♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

The Invitation : Kan bağı Daveti


Korku/gerilim sinemasında yapacak bir şey kalmadı artık derken 2017’de “Get Out”un yıla ve türe damga vurması hatta gelmiş geçmiş en iyi filmler listelerinin gediklisi olması türü yenileyip canlandırdı. Tüm numarayı son yarım saatte vermek yeni tür kırmalarını da yaratmış oldu. Aile komedisi tadında, romantik komedi tadında başlayıp dönüşümü korku/gerilimle tamamlama fırsatı anlaşılan o ki senaristlerin epey hoşuna gidiyor. Bu yeni şablonun bir de meydan okuması var elbette. Vurucu anlara kadar seyirciyi sıkmadan filmde tutmak pek kolay bir şey değil. Anlaşılan o ki bu tür filmleri bir süre daha bolca izleyeceğiz. 2 Eylül’de vizyona giren “The Invitation / Davet” önümüze gelen son örneklerden.

“The Invitation” bir kadın filmi. Kadın gücü filmi desek de yeridir. Senaryosunu Blair Butler kotarmış Jessica M. Thompson da ikinci uzun metrajını yönetmiş. Tv ve video için yazdığı senaryoların ardından  “Attack of the Show!”un senaryo grubunda pişen Butler, 2018’de “Hell Fest”in senaristlerinden biri olarak ilk imzasını da atmıştı. Bir yıl sonra aynı adlı Norveç kısası “Polaroid”in uzun metraj uyarlamasında tek başına yer almış ve fena iş çıkarmamıştı. Thompson da kısa filmlerinden ardından 2007’de ilk uzun metrajı “The Light of the Moon” ile dikkat çeken bir isim olmuştu. Festivallerde alkışlanmasının yanı sıra Women Film Critics Circle Awards’ı alarak hemcinslerinin desteğini de hissetmişti. Ardından tv’ye geçmesi şaşırtıcı olsa da “The End”le de iyi iş çıkararak devam etti. İkinci uzun metrajını merakla beklenir kılmış oldu. Gelelim oyuncu kadrosuna. Esas kızımızı “Game of Thrones”da Missandei olarak tanıdığımız Nathalie Emmanuel canlandırırken, son olarak “Gossip Girl”ün yeni çevriminde Max olarak tanıdığımız Thomas Doherty, Hugh Skinner, Stephanie Corneliussen ve Alana Boden ona eşlik eden isimler.

Annesinin ölümünden sonra varlığını yeni öğrendiği akrabası tarafından İngiltere kırsalına davet edilen Evie'nin başından geçenleri konu edinen film bir peri masalı gibi başlıyor. Tüm lüksün içinde kendini bulan Evie’nin romantik komedi tadında geçen günlerinin ardından geleceğini an be an duyuran o gelişmeye yönlendiriliyoruz. Canlı renkler, güzel kıyafetler, çiçekler şato derken ilk yarısı capcanlı olan film sonrasını elbette karanlıkla getiriyor. Alışık olduğumuz şekilde kadının gücüyle sonuçlanıyor. O da son dönemin diğer adetlerinden. Baştan sona klişe desek yanlış olmaz. Her şeyin tahmin edilebilir olduğunu da eklemeli. Yine de vasatı aşmayı başarıyor. Öncelikle süresi makul… Gereksiz yerlere uğramadan hesabını iyi yapmış ve eli yüzü düzgün işlenmiş bir film. Türün tüm klişelerini de doğru kullanıyor. Seyircisine yabancılaşma şansı vermeden yapıyor hamlelerini. Ne de olsa romantik komedi gibi zıt bir türü kullanıyor. Bir kadının yakışıklı prensini bulup yakınlaşma hallerini adım adım izletmek karanlığı bekleyen korku/gerilim seyircisini kaçırma riski taşıyor. İyi sinematografiyle yaratılmış atmosferin de bu riski yok etmekte payı büyük. Beklenen o kedi/fare kovalamacasına kadar iyi işliyor. Doğru seçimlerle hesabını tastamam tutturmuş film. Buraya kadar her şey iyiyken sonrası için aynı şeyi söylemek zor.

İki parçalı bir film söz konusu olduğunda ilk yarıyı ne kadar iyi işlerseniz işleyin yaptığınız seçimler daha belirleyici oluyor. İkinci bölümde işleyeceklerinizi hissettirerek seyirciyi hazırlamak gerekiyor. Bu noktada da klişelerle geçirilmesi gereken bir sınav var. Ne kadar klişe kullanırsanız beklenti o derecede düşüyor. Klişe konusunda hiçbir çekincesi yok “Davet”in. Olabildiğince kullanarak hem beklentiyi düşürüyor hem de aynı klişelerle daha önce defalarca izlediğimiz bir finalin duyurusunu yapmış oluyor. Bu kadar renkli bir ilk bölümden sonra bir kan cümbüşü sıkı bir kovalamaca gerekiyor ama fazlaca basit bir işleyişi -elbette klişelerin gücüyle- tercih ederek güç kaybediyor “The Invitation”. Buraya kadar niye geldik hissi veren bir ziyaret oluyor. Davete uyup geldik ama özel bir şey görmedik çıkarımını yapmak hayli kolay. Türe iyi dalış yaptıktan sonra çok aceleci ve kötü bir finali hak etmiyoruz.

Emmanuel ve Doherty kimyasının tutmasıyla ilk bölümü gayet iyi geçen filmin türe geçişi de bir şekilde yaptıktan sonra bir çuval inciri berbat eden finaline rağmen keyif veren bir seyirlik. O keyfe giden yol ise beklentilerin sıfır olmasına çıkıyor.

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template