adamla soluğu uzayda alır ve macera sorularla başlar...
Hikayesini zamanı akıttıkça anlatmaya çalışan ve temelini de tarafların diyaloglarıyla atmak isteyen film, daha ortasına gelmeden bir senaryosu olmadığını gösteriyor seyircisine. Nedenleri nasılları umursamayacak bir atmosfer de yaratamayınca tam bir zulüme dönüşüyor. Ortada takip edilecek bir konu olmayınca bölük pörçük aksiyon sahneleri, uça kaça kovalamacalar, çekilen silahlar da fayda etmiyor. Çizgi film naifliği desek yok, bir iki esprili sahneyle küçük hafifleme anları desek o da yok. Kendini aşırı derecede ciddiye alan filmin mantıkla da işi kalmıyor bir süre sonra. Wachowski’ler uçuşta sınır tanımıyor. Jupiter Caine’e sarılıyor ve uçuyorlar uzaya... Herhangi bir teçhizat olmadan atmosfer dışına çıkabiliyorlar ne hikmetse... Daha sonra kilit bir sahnede, uzayda gemi dışında süzülürken oksijensizlikten ölme ihtimali olmasını görünce koyveriyorsunuz kahkahayı...
Zor yolu seçen kardeşler, hem bildik formülü işletmiş hem de farklı bir şey yaratmanın peşine düşmüşlerse de sağlam bir şablon yaratamamışlar. Galaksiye çıkınca öğrendiğimiz reenkarne öyküsü başta olmak üzere her şey sanki tam o anda acelece uydurulmuş gibi. İskambilden kale gibi dökülen berbat bir senaryo... Berbatlıklar bununla da sınırlı kalmıyor maalesef... Ortada ne bir oyunculuk kırıntısı var, ne tempo ne de afili bir sahne... Kötü finali de her şeyin tuzu biberi...
176 milyon dolar bütçeli film, dünyada gösterime girdiği 6 Şubat’tan itibaren kabuslar görüyor. Açılış haftasında 18 milyon dolar toplayabilen Jupiter, yükselmek şöyle dursun kafa üstü çakılıyor. Gişe fiyaskosu olmasına ramak kala halen toparlama uğraşında ve zarar hanesinde kapatması gereken 60 milyon dolar civarı bir rakamla boğuşuyor.
Klişe konusuna rağmen bu basit formülü bile işletemeyerek seyircisini sıkıntıdan patlatan Jupiter Ascending, 127 dakikalık bir işkence. Daha kötüsü gelene dek yılın gişe fiyaskosu.
Amie Kaufman ve Meagan Spooner’in yazdıkları “Starbound” serisi nihayet Türkçe’de… 2013 yılında yayımlanan “These Broken Stars” ile üçlemeyi başlatan ilk kitap, yılın en iyi fantastik romanlarından biri olarak kabul edilerek yıla damgasını vurmuştu. Üçleme tam da yerinden, Go Kitap’tan çıkıyor… Her zamanki gibi harika bir kapakla, Mayıs’ın ikinci haftasında raflarda…
Bizde de çıkması uzun süredir beklenen seri, ara kitap “This Night So Dark” ile etkisini sürdürmüş ve ikinci kitap “This Shattered World” geçtiğimiz Aralık ayında okurlarıyla buluşmuştu. Üçüncü kitap “Their Fractured Light”ın da 1 Aralık’ta çıkması bekleniyor. Goodreads’de aldığı yüksek puanla dikkat çeken üçleme, ebedi bir aşk hikayesini konu edinen bilim-kurgu… Genç-Yetişkin kategorisinin önde gelen üçlemesi olarak ünü de hızla yayılıyor. Dizi ya da filme dönüşürse de şaşırtıcı olmaz.
O gecenin, devasa uzay gemisi İkarus’taki diğer gecelerden hiçbir farkı yoktur. Ta ki o büyük felaket gerçekleşene ve İkarus yakınlardaki bir gezegene düşene dek. Elli bin yolcu kapasiteli gemiden yalnızca iki kişi kurtulmuştur: Evrenin en zengin adamının kızı Lilac LaRoux ve genç bir savaş kahramanı olan Binbaşı Tarver Merendsen.
Binbaşı Merendsen, Lilac gibi kızların insanın başına beladan başka bir şey getirmediklerini uzun zaman önce öğrenmiştir. Lilac da, Tarver’ın kendi iyiliği için, onu kendisinden uzak tutması gerektiğinin farkındadır. Ama ıssızlığın ortasında hayatta kalabilmek için birbirlerine ihtiyaçları vardır. Açlık, soğuk ve vahşi hayvanlara bir de Lilac’ın duyduğu fısıltılar eklenince birbirlerine güvenmekten başka çareleri kalmaz. Ne var ki çok geçmeden, onları birbirlerinin kollarına iten bu trajediden büyük bir aşk doğar. Artık kurtulup kendi gezegenlerinde bir ömür ayrı kalmaktansa düştükleri bu ıssız gezegende birlikte olmayı tercih ederler.
Ama her adımda onları takip eden gizemli fısıltıların ardındaki gerçeği öğrenmeleriyle her şey bir anda değişir. Lilac ile Tarver o gezegenden ayrılsalar bile artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Nefes kesen bilim kurgu üçlemesinin ilk kitabı, “Benim Uzak Yıldızım”, zaman ve mekân tanımayan sonsuz bir aşkın hikâyesi…
Bu sene 23 Mayıs Cumartesi günü Babylon Kilyos’un yeşille maviyi buluşturan etkileyici doğasında gerçekleştirilecek Babylon Soundgarden yabancı ve lokal sanatçıların, müzisyenlerin, DJ’lerin, performansların keşfedileceği bir platforma dönüşüyor. Dört farklı sahnede dinleyici ile buluşacak birbirinden farklı janrların yeni ve yetenekli temsilcileri, Türkiye’de ilk defa yine Babylon Soundgarden’da yerlerini alıyor.
Birbirinden renkli, keyifli ve yeni isimler, tanınan ustalarıyla birlikte Babylon Soundgarden programına katıldı. Festivalin ana sahnesi niteliğini taşıyan “Kilyos Sahnesi”nde karanlık, romantik ve atmosferik pop parçalarıyla ünlenen Anna Calvi, uluslararası müzik sahnesinin en yenilerinden R&B ve folk’un en yeni gözdesi Maverick Sabre, Nijeryalı saksafon efsanesi Orlando Julius ve grubu The Heliocentrics, DJ setiyle T.E.E.D ve Türk Hip-hop sahnesinin köklü gruplarından Mode XL yer alıyor.
Babylon Soundgarden’ın düzenlendiği ilk günden bu yana değişmeyen sahnelerinden “Radyo Babylon” sahnesinde indie rock’un efsane isimlerinden Wild Beasts, psikedelik rock ve folk rock’ın son dönemdeki ünlü grubu Goat, elektronika ile ambienti sentezleme yeteneğiyle herkesin dikkatini çeken Baths, Türk sanat müziğini rock’la başarıyla bir araya getiren Gaye Su Akyol ile İstanbul alternatif müzik sahnesinin en iyilerinden Ayyuka festivalde ahaliyle buluşuyor.
Tüm gün ve gece boyunca sürecek festival programında bu isimlerin yanında Babylon Soundgarden’ın vazgeçilmez buluşma noktalarından Red Bull Music Academy Sahnesi’nde ise Nathan Fake (DJ Set), Kim Ann Foxman, Acid Arab (Live), Mo Kolours, Dengue Dengue Dengue, Zahed Sultan (Live), Ah!Kosmos, DJ sahnesinin yeni yeteneklerinden Ece Özel ve Kerem Akdağ festivale katılanlara keyifli zaman geçirtecek.
Festivalde her yıl olduğu gibi bu sene de yerel sahnenin gelecek vadeden yetenekleri de müzik severlerin karşısına çıkıyor. Babylon Soundgarden’da ilk defa sahne alacak ve yıldızları yeni parlayan yerel isimlerden, sesi ve gitarıyla son dönemin en dikkat çeken Kalben, indie pop’un yeni yeteneklerinden Can Kazaz, şarkı sözleri kadar vokalleriyle de herkesin zihninde yer eden Nilipek., iyi bir gitarist olmanın yanında harika bir söz yazarı Selim Saraçoğlu ve akustik gitar kompozisyonlarından oluşan atmosferik parçalarıyla TSU! ilk defa, bir arada sadece Babylon Soundgarden’da İstanbul sahnesinin keşfedilecek isimleri arasında bulunuyorlar.
Babylon Soundgarden biletleri Biletix ve Babylon Gişe’den temin edilebiliyor.
13-14 Haziran’da Hayat Bu Kapağın Altında desteğiyle Lifepark’ta gerçekleşecek One Love Festival’de James Blake, Tom Odell, Metronomy, Hot Chip, Julian Casablancas + The Voidz, Little Dragon, José González ve Austra’nın ardından, tüm haftasonuna yayılacak fetsival coşkusunun tam sanatçı listesi açıklandı.
Fin Greenall’in melankolik projesi Fink, yenilikçi tarzlarıyla Everything Everything, dansa davet eden tonlarıyla Slow Hands, Türkiye’nin en önemli kadın vokallerinden Ceylan Ertem, Reggae müziğinin Türkiye’deki en önemli temsilcisi Sattas, elektronik pop grubu 123’ün yanı sıra Kim Ki O, The Ringo Jets, Biz, The Away Days, Sapan, Adamlar, Can Güngör, Barış Demirel, Norrda, Palmiyeler,DJ performanslarıyla Darren Roach, Ahmet Şendil, Dayko & Jamiryo, Cem Salman, Unus Emre, Deniz Kabu, Batu Çelik, Ali Murat Karakuş ve Sevil Soylu, 13 – 14 Haziran’da festivalcilerle buluşacak isimler oldu.
Hayat Bu Kapağın Altında desteğiyle Pozitif Live tarafından, 13 – 14 Haziran’da Lifepark’ta gerçekleştirilecek, Türkiye’nin en uzun soluklu şehir festivali One Love Festival 14’te performans sergileyecek tüm isimler belli oldu. 3 sahnede toplam 33 ismi ağırlayacak festival bu yıl da gerçek festival deneyiminin adresi olacağını gösterdi.
Bu yıl 14.sünü gerçekleşecek olan One Love Festival, 13 – 14 Haziran olmak üzere iki gün boyunca Lifepark’ta yine dünyadan ve Türkiye’den sevilen müzisyen ve grupları ağırlayacak. One Love Festival’in kapılarını açacağı 13 Haziran Cumartesi günü müzikseverler, gün boyu sürecek aktivitelerin yanı sıra müzik dünyanın önde gelen isimlerinden Mercury Prize ödüllü James Blake, elektronik dans grubu Hot Chip, dans ve indie rock’ı buluşturdukları eklektik tarzlarıyla Metronomy, yenilikçi tarzlarıyla Everything Everything, Fin Greenall’in melankolik projesi Fink, Türkiye’den indie rock grubu Sapan, kendilerine has tarzları ile Kim Ki O, Biz, Reggae müziğinin Türkiye’deki en önemli temsilcisi olan Sattas, indie/dream pop grubu The Away Days, alternatif rock grubu Adamlar, indie rock sahnelerinin yeni ismi Palmiyeler, ve DJ Performaslarıyla Darren Roach, Dayko&Jamiryo, Ahmet Şendil, Unus Emre, Sevil Soylu ve Deniz Kabu ile eğlenecek.
