Dünyaya düşen efsane adamımız David Bowie, on yıllık suskunluğunun ardından yayınladığı şarkılarla yılı bizim için özel hale getirmeye devam ediyor. 8 Mart'ta yayınlanan "The Next Day"i 2 cd ve 1 dvd'den oluşan "3-disc collector's edition" yeniden yayınlamaya hazırlayan Bowie, bu baskıyla bize dört yeni şarkı daha sunuyor... 4 Kasım'da yayınlanacak genişletilmiş baskıda ayrıca iki remix bulunuyor ki, onlardan biri kliplendi bile... Ne diyelim, ömrün uzun olsun Bowie... Bunları saymaz, yenilerini bekleriz...
Home Archives for Ekim 2013
Karakterlerin Yazarla Konuştuğu Roman: Dün ve Ferda
‘Kadın Edebiyatı’nın öncü ismi, usta yazar Erendiz Atasü, yeni romanı Dün ve Ferda ile Can Yayınları’nda! Bir kadın kahramanın geçmiş ve bugünle hesaplaşmasını konu eden roman, Atasü okurlarını şaşırtacak deneysel sürprizlerle örülü...
Erendiz Atasü’nün yeni romanı Dün ve Ferda, 60’lı yıllardan bugüne uzanan bir dönemi mercek altına alıyor. İlk sayfalarda karşımıza mezuniyetinin verdiği özgürlük sevinciyle havalara uçar bir halde çıkan Ferda, romanımızın ana kahramanı. Atasü, onu yalnızca usta bir romancı kimliğiyle değil, bir toplumbilimci, bir psikolog gözüyle de inceliyor. Aşkları, cinselliği, üniversiteye başlar başlamaz karşılaştığı politik ortam karşısındaki tutumu, sol düşünceye bakışı, tartışmaları, gördüğü baskı ve işkenceyi etraflıca, yaşamı boyunca çevresinde yer almış başka karakterlerle birlikte anlatıyor.
Dün ve Ferda, sol hareketin 90’lara kadar yaşadığı deneyimi ve sonuçlarını tartışması bakımından da üzerinde çokça konuşulacak bir roman.
Romanın en ilgi çekici yanlarından biriyse karakterlerin kendi aralarında ve yazar hakkında konuştuğu bölümler… Atasü’nün ‘Sanal Ortamda: Karakterler Yazarı Tartışıyor’ başlığı altında topladığı bu dialoglar, roman örgüsü dışına da çıkan, son derece serinkanlı ve ilgi çekici bir çalışmayı yaratıyor:
“Kâzım Beyazıt o koca kahkahasını attı, “İşte, hürriyet peşindeki
kadınların tatminsiz yaratıklar olduklarını her zaman söylemişimdir,”
dedi, “Bizim yazar da ne mal olduğunu beni yaratarak
ortaya döktü zaten. Bilinçaltını konuşturdu. Hasretini çektiği
erkek tipi benim.” İftiharla elini göğsüne vurdu.
“Hiç sanmıyorum,” dedi Özdemir Gerçeker, çok sakindi;
“Sağ görüşten ne denli tiksindiğini vurgulamak için sizin gibi bir
tip çizmiş olmalı.”
“Hadi canım, sen de ! Benim acımı anlıyor ama, ne haber !
Acıma saygı duyuyor.”
“O başka şey,” dedi Özdemir. “Yazarlarda empati denen
özellik bulunur, yani kendini bir başkasının yerine koyabilme.
Empatinin yanında antipati var olamaz, diye bir kural yok ki !
Çelişkiler her zaman iç içedir. Yazarla aranızdaki antipati bence
karşılıklı. Feministlere hiç tahammülünüz yok, değil mi? ”
“Feminist mi ? Hiç duymadım. Nedir o ?”
İlk imza İstanbul Kitap Fuarı’nda!
04 Kasım 2013 tarihinde raflarda yerini alacak olan roman için okurla ilk buluşma Tüyap İstanbul Fuarı’nda gerçekleşecek. 09 Kasım 2013 Cumartesi günü fuarda ağırlanacak olan Erendiz Atasü, saat 14:00 itibariyle yeni romanını imzalayacak.
ERENDİZ ATASÜ, 1947’de Ankara’da doğdu. 1968’de Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı fakültede uzun yıllar öğretim üyesi olarak çalıştıktan sonra 1997’de Farmakognozi profesörlüğünden emekliye ayrıldı. Öyküleri, 1981’den bu yana, Sanat Edebiyat’81, Düşün, Çağdaş Türk Dili, Varlık; deneme, inceleme ve makaleleri Saçak, Çağdaş Türk Dili, Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Varlık, Papirüs gibi dergiler ile Cumhuriyet ve Aydınlık gazetelerinde yayımlanmış ve yayımlanmaktadır. Dağın Öteki Yüzü adlı romanı İngilizce, Lanetliler Almanca, Bir Yaşdönümü Rüyası Yunancaya çevrilip yayımlanmıştır. Atasü’nün bazı öyküleri İngiltere, ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsviçre, İtalya, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan’da yayımlanan öykü antolojilerinde yer almıştır. Eserleri: Kadınlar da Vardır (1982, Akademi Kitabevi Öykü Birincilik Ödülü), Lanetliler (1985), Dullara Yas Yakışır (1988), Onunla Güzeldim (1992), Dağın Öteki Yüzü (1996, Orhan Kemal Roman Ödülü), Taş Üstüne Gül Oyması (1997, Yunus Nadi Öykü Ödülü; 1998, Haldun Taner Öykü Ödülü), Uçu (1998), Gençliğin O Yakıcı Mevsimi (1999), Benim Yazarlarım (2000), Kadınlığım, Yazarlarım, Yurdum (2001), Bir Yaşdönümü Rüyası (2002), İmgelerin İzi (2003), Kavram ve Slogan (2004), Açık Oturumlar Çağı (2006), İncir Ağacının Ölümü (2008), Düşünce Sefaletinin Kıskacında (2008), Bilinçli Beden Arasındaki Uzaklık (2009), Hayatın En Mutlu An’ı (2010, Yunus Nadi Öykü Ödülü; 2010, Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı Ödülü), Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı (2011).
DÜN VE FERDA
Yazar: Erendiz Atasü
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 216 Sayfa
Fiyatı: 15,50 TL
Yayın tarihi: 04 Kasım 2013
Tuncay Özkan'dan Bir İlk Roman: Ötekiler
Bu romanda geçen olaylar, yerler ve kişiler gerçektir. Olayların tamamı gerçek bir yaşam öyküsünden kurgulanarak romanlaştırılmıştır.
Dersim’in Sığşo Köyü’nde doğdu. Dağlarda devrimci oldu, Şam’da PKK’lı, Elazığ’da itirafçı, Silivri’de Ergenekoncu… “Terörist Başı” Abdullah Öcalan’ın hevaliydi, yıllarca çatıştığı, düşmanı Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “suç ortağı” yapıldı. Hep “ötekilerin” tarafına düştü. Dersim dağlarından, Silivri’nin bulutlarına yükselen gerçek bir yaşamın romanı.
Tuncay Özkan, Hüseyin Yanç’ın gözünden dağdaki yaşamı, kadın gerillaların dağlardaki yaşamını, kadınlığın ve aşkın yasaklanışını, yasak aşkları ve sevişmeleri, dağlarda doğan ve terk edilen bebekleri, basılıp yakılan köyleri, bölge insanının gerçeğini anlatıyor. Savaş hali içinde insanın nasıl vahşileşebileceğini; karşıdaki, düşman, bizden olmayanlarla yani “öteki”lerle yüzleşmenin ve onun da sadece bir insan olduğunu fark etmenin tüm düşmanlık ve savaş duygularını nasıl altüst edeceğini yaşanmış hikâyelerle aktarıyor.
Ötekiler, adı unutturulmaya çalışılan bir entelektüelden çatışmaların ve savaşın içindeki insanlık dramını gözler önüne seren çarpıcı ve ön yargıları yıkacak bir roman.
176 sayfa
ISBN 978-605-4764-79-2
13 TL
2 Kasım'da bütün kitapçılarda
Selin Damar’dan 3. Single ve Video: "So Many Tears"
Selin Damar’ın geçtiğimiz Mayıs ayında çıkardığı ilk albümü Loop’dan 3. parça, klibiyle birlikte yayımlandı. Ahmet Can Çakırca’nın elinden çıkan bu yeni video, albümün açılış parçası So Many Tears’a çekildi. Daha önce aynı albümden çıkan Again ve Fallin’ adlı parçaların video klipleri müzik kanallarında yayınlanmaya devam ediyor.
11 parçadan oluşan Loop, CD olarak yayımlanmasının yanı sıra iTunes aracılığıyla dijital olarak indirilebiliyor. Ücretsiz olarak Spotify, Soundcloud ve Deezer’dan dinlemek mümkün. Ya da şurdan dinleyebilirsiniz...
