♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

2008 vizyonu

Uyarlamalar, yeniden çevrimler ve devam filmleri!
255 yabancı filmi sinemalarda ağırladığımız bir yıl bıraktık geride… Beklenen yönetmenler, hayran olunan oyuncular ve büyük gişe yapımlarından sonra bakıldığında ülkemizin gişesi Testere 5 filmini gösteriyor. En çok izlenen yabancı film olarak beşyüz bin seyirciye yaklaşmış filmi, Batman:Dark Knight ve Mumya takip ediyor. En az izlenen film ise 1905 izleyici ile JVCD. İzlenme rakamları hali hazırda yılı değerlendirmek için güzel ipuçları sağlıyor.
Genel olarak filmlere bakıldığında karşımıza çıkan tablo şu; Devam filmleri, uyarlamalar ve yeniden çevrimler ağırlıklı çok fazla özgün hikayeye rastlanmayan bir yıl bıraktık geride.
Ocak ayını her zamanki gibi tempolu şekilde açtık. Hem de Oscar ödüllerinin gölgesinde. Romanya’dan gelen süpriz “4 ay, 3 hafta 2 gün” ile yılı karşılamış olsak da, filmin dünya üzerinde topladığı ödül ve olumlu eleştiriler gişede karşılığını bulamadı. “Büyük Hazine 2”de sene boyunca göreceğimiz devam filmlerinin fitilini ateşlemiş oldu. Ridley Scott’un sağlam kadro ile kotardığı “Amerikan Gangasteri” ve Wong-Kar Wai’nin “Benim Aşk Pastam” aynı kaderi paylaşarak bekleneni veremeyen hayal kırıklıkları olarak kaldı. Ocak ayının belki de yılın en iyilerinden Kelebek ve Dalgıç ise hiç anlaşılamadı ülkemiz seyircisi tarafından. Ocak ayının en karlı filmi ise hiç kuşkusuz “I am Legend” oldu. Yılın kanlı korku filmlerinin Avrupa’dan şaşırtıcı şekilde geleceğinin müjdecisi “İçerde” ise tuhaf bir şaşkınlık yarattı.
En verimli ay tartışmasız Şubat ayı oldu. Neredeyse yılın vizyon özeti olacak biçimde her türden örnekle karşılaştığımız ayın Oscar adayları ile dolu filmleri de kısa ama etkili bir ay yaşattı bizlere. Ben Affleck’in şaşırtıcı şekilde başarılı yönetmenliğiyle ön plana çıkan “Gone Baby Gone”, Stallone efsanesinin devam filmi “Rambo”, Oscar fatihi “There Will be blood” ve “Sweeney Todd” iz bırakanlar arasındaydı.
Wes Anderson kariyer yükselişine “The Darjeeling Limited” ile devam ederken, Coppola “Youth Without Youth” ile keşke geri dönmeseydi dedirtti. “Şeytan duymadan önce” ile Sidney Lumet ben daha ölmedim dedirtti. Korku sinemasının yeni açılımı adına “Cloverfield” görülmeye değer referanslardan biri olarak kaldı. Yine enfes finaliyle “The Mist” görülmesi gerekenler listesindeki yerini korudu.
Mart kapıdan baktırmadı, “İhtiyarlara Yer Yok” dedirtti. Oscar galibi olarak vizyona girdi ise de, “M.Ö. 10.000” ayın gişe yıldızı oldu. Seyircinin kıstaslarının ne derece farklı olduğunun görüldüğü ayın diğer önemlileri, yılın belki de en özgün senaryosuna sahip “Juno”, Yabancı film oscarlı “Kalpazanlar”, roman uyarlaması ama hayal kırıklığı “Kolera Günlerinde Aşk” oldu.Yine senenin en iyilerinden Gus Van Sant başyapıtı “Paranoid Park” seyirciden ilgi görmedi, zamanlar arası yolculuklarıyla “Jumper” en flaş tanıtımla izleyiciyi salonlara davet etti.
Yılın en sönük aylarından biri olan Nisan ayının tartışmasız en iyisi “Be Kind Rewind” boş salonlara oynarken, farklı anlatım ve aksiyonu bir arada sunan “Bakış Açısı” seyirciye keyifli anlar yaşattı. Usta yönetmen Guy Ritchie’nin “Tabanca”sı ile Richard Kelly’nin “Kıyamet Öyküleri” hayal kırıklığı serisine eklendi. İspanyol sinemasında küp benzeri bir film görmek de ayın en hoş süprizi olarak kaldı akıllarda “Fermat”
Mayıs bereketli bir kahramanlar ayı oldu. Yıllar sonra Indiana Jones’u beyazperde de görmenin keyfine, Iron Man’i de ekledik üstelik… Sex and City diziden çıkagelirken, “Funny Games” Amerikan pasaportu aldı. “Boleyn Kızı” ile tarihe yapığımız yolculuktan, “Yasak Krallığa” giderek çıktık. Kullandığı muhteşem görsel anlatımla Todd Haynes’in Bob Dylan yaşamına sunduğu mercek “Beni Orada Arama”, kült film “Apartman”ın yeni çevrimi “Wicker Park” ve kült yönetmen Takeshi Miike”nin “Düello”su sinefilleri çağırdı sinemalara. Alexander Sokurov başyapıtı “Alexandra” ve Almadovar bakışlı kadın filmi “Karamel”in ise boynu bükük kaldı.