One Love Festival’in ikinci günü 14 Haziran Pazar ise festivalciler, yine farklı müzik türlerinin en önemli isimlerinin ağırlandığı bu yazın en önemli müzik festivalindeki yerini alacak. Pop müzik piyasasının son yıllarda en çok ses getiren sanatçılarından Tom Odell, efsanevi indie rock grubu The Strokes’un kurucusu ve solisti Julian Casablancas’ın solo projesi Julian Casablancas + The Voidz, indie electro ve trip hop grubu Little Dragon, electronica/synth pop grubu Austra, İsveçli indie folk sanatçısı José González, dansa davet eden tonlarıyla Slow Hands’in yanısıra Türkiye’nin en önemli kadın vokallerinden Ceylan Ertem, elektronik pop grubu 123, The Ringo Jets, Can Güngör, birçok farklı kültürün müziğini harmanlayan Norrda, Barış Demirel ve DJ performanslarıyla Cem Salman, Ali Murat Karakuş ve Batu Çelik One Love Festival 14 sahnesinde festivalcilerle buluşacak.
1. Gün: (13 Haziran 2015 – Cumartesi )
James Blake –Metronomy – Hot Chip – Fink – Everything Everything – Sattas – The Away Days - Kim ki o – Adamlar – Biz – Sapan – Palmiyeler – Darren Roach– Dayko & Jamiryo – Ahmet Şendil – Unus Emre – Deniz Kabu – Sevil Soylu
2. Gün: (14 Haziran 2015 – Pazar)
Tom Odell – Julian Casablancas+The Voidz – Little Dragon – Austra – José González – Slow Hands – Ceylan Ertem – 123 – The Ringo Jets – Can Güngör – Norrda – Barış Demirel – Cem Salman – Ali Murat Karakuş – Batu Çelik
Akbank Sanat, Mayıs ayında farklı coğrafyalardan gelen sanatçıların katılımı ile Dünya Müziği Günleri'ne ev sahipliği yapıyor. Dünya müziğinin öncü gruplarından kabul edilen ve müzik kariyerinde 40. yılını kutlayan Fin grup Piirpauke'nin 7 Mayıs 2015, Perşembe günü gerçekleştireceği konser ile başlayacak etkinlik, 12 Mayıs 2015, Salı günü Çin geleneksel enstrümanı erhu ustası Guo Gan ve Japon geleneksel enstrümanı koto ile Batı Dünyası’nda büyük beğeni kazanan Mieko Miyazaki'nin sıradışı konseriyle devam edecek.
Etkinlik kapsamında 26 Mayıs 2015, Salı günü Pakistan'dan bir ikili; sitar’ın yaşayan en büyük üstadlarından Ashraf Sharif Khan ve yine Pakistan'ın en önde gelen tablacılarından olan Shahbaz Hussain seyircilere çok özel bir deneyim yaşatacak. Akbank Sanat Dünya Müziği Günleri, Batı Afrika müziğinin yükselen yıldızı ve kökleri Orta Çağ’a dek uzanan bir griot (hikaye anlatıcı) aileden gelen Senegalli Diabel Cissokho'nun 28 Mayıs 2015, Perşembe günkü konseri ile sona erecek.
Piirpauke 40. Kuruluş Yılı Özel Konseri İle Akbank Sanat’ta
Akbank Sanat Dünya Müziği Günleri, 70’li yıllarda, Türk müziği de dahil olmak üzere farklı geleneksel ve etnik müzikleri, rock ve caz müziğiyle birleştirerek dünya müziğinin öncülüğünü yapan Finlandiyalı grup Piirpauke ile başlıyor.
1974 yazında saksafoncu ve piyanist Sakari Kukko tarafından kurulan; Fin, Balkan, Türk ve Batı Afrika folk müziklerinden ilham alan besteleri ile tanınan, yorumladıkları “Çökertme” ve “Samsun’un Evleri” gibi Türk ezgileri ile büyük beğeni kazanan Piirpauke, “Koli” albümü ile Ekim 2010’da Avrupa Dünya Müziği listelerinde bir numaraya yükseldi. Bugüne dek 30 albüm yayınlayan ve 30 ayrı ülkede konserler veren Piirpauke, son albümleri “Ilo” da Chaikovsky, Beethoven, Fin besteciler Lithander ve Merikanto’nun ve Güney Hindistanlı usta Tyagajara’nın müziği yanı sıra Tibet ve Peloponnesos’tan geleneksel şarkılara da yer verdi.
Piirpauke, 40. kuruluş yılı kapsamında 7 Mayıs 2015, Perşembe günü Akbank Sanat’ta gerçekleştireceği konserle müzik tutkunlarına unutamayacakları bir ziyafet yaşatacak.
Etkinlik: Konser – Piirpauke
Sakari Kukko, saksafon, flüt, piyano
Nicolas Rehn, gitar
Ismaila Sané, perküsyon
Eerik Siikasaari, kontrbas
Rami Eskelinen, davul
Tarih: 7 Mayıs 2015, Perşembe
Saat: 20.00
Yer:Akbank Sanat
Bilet Fiyatı: Tam: 20 TL / Öğr: 10 TL
Çinli Guo Gan ve Japon Mieko Miyazaki’den Sıra Dışı Bir Konser
Akbank Sanat Dünya Müziği Günleri, 12 Mayıs 2015, Salı günü Çin geleneksel enstrümanı erhu ustası Guo Gan ve Japon geleneksel enstrümanı koto ile Batı Dünyası’nda büyük beğeni kazanan Mieko Miyazaki'nin sıradışı konseriyle devam edecek. İkili konserde katılımcılara farklı bir müzik deneyimi yaşatacak bir repertuar seslendirecek.
Etkinlik: Konser – Guo Gan & Mieko Miyazaki (Çin-Japonya)
Pakistan’ın en ünlü sitar ustalarından Ashraf Sharif Khan ve önde gelen tabla virtüözlerinden Shahbaz Hussain 26 Mayıs 2015, Salı günü Akbank Sanat Dünya Müziği Günleri’nin konuğu olacak. Sınırları aşan müzikleri ve büyüleyici performansları tanınan ikili Akbank Sanat’taki konserlerinde dinleyenleri unutulmaz bir müzikal yolculuğa çıkaracak.
Etkinlik: Konser – Ashraf Sharif Khan & Shahbaz Hussain (Pakistan)
Ashraf Sharif Khan, sitar
Shahbaz Hussain, tabla
Tarih: 26 Mayıs 2015, Salı
Saat: 20.00
Yer:Akbank Sanat
Bilet Fiyatı: Tam: 20 TL / Öğr: 10 TL
Akbank Sanat Dünya Müziği Günleri Senegalli Diabel Cissokho ile Sona Eriyor
Akbank Sanat Dünya Müziği Günleri, Batı Afrika müziğinin yükselen değerlerinden Senegalli Diabel Cissokho’nun 28 Mayıs 2015, Perşembe günü gerçekleştireceği konser ile sona erecek.
Kökleri Orta Çağ’a, Mali’ye dek uzanan çok tanınmış bir griot (hikaye anlatıcı) ailesinden gelen Diabel Cissokho, hem virtüöz yeteneği hem de etkileyici ve duyarlı performası ile geleneksel Afrika müziği, caz, Afrobeat gibi farklı dallarda müzik otoritelerinin büyük beğenisini topladı. Diabel Cissokho, Akbank Sanat’taki konserinde 2012’de kaydettiği Batı Afrika Mandinka müziği, Afrobeat ve blues öğelerini barındıran ilk albümü “Kanabory Siyama”dan besteler seslendirecek.
İstanbul’un yükselen değerlerinden Karaköy’de 5-12 Mayıs tarihlerinde gerçekleşecek Red Bull Art Around, bahar aylarında semtin sokaklarını ve çeşitli mekanlarını çağdaş sanatla buluşturmaya hazırlanıyor. Projenin küratörlüğünü İstanbul sanat sahnesinin dikkat çekici isimleri Irmak Arkman ve Ceren Arkman üstleniyor. Arkman’ların projedeki hedefi, Karaköy’ü sanatla kucaklamak ve modern hayatın değişiminin ortasındaki semti genç sanatçılarla yeniden yorumlamak.
Proje için İstanbul modern metropol hayatının hızlı dönüşümünü en çarpıcı şekilde gösteren Karaköy özel olarak seçildi. Yeni kafeleri, renkli camekanları, duvarlardaki sokak resimleri, tasarım dükkanları, galerileriyle adeta bir eğlence ve kültür-sanat kasabasına dönüşen Karaköy, çok disiplinli semt sergisi ile yeni bir algı kazanacak. Bir zamanlar acı çayı içilen Karaköy şimdi espresso yudumlayan insanlarla dolup taşarken, Red Bull Art Around sergisi de semti yeni karşılaşmalara çağırıyor. Proje, başta gençler olmak üzere herkesi şehir hayatına bıkkın değil uyanık ve heyecanlı yaklaşmaya davet ediyor.
Red Bull Art Around Karaköy’ün farklı noktalarında yer alacak farklı disiplinlerden çalışmalarla, her gün önünden geçilen alanlarda farklı algılar yaratmak ve gündelik rutinimiz kırmak istiyor. Ozan Türkkan’ın tükenmez bir enerjiyle büyüyen İstanbul ile olan bağlantısından hareketle yaratacağı ve seyircilerin enerjisiyle çalışacak kinetik heykeli; şehrin hassas gözlemcisi Volkan Kızıltunç’un video yerleştirmesi; Türkiye’nin interaktif tasarım ve ses sanatı alanındaki öncü sanatçılardan Selçuk Artut’un etkileşimli enstalasyonu; heykeltıraş Mehmet Ali Uysal’ın esprili bir sanat eleştirisine dayanan yeni neon eseri; günümüzün yaşamsal sorgulamalarını insan ve hayvan üzerinden tuvale yansıtan Ali İbrahim Öcal’ın resimleri; Kadıköy’ün görsel kimliğinin yaratıcılarından Cins’in Karaköy’deki ilk büyük duvar resmi; Furkan Nuka Birgün’ün billboard’larda hayat bulacak çizimleri; sokak sanatının ender kadın isimlerinden Lakormis (Merve Morkoç) ve Ham’ın ortak çalışması olan illüstratif yerleştirme Karaköy’de yer alan eserler olacak.
Wom, Nove, Ops Cafe, Mae Zae Tasarım Mağazası, Fransız Geçidi, Murakıp Sokak, Mumhane Caddesi ve Kemankeş Caddesi‘nde görsel ve işitsel enstalasyonlar, neon enstalasyonlar, videolar, resim ve illüstrasyon çalışmaları yer alacak. Red Bull Art Around’un açılış etkinliği 5 Mayıs’ta Wom’da 19.30’da başlayarak DJ performansları ile gece boyunca devam edecek.