11 parçadan oluşan Loop, CD olarak yayımlanmasının yanı sıra iTunes aracılığıyla dijital olarak indirilebiliyor. Ücretsiz olarak Spotify, Soundcloud ve Deezer’dan dinlemek mümkün. Ya da şurdan dinleyebilirsiniz...
Album Stream: Midlake "Antiphon"
Müjdeler olsun! İki yıldır hasretle beklediğimiz yeni Midlake şarkılarına kavuştuk sonunda...
Texas'lı beşli olarak hayatımıza giren, "Roscoe" ve "Young Bride" hitleriyle 2006'da keşfettiğimiz Midlake, Şubat 2010'da "The Courage of Others" ile öyle bir dağıtmıştı ki bizi yeniden aşık olmuştuk doğaya ve müziğe... O gün bugündür yeni albümü bekliyorduk... Bir türlü haber gelmemesiyle sinir olmaya başlamıştık ki, Ağustos'ta iki haber birden aldık... Hem iyi, hem kötü kabilinden hemde... Tim Smith'in ayrıldığına üzüldük ama yeni albüm haberi gölgede bıraktı hemen... Albümden önce yayınlanan iki şarkıyla ısınma turu attıktan sonra nihayet "Antiphon" kulaklarımızda...
Albüme dair iki lafın belini kırmak gerekirse, deli gibi beklediğim albümü çok iyi bulmadım... Artık altı kişilik yeni bir grup var karşımızda demekte zor, aynı hava devam ediyor demekte... Alıştığımız grup lezzeti devam ediyor olsa bile, muhteşem bir albümden sonra ne gelse zor kabullenirdik... Dile kolay, sizi bilmem ama benim için plak koleksiyonumun en yeni tarihli albümüydü "The Courage of Others"... Pikapta döne döne eskidi üç yıldır... Her notası ezberde olunca, "Antiphon" ilk önce yabancı geliyor ister istemez... Alışkanlıklardan kolay vazgeçmiyor ruh ne de olsa... "Aurora Gone" ve "Corruption" olmasa daha kötü yorum yapardım belki ama her daim dinlenecek iki şarkıya kavuşmakta önemlidir...
Neyse, sözün özü beklenen an geldi albüme kavuştuk... Aslında meraklısı çoktan dinlemiştir ama, henüz haberi olmayan ya da ıskalayanlar için kulak keyfi albümler serisinin 55 numaralı albümü olarak yayında...
İlk Fragman: X-Men: Days of Future Past / X-Men: Geçmiş Günler Gelecek
Merakla beklenen yeni X-Men filminin ilk fragmanı yayınlandı.
Simon Kinberg'in senaryosunu yazdığı, Bryan Singer'in yönettiği filmin oyuncu kadrosunda Jennifer Lawrence, Michael Fassbender, Evan Peters, Ellen Page, Hugh Jackman, James McAvoy, Anna Paquin, Peter Dinklage, Halle Berry, Ian McKellen ve Patrick Stewart yer alıyor.
Filmde, X-Men dünyasının tüm kahramanları, türlerinin hayatta kalabilmesi için iki farklı zaman boyutunda savaş verecek. X-Men üçlemesinin çok sevilen karakterleri, geleceğimizi kurtarmak için “geçmişi değiştirmek” zorunda kalacakları unutulmayacak bir mücadeleye girişecekler. Üstelik X-Men: Birinci Sınıf’tan tanıdığımız- kendi gençlik halleriyle güçlerini birleştirerek...
Meraklı bekleyişimizin bitiş tarihiyse, 23 Mayıs 2014...
Yeni Video: Jay-Jay Johanson "I Miss You Most of All"
Dokuzuncu stüdyo albümü "Cockroach"la eylülün son haftasında kulaklarımıza hitap eden Jay-Jay Johanson, albümün üçüncü single'ı "I Miss You Most of All" ile bu kez gözlerimize de hitap ediyor... 2000'lerin başında patlama yapan İsveçli o günlerin biraz uzağında kalmış olsa da, yeni albümüyle beklentilerin üzerinde bir iş çıkarmış durumda...
Hours: Ağlamak Güzeldir
23 - 31 Ağustos 2005 arasında Bahamalar'dan başlayarak kopan ve 1836 kişinin ölümüyle sonuçlanan Katrina kasırgası, filmler için dramatik malzeme olmaya devam ediyor... Geçen yıllara rağmen izleri kapanmayan ölümcül kasırgadan çıkan insan hikayeleri konusunda duyarlı olanlar için üretilen filmlerin şimdilik sonuncusu "Hours", kasırgaya yakalanan bir adam ile henüz doğmuş bebeğinin hayatta kalma öyküsünü anlatıyor...
Çiftimizle tanışıyoruz önce... Nolan ve Abigail, sancı nedeniyle hastanede alıyorlar soluğu... Henüz beş aylık hamile olduğunu öğrendiğimiz Abigail, daha erken diyerek tutuyor elini Nolan'ın... Çok sürmeden doğum sırasında kaybediyor hayatını... Kız babası olduğunu üzüntüyle öğreniyor Nolan... Bu sırada kasırga da şiddetini arttırıyor bir yandan... Henüz kendi başına nefes alamayan bebek için yaşam savaşı başlıyor... Ölümcül kasırganın ortasında, kendi başına nefes alamadığı için makineye bağlı olan bir bebek ve başında babası... En fazla 48 saat içinde kendi başına ilk nefesini alır ve ağlamaya başlar diyor doktor... Ve babayla birlik olup, minik bebeği yaşatma mücadelesine girişiyoruz... Dedik ya ağlamak güzeldir... O ilk çığlık için sırayla oluşan engeller de filmimizin konusunu oluşturuyor... Hastanenin tahliye edilmesiyle tek başına kalış, makinenin bataryasının yetersizliğiyle iki dakikalık periyodlarla mücadele... O ilk ağlama için geçen 97 dakika...
"A Nightmare on Elm Street" ve "The Thing"in yeniden çevrimleriyle, "Final Destination 5"in senaryo ekiplerinde yer alan Eric Heisserer'in yazıp yönettiği film, ilk yönetmenlik denemesi... Korku/gerilimden drama geçiş yapan Heisserer'ın aklının halen türde kaldığını gösterir izleğiyle iyi bir deneme olduğunu söylemek zor... Yönetmenin koca kasırga atmosferini göstermek yerine, arşiv görüntülerinden faydalanmaya çalışması, en büyük eksi olarak göze çarpıyor... Elbette kasırgayı yeniden yaratmak para ama, yan öykülerle zenginleştirmeye de hiç kalkışmıyor Heisserer... Nolan'ın bebeğini yaşatma mücadelesini tek kişilik bir şov olarak tasarlamış... Bu hesapta Paul Walker'ın daha ilk sahnelerden itibaren abartılı oyunculuğu ve saçma tepkileriyle şaşıyor... Eşinin ölüm haberini karşıladığı sahnenin tuhaflığıyla başlayan bu abartılı haller, ancak ortalarda toparlıyor olsa da, Walker izleyicisini bir türlü yanına yoldaş olarak alamıyor... Koca hastanede bir odada tek başına bir adam daha yeni doğmuş bebeğini yaşatma mücadelesi veriyor dediğimizde ne kadar merak uyandırıyorsa, o kadar az meraklandırıyor filmimiz... Senaryo da bomboş... Flashbacklerle gördüğümüz ilişkinin kimseye hayrı yok örneğin, kurguyu da baltalamış oluyor... Koca çaresizlik öyküsünden hiç bir ara olayın çıkmaması, neredeyse hiç gerilim yaratılamamış olması da cabası... Seyirciyi finalde ağlatmak adına, ana karakterini pürü pak bırakmak adına hiç bir olaya karıştırmayan Heisserer, anca finale doğru girişimde bulunuyor ama geciktiğinin farkında olsa gerek ki toparlayamıyor...
Koca bir kasırga bizi yıktı, bakın bir bebek bile gözlerini açar açmaz yaşam mücadelesi verdi, mendil verelim de bol bol ağlayın demeye çalışan "Hours", yaratamadığı atmosferi ve dolduramadığı öyküsüyle, hayli temposuz bir şekilde her dakika kasırganın içine çekilen başarısız bir umut aşısı...
İlk Bakış : All Is Lost / Sona Doğru
Okyanusun ortasında tek başına bir adamın çaresiz hayatta kalma mücadelesini anlatan "All Is Lost", "Sona Doğru" adıyla 15 Kasım'da gösterime giriyor.
"Margin Call" ile gönülleri fetheden J.C. Chondor'un yazıp yönettiği film, Robert Redford'un performansıyla anılıyor... Cannes Film Festivali'nde övgüler toplayan Redford'un, zor bir rolün altından başarıyla kalktığı ve yılın en iyi performanslarından birini verdiği konusunda herkes hemfikir... Bir one man show ile karşı karşıyayız...
