Çocukluğu seksenlerde geçmiş her erkeğin etkilendiği şeylerden biriydi sinemadaki yıldızlar. O dönemlerde satılan polis/asker/komando gibi setlerle oyunlar oynandığında adı en çok zikredilen kahramanlardan biriydi Rambo. Çünkü afiliydi. Öncelikle kahraman bir askerdi. Eve döndüğünde de kendinden daha büyük bir güce karşı çıkmış ve yenmişti. Tek kişilik orduydu. 1982 yapımı “First Blood” ilk kanı akıtmış ve dönemin sinemasına vazgeçilmez bir formül bırakmıştı. İklimin getirdiği faşizmin sinemadaki yansımasıydı. Hayranlıklar uyandırdı ve üç yıl sonra gelen devam filmi “Rambo: First Blood Part II” beklentilerin de üstündeydi. Bir çok sahnesi klasikleşti, görselleri hafızalara kazındı ve iyi devam filmleri listelerine bile girdi. 1988’de üçüncü film “Rambo III” geldiğindeyse iklim biraz değişmişti. Tahmin edildiği kadar ilgi görmemiş ve beğenilmemişti bile. Hem Rambo’nun hem de Stallone’nin duraklama dönemi geldi peşinden ve projeler rafa kalktı. Stallone’nin vazgeçmediği kahraman 2008’de dördüncü film “John Rambo” ile dönmüş formülün işlemeye devam ettiğini göstermişti herkese. “Kahramanlar asla ölmez” diye haykırmasını sağlayan gişe rakamlarıyla üstelik. Sonrasında konuşulmaya başlanan devam filminin on bir yıl sonra gelişi de bu rakamlara dayanıyor esasen. Kahraman yeniden sinemada beşinci film “Rambo Last Blood” ile arz-ı endam eyliyor. Aradan geçen yirmi yılın Rambo’ya yaramadığını göstererek eyliyor. Rambo ve Stallone’ye bakış atmanın tam zamanı.
Sylvester Stallone’u yıldız mertebesine yükselten iki seriden biriydi Rambo. Sinemaya porno filmle başlamış 1946 New York doğumlu genç 1976’da “Rocky” ile öyle büyük bir patlama yapmıştı ki on dalda aday olduğu Oscarlardan üç tanesiyle dönmüştü eve. Üç yıl sonra gelen devam filmiyle başarı tekrarlanmıştı. 1982 Stallone için en özel yıldı şüphesiz. Sinema salonlarını “Rocky III” ve “First Blood” ile kuşatmıştı. Kariyeri boyunca sürdüreceği iki kahramanın ilk kesişmesiydi. Üç yıl sonra üçüncü kesişme geldi: “Rocky IV” ve “Rambo: First Blood Part II” yıla damgasını vururken Stallone için altın dönemin sonuydu aynı zamanda. Filmografisini “Rocky” ve “Rambo” üzerinden okumak bu yüzden mümkün. 2019’a geldiğimizde “Rocky” ile “Rambo” arasında dağlar kadar fark var. “Rocky” için neredeyse her şey denendi. Önce oğul devreye sokuldu sonra nostalji rüzgarı estirildi ve son olarak diğer oğul sokuldu devreye. “Creed” ile yaşamayı sürdürüyor Rocky Balboa. Zamana ayak uydurduğunu, devrinin bitmediğini, eskimediğini gösteriyor. Anlatılacak daha çok hikayem var diyor. “Rambo” içinse aynı şeyi söylemek mümkün değil. Seri için Rocky kadar uğraşılmadı. Üçüncü filmde konunun zayıf kalması, dördüncü filmin daha da kötü olmasıyla artık seksenlerde kalması ve ilişilmemesi gereken bir kahramandı Rambo. Dönem soğuk savaş dönemiydi ve o çatışmalar yoktu artık. Rambo’nun girebileceği bir ortamda kalmamıştı. Beşinci filmin hazırlıklarının yapıldığı haberleri ilk çıktığında yıl 2015’ti ve kahramanın hedefinde IŞİD olduğu belirtiliyordu. Aradan geçen sürede ibrenin Meksika karteline dönüştüğünü gördük. Tek kişilik ordu ilk filmden 37 yıl sonra bu kez intikam için kolları sıvıyor.