Heavy metal ve rock severlerin heyecanla beklediği Rock Off’un bu yılki ana grupları Korn ve Apocalyptica! Festivalin biletleri 29 Nisan’dan itibaren Biletix’te olacak.
İlki geçen sene Freebird Agency tarafından düzenlenen ve binlerce heavy metal ve rock severi buluşturan Rock Off, ikinci yılında herkesi İstanbul’un yeni festival mekanı Cosmos’ta “Rock Tatili”ne davet ediyor. Bu seneden itibaren Freebird Agency ve Pozitif Live işbirliğiyle yoluna devam edecek olan Rock Off, çok daha güçlü bir içerik ve kadro ile 1-2 Ağustos tarihlerinde tüm rock ve heavy metal hayranlarını yeniden bir araya getirmeye hazırlanıyor. Cosmos’ta gerçekleşecek ve kamp yapabilme imkanı da sunacak olan Rock Off, iki gün boyunca Korn, Apocalyptica, Gojira, Soulfly, Murat İlkan, Black Tooth gibi çok sayıda yerli ve yabancı rock grubunu ve sanatçıyı müzikseverlerle buluşturacak.
İki gün sürecek Rock Off’un birinci gününde Korn, Gojira, Soulfly, Korpiklaani gibi gruplar yer alırken, ikinci gün Apocalyptica, Dark Tranquillity ve Annihilator sahne alacak. Rock Off kadrosuna eklenecek daha birçok grup çok yakında açıklanacak. Festivalde, ana sahnede yer alacak performansların yanı sıra; Dragon’s Den çadırında çeşitli söyleşiler, akustik performanslar ve sahne alacak gruplarla imza seansları da gerçekleştirilecek.
Biletler 29 Nisan’dan itibaren Biletix’te
Rock ve metal müziğin coşkusunun iki gün boyunca yaşanacağı Rock Off’un festival biletleri 29 Nisan’dan itibaren biletix.com, Biletix satış gişeleri ve Biletix Çağrı Merkezi üzerinden satışa sunulacak. Geçen sene olduğu gibi bu sene de sosyal sorumluluk projelerinde yer almaya devam eden Rock Off için alınan her biletin 5 TL’si bu yıl bir dernek aracılığıyla hayvan barınaklarına bağışlanacak.
Cosmos
Kilyos’ta Demirciköy yakınlarındaki bir koyda bulunan Cosmos, İstanbul sınırları içinde, deniz ve orman ile iç içe konser ve festival deneyimi sunma amacıyla hayata geçirilen ilk etkinlik alanı. Festival ve etkinlikler esnasında, katılımcılarına hemen yanındaki Babylon Kilyos’un plajından faydalanma fırsatı da sunan Cosmos’ta kamplı festivaller için kamp alanı de yer alıyor.
Şampiyonluk uğruna yaptığı şike ile hem yüz yaşını devirmiş camiayı hem de Türk futbolunu kirleten, herkese istediği gibi davranan işine gelmeyeni azarlamaktan hiç çekinmeyen öfkesi de hiç dinmeyen bir adam bence Aziz Yıldırım... Pek gerçekten şike yapıldı mı? Yoksa söylendiği gibi bu tamamen siyasi bir operasyon mu yapıldı? Halen cevaplanması gereken çok soru var... Gözaltına alınmasıyla ülkede yepyeni bir süreç başlamış ve sloganlarla desteklenen direniş bugünlere dek sürmüştü. Sürecin iç yüzünü anlatan “Sarı-Lacivert Öfkeli Adam: Aziz Yıldırım”, Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflarda.
3 Temmuz 2011... Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınması, Ergenekon ve Balyoz depremlerini yaşamakta olan Türkiye’de yeni bir süreç başlattı. Bu kez hedef milyonlarca taraftara sahip Fenerbahçe’ydi.
Gazeteci-yazar Aytunç Erkin, bu kitapta sarı-lacivertli dünyada büyük bir dayanışmaya yol açan operasyon ve dava sürecinin iç yüzünü sergiliyor. Usta gazeteci Uğur Dündar’ın önsözüyle sunduğumuz “Sarı-Lacivert Öfkeli Adam: Aziz Yıldırım”, futbolun, asla yalnızca futbol olmadığının da bir kanıtı.
● Fenerbahçe’nin “En uzun 90 dakikası” nasıl başladı, nasıl bitti?
● “Şike davası”nın Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve Devrimci Karargâh’la ne ilgisi var?
● Başbakan Erdoğan, Fenerbahçe Kongresi’nde neden devreye girdi?
● AKP ve Cemaat, Fenerbahçe’den ne istediler, ne alamadılar?
● Fenerbahçe düşmanlığı yapan gazeteciler kimler?
● Aziz Yıldırım’ın tutuklanacağını bilen “Hayalet” yazar kim?
● Aziz Yıldırım’ı neden İBDA-C’den dinlediler?
“Korkmayın beyler, korkmayın. Ne görüyorsanız yazın... Bu devran değişir. Burada her şeye yanıt vereceğim. Birlikte mahkeme yapacağız. Benim de size sorularım olacak. Bu dava siyasi amaçlı bir davadır.” AZİZ YILDIRIM
“Kuş Lokumu” serisiyle tanıyıp sevdiğimiz afili filinta Bahadır Cüneyt Yalçın’ın ikinci romanı “Hep Lunapark” April Yayıncılık etiketiyle raflarda.
Yalçın’ın gündelik yaşamdan insana dair tespitleriyle süslü keyifli ilk romanı “Mütevazi Bir İntikam” geçtiğimiz yıl çıkmıştı. İkinci romanında da aynı keyfi vaat ediyor.
Ve sahne: İrfan Yunus ve ailesinin Balkara şehrinde işlettiği naif lunapark.
“Burada çocukluk değil manyaklık ortaya çıkar” sözünün sahibi Zafer.
“Lunaparktaki sese ve ışığa savunma geliştirmeye çalışan sinir sistemi dert çekmeye vakit bulamaz” diyen, pembe ojeli parmaklarıyla hayal perdelerini parçalayan Ayşegül. Dönmeli, hoplamalı, ışıklı bir eğlence köyü.
Ölmüş meşhur şarkıcılara mektuplar yazan safiyet ehli Mustafa, bir varoluş biçimi olarak bayılan Narine, kumarbaz Savaş, fettan Alev, dövüş ustası bir dondurmacı.
Deniz kaplumbağası, peruklu balerin, şaşı ahtapot ve belgesel kameraları…
Ne demişler: Roket yükselmeye inanır. Rüzgâr hep kazanır, tül hep kaybeder.
İşte huzurlarınızda; yükseliş, alçalış, merkezkaç ve Newton. Acı, avantür, komedi ve sürpriz.
Bahadır Cüneyt Yalçın, Mütevazı Bir İntikam’ın ardından Hep Lunapark ile yeni edebiyata bir kez daha kahkaha ve sevgiyle selam çakıyor.
“Biz ancak kimsenin kaybetmediği bir ringte kazanabiliriz.”
Faruk Turinay'ın yurtiçi ve gezilerini bizlere büyülü bir dille aktaran seyahatnamesi "Zamanın Üzerinde Seyahat" Esen Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Turinay kitabının ilk sayfalarında İtalya'ya götürüyor okuru; Floransa, Venedik ve Siena'da dolaştırıyor hayalle gerçeklik arasında. Oradan Dubrovnik ve Batum'a kadar uzanıyor. Türkiye'deyse Giresun'dan başlayıp Mardin'e dek birçok büyülü coğrafyayı adımlıyoruz Turinay ile birlikte.
Şehirler ve eşyalar yüzyılların kokusunu hapseder içine. Ne var ki bu koku öyle hemen hissedilir cinsten değildir. Sonra bir gün, uyurken başının altına kalın ciltler koyan, dalgın, hayalci bir seyyah gelir. Şehrin tenini süsleyen benlere, içindeki eşyalara dokunur ve sihirli lambayı okşayan Alaaddin gibi cini yerinden çıkarır. Bu cin, zamanın ta kendisidir. Ve o dalgın seyyah, bazı geceler Venedik’in Altın Kilise’sinin, bazen berrak deresinden bir avuç su içtiği Fırtına Vadisi’nin, bazen de Mardin’de bir Arap beyinin ihtiyar konağının gerçeküstü resmini yapmaktadır kelimelerle.
Kitabın önsözünü de yazan Murat Belge, şöyle tanımlıyor Faruk Turinay'ın kalemini:
“Seyahatname yazdığımızda, ister istemez, sık sık, kelimelerle resim yapmak durumunda kalıyoruz. Faruk Turinay bunu iyi yapıyor, gör¬düğü şeyler -biçimler, siluetler, renkler- karşısında sahici bir şekilde duygulanıyor ve bu heyecan dediğim o neredeyse imkânsız işi -yani kelimelerle resim çizmek- yapmasına yardımcı oluyor. Turinay da James Joyce’un Dublin hakkında söylediği gibi, tasvir ettiği şehir yeryüzünden tamamen silinse, sırf onun yazdıklarıyla yeni baştan inşa edilebilmesi kaygısıyla yazıyor sanki."
"Yoldan Çıkartan Kitaplar" serisinin 4. kitabı olan Zamanın Üzerinde Seyahat tüm kitapçılarda!
Hazırladığı televizyon programları ve köşe yazılarıyla tanıdığımız Sevim Gözay’ın 27 isimle buluşup birlikte izledikleri film üzerinden ettiği sohbetleri derlediği “Sinemaskop Randevular”, Esen Kitap etiketiyle raflarda…
Sevim Gözay, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro, TV, gazete dünyasından 27 isimle tek tek buluştu, önce birlikte filmi izledi, sonra da kahve eşliğinde uzun ve keyifli sohbetler kaydetti. Çocukluk, ilk izlenen filmler, âşık olunan yıldızlar, sinemada duyulan ilk heyecanlar, elinden tutulan anılar, artık olmayan salonlar, yazlık sinemalar, seyyar sinemacılar, enler, favoriler, ödüller, özlemler, umutlar, sinemada başa gelen en acayip olaylar…
Gülümseyeceğiniz, kederleneceğiniz, çocukluğunuzu düşüneceğiniz ve sonunda bir "izlenecek filmler" listesi hazırlayacağınız Sinemaskop Randevular'ı okumak için kahvelerinizi hazırlayın...