Deneyimli denizci bir sevkiyat konteyneriyle çarpıştıktan sonra tüm çabalarına rağmen ölümlü oluşuyla yüzleşir. Kendi ölümü ile yüzleşir...Film, kahramanımızın 12 metrelik teknesinin zarar görmesi ve su almaya başlamasıyla başlıyor. Navigasyon aletleri ve telsiz ekipmanı bozulan adam bilmeden şiddetli bir fırtınaya doğru seyir alıyor. Teknesinin zarar gören bölümünü tamir etmekte her ne kadar başarılı olsa da yaşına rağmen edindiği denizcilik bilgisi ve gücü onu fırtınadan kurtarmaya yetecek mi?
Chondor ve Redford ortaklığı merak uyandırıcı... Gelen övgüleri de duyunca meraklanmamak imkansız... Okyanusun ortasında maceraya hazır olsak bile 106 dakikanın nasıl geçtiği, geçebildiği konusunda da herhangi bir ipucumuz yok... 9 milyon dolarlık bütçesini daha açılış haftasında ona katlayan gişesiyle de sınıfı geçmiş durumda "All Is Lost"... Fragmanı da döktüren filmi merakla bekliyoruz...
İlk Bakış: Fruitvale Station / Son Durak
Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde Gelecek Ödülü ve Sundance Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü ile İzleyici Ödülü sahibi olan film “Fruitvale Station”, “Son Durak” adıyla 1 Kasım’da gösterime giriyor.
Amerika’da yaşayan ve henüz 22 yaşındayken beyaz bir polis tarafından öldürüldükten sonra polis şiddeti ve ırkçılığa karşı hareketin sembollerinden biri haline gelen siyahi vatandaş Oscar Grant’in gerçek hikayesinden uyarlanan film, Rolling Stone dergisince ‘Sundance Film Festivali'nin en iyi filmi’ olarak etiketlenmiş ve filmdeki performansı ile adından bol bol söz ettiren Michael B.Jordan, bu yıl verilecek Oscar Ödülleri’nin de güçlü adaylarından olarak listelenmiş durumda… Üç kısa filmden sonra ilk uzun metrajını çeken yönetmen Ryan Coogler’ın yazıp yönettiği film, şimdiden on ödül kazanmış durumda… Yönetmenine rüya gibi bir başlangıç yaşatan “Fruitvale Station”da Jordan’a Oscar ödüllü aktris Octavia Spencer ile Melonie Diaz, Kevin Durand gibi isimler eşlik ediyor.
Resmi sinopsise göre filmin konusu; 22 yaşındaki Oscar Grant’in hayatı, 2008 yılının yılbaşı arifesinde ailesi, işi ve arkadaşları arasında değişik olaylarla şekillenmektedir. Hayatıyla ilgili yeni kararlar alır ve işine daha sıkı sarılıp, annesiyle daha fazla ilgilenmek, eşi ve dört yaşındaki kızıyla daha çok vakit geçirmek istemektedir. Yılbaşı gecesi arkadaşları ve eşiyle eğlenmek üzere şehir merkezine giden Oscar, yılbaşı gecesi çok ani gelişen bir olay sonucunda polis tarafından tartaklanır ve vurularak öldürülür. Oscar'ın ölümü hem yakın çevresini hem de tüm Amerika’yı derinden sarsan bir olay olacaktır.
Filmekimi’nin yıldızı olarak beğenilen film, yılın en iyi bağımsızlarından biri olarak bizde de tescillendi… Oscar yarışının da içinde yer almasıyla daha çok izleyiciye kavuşacak olması sevindirici… Filmekimi’nde kaçıranlar ve halen izlememiş olanlar için şölen olması için, bolca kopyayla girmesini umarak merakla bekliyoruz…
Yeni Şarkı: Mogwai "Remurdered"
İskoç post-rock efsanesi Mogwai, iki yıllık aradan sonra yeni albümle geleceğini müjdeledi... "Rave Tapes" adını taşıyarak diskografide sekizinci stüdyo işi olarak etiketlenecek ve 10 şarkı içerecek... 21 Ocak'ta kulaklarımızdaki yerini alacak olan albümden ilk şarkıysa yayında...
Rave Tapes Tracklist
01 “Heard About You Last Night”
02 “Simon Ferocious”
03 “Remurdered”
04 “Hexon Bogon”
05 “Repelish”
06 “Master Card”
07 “Deesh”
08 “Blues Hour”
09 “No Medecine For Regret”
10 “The Lord Is Out Of Control”
İlk Bakış: Thor The Dark World / Thor: Karanlık Dünya
Marvel kahramanı Thor, dünyayı kurtarma mücadelesine tam gaz ediyor... Serinin ikinci filmi “Thor : The Dark World”, “Thor: Karanlık Dünya” adıyla 1 Kasım’da gösterime giriyor...
Thor’un beyazperdedeki büyük macerası, dünyayı ve 9 Diyarlar’ı, yaşı kainatın yaşına eş olan karanlık bir düşmandan kurtarmak için verdiği savaşla devam ediyor. Thor, evrenin her yerinde düzeni yeniden sağlamak için savaşıyor ama intikam peşindeki Melakith’in başını çektiği kadim bir yarış, kainatı yeniden karanlığa döndürmek için geri dönüyor. Odin ve Asgard’ın bile karşı koyamadığı bir düşmanla karşı karşıya gelen Thor, şimdi en tehlikeli ve en özel yolculuğuna çıkıyor. Bu yolculuk, onu Jane Foster’la yeniden birleştirecek ve bizleri kurtarması için her şeyini feda etmek zorunda bırakacak.
Oyuncu kadrosu gayet iyi; Chris Hemsworth, Natalie Portman, Tom Hiddleston, Stellan Skarsgård, Idris Elba, Christopher Eccleston, Adewale Akinnuoye-Agbaje, Kat Dennings, Ray Stevenson, Zachary Levi, Tadanobu Asano, Jaimie Alexander, Rene Russo ve Odin rolünde Anthony Hopkins... Christopher Yost ve Christopher Markus & Stephen McFeely ikilisinin kotardığı senaryo ilk kez 1962 Ağustos’unda yayınlanan çizgi roman “Journey into Mystery”de karşımıza çıkan, Marvel’ın klasikleşen Süper Kahramanı Thor’a dayanıyor. Markus & McFeely ikilisi Narnia serisi ve Kaptan Amerika dolayısıyla, Yost’ta Marvel animasyonlarından tecrübeli... Yönetmen koltuğunu devralan Alan Taylor, ilk büyük projesinde... Ağırlıklı olarak televizyon dizilerinde çalışan Taylor, büyük dizilerin usta ismi olarak anılıyor... “Oz”dan “Game of Thrones”a kadar bir çok önemli diziye imza atmış bir isim...
Çok bekletmeden dünyayla aynı tarihte vizyona girecek olan film, büyük ekranda hüpletilesi bir popcorn olduğunu uzun süredir gösteriyor... Çizgi roman meraklıları fragmanı çoktan ezberleyip gün saymaya başlamışlardır... Mütemadiyen gişe filmleriyle her ay kurtarılan dünyayı kurtarma sırası bu sefer Thor’da... Bırakalım kurtarsınlar, ilişmesek daha iyi...
İlk Bakış: Last Vegas
Eski toprakların bol eğlence ve sürprizlere gebe bir hafta sonunda tarih yazmasını anlatan “Last Vegas” 1 Kasım’da gösterime giriyor.
Oscar ödüllü dört efsane oyuncu (toplamda 6 Oscar ödülü; 9 kez Oscar adaylığı; tüm dünyada gişe hasılatı 16 milyar doları aşan filmler) beyazperdede ilk defa birlikte boy gösteriyor. Michael Douglas, Robert De Niro, Morgan Freeman ve Kevin Kline, grubun müzmin bekarı, yarı yaşındaki sevgilisiyle evlenmeyi kafasına koyunca, yaşına göre davranmayı bırakıp geçmişteki parlak günlerini yeniden yaşamaya karar veren dört kadim dostu canlandırıyor.
Nereye mi gidiyorlar? Las Vegas’a.
Ne var ki, dört kafadar kısa sürede geçen yılların çok şeyi değiştirdiğini anlar: Günahlar Şehri de ergenliğini atlatmıştır ve arkadaşlar arasındaki rekabet, ilişkinin bağlarını yıpratmıştır. Bol eğlence ve sürprizlere gebe bir hafta sonunda tarih yazmak bu dört eski toprak için hiç de zor olmayacaktır...
