1988’de "Alfred Hitchcock Presents" dizisi
için bir bölüm çekerek yönetmenlik kariyerine başlayan, uzun süre TV
dizilerinde çalışan, bu sayede birçok türde örnekler vermenin avantajını
kullanan isimlerden biri olan Brad Silberling, “Express Kasa” ile hem küçük
çaplı bir bağımsıza imza atıyor, hem de içerden Hollywood eleştirisi yapıyor
kendince...
Uzun süre irili ufaklı birçok dizide görev aldıktan
sonra, 1995’te “Casper”la ilk uzun metrajını çeken Silberling, ödüllerle
karşılanan bu uyarlamadan 3 yıl sonra Wim Wenders başyapıtı “Berlin Üzerinde
Gökyüzü”nün serbest uyarlaması olan “The City of Angels-Melekler Şehri” ile
adını geniş kitlelere duyurmuş, ilk çıkışını gerçekleştirmişti. 4 yıl sonra bir
ailenin çocuklarını kaybettikten sonra bu durumla nasıl başa çıktıklarını
anlattığı “Moonlight Mile” ile bu başarısını pekiştirmişti. 2004’te yeniden bir
çocuk uyarlamasına girişti. “Lemony Snicket's A Series of Unfortunate Events”
ile ilk adım atılsa da hala devamı gelmedi, ama Silberling üzerine düşeni
yapmıştı. 2006’da ise gişe filmlerinden sıyrılıp, kendi yazdığı filmi yönetti…
Başrole Morgan Freeman’ı oturtarak, küçük samimi bir film hazırlığındaki
aktörün bir günü filmiyle karşımızda “Express Kasa”…
Bağımsız Film Festivallerini turladıktan sonra, pek
fazla ülkede gösterime girmeyen, doğrudan dvd piyasasına transfer olan film,
iki başrol oyuncusunun performansı ve samimiyeti ile ön plana çıkıyor daha çok.
Bağımsız sinemanın sıkça tekrarladığı, iki kişinin bir günde gezip dolaşması
temasını kullanıyor… Ama bu kez durum biraz daha farklı…
Adını bilmediğimiz, herkesin sen “O”sun dediği, uzun
zamandır film çekmeyen bir aktör’ün küçük bir bağımsız filmde oynaması teklifi
üzerine, rolüne hazırlanmak için Latin sokaklarında bir süpermarkete gitmesiyle
başlıyor her şey. Markete gidiş sırasında set elemanının dinlediği sesli roman
kasetindeki sesin sahibi olduğu iddiasına karşı çıkışıyla başlıyor her şey.
Sistem üzerine geçen birkaç lafla sınırlı kalmayıp, oyunculuk üzerine de birkaç
laf ediyor oyuncumuz. Oysa set elemanı ısrarlı, sesinden roman dinlemek
keyifli…
Dönüşte alınmak sözüyle markete bırakılan oyuncu,
süpermarkete girdiğinde, iki kasiyer fark ediyor. Biri kıçının üstünde
otururken, diğeri 10 ürüne kadar yapılan alışverişler için görevli Express kasa
elemanı Scarlett’i gözlemliyor. Daha ürünler sepette iken hesaplayan hızlı
kasiyer ve oyuncu arasındaki iletişim de böylece kurulmuş oluyor…
Oyunculuğun doğasında olan gözlem ve insanları anlama,
empati kurma yeteneği sayesinde ikili arasında diyaloglar başlıyor… Scarlett
için önemli bir gün, Oyuncumuz ise gelmeyen set elemanı sayesinde kayıp halde.
Ne hangi günde olduğunu biliyor, ne evinin telefonunu… Üstelik arayıp kendini
aldırabileceği bir arkadaşı, tanıdığı da yok. Scarlett’in kasiyerlikten ofis
elemanlığına geçmek için yapacağı görüşme de güne dahil olunca, ikili arasında
itiraflar, konuşmalar hem eğlendirici oluyor hem de küçük ve hafif bir filmden
beklenmeyecek ciddi sözlerde mesaj olarak aradan geçiyor…Los Angeles yolculuğu
sırasında yaşanan tesadüfi karşılaşmalar, şaşırtıcı anlar ve hoşsohbet ikili
arasındaki itiraflarla geçen film, kendini tiye alan star oyuncusu ile zaman
akıp gidiyor. Silberling, büyük bütçeli filmlerden nefes alabilmek için
yarattığı mütevazi karakter tahlilleri zorlanmadan seyirciye geçen, sevimli ve
samimi bir öyküyle amacına ulaşmış da oluyor. Kendini ciddiye almayan ama,
seçimler, insan ilişkileri ve sinema üzerine ucuzluk sepetindeki filmlerinin
üzerindeki indirim etiketini sökmeye çalışan bir star ile yanlış seçimlerinin
faturasını ödemekten sıkılıp yeni seçimler yapmak üzere olan sıradan bir
kasiyer arasındaki hoşsohbet gün aynı doğallıkla seyirciye geçiyor. Hollywood
sistemiyle dalga geçilmesi de sinefiller için ayrıca eğlence sebebi,
oyuncuların aldığı keyifte gözlerinden okununca ortaya iyi bir seyirlik
çıkıyor. Geriye kalansa, kalbinizdeki Express kasanızdan geçireceğiniz en
sevdiğiniz 10 şeyden oluşan listeniz…
Yorum Gönder