"Türk sineması eğitimimi annemle aldım tamamen. Şişli Sıracevizler'deki Kervan Sineması. Mendil ıslatan filmler..." Mario Levi
"Türkan Şoray'ın oynadığı 'Mine'nin ayrı bir huzuru var bende. Çok önemli bir film bence toplumsal yaşayışımız için." Jehan Barbur
"Rakı şişesi kırılır filmde, 'Ne yaptınız be, nimet bu nimet!' diye ağlar adamın teki. Biz buyuz..." Ceyhun Yılmaz
"Fatsa'da sinemalar aynı İstanbul'daki gibi çalışırdı ve aileler düzenli olarak sinemaya giderlerdi. Taşranın son modern yıllarıydı." Hamdi Koç
"Emek bir sinema sarayıydı. Hakikaten çok hüzünlü, acı verici bir şey. Sevdiğin birinin ölmesi gibi." Ahmet Ümit
"Taşrada doğan çocuklar, İstanbul'da doğanlardan daha çok severler bu kenti. Niye, çünkü biz İstanbul'u sinemada gördük." Sunay Akın
"Kendini yenilemeye devam etmek zorunda sinema. Bu halk, bu öyküler, bu insanlar, hepimiz birlikte eskiyoruz." Gülriz Sururi
Yeni tanışanlar için Sevim Gözay
Televizyoncu, yazar. İstanbul’da doğdu. Yirmi yıl boyunca kamera arkası ve önünde çok sayıda televizyon yapımında görev aldı. Yönetmenliğini ve sunuculuğunu yaptığı Stüdyo: Sinematik Portakal ve Cosmopolis adlı ödüllü programlarıyla tanınıyor. Nokta dergisinde ve Akşam gazetesinde uzun yıllar köşe yazarlığı yaptı. Bak Kim Dans Ediyor adlı gençlik oyununu sahneye koydu. Evlerimiz Şehrin Kıyısında adlı çocuk oyununa yazar ve yönetmen olarak katkıda bulundu. Dönüşüm Muhteşem Olacak adlı güncel sanat performansında sahne aldı. Kızlar ve Babaları adlı kolektif kitaba yazar olarak katkıda bulundu. Kasetten Canlı adlı retrospektif kitaba imza attı. Sinemaskop Randevular, yazarın ikinci kitabı. Şu an ilk romanı üzerinde çalışıyor ve İstanbul’da yaşamaya devam ediyor.
Evliliğe giden yolu ilk adımından itibaren işlemeye doymayan yapımcılar yine boş durmamış. Kaçak gelinler, aileyle ilk tanışma, düğünleri gezenler, hafızada boşluklarla uyanılan bekarlığa veda partileri, çılgınlıklarla dolu balayı ve nedimeler derken bu kez soluğu sağdıçlarda almışlar. Düğün hazırlıklarında damada yardım eden, bekarlığa veda partisi organize eden, yüzükleri taşıyan, kriz anında sorumluluk alarak rahatlatan ve düğün sonrası konuşma yaparak kadeh kaldıran sağdıçlar... Peki ya damadın hiç arkadaşı yoksa ve düğüne sayılı günler kaldıysa neler olur? İşte bu sorunun peşinden gidiyor 2015 yapımı Amerikan işi “The Wedding Ringer”...
2006 yapımı “The Break-up / Ayrılık”ın senaristleri olarak tanıdığımız Jeremy Garelick ve Jay Lavender senaryoyu birlikte kotarmış ve Garelick ilk yönetmenlik denemesine soyunmuş. İyi de bir kadro kurmuşlar. Kevin Hart, Josh Gad, Kaley Cuoco-Sweeting, Jorge Garcia, Ken Howard, Cloris Leachman ve Olivia Thirlby kalabalık kadronun başını çeken oyuncular.
Doug Harris ile tanışırız... Sıradan biridir hatta sıranın da altında biridir ve hayal edeceğinden çok fazla olan bir kadınla evlenmek üzeredir. Sağdıç olması için tüm tanıdıklarını arar ve kimse kabul etmez. Düğüne on gün vardır ve müstakbel gelin Gretchen farkına varmadan bu krizi çözüp sağdıç bulmak zorundadır. Bir olsa neyse de, yedi tane bulmak zorunda olması mucize yaratması gerekmektedir. Sorunu çözmek üzere ona fısıldanan ismi bulur: Jimmy Callahan... Kiralık sağdıç işinin erbabıdır ama bugüne dek sadece adı konan kategori “Altın Smokin” ilk kez uygulanacaktır... Böylece düğüne hazırlıklar resmen başlar...
Garelick ve Lavender, öncüllerini iyi inceleyip bir karma yaratmış. Zaten tanıdık olan konuyu bir iki filme gönderme yaparak da besleyip seyirciyi sürekli filmin içinde tutuyorlar. Aileyle yemek sahnesindeki yangın, kayınpederle yapılan sert maç, bekarlığa veda partisindeki kriz gibi bir çok detay hayli tanıdık. Başkası olma halinin ve geline yalan söyleme stresinin getirdiği durum komedisini başarıyla kullanıyorlar. Sağdıç ekibindeki birbirinden ilginç karakterlerle renk katmayı başarmışlar. Seyircinin soracağı her “neden” sorusunu da cevaplayarak boşluk bırakmamışlar. Yavaş yavaş tempoyu yükselten senaryo aksamalara ve gereksiz yan yollara girmeden hedefine doğru saat gibi işliyor, sonunda da seyirciye beklenen final verilerek gönüller hoş tutuluyor. Evet yeni bir şey yok, daha önce izlemişlik hissi yaratıyor ama eğlenceyi sürekli gazlayarak güldürerek finaline yürüyor. Güldürmek için de bayağılaşmıyor “The Wedding Ringer”... Bel altı espriler, aşağılamalar falan yok, alaşağı edilmesi gereken bir kötü yok... Tamamen eğlence odaklı bir film...
Bizde henüz gösterim tarihi belli olmayan film, Amerika’da 16 Ocak’ta gösterime girmişti. 23 milyon dolarlık bütçesini açılış haftasında yakaladığı 24.5 milyon dolarlık gişe ile çıkarıp kâr etmeye başlayan filmin hasılatı 60 milyon doları geçmiş durumda. Seyirciden tam not olarak bu yılın iyi komedilerinden biri olarak adlandırılıyor.
Daha önce izlenmişlik hissine rağmen seyircisini çabucak etkisi alan, iyi yönetilmiş ve oynanmış komedi “The Wedding Ringer” eğlenceli vakit geçirme ihtiyacını fazlasıyla karşılıyor...
Aynı yurdu paylaşan, ortak bir belleğe sahip olan insanlar olduğumuzu bir kez daha hatırlatan ve bunu canıyla ödemek zorunda kalan Hrant Dink’in anısına, bu kitapta bir araya geldiler!
Adalet Ağaoğlu, Adnan Binyazar, Ahmet Telli, Ahmet Tulgar, Akif Kurtuluş, Asuman Susam, Ayşe Sarısayın, Behçet Çelik, Bejan Matur, Beşir Ayvazoğlu, Birsen Ferahlı, Ece Temelkuran, Enis Batur, Ferit Edgü, Feridun Andaç, Gülayşe Koçak, Hakan Günday, Hüsnü Arkan, Irmak Zileli, Karin Karakaşlı, Mine Söğüt, Murat Gülsoy, Murathan Mungan, Murat Uyurkulak, Murat Yalçın, Müge İplikçi, Nemika Tuğcu, Oya Baydar, Selim Temo, Selim İleri, Sema Kaygusuz, Şebnem İşigüzel, Şeyhmus Diken, Vivet Kanetti ve yayına hazırlayan Yiğit Bener.
Yüz binlerce Ermeni yurttaşımızın ölümüne ve hayatta kalabilenlerin çoğunun da ata topraklarından, yurtlarından göç etmesine neden olan “1915 olayları”nın üzerinden yüz yıl geçti.
Bu Büyük Felaket’in ‘ad’ı ve kurbanlarının ‘sayı’sı konusunda kavgaya saplanıp kalmış olmak; dahası “1915”i hâlâ nefret söylemiyle tartışmak aynı toprağı, yurdu paylaşan halklar arasına saplanmış zehirli bir hançerdir. Bu hançeri çıkarmanın, ortak bir vicdanda buluşmanın zamanı gelmiş, geçmektedir.
Üç kuşaktan saygın otuz beş edebiyatçının burnumuzun dibinde veya uzaklarda, belleklerimizde, düşlerimizde; ama bir şekilde hâlâ “içimizde” yaşamayı sürdüren, ülkemizin harcında yer etmiş Ermenileri konu alan metinlerinin buluştuğu İçimizdeki Ermeni (1915-2015) başlıklı derlemenin çıkış noktasında, meselenin işte bu insani boyutu vardır.
Ne de olsa edebiyat, insanı kavramak ve anlatmak, bireysel ve toplumsal belleği canlandırıp sağaltmakta en güçlü kozlara sahip “insani” uğraşlardan biri değil midir?
Osmanlı'yı Cenovalı bir kölenin gözünden okumak ister misiniz? Çağatay Güney’in Ocak 2013’de yayımlanan “Fatih'in Cenovalı Sırdaşı - Lupo'nun Adı” ile başlayan serisinin ikinci kitabı “Lupo’nun Seçimi” Esen Kitap etiketiyle raflarda.
Konusu ve akıcı diliyle tarihi roman sevenlerin büyük ilgisiyle karşılanan ilk kitap, son zamanların en başarılı tarihi romanlarından biri olarak gösterilmişti. Macera, “Fatih'in Cenovalı Sırdaşı-Lupo'nun Seçimi” ile sürüyor. İlk kitabın da yeni edisyonuyla Mayıs ayında raflarda olacağını hatırlatalım…
Cenova'da bir genelevde doğan, sokaklarda büyüyen, köle olarak satılan, kürek mahkumluğundan sonra kendini Osmanlı topraklarında bulan Lupo, serinin ikinci kitabında yeni savaşların, yeni maceraların içinde...
Osmanlı tarihindeki taht kavgalarını, savaşları, farklı dinlerden, farklı etnik kökenden insanların yaşamını, mekânları, sarayı... pek çok romanda yapıldığı gibi tahrifata uğratmadan; titizce araştırarak kurgunun içine yediren Çağatay Güney, tarihi roman türünde yeni bir yol açıyor. Yazar, yenilikçi tarzı, sürükleyici ve akıcı kalemi ile tarihçilerden de edebiyatçılardan da övgü alıyor...
Tarih okumayı seven, tarih okumayı sıkıcı bulan, tarihi romanların güvenilirliği ile ilgili kuşkuları olan tüm okurların severek, hevesle ve heyecanla okuyacağı Lupo'nun Seçimi, tüm kitapçılarda!
1444’ün kemik sızlatan amansız kışı… Hünyadi Yanoş’un elinde defalarca yenilmiş Osmanlı panik halinde. Balkanlar karman çorman olmuş, Türkmenler Anadolu’ya kaçıyor. Rumeli kan kaynıyor… Büyük oğlunu ansızın kaybetmiş, beceriksiz beylerine kızmış, yorgun Padişah, hayata küsmüş, tahtı bırakmayı planlıyor… Birdenbire tahtın tek varisi haline gelen 12 yaşındaki genç Şehzade, hiç de hazır olmadığı Osmanlı tahtı için alelacele başkente çağrılıyor…
Padişah’ın soylu eşi, genç ve güzel Hıristiyan Prenses, Balkanlar'da barışı geri sağlamak için çırpınıyor… Papa, yaralı Osmanlı’yı, son bir hamleyle Balkanlar’dan atmak, iki Kilise’yi birleştirmek üzere, en güvendiği casusunu gönderiyor… Tüm bu karmaşanın ortasında, Cenova’da bir genelevde doğmuş, sokakların acımasızlığında büyümüş, Osmanlı’ya esir düşmüş genç bir hırsız… İki aşk, iki Padişah ve iki yaşam arasında yazgısını arıyor.