Eğlence... Dostluk... Aşk ve sevgi... “İnsanın sıkı sıkıya tutunacağı davranışlar... Hiçbir zaman vazgeçmeyeceği zevkler.” Yönetmen Jon Turteltaub’ın, Last Vegas izleyicilerinin salondan evlerine götürmelerini umduğu şeyler bunlar. “İyi zamanları hatırlamak adına,” diye ekliyor Michael Douglas, “bu film izleyicilere dostlukların ne kadar önemli olduğunu anımsatacak. Evet, filmde bolca komedi ve bolca mizah da bulunuyor. Bununla birlikte, bence insanların ilgisini çekecek şey, hayata tutunmamızı sağlayan dostlarımızı hatırlamamız olacak.”
Filmi eğlenceli kılan ne peki? “Filmdeki beş kişi ve onları bir araya getiren yönetmen! diye alayla karışık araya giriyor Morgan Freeman. “Filmde dörtdost ve hepsinin az da olsa vurulduğu bir kadın var. Bu dört kafadarın arasındaki özel ilişkiyi şıp diye anlayan da bu kadın oluyor. Biz de şunu fark ediyoruz: İzleyicinin de gördüğü metafor işte bu. Bu dört kafadar, birbirini önemseyen, sıkı dostlar ve her hallerinden anlaşılıyor.”
Robert De Niro filmin bitmiş halini yalnız başına izledi. İzlerken ağlamış. “Gaflette bulunmuşum!” diye ekliyor. “Tek başıma izledim. Bir de seyircilerle birlikte izlemek istiyorum. Bu ekiple çalışmak benim açımdan son derece eğlenceliydi.”
Kevin Kline da şunları dile getiriyor: “Karakterler, ayırt etmesi kolay kişiler. Sırf komediden ibaret değiller. İzleyicinin karakterlerle ve olaylarla kendilerini özdeşleştirmesine olanak tanıyan, dokunaklı anlar var filmde.”
Nihayetinde bu dört kafadar Vegas’ı fethedebiliyor mu bari? “Hem de nasıl, dize getiriyorlar resmen.” diye yanıtlıyor Kline.
Peki bizim yanıtımız ne olacak?... “Cars”, “Bolt”, “Tangled” derken Pixar animasyonlarının senaristi olarak adını duyuran, “Crazy, Stupid, Love.” ile gönülleri fetheden Dan Fogelman’ın kotardığı senaryoyu peliküle aktaran “National Treasure” serisi ile tanıdığımız Jon Turteltaub... Dört yaşlı kurdu da eklediğimizde iyi bir bileşim gibi görünüyor... Formül yerli yerinde... Lakin “Hangover” serisinin moruklar versiyonu gibi tınlaması, yaşlılık esprileri gibi dezavantajları mevcut... Yine de fragman eğlenceli görünüyor... İzleyecek başka bir şey yoksa beklentisiz bir göz atmalı...
Yedinci Sanatın Norveçli Ustası Bent Hamer İstanbul'da
İlk uzun metrajlı filmi ”Yumurtalar” ile Moskova Uluslararası Film Festivali’nde en iyi film ve Toronto Film Festivali’nde FIPRESCI ödüllerini kazanan, Charles Bukowski’nin ”Factotum” adlı romanından uyarladığı filmde Matt Dillon’ı oynatan Bent Hamer, 31 Ekim – 3 Kasım tarihlerinde tüm filmlerinin özel gösterimi ve 31 Ekim’de katılacağı söyleşiyle İstanbul Modern’de olacak. Söyleşiye, Hamer’ın ”Yeni Yıl” adlı filmini uyarladığı, Türkçe çevirisi Yapı Kredi Yayınları tarafından yapılan öykünün Norveçli yazarı Levi Henriksen de katılacak.
Bent Hamer’in uluslararası ödüllere sahip ve Türk izleyicilerin de festivallerde ilgiyle takip ettiği filmleri, melankolik komedi tarzlarıya, karanlık ama sıcak dilleriyle dikkat çekiyor. 1981 yılından itibaren imza attığı kısa filmlerin ardından 1995’te çektiği ilk uzun metrajlı filmi ”Yumurtalar” ile uluslararası festivallerde başarıyı yakalayan Hamer, ardından çektiği ”Güneşli Bir Gün”, ”Mutfak Hikayeleri”, ”Factotum”, ”O’Herten” ve ”Yeni Yıl”la aynı başarılı çizgisini sürdürdü.
Bent Hamer’in bütün uzun metrajlı filmleri, 31 Ekim – 3 Kasım tarihleri arasında İstanbul Modern’de Türk izleyicilerle buluşacak. Hamer de gösterimlerin başladığı ilk gün 31 Ekim Perşembe akşamı saat 19’da yine İstanbul Modern’de bir söyleşiye katılacak. Moderatörlüğünü Müge Turan’ın yapacağı söyleşide, Hamer’in son filmi ”Yeni Yıl”ı uyarladığı öykünün yazarı Levi Henriksen de yer alacak.
Bent Hamer filmleri ve gösterim tarihleri ise şöyle:
Yumurtalar, 1995
3 Kasım Pazar, saat 17:00
Norveç, 86’, Norveççe
Oyuncular: Sverre Hansen, Kjell Stormoen, Leif Andree
Konu: Mo ve Pa, 70’lerinde sakin ve tekdüze bir hayat süren iki erkek kardeştir. Bu sakin hayatları Pa’nın bedensel engelli yetişkin oğlu Konrad’ın gelişiyle değişir. Uzun yıllar bu gerçeği bilmeden yaşamış olan Pa, hayatına oğlunun girmesi ile onunla nasıl ilişki kuracağını bilemez. Konrad yanında devamlı yumurta dolu bir kutu taşır. Konrad’ın kıskanç ve tuhaf yapısı her iki kardeşin yaşamında yeniliklere yol açar. Bu ilk filmiyle Hamer, insan doğasının ironik ve detaylı bir incelemesini sunuyor.
Güneşli Bir Gün (En dag til i solen), 1998
31 Ekim Perşembe, saat 13:00 ve 3 Kasım Pazar, saat 15:00
İspanya-Norveç, 95’, Norveççe
Oyuncular: Nicholas Hope, Eric Magnusson, Ingrid Rubio, Luis Cuenca
Konu: Filmlerinde taşıdığı mizah unsuru ile tanınan yönetmen bu filminde Almar adlı genç, Norveçli bir denizcinin hikayesini anlatıyor. Manevi değeri yüksek olan altın saati kırılan Almar, saati tamir etmek için İspanya’da bir kasabaya gider. Saatinin tamir olmasını beklerken kasaba halkı ile tanışır. Bu halk sıradan değildir. Wind isimli Avustralyalı denizci ona gerçekliği kuşkulu maceralarını anlatırken, İspanyol güzel Marta’nın da tuhaf bir büyükbabası vardır. Almar şehirde dolaşıp yeni insanlarla tanıştıkça, tıpkı bozulan saatindeki gibi, bu kasabada da zamanın durduğunu düşünmeye başlar.
Mutfak Hikayeleri (Salmer fra Kjøkkenet), 2003
2 Kasım Cumartesi, saat 17:00 ve 3 Kasım Pazar, saat 13:00
Norveç-İsveç, 95’, Norveççe-İsveççe
Oyuncular: Joachim Calmeyer, Tomas Norström, Reine Brynolfsson
Konu: Hamer, Mutfak Hikayeleri’nde bilimin soğuk yapısı ve insan ilişkileri arasındaki çelişkiyi mizahi bir şekilde işliyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle İsveç Ev Araştırma Enstitüsü, emek ve paradan tasarruf etmeyi sağlayacak çok işlevli mutfak tasarımları imal etmenin gerekliliğine inanır. Bu nedenle çalışanlarından Folke Nilsson’ı daha etkin tasarımlar üretebilmesi için Norveçli dul erkek İsak’ın mutfak alışkanlıklarını izlemek için görevlendirir. İsak kendini dış dünyadan soyutlamış inatçı bir çiftçidir. Folke görev gereği gözlemlediği adamla konuşmamalı ve yemek yaparken ona yardım etmemelidir. Araştırma görevini büyük bir istekle yapan Folke’un mutfağına yerleştiği İsak ile arasında beklenmedik, hoş bir diyalog başlar.
Factotum, 2005
31 Ekim Perşembe, saat 15:00 ve 2 Kasım Cumartesi, saat 15:00
ABD-Norveç-Danimarka, 98’, İngilizce
Oyuncular: Matt Dillon, Lili Taylor, Marisa Tomei
Konu: Charles Bukowski’nin aynı isimli romanından uyarlanan film, Bukowski’nin gençliğinden erken dönemine geçişe dair biyografik bir çalışma sunuyor. Film, Henry Hank Chinaski adlı yazarın işten işe, mekandan mekana ve kadından kadına maceralarını takip ediyor. Bu sırada Hank’ın karmaşık hayatında değişmeyen tek şey, yazma tutkusu oluyor. Bu tutkusuna rağmen, yazılarını defalarca aynı yayınevine yollayan Hans bir türlü olumlu sonuç alamıyor. Film şiirsel bir atmosfer sunduğu izleyiciyi, kaos ile yaratıcılık ağının içine düşürüyor. Factotum’da, hayatı dibine kadar yaşamaya kararlı bir adamın öyküsüne tanık oluyoruz.
