İki Filmde Alışveriş Güvenliği…
Amerikan sinemasının komediyi, güldürüyü ne yapıp da diriltebiliriz diye düşündüğü şu günlerde üs üste gelen Judd Apatow filmleri dışında bir yenilik çıkmaz hale gelmişken, elde kalan tek şey ezik edebiyatı olarak görünüyor. Son derece düz hayatlar yaşayan ve bu baştan kaybedilmiş hayatın her alanında tam bir ezik olan kahramanlar birer birer geçiyor beyazperdeden güldürmek amacıyla… Amerikan izleyicisi için kahramanın da sadece salak olması gerekmiyor, absürtlüklerle çevrili bir yaşamı olmalı. Her yönden başarısız ve tutunamamış bu karakterlerin ailelerinin de aynı doğrultuda ezik olması, çoğunlukla anneleriyle yaşayan yetişkin erkek olması da boşuna değil. Özgür ve başına buyruk kadınlara aşık olmaları da en büyük beklenti. Umutsuz aşık formunda her daim her önüne gelenle yatan kadınlara umutsuzca aşık olmaları da kaçınılmaz gerçeklerden. Eninde sonunda kopan bir olay sonrası istediklerine ulaşan bu karakterlerin hali biraz bizim Şaban’ı anımsatsa onun kurnazlığı sonunda her şeyden intikam alma güdüsü ya da denkliği de bulunmuyor.
Ezik karakterleri anlatma konusunda geçen yılın trendi anneleriyle yaşayan yetişkin ama hiçbir şey olamamış işsiz güçsüz aylaklar iken, 2009’un trendi yakın tarihli iki filmde ortaya çıkıyor. Alışveriş Merkezi Polis’lerinin hayatı… Bir tarafta güvenlikten sorumluluk, diğer tarafta kimseden saygı görmeme ve polis gibi olsa da silah taşıyamama ironisi… Üstelik üniforma da giyse yüksek dozda karizmasızlık da cabası. Kuşkusuz anlatılacak konu için aranan ideal meslek… Hele birde kadro tanıdık bir komedyen olursa tadından yenmez ve bolca güldürür hesabı yapılarak önümüze gelen iki film “Observe and Report” ve “Paul Blart: Mall Cop” durumun neredeyse aralarında pişti yaratacak hallerine kadar aynı örnekler. O halde iki filmde alışveriş güvenliğine bir bakalım…
Paul Blart: Mall Cop
Amerika’da 16 Ocak’ta gösterime giren özellikle gişesiyle ön plana çıkan, gücünü de başrol oyuncusu Kevin James’ten alan bir yapım. Ülkesindeki gişe başarısına rağmen film bizde gösterime girmeyerek “Sakar Polis” adı ile ev sinemamıza geldi. Komedi filmlerinin çok sık gösterime girmediğini düşünürsek neden gösterim şansı bulmadığı da ayrı bir muamma.
“Everybody Loves Raymond” dizisi ile dikkatleri çektikten sonra, ülkemiz televizyonlarında da gösterilen “The King of Queens” ile beğeni kazanan Kevin James ile aynı dizinin yazarlarından olan yakın arkadaşı Nick Bakay’ın senaryosuna imza attıkları “Paul Blart: Mall Cop”un yönetmen koltuğunda ise adını ilk olarak “Dr. Doolittle 2” ile duyduğumuz Steve Carr oturuyor… Oyuncu kadrosu da tamamen James’in üzerine kurulu ki, onun dışında yıldız isim olmamasına dikkat edilmiş ve dizilerden tanınmış yüzler ile yabancılık çekilmemesi de öngörülmüş.
Yumuşak başlı bir adam olan Paul Blart’ın hayallerini süsleyen eyalet polisi olmanın ilk basamağı olarak bir alışveriş merkezinde güvenlik görevlisi olarak çalışmasını konu alan film, önce Blart’ın ev halini göstererek kaybetmişliğini seriyor önümüze. Annesiyle yaşayan, şu sıralar çok moda olan farklı uyruktan yaptığı evlilikten olan kızıyla yaşayan Blart tam bir kaybeden dul. Üstelik kızı ondan akıllı… Bunlara birde işini yaparken kullandığı “Ginger”ı ekleyince hali iyice harap… Asrın buluşu olarak nitelenen ama sonrasında beklendiği gibi çıkmayan Ginger’ın üzerinde Blart’ın tüm işi mağazayı gezip ona buna sataşmak beklendiği üzere. İncik, boncuk standında çalışan kıza olan umutsuz aşkı da cabası.
Ezik dul Blart, bir yandan polis olma hayallerine adım adım ulaşmak için çalışırken, diğer yandan umutsuz aşkına ulaşma peşinde ilerliyor. Eğitimsiz ve silahsız çakma polis, alıiveriş merkezini soymaya gelen bir çeteyle mücadeleye girişiyor sürpriz olmayacak şekilde. Çetenin rehin aldığı insanların arasında umutsuz aşkı da olunca Blart’ın hem çeteyi durdurmak hem de aşkını kurtarıp gönlünü kazanmaktan başka bir seçeneği de kalmıyor.