İnatçı ve becerikli kahramanımız Lupo, kendisini bu sefer Osmanlı sarayının entrikaları ve Macarlarla Osmanlı arasında yapılacak barış görüşmelerinin ölüm dolu girdaplarında buluyor. İlk kitabı aratmayacak bir tempo, duygu dolu bir gerçekçilik ve bir solukta okuyacağınız serüvenlerin içinde, Lupo, Osmanlı’nın kaderinin çizildiği acımasız kurtlar sofrasının tam ortasına düşüveriyor.
Yeni tanışanlar için Çağatay Güney
1973’te doğdu. ODTÜ’de Siyaset Bilimi okudu. Yüksek lisans için 1995’te gittiği ABD’den, 2007 yılında döndü. Tarih, edebiyat ve macerayı çocukluğundan beri çok seven yazar, bir yandan da yönetim danışmanlığı yapıyor ve liderlik eğitimleri veriyor. Evli ve bir kızı var.
Türkiye’nin ilk uluslararası edebiyat festivali olan İTEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin yedincisi Garanti Bankası'nın ana sponsorluğunda, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Yunus Emre Enstitüsü'nün desteğiyle 4-8 Mayıs 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek.
26 farklı ülkeden 30 yabancı yazar ve "Profesyonel Buluşmalar" kapsamında 20 konuk ile Türkiye'den 30'un üzerinde yazarın katılımıyla gerçekleşecek etkinliklerde edebiyatseverler farklı kültürlerden yazarların, hayatı ve edebiyatı farklı perspektiflerden yorumlayışlarına tanıklık etme şansını yakalayacak.
Festival yerli yazar ve yayıncıların yabancı yayıncılar, editörler, çevirmenler ve yazarlarla işbirliği yapmalarını sağlayan edebiyat ortamı yaratıyor. Bu yıl Garanti Bankası ana sponsorluğunda gerçekleşecek olan festivalde etkinlikler halka açık ve ücretsiz olarak gerçekleştiriliyor. Etkinlikler kapsamında okurlar sevdikleri ya da yeni keşfedecekleri yerli ve yabancı yazarlarla bir araya gelme şansına da sahip oluyor.
30’U YABANCI 60'IN ÜZERİNDE YAZAR FESTİVALE KATILIYOR
İTEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin bu yılki programında yazar okumaları ve söyleşilerin yanı sıra interaktif edebiyat projelerine yer verilecek.
İstanbul'un İki Yakasında Edebiyat Etkinlikleri
Festival Sponsorlarından Ersa Mobilya, bu yıl Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi'nin açılış törenine ev sahipliği yapacağı İTEF kapsamında İBB Atatürk Kitaplığı'nda gerçekleştirilecek etkinliklere iki özgün projeyle destek verecek. "Yazar Koltukları" projesiyle günümüzün yazarlarını okuyucularıyla interaktif bir ortamda buluşturmayı hedefleyen Ersa Mobilya, mekanda hayranları için bir de "Küçük Prens" atölyesi düzenleyecek. Festival etkinlikleri; İBB-Atatürk Kitaplığı, İstanbul Yunanistan Başkonsolosluğu- Sismanoglio Megaro, ve KargArt'da gerçekleştirilecek.
Dünya'da çok satan Kitap Hırsızı'nın yazarı Markus Zusak Tükiye'de
Çok satan kitapların sevilen yazarı Markus Zusak, İTEF 2015'in yazarları arasında. Avustralya Büyükelçiliği ve Etihad Havayolları'nın desteğiyle Türkiye'deki okurlarıyla buluşacak. Martı Yayınları tarafından yayımlanan Kitap Hırsızı, Hiç, Köpekler Ağladığında gibi çok satan kitapların yazarı Markus Zusak yazım sürecini ve ilham kaynaklarını okurlarıyla paylaşıyor.
Gecenin Sınırında: Gece yarısı Edebiyatına hazır mısınız?
İTEF 24 saat açık olan İBB Atatürk Kitaplığı ile birlikte edebiyatseverlere sıradışı bir deneyim sunuyor. Dergâh Yayınları'nın desteğiyle gerçekleştirilecek etkinlikte, saatler gece yarısını gösterdiğinde Türkiye edebiyat sahnesinin 4 önemli ismi kitapları Dergâh Yayınları tarafından basılan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dünya klasikleri arasına girmiş eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden ve Tanpınar'ın şiirlerinden bölümler okuyarak katılımcılara farklı bir deneyim yaşatacaklar.
Hayatımın Öyküsü
En sevdiğiniz yazarın ilham aldıkları isimlerin kimler olduğunu bilmek istemez misiniz? Festival yazarları okurlarıyla hayatları boyunca kendilerini en çok etkileyen kitaplardan bölümler paylaşacaklar.
Çocuk Edebiyatının Dünyaca Ünlü İsimleri İTEF 2015'te
Kitapları çocuklar arasında bir fenomene dönüşen ödüllü yazar Fatima Sharafeddine, Nar Yayınları (Nar Çocuk) işbirliğiyle Türkiye'deki minik edebiyatseverlerle buluşuyor. Dünyaca ünlü Fin çocuk yazarı Mauri Kunnas, KONE'nin destekleriyle Türkiye'deki çocuk okurlarıyla buluşuyor.
Kolombiya'nın Ünlü Yazarı İTEF'te!
Marquez'den sonra Kolombiya Edebiyatı'nın en önemli yazarları arasında olan Laura Restrepo Kolombiya Büyükelçiliği'nin katkılarıyla ilk defa Türkiye'deki okurlarıyla bir araya gelecek.
Komşudan Haber Var!
Bu yıl Ermenistan'dan iki önemli yazarı ağırlayan festival, iki ülke arasında edebiyat köprüsü kuruyor. Çocuk edebiyatının sevilen ismi Armine Anda ve Türkiye'de yayımlanan ve büyük ilgi gören yeni kitabı "Kaçan Şehir" ile Hovhannes Tekgyozyan, festivalde okurlarıyla buluşacak.
Goethe Enstitüsü'nde Yazar Okumaları Devam Ediyor
Goethe Institut İstanbul'un destekleriyle festivale katılacak olan, "Uğultu" romanıyla dikkatleri üstüne çeken ünlü Alman yazar Norbert Scheuer Goethe Enstitüsü'ndeki yazar okumaları etkinliğine katılıyor.
Leipzig Kitap Ödülü'nün Sahibi Mircea Cartarescu İstanbul'da!
Romen Edebiyatı'nın dünyadaki önemli temsilcilerinden, ismi Nobel Ödülü adayları listesinde yer alan Romen Kültür Merkezi'nin destekleriyle festivale katılan ünlü yazar Cartarescu, Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan yeni kitabı "Orbitor-Göz Kamaştırıcı" ile festivalde yer alıyor.
Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü'nün Sahibi Yazar Goce Smilevski İTEF 2015'te
Nemesis Yayınları tarafından yayımlanan "Freud'un Kız Kardeşi" isimli kitabın yazarı Goce Smilevski festivalde okuyucularıyla buluşuyor.
Fantastik Edebiyat okurları festivalde bir araya geliyor
Her yıl festival kapsamında KargArt'da FABİSAD-Fantazya ve Bilimkurgu Sanatçıları Derneği işbirliğinde düzenlenen etkinlik serisinde fantastik edebiyat ve bilimkurgu alanında ürünler veren yazar, çizer, oyun yazarı gibi sanatçıların yer aldığı etkinliklere her yıl olduğu gibi bu yıl da bilimkurgu-fantastik edebiyat okurlarının ilgisi büyük olacak.
Yabancı Yazarlar Okullarda
İTEF 2015 kapsamında 10'a yakın çocuk edebiyatı yazarı, farklı ilçelerdeki 10'un üzerindeki okullarda öğrencilerle buluşacak. Aralarında Yapı Kredi Kültür ve Sanat Yayınları ve Avusturya Kültür Ofisi'nin destekleriyle festivale katılan dünya çocuk edebiyatının önde gelen isimlerinden Avusturyalı Helga Bansch, "Sanat Dedektifleri" serisiyle genç okurların heyecanla takip ettiği Norveçli Björn Sortland ve Nar Yayınları (Nar Çocuk) desteğiyle festivalde yer alan Lübnanlı Fatima Sharafeddine'in de olduğu yazarlar öğrencilere yeni ülkelerin ve dünyaların kapısını açacaklar.
Yazarların Kitapları Festival Süresince ANA Kitabevi'nde
Festival katılımcıları hem sevdikleri yazarların söyleşisi dinleyebilecek hem de kitaplarını İBB Atatürk Kitaplığı'na kurulacak olan Ana Kitabevi standından edinebilecekler.
İTEF 2015 antolojisi, festivalle aynı anda takipçileriyle buluşuyor
UPM-Kymmene Kağıt Ürünleri San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin kağıt sponsorluğuyla ve babil.com'un matbaa desteğiyle yayınlanan, ulusal ve uluslararası kitap fuarlarında ücretsiz olarak dağıtılan bu antoloji çoğunluğu özel sipariş edilen metinlerden oluşan, festivalin kalıcılığını ve üretkenliğini simgeleyen bir kitap olarak tasarlandı. Yerli ve yabancı yazarlar, "Şehir ve Sınırlar" teması altında yazılarını edebiyatseverlerle paylaşacak. Festival takipçileri antolojiyi ücretsiz olarak etkinlik mekanlarından edinebilecekler.
İTEF Çanakkale'de : Gelibolu 100 Yıllık Barış”- Barış İçin Edebiyat Etkinlikleri
Çanakkale Zaferi'nin 100.yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yunus Emre Enstitüsü, Bursa Nilüfer Belediyesi, Avustralya Büyükelçiliği ve Etihad Havayolları'nın destekleriyle gerçekleştirilen proje savaşın taraflarını edebiyat köprüleriyle bir araya getirmeyi hedefliyor. tarihsel romanların Türkiye'deki önemli temsilcilerinden Demet Altınyeleklioğlu ve "Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini " kitabıyla Türkiye'de kendi hayran kitlesini yaratan İngiliz yazar Louis de Bernieres savaşın edebiyattaki yansımalarını ele alacak. Anzak askerlerinin güncelerini “Gelibolu Günceleri” kitabında derleyen Avustralyalı yazar ve tarihçi ve Türkiye aşığı Jonathan King ve araştırmacı yazar Haluk Oral savaşın dehşetini her iki ordunun askerlerinin gözlerinden aktarıyor.
Okumanın Önündeki Engeller Kalksın: Okuyan Eller
İTEF 2015 kapsamında yaşanacak bir diğer ilk ise İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün izni, Garanti Bankası'nın ana sponsorluğu ve 3Dörtgen'in destekleriyle 3. ve 4. sınıfta okuyan görme engelli çocuklara yönelik okuma atölyelerinin gerçekleşmesi olacak.