O’Horten, 2007 – 2 Kasım Cumartesi, saat 13:00
Norveç, 90’, Norveççe
Oyuncular: Baard Owe, Espen Skjønberg, Githa Nørby, Bjørn Floberg
Konu: O’Horten, 40 yıllık tren makinistliği işinden emekli olmaya mecbur edilir. Ancak son seferini yapacakken Horten işe gecikir. Bu gecikme tren istasyonunu alt üst eder. Platform onun için artık güvenli değildir. 67 yaşındaki Horten, emekliliğinin gelmesi ile kabul ettiği yaşlılığının eğlenceli yanını keşfetmeye başlar. Horten yaşamakta olduğu monoton hayattan sıyrılarak macera dolu ve tuhaf bir hayata sürüklenir. Film boyunca Hamer, ölüm temasını yaşlı Horten’in sıcak ve melankolik portresi üzerinden mizahi bir dille anlatıyor bize.
Yeni Yıl (Hjem til jul), 2010 – 31 Ekim Perşembe, saat 17:00
Norveç-Almanya-İsveç, 85’, Norveççe
Oyuncular: Arianit Berisha, Sany Lesmeister, Nadja Soukup
Konu: Noel arifesinde küçük, karlarla kaplı Norveç kasabası Skogli’de eve dönmeyi planlayan insanların öykülerine ortak oluyoruz Yeni Yıl’da. Bu kasabanın halkını yaklaşan Noel telaşı sarar. Knut hasta babasını görmeye giden bir baba adayı, onun arkadaşı Paul ise evliliğini kurtarmaya çalışan bir adamdır. Eşinden ayrılacağının sözünü almış Karin ve onun ayyaş yol arkadaşı Jordon’ın ise yeni yıldan beklentileri farklıdır. Birbirinden farklı hayatları, ümitleri ve beklentileri olan kasaba halkının yolları Noel arifesinde eve dönme yolunda kesişir. Kuzey ışıklarının altında, bembeyaz karlarda geçen film bir öyküden diğerine ince geçişlerle büyük resmin parçalarını izleyiciye sunar ve bu parçaları birleştirmesini ister.
Sylvia Plath Başyapıtı 50.Yılına Özel Baskıyla Raflarda!
Daha çok şiirleriyle tanınan Plath’ın ölümünün ellinci yılında, tek romanı Sırça Fanus, gözden geçirilmiş çevirisi ve özel baskısıyla Kırmızı Kedi Yayınevi’nde. Otobiyografik yanı ağır basan Sırça Fanus, Plath’ın 1961’de yazmaya başladığı, ömrü boyunca tuttuğu günlüklerden esinlenerek üniversite yıllarını, New York’ta bir dergide stajyerlik yaptığı günleri ve psikolojik tedavisini yeniden ele aldığı bir roman. Romanı 1963 yılında takmaadla yayımlatan Plath, birkaç ay sonra intihar ederek hayatına son vermiştir.
Parlak bir üniversite öğrencisi olan Esther Greenwood, New York’taki çılgın metropol yaşamıyla Boston’daki taşra durgunluğu arasındaki tezatlarda yaşayarak, aşk, cinsellik ve erkekler hakkındaki bilinmeyenleri keşfettikçe ve her alanda başarı arzusuyla önemsizlik hissi arasındaki uçurumun yarattığı artan bir depresyonun etkisiyle büyük bir çöküntü yaşayarak intihara teşebbüs eder. O âna kadar mizahi ve şiirsel bir dille süren anlatı, teşebbüsün ardından başarısız ve başarılı elektro-şok uygulamaları dahil olmak üzere klinik tedavi süreçlerinin genç bir kadın üzerindeki etkilerini de aktararak neredeyse belgesel bir boyuta ulaşır. Ellilerin muhafazakâr toplumundan altmışların özgürlük mücadelelerine geçişteki edebi halkalardan biri olarak Sırça Fanus, yarım yüzyıldır modern dünyanın gençlerinin ellerinden düşmeyen bir klasik haline gelmiştir.
Özgün Adı: The Bell Jar
Çeviren: Handan Saraç
256 sayfa
ISBN 978-605-4764-71-6
19 TL
1 Kasımda bütün kitapçılarda!
Kediler, Mektuplar, Evlerde Yalnızlıklar : Toza Yazılan...
Bensu Kaya’nın ilk kitabı “Toza Yazılan”, Koyu Kitap Yayınevi’nden çıktı. Sıradan görünen insanların arasında gezinen öyküler; çoğu kez hayatının rolünü başkalarına kaptırmış, rolüne iyi hazırlanamamış ya da rol çalmayı başaramamış karakterlerin ekseninde nefes alıyor. “Sanki” ve “Sanma ki” başlıkları altında toplanan öykülerde zaman zaman gerçek ve düş birbirine karışıp alışıyor. Hayat ne kadar izin verirse öyküler de o kadar genişleyip daralıyor. Küçük şiirlerle bütünleşen öykülerdeki final duygusu ise genellikle noktayla değil üç noktayla ifade edilebiliyor.
Kitap, görme engelliler için yazarı tarafından seslendirildi. Ayrıca satıştan elde edilecek gelirle Braille (kabartma yazı) baskısı da hazırlatılacak.
Selim İleri ve Jale Sancak’ın arka kapak yazılarıyla sunulan kitabın kapak resmi, Müjgan Özkaya Yılmaz’ın imzasını taşıyor. Kapak resminin düzenlemesi Samet Günüç’e, kapak tasarımı Sabahattin Kanaş’a ait.
Kitapla ilgili çeşitli edebiyat mekanlarında söyleşi ve imza günleri düzenleniyor. Yazarın 32. Uluslararası Kitap Fuarı’nda, Koyu Kitap Yayınevi standında 3 Kasım ve 10 Kasım tarihlerinde imza günü olacak.
Bensu Kaya kimdir?
Dokuz yaşında “kurduğu” yayınevinde, dörde katlayıp kestiği bir dosya kâğıdının ortasını yorgan iğnesiyle dikerek hazırladığı kitaplar yazıp yayımladı. O zamanki konularını da; kız çocukları, kediler, her an rastlandığı için hayatı hiç merak edilmeyen insanlar gibi bugünküne benzer alanlardan seçti. “Okuma - yazma” öğrenmeyi her zaman çok sevdi. Her zaman “okur-yazar” olmak istedi. İ.Ü. İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Uzun yıllardır basın kuruluşlarında görev alageldiği için yazıları çalıştığı her yayının her sayısında yer alıyor. Halen Turkuvaz Dergi Grubu’nda çalışıyor. Öyküleri; No Edebiyat, Öykü Teknesi dergilerinde ve çeşitli internet sitelerinde yayımlandı. “Otobüs” adlı öyküsü, Beşinci Gila Kohen Öykü Ödülleri kapsamında hazırlanan “Öykülerden Yansımalar” kitabına girmeye hak kazandı. Edebiyata layık olabilme kaygısı taşıyor. Çocukken yazdıklarını sayarsak bu ilk kitabı değil.
Arka kapakta ne dediler?
“Bensu Kaya, biliyorum, tanığıyım, hikâye sanatına öyle saygı duydu ki, yıllarca ve yıllarca yazdıklarını yayımlamaktan uzak durdu. Bugün yayımlıyorsa, bizlerin âdeta dürtüklemesiyle. Yoğun bir hüznün gizlendiği, içe kapanışların sürüp gittiği Bensu Kaya hikâyeleri bence mutlaka yayımlanmalıydı...”
SELİM İLERİ
“Kediler, mektuplar, evlerde yalnızlıklar, birbirini hiç anlamayanlar, belki de anlamaktan korkanlar... Gerçekten de kimselerin vakti yok mu durup ince şeyleri düşünmeye?
Bensu Kaya derin bir duyarlılıkla bu gün yaşanmakta olan hoyratlığı, bir başka deyişle insan ilişkilerindeki açmazları aktarıyor ve yüzleşmeye çağırıyor bizi. Öte yandan şiirlerle sarmaşan bu sıcacık, hüzünlü öyküler karamsar olmaktan uzak, hâlâ umudun var olduğunu da imliyorlar. Böylelikle de toza değil yüreğimize yazılıyorlar.”
JALE SANCAK
Dizi Ajandası : 28 Ekim / 3 Kasım
Pazar, Ekim 27, 2013
•
Cadılar Bayramı haftasında, özel yayınlar sebebiyle bazı diziler bu hafta molada... Ulusal kanalların dizilerindeki molaların dışında kalanlar yerli yerinde... İngiliz işi “Ripper Street” yeni sezonuna başlarken, “The Wrong Mans” ve “Drop Dead Diva” sezon finaliyle haftanın öne çıkanları...