Rambo sinema salonlarına “Son Kan” ile dönmüşken ilk kanı akıtanın David Morrell olduğunu hatırlatalım. 1972 yılında yayımlanan romanı bugün bir best seller olarak anılıyor olsa da yazarın en iyi romanı değil. On yıl sonra sinemaya William Sackheim, Michael Kozoll ve Sylvester Stallone’un ortak senaryosu ile aktarılmasıyla bambaşka bir yola evrilmiş kahraman daha çok Stallone ile özdeşleşti. Otuz kitaplı yazarın bibliyografisinde Rambo 2 ve 3 görünse de filmle birlikte çıkmış romanlar yalnızca. Yeniden özel baskıyla sunulmuşsa da iki ve üçün yaratıcısı Morrell değil. “Rambo 2”nin öyküsü Kevin Jarre’e aitken senaryosuna imza atanlar ise Sylvester Stallone ve James Cameron. “Rambo 3”ün senaryosu ise Sheldon Lettich ve Sylvester Stallone imzası taşıyor. Rambo’daki ilk kırılma dördüncü filmle başlıyor. Stallone’nin iki kahramanı yeniden canlandırma atağında Rambo için tercihi daha sert ve acımasız olmasıydı. Yaşlanmıştı ve o kadar aksiyonun içinde yer alması mümkün değildi ne de olsa. Senaryoyu Art Monterastelli ile birlikte kotaran oyuncu beklediği ilgiyi kısmen de olsa aldı. Aradan geçen zaman tercihleri değiştirmişti ve sadece hayranlar tarafından ilgi gördü ve onları memnun etti. Nihayet beşinci filme geldiğimizde yine yeni isimler göze çarpıyor. Öyküye “Wyatt Earp”, “Passenger 57” ve “The Hurricane” ile tanıdığımız Dan Gordon ile imza atan Stallone, senaryoyu da “South Beach” ve “Absentia” dizilerinin yaratıcısı Matthew Cirulnick ile birlikte kotarmış. Yönetmen koltuğundaysa asistan yönetmen olarak bildiğimiz Adrian Grunberg oturuyor. 2012 yılında ilk filmi “Get the Gringo” ile yaptığı parlak başlangıçtan sonra ondan çok da uzak olmayan bir filmde motor demiş. Serinin her filminde olduğu gibi oyuncu kadrosunda Stallone ağırlığında isim yok. Zaten gerek de yok. Paz Vega, Yvette Monreal, Sheila Shah, Óscar Jaenada, Sergio Peris-Mencheta ve Adriana Barraza kadronun tamamlayıcıları.
Gelelim konuya… Rambo’yu bir çiftlikte sakin bir yaşam sürerken izliyoruz. Arizona’da hayatına devam ediyor. Evi de arkadaşı Maria ile paylaşıyor. Maria’nın torunu Gabrielle’i çocuğu gibi büyütmüş. Birlikte ata binmeyi seven baba kız gibiler adeta. Bu huzurlu hayatı bozansa Gabrielle oluyor. Annesinin hastalığı sırasında onları terk etmiş babasını arayan kızımız arkadaşının verdiği haberle soluğu Meksika’da alıyor. Habersiz gidişin ardından oluşan sessizliği bozmak ve onu bulmak için Rambo’nun kolları sıvamasıyla olaylar gelişiyor.