Türkiye'de ilk defa yapılacak olan "Okuyan Eller" projesi için önde gelen çocuk edebiyatı yazarlarından Melike Günyüz özel olarak görme engelli çocuklar için bir kitap hazırladı. İstanbul'da bulunan ikonik binalar, toplu taşıma araçları gibi görme engelli öğrencilerin öğrenmesinin faydalı olacağı nesneler 3Dörtgen tarafından 3 boyutlu olarak basıldı ve festival kapsamında okul etkinliklerinde yüzlerce çocukla buluşacak. Öğrenciler Braille alfabesiyle basılacak kitapları etkinlik öncesinde eğitmenler eşliğinde okuyacaklar ve yazarın katılımıyla gerçekleşecek etkinlikte okumuş oldukları macerada yer alan araçlara ve mimari yapılara dokunabilecekler. Görme engelli çocukların dokunma duyularını ve bilişsel gelişimlerini edebiyat yoluyla genişletmeyi hedefleyen ilk faaliyette öğrenciler yazar eşliğinde üç boyutlu basım tekniğiyle üretilmiş resimli kitapları “okumuş” olacaklar.
Yazar Melike Günyüz ile birlikte görme engelli öğrencilerin okulları ziyaret edilecek, öğrencilere içinde metnin latin ve braille alfabeleriyle basılmış hali dağıtılacak. Metinde bahsi geçen objelerin 3 boyutlu basılmış hali öğencilere sunulacak. İlk etapta 150 öğrencinin yararlanması planlanan çalışmanın ilerleyen aşamalarda Türkiye’nin diğer şehirlerindeki okullarda da gerçekleştirilmesi planlanıyor.
İTEF-Profesyonel Buluşmalar Fellowship Programı
2011 yılında başlatılan Profesyonel Buluşmalar Programı, bugüne kadar 63 uluslararası yayıncıyı festival sırasında İstanbul'da ağırladı ve Türk edebiyatının, yayıncılığının tanıtılmasında katkıda bulundu. Bu yıl 15 farklı ülkeden gelen yayıncı, telif hakları yetkilileri, çevirmenler, çeviri fonu yetkilileri ve edebiyat festivali yöneticileri gibi sektörün 20 profesyoneli Yunus Emre Enstitüsü ve Can Yayınları'nın desteğiyle İstanbul’da buluşuyor. Uluslararası PEN'in edebiyat danışmanın katılacağı İTEF, bu yıl ilk defa Malezya'dan bir konuğu da ağırlayacak.
Edebiyat ve çeviri alanında faaliyet gösteren profesyoneller Türkiye’deki meslektaşlarıyla 3 gün süren bir programda yayınevlerine grup ziyaretlerinde bulunacaklar, birebir görüşmelerle bilgi ve deneyimlerini paylaşacaklar, ortak projeler geliştirmeleri ve telif hakları alışverişine zemin oluşturan bir programa katılacaklar.
İTEF'i Sosyal Medyada da Takip Edebilirsiniz.
Festival yazarları ve festival programıyla ilgili bilgileri İTEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali resmi internet sayfası www.itef.com.tr, facebook sayfası ve twitter hesabı @itef_istanbul'dan takip edebilirsiniz.
Her ilişki kaçamağı öyle veya biter ve bir tarafın dikte etmesi halinde diğer tarafın durumu kabullenememesi de başa dert açar. Bazen bunu kabullenme süreci rahatsız edici boyutlara ulaşır, bazen de şiddete... Bu formülü Adrian Lyne 1987 yılında uygulamış ve “Fatal Attraction” hem gişe şampiyonu olmuş hem de ödül canavarına dönüşmüştü. O gün bugündür benzerleri bolca gelen konuya bu kez de Rob Cohen el atmış ve tersyüz ederek Jennifer Lopez faktörüyle ortaya çıkmış 2015 yapımı “The Boy Next Door”...
Tv dizilerinden ibaret kariyerinin dönüm noktasını “Dragon: The Bruce Lee Story” ile yaşayan Rob Cohen, peşi sıra gişe aksiyonlarıyla devam etmiş ve 2001 yılının en şanslı adamlarından biri olarak ilk “The Fast and the Furious”a imza atmıştı. Bir yıl sonra “xXx” ile şansını iyi kullandığını düşünürken “Stealth” ve “The Mummy: Tomb of the Dragon Emperor” ile başlayan düşüşünü “Alex Cross” ile çöküşe çeviren yönetmen yeniden çıkış arayışını sürdürüyor. Garantili bir formülle geri dönmek istemiş bu kez. Verdiği üç yıllık aradan dönerken adını ilk kez duyduğumuz Barbara Curry’nin senaryosuyla çıkmış yola. Jennifer Lopez, Ryan Guzman, Ian Nelson, John Corbett ve Kristin Chenoweth’in başını çektiği oyuncu kadrosuyla bir gecelik ilişkiden doğan arızanın seyircisini germesini bekliyor.
Eşinden ayrılmak üzere olan güzel öğretmenimiz Claire Peterson oğlu Kevin ile yeni hayatına alışma sürecinde. Arkadaşı Vicky’nin ısrarla hayatına yeni bir erkek alması çağırıları arasında bocalamakla meşgul. Tam bu dönemde yan komşularının yeğeni Noah tam da ihtiyaç anında karşılarına çıkıyor anne oğulun. Çabucak “iyi çocuk” etiketini alıyor. Daha fazlasını almasıysa Claire’in kötü geçen gününün sonuna denk geliyor. Bir gecelik ilişki diye bakıp unutmak istese de Noah için durum özel bir bağın başlangıcı... Bir aşkın doğuşu olarak nitelendiriyor ve psikopat yanını sergilemeye başlıyor.
“Fatal Attraction”ı bir kaç dokunuşla değiştirip rolleri ters yüz ederek gerilim denemesine soyunan film, tamamen klişeler üzerinden gitmesi bir yana berbat bir senaryoyla yola çıkmış. Her tarafı dökülen senaryonun hataları ve gedikleri de bol. En başta karakterlerin inandırıcılığı sıfır... Claire’in edebiyat öğretmeni olması, Noah’ın klasik romanları seviyor oluşu, en yakın arkadaşın müdür yardımcısı olması gibi hatalı tercihlerden geçilmiyor senaryo. Girişilen yan öykülerde aynı hatalı tercihlerden ibaret olunca sonuç fiyaskoya dönüşüyor. Gerilim için iyi bir atmosfer yaratılmasını unutmuş gibi görünen Rob Cohen, mantık ve tutarlılığı da tamamen göz ardı etmiş olmalı. Zira Lopez’i seksi bir kadın olarak yangın yerine çevirmiş ama daha sabahında namuslu aile kadınına çeviriyor. Bu tip karakter tutarsızlıklarıyla filmi yamalı bohçaya çevirince ortalarda başlayan gerilim anlarının etkisi sadece komedi olabiliyor. Psikopat oğlanımızın yaptıkları da insanın hayatını kabusa çevirecek şeyler değil. Gençlik filmlerinde bile bundan daha iyi planlar görmüştük. Zaten iyi başlamayan film bir türlü geremeyince de sonuna kadar izleme meraklısı kim kaldıysa onlarla ilerleyebiliyor. Kötü finalle onları da ödüllendiriyor.
Amerika’da 23 Ocak’ta gösterime giren 4 milyon dolar bütçeli film, ilk üç günde topladığı 14 milyon dolarla hemen kâra geçmişse de kötü olduğu anlaşılınca devamını getiremedi. Hem salon sayısında hem de haftalık rakamlarda düşüş gösterince unutulup gitti. Bizde de 6 Mart’ta gösterime gireceği açıklanan filmin bu fiyasko sonrası vizyon görüp görmeyeceği belirsizliğini koruyor. Yaz sıcaklarında karşımıza çıkması olası...
Bilinen formülü klişeler üzerinden işletmeyi bile beceremeyen berbat senaryosuyla gerilimin yanından bile geçemeyen “The Boy Next Door”, 91 dakikalık bir işkence... Lopez’in ateşli sevişme sahnesi üzerinden prim yapmak için atılan oltaya gelerek bir hata da siz yapmayın...
Yılın en kısa ayı Şubat, fazlaca albümle daha çok yeni keşiflere imkan tanıyan bolluk bereketle girdi kulağımıza... Carl Barât And The Jackals, Imagine Dragons, Kodaline, Noel Gallagher's High Flying Birds ve The Amazing en çok beklenenler olarak öne çıkanlardı ve mutlu etti dinleyicisini... Andrew Bird, Boduf Songs, Breakfast In Fur, Daniel Knox, Duke Garwood, Natalie Prass, Shinies ve The White Birch ayın en iyileri öne çıkarken ocak sonunda çıkan albümüyle Viet Cong etkisini yılın tamamına yayacak gibi... Yerli albümlerdeyse iyi müziğe doyduk desek yeridir... Mabel Matiz ve Ogün Sanlısoy başyapıtlarıyla mest ederken, Özge Fışkın ve Zuhal Olcay da iyi geri dönüşe imza atarak sevindirdi...
Andrew Bird - Echolocations Canyon
Üretken Amerikalı kompozitörlüğünü konuşturarak kanyonlardan beslenmiş ve salt kemanla gezintiye çıkarıyor dinleyicisini... Enstrümantal yedi şarkılık bütün yalnızca meraklısının keyifle dinleyebileceği bir 50 dakika... Özgün, ferah ve atmosferik bir yolculuk... Etkili bir iç huzuru...
Ben Lee - A Mixtape From Ben Lee
Avustralyalı aktör/müzisyen Ben Lee on albümlük diskografisinin arasına bir de mixtape iliştirdi... Popülerlikten uzak kendi halinde bir müzisyenin şarkılarının Zooey Deschanel, Ben Folds, Azure Ray, Sean Lennon, Luke Steele, Angie Hart ve Neil Finn gibi isimlerce seslendirilmesi de aynı meyanda. Sıcacık, içten bir tribute albüm çıkmış ortaya. Herhangi bir hit barındırmıyor ama neşesi ve temposu yerinde... Yeni keşiflerin peşinde olanların kulak vermesinde fayda var...
Boduf Songs - Stench Of Exist
İlk albümünden bu yana mükemmel iş çıkaran Matthew Sweet’i halen bilmeyen varsa ne kaybettiğini görmek için diskografisini su gibi içmeli. Altıncı stüdyo albümü 11 şarkıdan oluşuyor ve ilk notasından itibaren dinleyicisini yutuyor... Harikalar diyarına yolculukta altıncı adım diyelim biz buna... Ayın ve yılın en iyi albümlerinden biri...
Breakfast In Fur - Flyaway Garden
New York dörtlüsü 2009’da yayımladığı beş şarkılık ep’nin ardından nihayet debut albümüyle karşımızda... Psychedelic folk sahnesine müthiş bir ilk adım olarak kendilerine hayran bırakıyorlar... 11 şarkılık albümün genel havasını büyüten vokaller ve melodilerle 36 dakikalık harika bir atmosfer kurmuşlar ve dinleyenin yolunu kaybetmesi içinde ellerinden geleni yapıyorlar... Şimdiden yılın en iyi yeni çıkışı ve en iyi müziği olarak etiketlenen albümü dinlemek için zaman kaybetmeyin...