Pazartesi:
2 Broke Girls 3x6 And the Piece of Sheet
Beauty and the Beast 2x4 Hothead
Call Me Fitz 4x4 Pulling a Polanski
Castle 6x6 Get a Clue
Cracked 2x5 The Hold Out
Hart Of Dixie 3x4 Help Me Make It Through The Night
Hostages 1x6 Sister's Keepers
How I Met Your Mother 9x7 No Questions Asked
Mom 1x6 Abstinence and Pudding
Ripper Street 2x1 Pure as the Driven [Yeni Sezon]
The Blacklist 1x6 Gina Zanetakos
Salı:
Awkward 3x12 And Then What Happened
Brickleberry 2x9 The Animals Strike Back
NCIS 11x6 Oil and Water
NCIS: Los Angeles 5x6 Big Brother
Person of Interest 3x6 Mors Praematura
Ravenswood 1x2 Death and the Maiden
Sons of Anarchy 6x8 Los Fantasmas
Supernatural 9x4 Slumber Party
The Goldbergs 1x6 Who Are You Going to Telephone?
The Originals 1x5 Sinners and Saints
The Wrong Mans 1x6 Running Mans [Sezon Finali]
Trophy Wife 1x6 Halloween
Çarşamba:
American Horror Story 3x4 Fearful Pranks Ensue
Arrow 2x4 Crucible
Back In The Game 1x6 Night Games
Criminal Minds 9x6 In the Blood
CSI 14x6 Passed Pawns
It's Always Sunny in Philadelphia 9x9 The Gang Makes Lethal Weapon 6
Misfits 5x2
Nashville 2x6 It Must Be You
Republic of Doyle 5x5 The Works
Revolution 2x6 Dead Man Walking
South Park 17x5
Super Fun Night 1x5 Girls' Night Out
The League 5x9 The Automatic Faucet
The Middle 5x5 Halloween IV: The Ghost Story
The Tomorrow People 1x4 Kill or Be Killed
The Tunnel 1x3
Perşembe:
Anger Management 2x40 Charlie and the Devil
Covert Affairs 4x13 No. 13 Baby
Elementary 2x6 An Unnatural Arrangement
Greys Anatomy 10x7 Thriller
Parenthood 5x6 The M Word
Played 1x4 Guns
Reign 1x3 Kissed
Scandal 3x5 More Cattle, Less Bull
Sean Saves The World 1x5 Nobody Puts Sean in a Corner
The Crazy Ones 1x6 Hugging The Now
The Michael J. Fox 1x7 Bed Bugs
The Millers 1x5 Giving the Bird
The Vampire Diaries 5x5 Monster's Ball
White Collar 5x3 One Last Stakeout
Cuma:
Blue Bloods 4x6 Growing Boys
Dracula 1x2 A Whiff of Sulphur
Grimm 3x2 PTZD
Haven 4x8 Crush
Hawaii Five-0 4x6 Kupouli 'la (Broken)
Last Man Standing 3x6 Larabee for School Board
The Carrie Diaries 2x2 Express Yourself
The Neighbors 2x6 Any Friggin' Sunday
Pazar:
American Dad! 9x3 Buck, Wild
Atlantis 1x6
Betrayal 1x6 ...The Things That Drive Men Crazy
Boardwalk Empire 4x9 Marriage and Hunting
Bob's Burgers 4x3 Seaplane!
Downton Abbey 4x7
Drop Dead Diva 5x13 Jane's Secret Revealed [Sezon Finali]
Eastbound and Down 4x6
Family Guy 12x3 Quagmire's Quagmire
Hello Ladies 1x6 Long Beach
Homeland 3x6 Still Positive
Masters of Sex 1x6 Brave New World
Once Upon a Time 3x6 Ariel
Revenge 3x5 Dissolution
The Good Wife 5x6 The Next Day
The Mentalist 6x6 Fire and Brimstone
The Paradise 2x3
The Simpsons 25x3 Four Regrettings and a Funeral
The Walking Dead 4x4 Indifference
Witches of East End 1x5 Electric Avenue
Dizi Değerlendirmesi : 2013/14 Sezonu Yenileri
Sonbaharın gelmesiyle yağmur gibi yağan pilot bölümlerle ekranları dolduran yeni sezonu, tam 32 yeni yapımla karşıladık... Popülerlikten, fenomen olmaya doğru gidilen uzun yolun ilk adımlarını hangisi veriyor diye hücum ettiğimiz diziler, önceki sezonlarda olduğu gibi yine bildik öykülerle dolu... Nicelikte yaşanan bolluğun, niteliğe aynı oranda yansımadığı sezon gümbür gümbür gelen bir dizi içermiyor... Komedilerin büyük çoğunluğu hüsran olurken, ağır toplar yine dramalardan gelmiş durumda... Tek tek değerlendirmelerini bulabileceğiniz sezonun öne çıkanları “Master of Sex” ve “The Blacklist”... Anlaşılan “Dexter” ve “Breaking Bad”in bıraktığı boşluğu kapatmak için dizi arayanların biraz daha dişini sıkması gerekiyor...
Atlantis
BBC’nin tarihi fantastik draması, Herkül ve Pisagor bonuslu eğlenceli bir çerezlik olarak iyi bir pilotla başlayanlardan... Merlin’i sevenler, bunu da sever desem yeridir... Merak uyandıran genel öyküsünü de kahin karakteriyle gazlayan dizi, tadında kararında izlenesi bir eğlencelik...
Back In The Game
Eşinden ayrılıp babasının evine taşınan bir kadının kendini beyzbol ile kanıtlama ve varolma çabasını anlatan komedi, James Caan’ın varlığıyla öne çıkıyor daha çok... İyi bir pilotla vasatı aşan başlangıcına rağmen Amerika için çok nabza şerbet ABC işi... Kurallarını bile anlayamadığımız o abuk sabuk sözde spordan dolayı pek sevimli gelmiyor...
Betrayal
ABC’nin Hollanda dizisinden uyarlaması, entrikası bol iyi olduğu tescilli bir senaryo ile diğer yapımlardan bir adım önde başlayanlardan... İyi bir pilotla başlaması da cabası... “Revenge”i sevenler için özel ilgi sebebi olduğunu da belirteyim... Her yeni bölümde öyküsünü açan ve gerilimi arttıran bir yapım... Muhtemelen sezonun hakettiği ilgiyi göremeyen dizi olacağı için ilk bölümü izleyip, devam etmek için tam sezon onayı almasını beklemekte fayda var...
Brooklyn Nine-Nine
Polis komedilerden vazgeçmeyen Amerikan televizyonlarının bu seneki yumurtlaması, geri zekalılara hitap ediyor... Absürtlüğü atlayıp, seyircisini aptal yerine koyan havasıyla ben sezonun en kötüsü dedim ama, kısa sürede tam sezon onayını alarak Fox’un en memnun olduğu dizi konumunda... Ne diyeyim, Aziz Nesin’in kulakları çınlasın, dünyada salak çok...
By Any Means
Suçluları yakalamak için her yolu mübah gören bir ekibin türlü kurnazlıklarla tuzak kurmalarını anlatan polisiye, BBC’nin eğlenceliklerinden... Vasatı aşan pilot bölümle iyi bir başlangıç yapsa da, her bölüm aynı formülü izleyen dizilerin artık eskidiği ortada... Sezonu kapsayan bir ana öykü olmadıkça boş zaman oyalayıcısı olarak kalacağı şimdiden belli...
Dads
İki arkadaşın babalarının yanlarına taşınmasıyla yaşadıklarına odaklanan komedi, eğlenceli gibi dursa da daha çok hapşurmak isteyipte hapşuramamaktan muzdarip gibi... Vasat ilk bölümün devamını da pek parlak geçirmiş değil... Fox’un ek bölüm siparişine rağmen, iyi bir ekibin vasat işi olarak devam ediyor... Giovanni Ribisi’nin yakışmadığı rolle iticiliğin sınırlarını zorlaması takibi zorlaştırırken, Brenda Song’un varlığı dizinin tek artısı...
Hello Ladies
Tam bir HBO işi... Yalnız ve ezik bir adamın kadın bulma çabasına dair naif bir eğlencelik... Diğer dizilerden farkı, inceliği ve doğallığı... Büyük komedi anları ve patlamaları barındırmadan, formüle gözükmeden çıplak gerçeklere odaklanma havasıyla müthiş bir komedi... Sezonun en iyi komedisi...
Hostages
Amerikan başkanını ameliyat etmek üzere olan doktorun evinde rehin alınmasıyla başlayan olaylar dizisi, ilk bölümden iyi bir gerilim yaratabilenlerden... Ama koca başkanın ameliyatına dair bu kadar güvenlik açığı olamayacağı başta olmak üzere mantığa uymayan detaylar sebebiyle heba edilmiş bir yapım... CBS’in yaptığı onca tanıtım boşaymış, bu kısır ve mantıksız konudan bir sezon çıkmaz gibi görünüyor...
