Sıradan bir günlük gazetenin üçüncü sayfasının değişmeyen haberleri olarak kanıksanmaya devam eden, bunca kanuna, duyarlılığa ve toplum baskısına rağmen faillerin hep salıverildiği vakalar olarak içimizi yaralayan Kadına şiddet suçlarının ardı arkası kesilmiyor. Ülke, dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin hayatımızın tam da orta yerinde yer alıyor. Bu konuda yapılan onca çalışmaya, kurumlara ve yaptırımlara rağmen istatistiklerde bir değişim olmaması canımızı yakıyor. Bu önemli soruna kendince çözüm üreten bir bağımsız tam da şu sıralar hislere tercüman oluyor. 2018 yapımı “A Vigilante” şiddet mağdurlarına istediğini vererek, bir nebze de olsa rahatlık sağlayanlardan.
“A Vigilante” bir ilk film. Söz konusu kadına şiddet olunca yaratıcısının kadın olması sürpriz değil. Senaryoyu da kotaran Sarah Daggar-Nickson ilk uzun metrajı için motor demiş. 2008’de orta metrajlı komedi/korku/gizem kırması “Dream Life”ın senaryosuyla adını ilk kez künyeye yazdıran Daggar-Nickson, iki yıl sonra 14 dakikalık draması “Dead Hands” ile ilk kısasını çekmiş. 2011’de yazıp yönettiği yine 14 dakikalık drama “The Light in the Night”tan yedi yıl sonra bu kez ilk önemli sınavında. İyi bir oyuncu kadrosuyla çalışma fırsatı bulmuş. Olivia Wilde ve Morgan Spector gibi iki önemli isme Kyle Catlett, Tonye Patano, Betsy Aidem ve Cheryse Dyllan eşlik ediyor.
“A Vigilante” adından da anlaşılabileceği gibi konuya kanundışı intikam üzerinden yaklaşan bir film. Hak edilen cezaları dağıtan bir kadının macerası… Aslında maceradan çok yönetmenin üslubuyla dökümantere de meylediyor. Oldukça sert bir açılışla seyircisini Sadie ile tanıştırıyor film. Bir zamanlar aile içi şiddete maruz kalmış eski bir kurban, savaşçı bir kadın. Kendini diğer kurbanlara adamış. Kendisi gibi zulüm gören, cinsel istismara ve aile içi şiddete uğrayanları kendince yasadışı yollarla kurtaran bir çözüm üretici. Gelen bir telefonla olaya intikal ediyor ve yaptırımlarıyla işi çözüyor. Kim olduğunu zaten daha ilk sahnede anlıyoruz. Girdiği evde adama attığı yumruk sonrasındayız. Adamın surat darmadağın olmuş, gömleği kanlı. Önüne konan belgeleri imzalıyor. Oturdukları evi ve banka hesaplarındaki parayı eşine bıraktığına dair belgeleri imzalıyor, işinden de istifa ederek geri gelmemek üzere gidiyor. Elbette Sadie’nin “geri gelmeyi denersen karşında beni bulursun” uyarısıyla. İki taraflı bir kurtuluş bu. Sadie bir yandan birilerini kurtarmanın hazzını yaşarken diğer yandan da yaşadıklarıyla tekrar tekrar yüzleşerek rahatlar. Yine de içindeki intikam hırsı soğumamaktadır. Kocasıyla karşılaşması her şeyi değiştirir.
Aile içi şiddete maruz kalanların gücü ve esaretinden ilham alan gerilim, açılışıyla birlikte sert bir tonda ilerleyeceğini gösteriyor. Sadie’nin yara bere içindeki görüntüsüne durmaksızın yaptığı antremanlar ve duygusal krizler eşlik edince karşımıza kaya gibi sağlam bir karakter, bir kahraman da koyuyor. Bu kahramanın önüne çıkan her engeli aşacağından da şüphe duymuyoruz. Yaşanan iki olay ile müdahalelerini de izledikten sonra her şeye hazırız. İşte tam da o sırada geçmişe gidiyoruz. Sarah’ın olay sonrası kaldığı kadın sığınma evine. Daggar-Nickson müthiş bir manevrayla filmi dökümantere dönüştürüyor ve her şeyi olabildiğince çıplaklığıyla işliyor. Sadie’nin başına gelenleri de bu sayede öğreniyoruz. Bu yola nasıl itildiğini, girdiğini de… Sonrası o kabus dolu geçmişi yaşatan koca ile karşılaşma ve her şeyden uzakta oynanan kedi fare oyunu. Karşılıklı bir av.
Aile içi şiddet konusunda hayli keskin, bıçak sırtı bir işleyişe sahip filmin en büyük gücü Olivia Wilde. Muhteşem bir performansla fiziki olarak da şartları zorlayarak filmi sırtında taşıyor adeta. Sadie’nin yaşadıklarını bedeninden, bakışından yansıtıyor. Gerçekten o anda karşısına çıksanız sizi de paramparça edecek denli hırslı. Daggar-Nickson, harika bir senaryo ile doğru formülü uygulamış. Filmi üçe bölmüş ve bu sayede hem tempoyu ayarlamış hem de sürekli kontrolünde tutmuş her şeyi. Önce yaptırım gücü ile hak edileni vermiş ilk bölümde. İkinci bölümde dökümanter gibi işleyerek konuyu irdeliyor. Gerçekçi yaklaşımı takdire şayan… Üçüncü bölümde yaşanan kovalamaca ile müziği de kullanarak müthiş bir gerilim yakalamış. Wilde’ın kendisini aşan rolüyle çözüme ulaşması da zor olmuyor.
Prömiyerini geçtiğimiz yıl South by Southwest Film Festival’inde yaparak izleyiciyle buluşan “A Vigilante” birkaç festival gezindikten sonra seyirciden olumlu tepkiler almasına rağmen iki festivalde adaylıkla kalmış. 31 Mayıs itibariyle ev sinemasında arıyor izleyicisini. Kangrene dönüşmesine rağmen bir türlü çözüm üretilmeyen soruna dair gerçekçi ve duyarlı bir gerilim izlemek isteyenleri bekliyor. Gelecek vaat eden bir yönetmenle tanışma fırsatı sunan, Wilde’ın muhteşem performansı ve iyi bir gerilimle dolu 91 dakika sunuyor. Iskalamayın derim…
Yorum Gönder