Butch Walker - Afraid Of Ghosts
Ülkesinde çok sevilen sakin adam yedinci stüdyo albümünde de stabilliğini koruyor... Hatta gereğinden fazla sakin, vokalleri de usul yer yer fısıltı. Folk altyapısı üzerine bir iki dokunuşla yakalanan çağdaş soundla daha çok film müzikleri tadında bir albüm bu... Ryan Adams’ın prodüktörlüğünde de ve Johnny Depp’in gitar solosu attığı konukluğuyla dikkat çeken albümü Walker’ın en iyi işi olarak tanımlamak mümkün ama ortaya çıkanın aşırı derecede saf Amerikalı tınlaması sizi bilmem ama benim kulağımı tırmalıyor...
Carl Barât And The Jackals - Let It Reign
Biz yeni The Libertines albümünü beklerken Carl Barât yine boş durmuyor... Bu sefer yanına çakalları almış ve 10 şarkılık bir güzellik yapmış sevenlerine... Çiğ İngiliz soundu ve vokallerini sevenler için etkisini doksanlar soundundan alan yeni olmayan ama yabancılık çektirmeden hayran kalınan 35 dakika vasatlarda seyrediyor... Bu albeniye karşı koymak çok zor...
Champs - Vamala
Michael and David Champion kardeşlerin yeni albümü zorlu ikinci albüm sendromunun gölgesinden gelmiş kulağımıza... Beklentilerin yükseldiğinin farkında olan ikili altmışlı yıllar atmosferini korumuş ve sevdikleri ne varsa hepsinin karışımı olduklarını farkettiren bir sound çıkmış ortaya... Bazı şarkılarda vokal Robin Gibb sanki... Güzel tınlıyor, eskileri yad ediyor ama yeni hiç bir şey yok...
Daniel Knox - Daniel Knox
Chicago çıkışlı müthiş adam üçüncü albümünde de bildiğimiz gibi... Etkileyici bariton vokali, tertemiz tınılarla yaratılmış karanlık atmosferiyle yer yer kabareye de evrilen mükemmel 10 şarkıyla selamlıyor dinleyicisini... Piyano ağırlıklı, nefeslileri ve yaylılarıyla zenginleşen ve hiç bitmesini istemeyeceğiniz bir senfoni... Knox ne söylese kabulümüz zaten, hayran hayran dinlemek ve alkışlamak dışında ne söylense boş...
Duke Garwood - Heavy Love
Mark Lanegan ortaklığı sonrası adını duymayanın kalmadığı Londralı, yine köklerini bluesdan alarak deneysel takılıyor ve başrolü de etkileyici vokaline veriyor. Lenegan’ın üzerinde bu kadar çok durup saygınlık kazandırması boşuna değil... Gelenekselden çok uzaklaşmadan minimal dokunuşlarla zenginleşen 10 şarkılık albüm derinlikli ve çok yoğun... Herkese hitap etmiyor ama kıymetini bilenler için baştacı...
Dutch Uncles - O Shudder
Bir türlü ısınamadığın gruplardan biri olan İngiliz dörtlü, dördüncü stüdyo albümüyle şimdiden gönülleri fethederek yılın ilk çeyreğinin en iyi işlerinden biri olarak ilan edildi bile. Elektronik altyapının çok yoğun kullanıldığı tür harmanlarına kulağım alışamadı bir türlü... Siz benim cinsliğime bakmayın, bu kadar övgüye boğulmuş albümü en azından kulağınızdan bir kere geçirin...
Imagine Dragons
Debut albümleri “Night Visions” ile 2012 yılına damga vuran Las Vegas çıkışlı dörtlü ayın en çok beklenen albümlerinden biriyle geri döndü... Düz edisyonu 13 şarkıdan oluşan, diğer edisyonlarıyla 21 şarkıyı bulan albüm baştan sona ucuz stadyum pop-rock örneği... Dinleyeni her şarkının ilk notasından yakalamak ve akılda kalıcılık üzerine üretilen formüller başarılı olmuş... Filmler ve dizilerle bir kaç yıl boyunca pompalanacak ve sevmeniz sağlanacağını ön görmek yanlış olmaz...
Kodaline - Coming Up For Air
2013 yılında yayımladıkları debutları “In a Perfect World” ile harika çıkış yapan İrlandalı dörtlü iki yıl sonra daha iyisini yapmak yerine rota değiştirmeyi tercih etmiş. Debut albümü sevdiren ne varsa hepsi gitmiş ve yerine vasat bir pop-rock ile herkese benzemeye çalışıp hiç bir şey olamamışlar. İki yılda bu kadar büyük değişim geçirmeleri ve bu kadar berbat bir albüme imza atmaları da her grup için ders olacak nitelikte...
Little Comets - Hope Is Just A State Of Mind
Indie sahnesinin her albümde biraz daha büyüyen üçlüsü üç yıllık sessizliğini 12 şarkıyla bozdu. Enerjik ve melodik bir bütün yaratıp vokali biraz daha öne çıkararak diskografilerinin en iyisini ortaya koymuşlar. Deluxe edisyonla 20 şarkıya çıkan albüm bolca hit adayı şarkıyla dolu... En çok öne çıkansa “The Gift of Sound”...
Lost Lander – Medallion
Ramona Falls tayfasından Matt Sheehy önderliğindeki Portland Oregon dörtlüsü debut albümden üç yıl sonra nihayet geri döndü. 11 şarkılık albümde yine dream pop, pop rock, synthwave harmanından alternatif rock yaratmışlar... Albüm içinde kendilerine bile alternatif olmalarını sağlayan bir serbestlikle özgün bir iş çıkmış ortaya... Kapılıp gideceğiniz fazla şarkı olmasa da vasatı aşıyor ve güzel tınlıyor...
Matthew E. White - Fresh Blood
Avant-garde jazz grubu Fight the Big Bull ile tanıyıp sevdiğimiz White, solo kariyerine öyle bir başlamıştı ki, muhteşem debutu “Big Inner” ile yılı güzelleştirmişti. Yeni albümünün adı daha çıkmadan en iyiler listesine girmesi garanti olarak görülüyordu. Özellikle majör müzik sitelerinin alkış yağmuruna tuttuğu ve her fırsatta övgüyle bahsettiği White, beklentilerin altında kalarak şaşırttı. Daha çok pop’a meyletmiş olması ve baladların ağırlığı yenilir yutulur değil tabi. İlk yarısında daha enerjik olan albümün ikinci yarısında çok ağır olması dinleyicisini biraz zorluyor ama dinlemelere doyulmayan 10 şarkıyla evladiyelik bir taze kan bu...
Natalie Prass – Natalie Prass
Okullu müzisyen kimliğine 2008’de tası tarağı toplayıp Nashville’e taşınarak alaylılığı da ekleyen Prass adını daha albümü çıkmadan duyurmayı başarmış ve herkesin bu kızda iş var diyerek parmakla gösterdiği bir isim olmuştu. Matthew E. White ve Trey Pollard prodüktörlüğünde daha ilk debut albümden kadın ozan kimliğini herkese kabul ettiriyor. Kalbi kırık şarkılarla gönülçelen bir başyapıt olmasına rağmen yanlış zamanlamanın kurbanı da oldu. Ocak ayının son günlerinde yayımlanan albüm arada kaynadı ve hâlâ keşfedilmeyi bekliyor...
Nite Fields - Depersonalisation
Alternatif sahnesine Avustralya’dan katılan dörtlü post-punk ve shoegaze harmanını elektronik dokunuşlarla bezediği dokuz şarkılık debut albümle beklenmedik bir çıkış yapmış ve keşifçisini sevindiren bir kulak dostu. Henüz ham olduklarını hissettiriyor olsalar da daha iyisini beklemek için ümit vermeleri de yeterli. İlerde adını daha çok duyacağımız grupla ilk adımından itibaren tanışmanın zevki bambaşka... “Like a Drone” ile hit yaratabileceğini gösteren grup yedi dakikalık “Winter's Gone” ile gösteriş yapmayı ihmal etmemiş...
Noel Gallagher's High Flying Birds - Chasing Yesterday
Doksanlar müziğinin sevmediğim gruplarından biridir Oasis... O dönem kapıştıkları Blur tarafında duruyor ve Gallagher kardeşlerin müzik dışında abuk sabuk şeylerle magazin malzemesi olmasına da sinir oluyordum. İşleri güçleri kolay ve formüle şarkılarla herkesin kulağına yerleşmekti ve bunu da başardılar. Kardeşlerin grubu dağıtıp ikiye bölünmesi daha iyi oldu. Bu dağılmadan ortaya çıkan ikişer albüm var artık ve Noel daha iyi işler çıkarıyor. Kendi adını taşıyan debuttan dört yıl sonra gelen yeni albüm farklı edisyonlarla 15 şarkıya kadar çıkıyor ve Noel’in oasis’in yeniden birleşmesi çağrılarına hiç kulak asmadığını belgeliyor. Benim gibi oasis sevmeyenleri bile tavlayacak albüm son ayların en iyisi... Özellikle “The Dying of the Light”a fena takıldım kaldım...
Peace - Happy People
Worcester çıkışlı Kossier kardeşlerin başını çektiği dörtlü dergilerden büyük ilgi görmüş ve The Maccabees ile Foals kıyaslamalarıyla adını duyurmuştu. Üç yıllık birikimle 2012 yılını şenlendiren “In Love” ile iyi de iş çıkarmışlar ve umut vermişlerdi. 10 şarkılık yeni albümleri de basamakları çıkıp çıkamayacakları açısından önemle bekleniyordu. Farklı edisyonlarla 18 şarkıyı bulan albüm mağlubiyeti kabul ettiklerini gösteriyor. Ne eksilir ne kısalırız kapasitemiz bu diyorlar. Baştan sona dinlemesi meşakkatli albümün en çok öne çıkan şarkısı da “Money”...
Purity Ring - Another Eternity
Kanadalı elektronik ikilisi ilk albümden adını duyuranlardan biri olmuştu. Debutları herkesin takdirini kazanan ikili yine yıldız yağmuruna tutularak karşılandı. Megan James’in vokali de etkileyiciliğini sürdürüyor. Melodikliği gönül çeliyor ama sevemediğim elektronik altyapısıyla çok yapay geliyor bana bu sound... Bana bakmayın kararı siz verin...
Screaming Females - Rose Mountain
Punk rock sahnesinin eski usül kızgın üçlüsü altıncı stüdyo albümüyle uzun arayı kapatmak üzere 10 şarkıyla döndü. Sound ve tavırda sorun yok ama şarkılar fazlaca vasat, kapılıp gideceğimiz bir koşuşturmaya davet edemiyorlar önceki albümlerindeki gibi. Bir önceki albümleri “Ugly”nin bir kaç adım gerisine düşmüşler. Daha iyisini yapacak potansiyelleri varken bu geçiştirmeyi kabul etmek zor. Bunu unutup bir sonraki albümlerini bekleyelim en iyisi...
Shinies - Nothing Like Something Happens Anywhere
2012’de kurulmuş İngiliz dörtlü debut albüm heyecanını adından pek kimsenin bahsetmemesiyle sakince yaşayanlardan. Her iki taraf içinde daha makul bir durum bu... Tesadüf eseri bir şarkıyla kendini albümde bulanları harika bir Manchester soundu bekliyor. Genç bir grubun daha ilk albümden bu kadar olgun görünmesi ve çok iyi tınlamasına rağmen halen duyulmamış olmak gibi bir talihsizlikten muzdarip. Dokuz şarkılık albüm özellikle doksanlar bağımlılarının gönüllerinde taht kuracak.