Tatil dönemi sinemaya gitmemiz için çok az sebep vardı… Haziran ayı öyle bir geldi ki… Tuhaf mermi hareketleri ile Matrixvari bir şaşkınlık yaratan “Wanted” görsel ziyafet sunarken, ilkini hiçe sayan ikinci denemede “Hulk” eh işte dedirtti. Shyamalan’ın “Happening”i ise bitkilerle ne alaka sorusunu sordurtarak yarattığı hayal kırıklığını, vegas kumarhanelerinde “21” oynayarak attık. Matrix demişken Wachowski’ler sahi “Speed Racer” ile ne yapmaya çalıştı derken bitirdik ayı…
Ve muhteşem Temmuz… Bekleyiş sona erdi. Batman Kara Şövalye’sini tanıttı bizlere, bizde ikinci kez tuttuk gişenin yolunu. Meet Dave ve Hancock’la atmayı düşündüğümüz derdi tasayı Abba müzikali Mamma Mia ile attık. Narnia Günlüklerinden bir sayfa daha çevirdik. Ama en eğlencelisi gözlükleri takıp maceraya dalmaktı, “Dünyanın Merkezine Yolculuk” sinemayla aramızdaki mesafeyi kısalttı. Panda’ların da Kung-Fu yapabileceğine inandık. “Aşkzede” ile yeni bir komedi stilinin yükselerek geldiğini görüp, kendi stilini yaratmış bir yönetmenin kazasına da şahit olduk, Marc Caro’yu tek başına “Dante 01” ile anlayamadık, kavrayamadık.
Ağustos’un yıldızı ise hiç kuşkusuz “Mumya” oldu. Pek tadı yoktu ama, zaten eski tanıdıklarla özlem giderme ayı gibiydi. Sinema tarihin en önemli filmi “Kıyamet”i beyazperde de görmek, Star Wars efsanesine çizgilerle tanık olmak keyfe değerdi, birde Mel Brooks imzalı dizinin yeni çevrimi “Akıllı ol” eklenince bunlara değmeyin keyfe… Çok şükür “Zohan’a Bulaşma”dık…
Eylül ayını da iki usta bir arada oynuyor diyerek iple çekmiştik. “Kopya Cinayetler”in yarattığı hayal kırıklığı bir yana, tatsız tuzsuz “Gizli Dosyalar”la kaçan keyfimizi “Hellboy” yerine getirdi. “Babil M.S.” ile gidemediğimiz geleceğe “Wall-i” ile gittik. Ken Loach’lu “İşte Özgür Dünya” ile “Stuck” ise arada kaynadı gitti.
Ölüm’ün yakınlarında dolaştığımız Ekim ayı yerli filmlere aklımızı çelse de, “Testere 5” ile kurulan tuzakların teknoloji ile yaratılabileceğini gösteren “Kartal Göz” ile de gerildik. “Death Race”in aksiyonu kesmedi “Max Payne”de aldık soluğu. “Aşkın Peşinde” koşarken yakalandığımız hüznü “Tropik Fırtına” ile dağıttık.
James Bond ile dolup taşan Kasım aynın, mafyatik “Gomorra” haricinde tek güzelliği korku filmlerinin nereye gideceğini gösteren yol haritası “Rec” dolu… Çocuklarımızla gittiğimiz ikinci “Madagascar” yolculuğu ise ilaç gibi geldi.
Aralık ayını ise az ama öz filmle ağırladık yine. “Dünyanın Durduğu Gün”de “Yalanlar Üstüne” yaptığımız “Avustralya” gezisi kaldı yılın son haftasında hafızalarımızda. Düştüğümüz “Karantina”dan ise bizi “Taşıyıcı” kurtardı.
255 filmde net görünen yeni çağın sinemasının bizi özgün hikaye ile fazla buluşturamadığı oldu. Korku filmlerinin Uzakdoğu filmlerinin yeniden çevrimlerine dayanması, romantik komedi de yeni denemenin sadece Apatow’dan gelmesi, izlediğimiz tüm aksiyon filmlerinin de bir çizgi romana dayalı olması, dramların da bol kostümlü tarihe dayalı tozlu hali ile pek de özgün bir yıl geçirmedik.
Büyük yönetmenlerin geri dönüşleri hayal kırıklığı yaratırken, tuhaf olan iyi filmlerin seyirci bulamaması oldu. Halihazırda yerli hit yapımlarda olmasa düşen bir seyirci rakamı ile karşılaşacaktık. Gişe rakamlarına bakıldığında en çok seyredilen yabancı filmin ancak 8. Olduğunu, ilk ona girebilen üç yabancı filmin de son üçte olduğunu belirtmek gerekiyor. Üstelik 17 hafta gösterimde kalan Kara Şövalyenin hayli düşük bir ortalama tutturması da cabası…
Adettendir bu tip yazıların, yazarın en iyileri ile bağlanması…
1. Batman: Kara Şövalye
2. Be Kind Rewind
3. Kelebek ve Dalgıç
4. There will be blood
5. Wall.i

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template