Elbette beklendiği gibi herkese en iyi polisin kim olduğunu kanıtlama peşindeki Blart istediğini alıyor belli ki bu tür ezik öykülerini izlemeyi seven izleyici de… Ama geride tatsız tutsuz pek de güldürmeyen bir film kalıyor ki o ayrı…
Observe And Report
“Sakar Polis” ile aynı formülü kullanan “Observe and Report”da Nisan 2009’da gösterime girerek seyircinin ilgi gösterdiği filmlerden. Vizyona girdiği hafta dördüncü sırada yerini alan film, bizde gösterime şansını bulamayıp ev sinemasında karşımıza gelenlerden… “Sahte Polis” adı ile anılan film de öndeki örneğin gibi bizde aynı ilgiyi görmemiş durumda.
2006’da çektiği absürt karate komedisi “The Foot Fist Way” ile dikkatleri çeken Joddy Hill’in yazıp yönettiği film, son zamanlarda yıldızı iyice parlayan ve sıkça karşımıza gelen Seth Rogen’in üzerine kurulu… Ama bu kez kadro daha iyi… Ray Liotta, Anna Faris ve Michael Peña’da filmin Rogen’e uyum sağlayarak katkıda bulunanlardan.
Alışveriş merkezi güvenliği olarak biri başı olan Ronnie Barnhardt, tıpkı Blart gibi tam bir ezik. Öyle ki kimse onu ciddiye almıyor neredeyse. Üstelik biraz daha arıza bir karakter… Arkadaşlarıyla yatmış ayyaş annesiyle birlikte yaşayan Ronnie, dizilerde gördüğü ciddi polis havalarında işini yapmaya çalışan çift kutuplu bir karakter. O da Blartt gibi incik boncuk standındaki kıza aşık. Tuhaftır aşık olunan kızlar fizik olarak neredeyse aynı. Tek farkları oyuncu farkı olsa gerek. Zira Brandi rolünde Anna Faris alıştığımız oyunculuğunu sergiliyor. Ronnie’nin deli gibi aşık olmasına karşın, Brandi içki içirilip yatağa atılan kız modellerinden.
“Sahte Polis” önceki örnekten bir adım öteye giderek daha ilk sahnesinden alışveriş merkezi çevresinde dolaşıp cinsel organını teşhir eden adamın yakalanmaya mücadelesiyle cinsel esprileri de işin içine sokup, arsız olmaya çalışıyor. Olaya el koyan Ronnie için bulunmaz fırsat. Tacize uğrayan kişi Brandi olunca teşhirciyi yakalamak demek, kızı kapmak demek elbette. Ama öyle olamıyor… Yine bir adım ötesine geçilip mücadele ortamı giriyor devreye. Bir dedektifin olayı devralmasıyla gerçek polis olma özlemi depreşiyor ki sonrası malum.
Ekip arkadaşları olmasa lider konumunda olmayacak olan Ronnie’nin ekip arkadaşı tarafından bir süprize uğraması ise beklenmedik anlardan. Belli bir noktadan sonra hedefi şaşıran film, Ronnie’nin teşhirciyi yakalayıp hem kızı hem de polisliği kapma mücadelesine dönüşüyor… Bu mücadelenin bitişi ise elbette beklenen şekilde…
Bu kez fazladan eklenmiş karakterlerle daha kapsamlı bir komedi izlediğimizi eklemekte fayda var. Biraz belden aşağı vuruyor o ayrı… Bacağı kırık halde çalışan kahveci kızla ilgili diyaloglar ve Ortadoğulu elemana duyulan öfke ile popüler konularla da dalga geçen film, sürekli bir aşağılama eziklerle olabildiğince dalga geçme yarışında sürüyor. Ronnie’nin oyuna geldiği sahnede karanlık bir zenci mahallesinde uyuşturucu satıcılarının arasına düşmesi de cabası…
İki Film, Birer Çakma Polis
Bizde gösterime girmeyip ev sinemasına dahil olan iki film arasındaki benzerlikler ve ortaklıklar sadece konu, zaman ve mekanla sınırlı kalmıyor. İki çakma polis’de bize komik gelmiyor. Bazı yerlerde çok fazla zorlama olan, aynı kelimede ısrar eden esprileriyle sabırları zorlar hale de gelen içi çakma polisin öyküsü okyanusun diğer yanında gördüğü ilgiyi Avrupa’ya çıktığında görmüyor. Aksine sıkıcı ve hiç komik değil cümleleriyle etiketleniyor.
Amerikan kültürünün tipik “Aşağılayalım, bolca eğlenelim” kültürünün tüm klişelerini uygulayan iki film muhtemelen Amerikan izleyicisine yaşamlarına ayna tuttuğu için izleniyor. Lise yıllarında başlayıp ömür boyu üstte taşınan ezik sıfatını kendisinden başka birinde de olduğunu gören izleyici, kendini tutamıyor… Eh ne yapsın… Kendi haline gülüyor…
Yorum Gönder