Steven Wilson - Hand. Cannot. Erase
Porcupine Tree ile tanıdığımız Wilson, solo kariyerinin tadını çıkarıyor ve herkese keyif vermeye devam ediyor. Progressive rock’ın yıkılmayan son kalesi gibi üretiyor. Şaşırtıcı şekilde Pink Floyd’a yaklaşarak, onun gibi tınlayarak... Sanki grubun son üyesiymiş gibi. 11 şarkılık albüm progressive özlemi çekenler için tam bir hasret giderme resitali. Her albümünde türe başka bir türü harmanlayan Wilson bu sefer çok uzaklaşmayarak küçük elektronik dokunuşlarla saflığı korumuş ve harika bir 66 dakika yaratmış. Pürüzsüz, dokunaklı taptaze bir başyapıt... Boş şarkı yok ama özellikle flüt ve saksafon eşliğinde sololarla 13 dakikalık “Ancestral” muhteşem... Büyülenmek için fazla beklemeyin...
Tall Tales And The Silver Lining – Tightropes
Los Angeles çıkışlı yedili, 60’lar folk rock’ı ile 70’ler pop rock’ını harmanlıyor kendi deyimleriyle. O dönemin önemli isimlerine olan hayranlıklarını da yineliyorlar. Ortalama üçer dakikalık şarkıları peşine kapılıp gideceğimiz melodilerle süslüyorlar. Dile kolay yedinci stüdyo işleri bu. 10 şarkılık albümün 33 dakika olmasına rağmen bir çırpıda bitmemesi ve doygunluk vermesini sağlayan zenginlik de en önemli artıları.
The Amazing - Picture You
İsveçli muhteşem beşliden ne kadar çok bahsettiğim ve sürekli şarkılarını paylaştığım herkesin malumudur. 2009’da yayımladıkları debut albümleriyle küçük bir adım atan grup bir yıl sonra bir adım daha atmışsa da en büyük sıçramayı 2011 yılının en iyi albümlerinden biri olan “Gentle Stream” ile yapmıştı. Halen eskimeyen o albümün üzerine koyarak daha iyisiyle gelmişler. 10 şarkılık albümle Neo-psychedelia zirvesine bir bayrak daha asmışlar. Benim için günceller içinde en güzel tınlayan grup. Beklentilerimi de aşan albümün en güzeliyse halen eskitemediğim olağanüstü “Fryshusfunk”... Yılın başyapıtı diye ilan etsem yetmez, ömürlük dost bu...
The Black Ryder - The Door Behind The Door
Aimee Nash ve Scott Von Ryper önderliğindeki Avustralyalı psychedelic topluluğu 2009’da yayımladığı debutun meyvesini dizi ve filmlerde kullanılan şarkıları sayesinde dört beş yıl sonra toplayanlardan. Altı yıl sonra gelen ikinci albüme de bu popülarite yansımış ve basit akorlardan yola çıkan şarkıları bir iki dokunuşla sakinlik üzerine inşa etmişler. İyi bir tını yakalamışlar ama fazlaca soundtrack havası taşıyor albüm, sanki bir filmin bitişinde akan yazılara eşlik ediyor gibiler. Kulağımızın dokuz şarkı boyunca onlarda kalmasını zorlaştıran bu duruma bir de şarkıların altı dakikaya çıkan süreleri eklenince, sanki şarkılar gereksiz yere sünmüş gibi geliyor.
The White Birch - The Weight Of Spring
Kuzey ülkelerinin güzelliklerinden birini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bilmeyenler geçen yılın en iyi filmlerinden Norveç yapımı “Blind”da yer alan “Lantern” ile tanışmıştı müthiş ezgileriyle... Ola Fløttum önderliğindeki Norveçli slowcore üçlüsü ülkesinin Sigur Rós’u olarak anılıyor. Henüz o kadar değiller elbette ama ninnilerle müthiş bir yolculuğa çıkarıyorlar dinleyicilerini. On yıl aradan sonra yayımladıkları albüm, dördüncü stüdyo işleri ve yer yer neo klasik ezgilerle kendilerine özgü seslerini yükselten 12 şarkı barındırıyor. Sıkılınca kaçtığınız bir sığınak, bir ağaç ev... Akıldan çıkmayacak denli etkileyici...
Viet Cong - Viet Cong
Kanadalı art-rock güzelliği “Women”in iki müthiş albümle yarattıklarının meyvesini toplarken gitaristleri Christopher Reimer’in beklenmedik ölümüyle yaşadığı şoku atlatamayıp dağılması sonrası kurulan yeni dörtlü, o mirasın üzerine post-punk labirenti inşa ederek yola devam ediyor. İki ep ile ayak seslerini herkese duyurduktan sonra yükselen beklentileri karşılayan yedi şarkılık debutla dev bir adım atmışlar. Ocak sonunda yayımlanan albüm daha ilk haftasında tüm müzik camiasının yıldız yağmuru altında “şaheser” olarak nitelendi. Yıl sonunda tüm listelerin gediklisi olacağı da şimdiden belli. Özellikle “Continental Shelf”i dinlemeden geçmeyin...
Whitehorse - Leave No Bridge Unburned
Kanadalı Luke Doucet ve Melissa McClelland üçüncü stüdyo albümleriyle fark edilenlerden. Sizi bilmem ama ben albümün çıkış şarkısıyla keşfedip daha önce duymamış olmama çok şaşırdım. Tarantino filmlerine uygun müzikleriyle melankolik bir soundtrack havası taşıyorlar ve dinledikçe sevdiriyorlar kendilerini... Özellikle kara filmler için çok uygun şarkılar... Dinledikçe kendi filminizi zihninizde canlandırmanıza sebep olacak cilvesi de enerjisi de mevcut...
Will Butler - Policy
Arcade Fire’ın çalmadık enstrüman bırakmayan üyesi Butler’ın solo debutu sekiz şarkılık türler harmanı olarak indie ekseninde rock, pop ve garage harmanıyla karışık bir armoni yarattığı için çok dağılıyor ve dinlemesi de sevmesi de zor. Kapanışı yapan “Witness”in albümde ne işi olduğunu anlayabilenlerin sevebileceği bir 27 dakika bu...
******************
Yerliler:
******************
Beşinci Mevsim – Uzak Da Olsa
2009 yılında grubun solisti Çağrı Ünsal ve kuzeni söz yazarı Yalçın Tetik’in birlikte beste çalışmaları yapmasıyla temelleri atılan Ankara çıkışlı grup kısa sürede çekirdek kadrosunu oluşturmuş... Bar programları ve konserlerle oluşan kitleleri de mevcut. O kitleyi büyütmek üzere ilk albümleriyle merhaba diyorlar. Dokuz şarkılık pop-rock albümü ağlak rock ile arabesk bir tavır içeriyor. Çabucak dile dolanan damar sözlerini benzeri gruplardan farklı olarak allayıp pullamamaları iyi olmuş. Albümün çıkış şarkısı olan cover “Korkuyorum” da hem çok iyi seçim hem de iyi yorum. Türü sevenler için iyi bir merhaba...
Mabel Matiz - Gök Nerede
Kendi adını taşıyan debutuyla önemli bir çıkış yakalayan ve kendine has tarzını da kabul ettirip sevdiren Matiz, iki albüm boyunca sözleri çok ön plana almıştı. Neredeyse hiç susmuyordu şarkılarda, peşinden kapılıp gideceğimiz melodiler de ya çok gerideydi ya da çok kısa. Gereğinden fazla gevezelik ediyor hissi yaratıyordu bende. Sevdiğim bir kaç şarkısı dışında albümlerini baştan sona dinlemek de zulüme dönüşüyordu. Doğal olarak hiç bir beklentim yoktu üçüncü albümden. Kadro yine aynıydı ne de olsa. 14 şarkılık albüm tüm düşündüklerimin aksine yenilenmiş bir halde başlıyor ve sonuna dek başını omzuna koyuyor dinleyicisinin. Nihayet Matiz’in sesi şarkıları bastırmıyor, bağırıp çağırıp inlemiyor, öncelik müzik olmuş. Bu değişim daha profesyonel bir ruhu da beraberinde getirmiş albüme. Şarkıların tadını çıkarmak, harika melodilerin peşinde yolculuğa çıkmak mümkün... Nihayet acemilik dönemini atlatmış ve tam bir albüm yapmış Mabel Matiz... Harika düzenlemeler ve sound ile dinlemelere doyulmayan muhteşem bir albüm... Hangi şarkıdan bahsetsem diğerinde kalacak aklım, boş yok diyeyim en iyisi. Şimdiden yılın albümleri listesine yazılacak bir başyapıt...
Ogün Sanlısoy - Sen Uyurken
Pentagram sonrası dönemi iyi pop-rock albümlerle geçiren Sanlısoy, beşinci stüdyo albümüyle bir belgesel yaratmış adeta. Döneminin ruhunu yakalamış ve bu ruha uygun soundla dökmüş müziğe. “Ağaç”, “Çal” ve “On Beş”in sözlerini okumak bile yeterli albüm hakkında fikir edinmek için. Sanat bir silahtır ne de olsa, Sanlısoy cephaneyi doldurmuş ve bizim adımıza nişan alıyor ülkeyi bu hale getirenlere... Ayakta alkışlayıp ağzına sağlık desek yetmez, sadece bugünlere ait değil geleceğe miras şarkılar bunlar zira. Hep bir ağızdan eşlik edelim: “Ruhum şarkı söyler / Sesler dönüşür feryada / Şiirler türküler filmler yetişir imdada / Koşar müzik imdada”... Sağol varol Sanlısoy, ne güzel yetiştin imdada...
Özge Fışkın - Her Şeyin 1 Zamanı Var
2007 yılında yayımladığı ilk albümüyle “kilitler”i açan Fışkın, iyi iş çıkarmış ama bir sonraki albümü için çok bekletmişti ve ne kadar iyi bir ses olduğunu göstermişti... Yine çizgisini bozmamış, her albümde vokalini daha da belirgin şekilde geliştirdiğini gösteriyor. Müzikal olarak çok iyi 10 şarkılık albümün sözlerine çok takıldım ben... Bu kadar iyi bir vokal çok basit sözlerle kulakta kalmadan geçip gidiyor.
Zuhal Olcay - Başucu Şarkıları 3
Bugün yaşanan cover çılgınlığı yokken 11 şarkıyı yeniden yorumlayarak başucumuza bir hediye bıraktığında 2001 yılıydı ve çok özel bir albüme imza atmıştı Olcay ve devamı da dört yıl sonra gelmişti. On yıl sonra seriye eklenen üçüncü albüm beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Yine iyi bir sound, yine çok iyi yorum... Şarkı seçimleri bu kez serinin en iyi seçimleri... Daha az bilinen ve söylenen tüketilmemiş şarkılar ile daha yeni tınlıyor... “Eksik Bir Şey”, “Sevda Kuşun Kanadında”, “Kumsalda” ve yeni versiyonuyla “İyisin” albümün yıldızları...