Ironside
Amerikan izleyicisinin manyaklık derecesindeki polisiye merakı yüzünden başlayan ama tekerlekli sandalyeye mahkum ana karakterinin cinayetleri çözme başarısını kimseye yediremediği saçmasapan dizi, neyseki çok sürmeden iptali gördü de ucuz kurtulduk...
Lucky 7
ABC’nin İngiliz dizisinden uyarlaması, daha izlemeye fırsat kalmadan iptal olanlardan... Sezonun en kötü başlangıcını yapan pilot tehlike çanlarını çaldırmıştı ama ikinci bölümden hemen sonra iptali kimse beklemiyordu...
Marvel's Agents of S.H.I.E.L.D.
Sezonun en çok beklenen dizisi, hayli sönük ve eksik bir pilotla kötü bir başlangıç yaptı... Biraz aceleye gelmiş görünen girişten sonrası da pek tatmin edici değil... Olabildiğince basit olsun, herkesi yakalasın düşüncesiyle kotarılmasıyla sezonun en kötü dizilerinden biri... Meraklıları içinse büyük hayal kırıklığı... Kimse bu kadar kötü olacağını beklemiyordu...
Masters of Sex
Yeni sezonun bombası olduğunu söylemek için ilk bölümü izlemek yeterli... Showtime’ın doğru seçimiyle, biraz muhafazakar başlangıç yapsa da cinsellik üzerine araştırmalar yapan doktorun hayatımızı nasıl zenginleştirdiğine dair adım adım yolculuğu, her bölümünde dozu arttırarak sezonun en iyi dizisi olmaya doğru yelken açıyor...
Mom
Üç kuşak kadının aynı hataya düşmesinden beslenen CBS komedisi, kadına çağdışı bir bakışla espri yaratmaya çalışan eski kafa bir yapım... Erken hamilelikten muzdarip bir kadın, aynı kaderi yaşayan kızı ve bu kadere ortak taze hamile kızı... Güldürebilen anları yok değil ama biraz daha yaratıcı olması gerekiyor... Anna Faris’in varlığıyla, tüm klişelerine rağmen sezonu zorlayacak gibi görünüyor...
Once Upon A Time In Wonderland
Muhteşem bir diziden “Harikalar Diyarı” alt başlığıyla türemesi heyecan yaratmıştı ama, düz ve tek bir hikaye anlatması dolayısıyla hiç tadı tuzu yok... Alice’in harikalar diyarına, sihirli lamba cini Cyrus’a kavuşmak için geri dönmesini anlatan öyküden koca bir sezon nasıl çıkacak anlamak zor... Kötülerin bu kadar klişe ve tek düze yaratılmasıda cepten yiyor... İlk iki bölümden görüldüğü kadarıyla, tam bir hayal kırıklığı...
Peaky Blinders
1919 Birmingham’ında gangaster bir ailenin, polisle olan mücadelesi tam bir usta işi BBC yapımı olarak ekranlarda... İlk bölümünden itibaren sevilen ve zamanını boşa harcamadan öyküsünü anlatmaya çalışan yapım, oyuncu kadrosuyla da öne çıkıyor... Sezonun en iyi dizilerinden biri...
Reign
Gençlere hitap eden çerezlerin kanalı CW’den bu kez tarihi bir drama... İskoç Kraliçesi Mary’nin gençlik dönemini anlatmaya soyunan dizi, entrikalarla dolu bir yükseliş öyküsünü elbette bolca aşk sosuyla sunuyor... İyi bir pilotla, rengini belli ederek kendi seyircisini mest etmiş durumda... Genel izleyici içinse tamamen boş bir yapım...
Sean Saves The World
Karısından ayrılan eşcinsel bir adamın, tuhaf patronu ve ergen kızıyla çevrili hayatına dair komedi, sezonun beklenmedik bombası... Tekdüze komedi yığınının içinde her bölümde güldürebilen ender dizilerden biri olarak sezonun en iyi yeni sitcomu...
Serangoon Road
HBO’nun Asya kanadından çıkan dönem dizisi, 1964 Singapur’unda derli toplu bir öykü anlatıyor... Her bölüm polisiye bir mevzu, dönem atmosferi, sinema dokusu ve ana öyküsüyle, iyi bir pilotla başlayan dizi özellikle dönem dizisi sevenler için biçilmiş kaftan...
Sleepy Hollow
Fox’un çerez fantastik öyküsü, cadılar ve tarihi olaylar derken mahşerin dört atlısınının ayak seslerini duyuruyor... Aşağı yukarı neler olacağını sunan iyi bir pilot bölümle izleyicisini davet eden dizi, kısa sürede rüştünü ispatlayarak ikinci sezon onayını kaptı... Yayınlanan beş bölümde vasatı çok aşamasa da, izlenebilirliği mevcut...
Super Fun Night
Rebel Wilson’un çatlak şovu, sezonun en farklı komedilerinden biri olduğunu gösterdiği pilotla beklenenden iyi başlayanlardan... Şişmanlık üzerinden espriye hiç meyletmeyen dizi, arıza karakterleri ve diyaloglar üzerinden yaratıyor şamatasını ve bunda da hayli başarılı...
The Blacklist
NBC’nin ağır topu tam tadında bir polisiye olarak sezonun yıldızlarından... Diğer dizilere nispet yapar gibi başlayan dizi, merak uyandıran yan öyküleriyle de heyecanı sürükleyici kılıyor... Teslim olan eski bir ajanın, aranan azılı suçları yakalatma öyküsü şimdilik tadında gidiyor... James Spider’ın varlığı da ayrı keyif unsuru...
The Crazy Ones
Robin Williams’ın yıllar sonra ekranlara dönecek olmasının yarattığı heyecanın altında adeta ezilen dizi için kötü demek bile az kalır... Sarah Michelle Gellar’ın gereksiz varlığı ile iyice antipatik olan, çekilmez bir çile... Reklamcı baba-kızın öyküsü komedi yaratmaktan nasıl bu kadar aciz olur anlamak zor...
The Goldbergs
80’ler ruhunu ekrana taşıyan hayli sıcak aile komedisi, karakterlerini çabucak sevdirdiği pilotla çok iyi bir başlangıç yaptı... Devamını da aynı tonda getirmeye devam ediyor... Nostaljik anlar bonusuyla renkli ve sevilesi tek komedi...
The Michael J.Fox Show
Parkinson hastalığıyla mücadele eden Fox’un dizisi, aile babası profilinde gösterdiği oyuncusuna acıyan izleyiciyi ekrana çekmek için hazırlanmış gibi duruyor... Ünlü bir haber sunucusunu canlandıran oyuncu, yeniden tv’ye dönme macerasına atılıyor ama iki bölümlük özel sezon açılışında sıkıntıdan uykunuz bile gelemiyor... Hele birde Parkinson’dan espri üretme çabası var ki, ne desem az kalır...
The Millers
Hayli çatlak bir aile, sağlam karakterler ve iyi oyuncular süslü komedi, ilk bölümünden kendini sevdirmeyi başarıyor... Yan karakterleriyle de destekliyor güldürüsünü... İnce esprilerle bezeli dizi, Will Arnett’in şanssızlığı kıracağı yapım olacak gibi... Bölümler ilerledikçe daha fazla izlenip öne çıkacağı şimdiden belli...
The Originals
Konu krizine girdikçe saçmalamanın tarihini yazan “The Vampire Diaries”ten türeyen dizi, iyi bir pilot bölümle başladı... Orjinal dizideki karakterlerden daha ilginç köken vampirleriyle, New Orleans atmosferiyle, TVD’den çok daha iyi, daha mantıklı gidiyor şimdilik... Klaus’un kral olma hayalleri, babalık maceralarıyla birleşerek büyük ihtimalle uzun soluklu bir diziye dönüşecek...
The Tomorrow People
İngiliz dizilerinden üretilen ruhsuz Amerikan versiyonların son örneği, ışınlanma olmak üzere bir çok güce sahip yarının insanları adlı bir grup ve onları yok etmeye çalışanları anlatıyor... Efektler iyi, konu güzel ama işleyiş tam bir CW çerezi... Boş vakitleri öldürmek için izlenebilir ama bulabilirseniz orjinal versiyonu izlemeyi deneyin...
The Wrong Mans
Yolda bulduğu telefonu açarak, duyduğu tehdide reaksiyon gösteren bir adamla daha salak bir adamın öyküsü, bunca dizi arasında farklı ve eğlenceli bir alternatif... BBC işi olmasının da etkisiyle, herşeyi tadında bırakan bir izlencelik...
Trophy Wife
“Modern Family”nin çekilip sündürülmesiyle yaratılmış gibi görünen komedi, fazlaca dolu bir pilotla tıka basa başlayanlardan... Klasikleşmiş birçok dizinin toplamı gibi bir havası olmasıyla, özgünlükten uzaklığını oyuncu kadrosuyla kapatmaya çalışıyor... Boşandığı iki eşiyle çocuklar dolayısıyla görüşmeye devam eden bir adamla evlenen üçüncü eşin öyküsü, güldürmekten çok uzak...
