Uyumadan önce çok heyecanlıydım. Hissediyordum, bir şeyler olacaktı. Sabah olacaktı, sevinçle uyanacaktım, annem babam işe gittiklerinde hediyemi alacaklardı muhakkak. Alacakları hediyelerin hayalini kurarken, pastamın meyveli mi yoksa çikolatalı mı olacağını düşünürken daldım uykuya... Ne olduğunu anlamadığım bir gerginlik vardı hissediliyordu o da... “Herkesi davet edelim de neşemizi bulalım” demişti babam. Demek ki herkes mutsuzdu. Son günlerde dışarıya tek başımıza çıkmamıza izin yoktu. Konu komşudan sadece apartmandakiler geliyordu misafirliğe ve geldiklerinde de çok ciddi şeyler konuşuyorlardı. Beşinci yaşımı kutlayacağımız güne sevinçle uyandığımda, aynı sevinç ne annemde ne babamda yoktu. Akşamı zor ediyordum ama durumu ilk bozan bakıcı kadının kızı oldu: “Ne doğum günü, ne pastası. Darbe oldu, sokağa çıkma yasağı var. Kimse gelemez, sen unut pastayı da hediyeyi de... Herkes canının derdinde...” Gerçekten de dediği gibi oldu. Çocukluğumdan bana kalan en eski anı, 12 Eylül 1980... Sönük, gergin ve mutsuz bir doğum günü... Çok ağladım, ne yapsalar kar etmedi... Babamın gazıyla aklım erene dek “Kenan paşa bir gün daha beklemedi, ben küstüm ona” dedim durdum. Her yeni 12 Eylül’de yine bir şey olacak mı diye sordum hep. Benim aklım Ali ve Ayşe kadar ermiyordu, annemle babam ciddi konuları yanımda konuşmuyordu. Zaten radyo elimde müzik dinliyordum sürekli, oyunlar oynuyorduk abimle. Ali ve Ayşe gibi olayların bu kadar içinde değildim... Ali ve Ayşe kim mi?
Ece Temelkuran’ın “Devir”i, darbenin yaklaştığı hatta hissedildiği günlerin, karışık sokakların, baskıların ve direnişin romanı. Yer Ankara... 12 Mart muhtırasından yarayla çıkmış ve çareyi evlenmekte bulmuş TBMM çalışanı Sevgi ile olayların içinde yer almamanın eksikliğini hep üzerinde taşıyan, Devlet Planlanma Teşkilatının demografi uzmanı eşi Aydın Bakar... Bıcır bıcır, neşeli, coşkulu, kokuları ve şeyleri bilen kızları Ayşe... Anneannesi Nejla hanımın “tonti”si Ayşe... İyi bir mahallenin sakinleri...
Her şeyin daha net hissedildiği gecekondu bölgesinde yer alan Seyranbağları mahallesi sakinleriyse o kadar şanslı değil... Ülkenin geçtiği durumla herkesin ilgilendiği mahallenin, kardeşini kaybetmiş yaralı ablası Aliye ve Devlet Planlama Teşkilatında odacı Hasan Akgün... Mahallelinin çok konuşmadığı için geri zekalı dediği ama sessiz sakin zeki oğulları Ali... Mahallenin önde gelen ODTÜ’lüsü, sözcüsü Hüseyin Abi ve sevdalısına hayran, şimdiden ölmeden önce yapılacaklar listesi hazırlayan Ali...
Olaylar, herkese yardım eden Aydın bey sayesinde başlıyor. Akgün ailesinin evleri yanınca yardım eli uzatmak isteyen Aydın bey, çözümü Aliye hanımın evlerine gündelikçi olarak gelmesiyle buluyor ve böylece kesişiyor Ali ve Ayşe’nin yolları... Çocuk akıllarıyla hedeflerini belirliyorlar, olayları yorumluyorlar... Meclise kelebek sokmak ve kuğuları kurtarmak onlara her şeyin çözümü... Bu hedeflerine de birlikte yürüyoruz... İkisi de dönemin tüm izlerini taşıyor, hem de oyun gibi değil... Ciddiyetle... Ali’nin sık sık tekrarladığı gibi “Oyun değil ki bu!”
Ece Temelkuran, ülke tarihinin en karışık dönemini, Ali ve Ayşe’nin çevrelerinin tanıklığı ve yorumlamaları üzerinden anlatıyor “Devir”de... Böylece bir ilke tanıklık ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin dönüm noktalarından biri olan 80 darbesi ilk kez çocuk gözü ve aklından aktarılıyor. Müthiş bir atmosfer kurmuş. Yan karakterler ve olaylarla da zenginleştirerek o dönemin havasını tarihi belge gibi yaratmış. Hiç bir şeyi de göstere göstere anlatmıyor, yarattığı karakterleri de hiç bir şeye alet etmiyor. Sadece direnişle kalmıyor, popüler kültürü de anıyor... Bülent Ersoy ve Zeki Müren dedikoduları, pop şarkılar ile tam bir ülke hali yakalamış.
Ses çıkarmayan kuğular, parka, katliamlar, meclis arşivinde yaşananlar ve onların temsil ettikleriyle dolu bir roman devir... Çok kasvetli de değil, yer yer komik ve neşeli... Çocuklar sayesinde de bütüne yayılan bir coşku da var... Aydın Bey’in sağ-sol çatışmasına dair tespitleri, ilk kanın ne zaman döküldüğüne dair sorgularından başlayarak özellikle kadın karakterlerin durum tespitleri ile altı çizilecek birçok satırı olan roman sadece o günler için değil bugünler için de geçerli olan cümleler kuruyor... O devirde yaşananların bugünlere nasıl evrildiğini anlatıyor. İsyanını da çocuklar sayesinde kökeninden yaratıyor... Gezi olaylarında nereden çıktı bunlar denilen gençler dünün çocukları, tıpkı Ali ve Ayşe gibi. Abiler ve ablalar, mahalle bakkalının duruşması gibi örneklerle bugünlere dek gelen sol geleneğini de yaşatıyor. Önemsemediğimiz şeylerin hayatımızı nasıl derinden etkilediğini de gösteren detaylar içeriyor. Her şeyin İstanbul’dan ibaret olmadığını haykıran Kuğulu Park ve Ankara da cabası.
Çok akıcı bir roman... Özellikle cümlelerinin kesildiği diyaloglar müthiş. Her karakter sayfalardan her an fırlayacakmışçasına canlı. Romanın üniteler başlığıyla ilerlemesi, Ali ve Ayşe için farklı yazı karakterlerinin kullanımı da çok iyi. Tüm bu artılarının arasında eksileri de yok değil. Bülent Ersoy dedikoduları, ibelo çakmak mevzusunun sık kullanımı ve Nejla hanımın özel hayatının işlenmesi bence romanın fazlalıkları.
“Unutmamak ile hatırlamak aynı şey midir? Yaşananlar, yani "hayat" yeni devirlere, kuşaklara nasıl geçer? Hangi izleri bırakır?” sorularının cevabını, unutulmayacak şekilde zihinlere kazıyan bir roman Devir. Dönemi yaşayanlar izlerini hep taşıyor ama unutulanları yeniden hatırlatıyor. Okuyunca içimize yerleşen ise, devrimci abiler ve ablaların ölmelerini engellemek için iki çocuğun kuğuları çalmasına gerek kalmadığı güzel günlerin özlemi...
Kitabı satın almak için tıklayın...
Yorum Gönder