Türk sineması çoğu zaman bu tip hikayelere yeltenmek niyetine girişiyor… Farklı öykü anlatma isteğinin bir ucunun mutlaka gerçekçiliğe dayanacak olması şartı da çoğu zaman bu durumu baltalayan etkenlerden. Zira ne kadar fantastik olursa olsun anlatılanın gerçeklerle biraz bağı olması, bir mantık çerçevesinde olması gerekiyor ki izleyen inanabilsin ve öyküye girebilsin.
Biray Dalkıran’ın muhtemelen senaryoda iyi duran ama pelikülde aynı duruşu sergileyemeyen Cennet’i iyi bir açılış yapıyor aslında… Ana karakterini hemen tanıtıyor. Neler olacağını aşağı yukarı belli ediyor… Ama o kadar.
Hayli sıkıntılı, hayli yorucu ve temposuz bir şekilde farklı bir öykü anlatmaya çabalıyor bolca… Bu çabanın işe yarayıp yaramadığını görmek ise yine sıkıntılı süreçlerden biri. Sonuna kadar dayanabilen izleyiciyi bekleyen iyi bir finalde, şaşırtan bir sürpriz de yok ne yazık ki…
Bir sürü mantık hatası, bir sürü gereksiz detay, havada kalmış ya da işlenmemiş yan öykücüklerle ana meseleden sürekli kopan öykü, bir de olamamış efektlerle birleşince her şey büsbütün sarpa sarıyor. İzlenirliği sağlayan ama karakter oyuncusunun çabası oluyor zaten… Sonuç mu, bir kez daha fikirde iyi, uygulamada kötü kaçmış fırsat daha…
Yorum Gönder