Söz konusu aksiyon macera ise en temel konulardan biri ünlü bir adamın yeniden sahalara dönmesidir. Bunu zorunluluktan yapması gerekir. Genellikle işin içinde aile vardır. Herkesle bağlarını koparmış da olsa eski kahraman ipleri eline alarak sahalara geri dönmek zorundadır. 2022 yapımı Amerika-Kanada ortaklığı “The Baker” bu formülü uygulayarak seyirci bekliyor.
Prömiyerini Ekim 2022’de Austin Film Festivalinde yapan aksiyon, suç ve dram kırması ev sinemasında beklenenden çok izlenmesini de festival yolculuklarına borçlu. Yakın zamanda Garden State Film Festival’inde dört ödül birden alarak dikkatleri üzerine çekmişti. Eylül ortalarında online film izleme sitelerinden karşımıza çıkan film bu sayede ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Türün giderek yeşil perde önünde tamamen dijital efektlere yaslanarak çekilen filmlerle ilerlediği dönemde efektsiz ve sade bir örneğin ilgi çekmesi kadar doğal bir şey yok sonuçta. Elbette bir diğer faktör de künyesi. Ağırlıklı olarak ev sinemasına üretim yapan ikili Paolo Mancini ve Thomas Michael’ın kotardığı senaryoyu peliküle aktaran Jonathan Sobol olmuş. Fantastik komedi “Hank and Mike” ile tanınan ikili Mancini ve Michael on parmağında on marifet isimlerden. Film çekmek için gerekli tüm açıkları kapatan aktör, prodüktör, yönetmen ne lazımsa onu olan ikili hayli üretken. Bilinen formülleri ev sineması için yineliyorlar. Kanadalı yönetmen Jonathan Sobol içinse benzer cümleleri kurmak zor. Vasatı aşan filmler çekse de uzun araları tercih eden bir isim. 2007’de kısa filmi “Everything Is Connected” ile dikkat çeken Sobol, üç yıl sonra çektiği uzun metrajı “A Beginner's Guide to Endings” ile ödüllü bir başlangıç yapmış ve seyircinin de sevgisini kazanmıştı. 2013 yapımı “The Art of the Steal” ile döndüğünde de yine güldürmüş ve memnun etmişti seyircisini. Beş yıl sonra suç draması “The Padre” ile bu kez güldürmedi. Sinemasını birkaç düzeltme ile güncellemişti. Bildik konuları hatta klişeleri konu ediniyor ve bunu da yıldızın bir altı bilindik isimlerle yapıyordu. Yine beş yıllık aradan dönerek Ron Perlman, Harvey Keitel ve Elias Koteas üçlüsüyle motor demiş. Perlman’ın omuzladığı filmin geri kalan yükünü de Emma Ho üstlenmiş.
Bir adamın otoparkta görmemesi gerekenlere şahit olmasıyla açılıyor The Baker. Bir teslimatta işler ters gidiyor ve herkes ölünce ortada kalan çantayı almak da Peter’a kalıyor. İçi pembe renkli uyuşturucularla dolu çanta ile hayatına yeniden yön vermek isteyen Peter, kızıyla birlikte soluğu babasının yanında alıyor. Sessiz sakin bir yerde fırın işleten Pappi ile tanışıyoruz böylece. Konuşmamayı tercih eden Delphi’yi babasına emanet ederek giden Peter’dan haber alınmayınca Pappi kolları sıvıyor ve araştırmak üzere yollara düşüyor.
Bildik konusunu tüm klişelerle işleyerek ilerleyen film gayet iyi bir senaryoya sahip. Evet klişe olabilir ama bir yandan aksiyon işletirken işin drama yönünü ihmal etmeden ilerliyor. Dede torun ilişkisinde detaycı ve nahif davranıyor. Adım adım bağ kurmaları izlemek hayli keyifli. Tüm o şiddetin, kanın ve yaralanmaların ortasında sevimli yanını korumayı başarabiliyor. Yoksa 104 dakikalık süresi hayli uzun ve sıkıcı olur, herkesi kaçırırdı. Bir diğer etken de efektsiz oluşu. Doğal olunca artık eski usül demek zorunda kalmamız ne tuhaf. Eski usül, doksanlar havasında bir film demek yanlış olmaz The Baker için. Düşük bütçeli filmlerden beklenmedik derecede iyi dövüş sahneleri mevcut. Aksiyon kısmını böyle halleden film drama yönünü de serpiştirdiği detaylarla halletmiş.
Her şeyin tamamen beklendiği gibi çıktığı, klişelerle ilerleyen bir seyirlik The Baker. Buna rağmen sıkmayan, seyircisinin katılımını bekleyen ve sevimlilik taslayan bir eğlencelik… Ne izleyeceğinden emin olmak isteyen, risk almak istemeyen izleyicileri memnun eden örneklerden.
Yorum Gönder