♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Lanetli Ev / The Haunting in Connecticut


Perili Evin mi var, Derdin Var…

Korku sinemasının tüketemediği alt türlerinden perili ev filmlerine şimdilik son örnek, çıkış noktasını yaşanmış ibaresiyle daha bir merak uyandırıcı atan “Lanetli Ev”… Bir parantez açıp hemen filmin Türkçe gösterim adının anlamsızlığından dem vurmak lazım… Orjinal adının direk çevrimi yerine kimbilir kaçıncı kez Lanetli Ev adı seçilmiş… Zaten bu tip filmlerin ortak kaderi Lanetli ya da Perili Ev adını almaları oluyor. Adının yaptığı çağrışımdan etkilenip sinemaya koşan olur mu bilinmez ama aynı isimler sürekli filmlere verilmeye devam ediyor.
Amerika tarihinin perili evlerle dolu olduğu bilinen bir gerçek… Perili ev hikayeleri ve kötü niyetli hayalet efsaneleri özellikle New England ve Üç-Eyalet bölgesi olarak tanımlanan New York, New Jersey ve Connecticut eyaletlerinin kesiştiği bölge kayıtlarda sıklıkla görülmekte. Connecticut’ta hayaletler yüzünden tamamen boşalmış köyler mevcut. Eyaletin kuzeybatı kesimlerinde, Dudleytown sakinleri ruhani varlıkların toplu saldırısı sonucunda tüm umutları yok olunca toplu halde cinnet geçirmişler. 1987 yılında, Connecticut’ın Southington kasabasında Meriden Bulvarı’nda uzun zamandır boş olan bir eve yeni taşınan bir aile gerçekten kabusu andıran bir hayalet olayı yaşamışlar. Yerleşmelerinden kısa bir süre sonra, aile evin arka bahçesinde küçük bir mezarlık, bodrumda bir mumyalama odası ve ürkütücü ceset resimleriyle dolu çekmeceler bulmuşlar. Yeni evleri 1920’lerden kalma bir cenaze evi olunca, aile bireyleri bunun hemen akabinde doğaüstü olaylar yaşamaya başlamışlar: Tuhaf sesler, ısı değişiklikleri, çok güçlü bir şekilde ve sıklıkla görünen gizemli siluetler onları perişan etmiş. Tüm bu süre zarfında, yaşadıkları olayların kaydedilen gelmiş geçmiş en aşırı ve inandırıcı doğaüstü vakalardan biri olduğundan habersiz olmaları ise ilginç bir detay olarak kalmış.
“Lanetli Ev” öyküsünü bu yaşanmış gerçekten alıyor. Doğaüstü bir gerçekliğin beyazperde de yansıyacak olmasından duyulan heyecan film ekibini oldukça tetiklemiş. Bu durumu açıklamalarında sıkça dile getiriyorlar. Yapımcı Andrew Trapani’nin bir televizyon belgeselinde ailenin yaşadığı dehşete tanık olmasıyla ilk adımı atılan daha sonra da hikayeyi birinci ağızdan dinledikten sonra kesinleşerek yapımına başlanan film bugüne kadar anlatılmamış bir hikayeyi anlatıyor düsturuyla sunuluyor izleyiciye. Kısa zamanda yaşanan doğaüstü olaylar zincirinin herkeste şok yaratması üzerine zaten bu tip şeylere meraklı yapımcılar hemen girişimlerini hızlandırmış. En basit tanımlama ile perilerin her birinin ayrı ayrı karakter öykülerinin olması ile dramatik öğeler de barındıran öykü yapım ekibini bolca heyecanlandırmış. Senaristlerinde hep duydukları merakı giderebilecekleri fırsat olarak görmesi yönetmene kadar uzanıyor. Yönetmen Peter Cornwell bu hikayeyi oldukça zorlayıcı bulduğunu belirtiyor: “Onlarla birer film kahramanı gibi değil de gerçek insanlar olarak özdeşleştiğinizde hikaye çok daha korkunç bir hâl alıyor”.
Bol ödüllü kısa animasyon filmi “Ward 13” ile dikkatleri üzerine çeken Cornwell bu filmden 6 yıl sonra nihayet istediği çıkış şansını yakalamış. “Korkutucu ve kendine ait bir ruhu var” tanımlamasını taşıyan kısa filminden sonra senaryonun onun ellerine teslim edilmesi sürpriz değil. Belki yönetmen açısından gecikmiş bir fırsat olarak bile görülebilir. Gerçeklere dayanan öykünün ailenin öyküsüne tamamen sadık kalarak çekilmesine herkes hemfikir olunca ortaya çıkan gayet mantıklı bir senaryo oluyor.
Hasta oğlunun ağır tedavi seansları boyunca yollarda helak olmasına gönlü razı olmaya bir annenin ucuz diye tuttuğu ev her şeyin tetikleyicisi oluyor. Bu tip filmlerin tüm ezberleri kullanılıyor, geniş bir aile hafiften sorunlu ebeveynler öykünün merkezinde yer alıyor. Yaşanan her şeyin gerçek olmasından hareketle ikinci öykü de hayli mantıklı ve inandırıcı oluyor ki filmin en büyük şansı da bu.
Bir yandan bugünü izlerken, diğer yandan evin geçmişini izlemek ardı ardına ürkütücü sahneleri izlemek filmin daha kolay anlaşılabilmesini sağlıyor. İki ayrı öykü birbirine çok güzel geçerken, korku da hayli dozunda… Üstelik son dönemde adet olan kan ve vahşetten hayli uzakta… Tüm her şeyin çözülmesinin odağında yer alan iki genç karakterle ilerleyen film içinde bolca sürpriz barındırırken bolca merak da ettiriyor. Belki süresi fazlaca uzun gibi görülebilir ama anlatımda eksik bir yan kalmıyor. Hem yönetmenlik, hem oyunculuklar tüm ekibin uyumuyla vasatın üzerine çıkan film, ikinci öyküsündeki dramı da çok iyi kullanarak korkusunu da ustalıkla besliyor. Yaşanmış olaya dayanan, cidden ürküten Lanetli Ev hakkında son sözü olayın kahramanına vermekte fayda var…
“O kadar korktum ki koltukta adeta büzüştüm. Öleceğimden, hepimizin o evde öleceğinden emin olduğum o günlere geri gittim. Perdede her şeyi yeniden görünce, nasıl olup da kurtulduğumuza bir kez daha hayret ettim” diyerek yaşadığı olayı beyazperde de izlediğinde ürktüğünü belirten Carmen Reed, yine de hikayesinin anlatılmasını istiyor. Bunun nedeni ise seyircinin filmi izleyip izlememe kararını etkileyecek cinsten:“İnsanların bu tür şeylerin olduğunu bilmesini istiyorum. Sırf açıklanamayan şeyler görüyor ya da sesler duyuyor olmaları deli oldukları anlamına gelmez. Tüm yanıtlara sahip olmadığımızı anlamak zorundayız. Hayaletlere inanmazdım. Bu şeylerin olabileceğine inanmazdım. Hayaletlerin var olduğunu, evdeki her gıcırtının hayaletlerin işi olduğunu söyleyen insanlara burun kıvırırdım. Ama yatağın altında gerçekten bir canavarın var olduğu zamanlar oluyor”.

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template