Bu kez Meksika karteliyle savaşıyor Rambo. Kızları kaçırıp fahişe olmak üzere satan Martinez kardeşlerle savaşıyor. Gabrielle’i bulmak üzere gittiğinde ölümüne dayak yiyor. Bir gazeteci kadın sayesinde iyileşip, kötü adamları evinde ağırlamak üzere yaptığı planı uygulamaya koyuyor. Serinin başlangıcından 37 yıl sonra Rambo, kişisel intikam peşinde koşan birine dönüşmüş. Önceki filmlerle hiçbir bağlantısı yokmuş gibi durmasının yanı sıra fazlasıyla öfkeli ve sert. Adeta “Mezarınıza Tüküreceğim” modunda. Kalbini sökeceğim diye tehditler savuruyor, direk öldürme üzerine hareket ediyor. Kimseyi yaralı bırakmak gibi bir ihtimali yok. Olabildiğince basit senaryo ile hareket eden Stallone tüm hesaplarını doğru yapmış aslında. Detayları fazla umursamamış. Aradan yıllar geçmiş Rambo artık yaşlı. Birilerini haklaması lazım. Bunu da ancak kendi evinde yapabilir. Çünkü bildiği arazi. Ancak bu bilgiyle düşmanını kapana kıstırıp alt edebilir diye düşünmüş. Aklında da Meksika gelmiş belli ki. Yıllar önce eskiyen insan kaçakçılığını sebep olarak kullanarak kolaycılığa kaçmış. Gerisi de aynı mantıkta seyrediyor.
Yeni ya da yaratıcı bir şey yok. Bir adamın bir yeraltı tünelinde herkesi haklamasından ibaret film… Bu adamın John Rambo olmasının hiçbir artısı ya da eksisi yok. Herkesin yapabileceği şeyi yapıyor Rambo. Ortalama bir çiftçinin savunması bu. Her haliyle seriyle bağdaştırılacak bir yanı bulunmuyor. Zaten yaşlandı artık yakın aksiyonda, koşturmacada olması mümkün değil. Filmi Stallone’nin başrolde olduğu bir aksiyon olarak görmek ve değerlendirmek gerekiyor. Bu yönden bakıldığında da zayıf senaryosuyla vasat bir film var karşımızda. Diyaloglar kötü, aksiyon yer yer müsamere formatında. Neyse ki akıcı ve tempolu olduğu için sıkmıyor ama her adımı tahmin ediliyor.
Dönelim Rambo’nun yaratıcısı olan yazar Morrell’e… Attığı twitle görüşlerini paylaşan yazar, filmin karmakarışık olduğunu belirtti ve adının filmle anılmasından çok mahcup olduğunu vurguladı. Sonrasında da Newsweek’e konuşan yazar, filmi izledikten sonra alçalmış olduğu hissettiğini belirttiği filmi “ruhsuz” olarak tanımladı. Stallone’un filmin senaryosunu yazarken önce Morrell’e danıştığı ama daha sonra ikilinin ilişkiyi kestiği biliniyor. Stallone’un ilk kez kendisine 2015’te bahsettiğinde de olumsuz görüş bildirdiğini hatırlatan Morrell, yönetmenin işini ‘saçma’, dekorasyonu ise ‘ucuz’ olarak nitelendirerek “Rambo’nun adı John Smith de olabilirdi ve bundan dolayı hiçbir şey değişmezdi” dedi. Yazara harfiyen katılmamak elde değil. Yerden göğe kadar haklı…
Seksenli yıllarda herkesin gönlünü fethetmiş kahraman Rambo, hiç çekilmese de olurdu kıvamında devam filmiyle uzak ufuklarda aksiyon yaşıyor. Onun da hakkını veremiyor. 99 dakikanın sonunda akılda sadece yazılar final jeneriğindeki eski görüntülerle yaşattığı nostalji kalıyor. Aradan geçen zaman keşke bu serüven ilk iki filmle kalsaydı dedirtiyor. Keşke Stallone her şeyin zamanında güzel olduğunu anlayıp kabullenebilseydi. “Rocky”e yaptığı yenileme, spin-off formülü gibi başka numaralara girişip kendisini geri çekebilseydi. Sinema perdesinde son kez John Rambo olmak onun için olduğu kadar bizim içinde iştah kabartıcı ama başaramayınca 37 yıl önce çaldığı kalbi yerinden sökmüş oluyor.
Yorum Gönder