We Are Men
CBS’in dört bekar erkeğin kadın peşinde koşmalarını anlatan komedisi, kötü pilotla başlamakla kalmayıp, klişelerle yola devam edeceğim diyen ikinci bölümü sonrasında iptal edildi... Eski moda dizilerin artık tutmadığı da tescillenmiş oldu...
Welcome To The Family
NBC’nin eski kafa komedisi, beyazlarla latinlerin çarpışmasından güldürü üretmeye çalışırken, çocukları birbirine aşık iki aileyi merkeze alıyordu... Neyse ki, çok yapıldığı ve kabak tadı verdiği kısa sürede anlaşılarak iptal edildi..
Witches of East End
Lifetime’ın doğaüstü hikayelerin tutulmasına verdiği tepki, cadılarla dolu bir aile dizisi elbette... Bir evlilik hazırlığı, rüyada öpülen başka bir erkek, kediye dönüşen teyze derken gelinimizi nasıl bir hayat beklediğini merak etmek zor... Kanalın takipçileri için farklı bir dizi olabilir ama bizim için fazla kasaba işi görünüyor...
Dracula
Efsaneyi yeniden açma girişimi, ilk bölümünden hayli şatafatlı başladı... Klasik Amerikan gösterişiyle biraz ağır giriş yapılmış olsa da, tarikatı yok etme peşinde bir vampir izleme şansı geri tepmez... İlk bölümün eksisi o saçma sapan ağır çekimler olmasa daha iyi olacak...
Ravenswood
"Pretty Little Liars"tan türeyen dizi, ilk bölümden boynuz kulağı geçti dedirtecek kadar iyi başladı... Bolca soru işaretiyle etkili bir giriş yapmış durumda... Kadro iyi, konu leziz, atmosfer gerilime gebe... Daha ne olsun...
Almost Human
Bilim kurgu kuraklığının tam da ortasına düşen, sağlam referanslı ellerden çıkan dizi, 2048 yılında geçiyor gibi görünse de 2013'ten de öncesinde geçiyor... Fazlaca bildik konusu, "I Robot" çakması android karakteri başta olmak üzere bolca eksiyle sezonun en büyük hayal kırıklıklarından biri olmaya aday... Lili Taylor'un ne işi olur bu diziyle anlamak zor...
The Assets
Yaşanmış bir olaydan yola çıkan ve öyküsünü bu gerilimle süsleyen yeni casus dizisi, artık bıkkınlık veren soğuk savaş dönemi kapışmasını anlatıyordu, ilk bölümü de vasatı üzerindeydi ama izlenme oranı neredeyse facia oldu... İkinci bölümde de kaderini değiştiremeyince, iptali gördü... The Americans varken, girişilmesi hataydı demiştik...
Killer Women
ABC’nin Texaslı korucu kadın polisiyesi, öyle berbat bir ilk bölümle başladı ki sonunu getirmek zor... Tamamen klişelerle dolu yaratıcılık yoksunu dizi, baş kadınını pazarlamaya çalışan tipik Amerikan işi... Hatunun bölüm sonunda elinde trompeti red kit vari güneşe doğru yürümesiyse akıllara feza!
Intelligence
Josh Halloway’li sözde bilim kurgu, biraz chuck biraz continium’dan almış ana fikri de trt zamanlarının klasiği “Milyon Dolarlık Adam”dan apartarak bir çorba sunmuş... Güya genetiğiyle oynanan başkarakterimiz, beynine yerleştirilen çiple mevcut tüm teknolojiyi kullanarak önemli istihbarat sağlıyor... Bu sebeple devletin en özel askeri... Lakin ortada yeni hiçbir şey yok... Tüm numaraları iki yıl önce Continium’da görmüştük yahu... Halloway’in de role hiç yakışmadığı ve bolca sahnede mal mal etrafa baktığını eklersek, sezonun en kötülerinden biri...
The Spoils of Babylon
Oyuncu kadrosuna ve yaratıcılarına rağmen nedendir bilinmez çok geri planda kalan komedi, köklerini sinemaya bağlıyor ve bol bol göndermede bulunmasıyla öne çıkıyor... Saturday Night Live ekibinin yarattığı öykünün kaynağı da Trt döneminin iki klasiği “Zengin ve Yoksul” ile “Gazap Kuşları”... Epik bir öykü anlatmanın getirdiği ironiyi tadında çıkaran dizi, sözde Eric Jonrosh’un çektiği ama bir türlü gösterime giremeyen filmini ekrana taşıyor... Will Ferrell’ın canlandırdığı karakterin yaptığı açılış konuşmasında “22 saatlik film” diye tanımladığı dizi, ekranlardaki en ince zeka ürünü komedi olduğunu gösteriyor... Tobey Maguire, Kristen Wiig, Tim Robbins, Jessica Alba, Val Kilmer, Haley Joel Osment ve Michael Sheen’den oluşan kadro da cabası...
Helix
Battlestar Galactica’nın yaratıcılarının yeni bilimkurgusu, iki bölüm özel yayınıyla gayet güzel başlayanlardan... Olmuş diyebildik ama hatalarını görmezden gelerek... Türe dair çok fazla örnek olmaması da bunda etken... Arktika’daki araştırma merkezinde ortaya çıkan virüs salgınına, hastalık kontrol merkezi ekibinin dahil olmasıyla başlayan olaylar zincirinde daha önce görülmemiş bir olayla karşılaşıldığı anlaşılınca gerilim de başlıyor... Dünyayı yok edecek virüsle ölüm kalım mücadelesi her bölüm bir günü işleyerek ilerliyor... Yılın en çok beklenen dizisi olmasının yarattığı baskıdan etkilenmesi şimdilik kaderini de etkiliyor olsa da, karanlık atmosferiyle yayındaki en farklı işlerden biri...
Enlisted
MASH’ten bu yana çok askeri komedi görmedik, olsa da izlesek diyenlere ilaç olarak sunulan dizi, en azında yayındaki komedi kalıplarının dışında durduğunu gösteren ilk bölümüyle iyi bir başlangıç yaptı... İşe yaramaz askerler birliğinde geçen üç kardeşin maceraları kendini çabuk sevdiriyor ve güldürüyor daha ne olsun...
Bitten
Doğa üstü yaratıklara dair diziler furyasına Kanada’dan katılan kurt adam örneği, güya roman uyarlaması ama “Vampire Diaries”in kurt adam versiyonu besbelli... Orjinallik hak getire... İlk bölümle yapılan kötü başlangıcın devamı da aynı düzeyde seyredince, sıradan oyuncu kadrosu, kötü oyunculuklar ve efektlerle ancak türün meraklısına hitap edebiliyor...
True Detective
1995’te yakalanamayan bir katilin günümüzde yeniden aktif olmasıyla davanın yeniden açılmasını işleyen dizi, 17 yıl önce davayı işleyen iki dedektifini de sorguluyor... Muzzzam kurgusu, şahane atmosferi ve müthiş senaryosuyla özellikle de felsefe sorgularıyla coşan diyaloglarıyla o kadar iyi başladı ki, izlemelere doyamıyoruz... Olası ikinci sezonuna yeni karakterlerle ve hikayeyle geçeceğinin açıklanması da işin ayrı güzelliği...
The Musketeers
BBC’nin hafifmeşrep fantastik macera kuşağının yenisi, Üç Silahşörlere odaklanıyor elbette... Bildik karakterler, bildik numaralar ve her bölüm macera düsturuyla başlayan dizi hem vasat bir uyarlama hem de tipik boş zaman eğlenceliği...
Looking
Eşcinsel erkeklerin dünyasına odaklanan HBO yenisi, daha ilk saniyesinden itibaren hayli cesur davranıyor... Parkta iş pişirmeler, üçlü alemler derken bildiğimiz dizilerden uzakta... Homofobikler için tam bir kabus olduğunu da özellikle belirtmeli ki, varsa çevrenizde böyle biri diziden bahsedin şaşsın feleği... Herhangi bir konu içermeyen vasat bir ilk bölümle başlayan dizi, sadece eşcinsellere hitap ediyor...
Black Sails
Ses getiren yapımların kanalı Starz’ın bırakın “Karayip Korsanları”nı, bildiğimiz korsan şablonuna geri dönelim dediği “Define Adası” uyarlaması, yapılan tüm tanıtımlar ve kopardığı gürültüyle yarattığı beklentinin hayli uzağında çok sönük bir ilk bölümle başladı... Sıkıcı ve uzun bir giriş, sonrasında hareketlenecekse unutulabilir ancak... Vasat ilk bölümü unutmak için en azından iki bölüm daha sabrediyoruz şimdilik...
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)