♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Morrissey, çenesi, sesi… Her neyse.

Tuhaf şeyler olur. Tuhaf şeyler kesinlikle olur. Dün gece yarısı bi mesaj yolladım. Yazanlar şöyle: “Morrissey’in sahnedeki hareketleri o kadar sinirlerimi bozuyo ki… Suratını parçalamak istiyorum. Cenazemde bi the Smiths şarkısı çalın. Ama mümkünse Morrissey gelmesin, hortlayıp suratından vurabilirim adamı. Bunları sana niye anlatıyorum? Çünkü tabancayla adam vurmak yasal hâle geldiğinde suratından vurulucak tek insan Morrissey diğil, sırada sen varsın.” (Evet, şu an çocuk benimle konuşmuyo. İnsanlar neden her şeyi bu kadar ciddiye alıyo?)

Hayır, tuhaf olan benim insanlara gece yarıları şizofrenik, anlamsız mesajlar atmam diğil. Tuhaf olan, o geceden sonra gelen gün, Morrissey’in aşağıdaki videosu hakkında bi yazı yazmam için teklif aldım. Sorun şuydu ki, videoyu incelerken adamın suratına bakmaya dayanamıyodum.

Nasıl olabilir? Yani sesine ve yaptıklarına bu kadar hayran olduğunuz birinin hâl ve tavırlarından nasıl bu kadar rahatsız olabilrsiniz? Bakın adamın tipi filan da düzgün, sorun o da diğil. Ne yapıyosa, fotoğraflarını seviyoken adamı videolarda, hareket hâlinde görünce delleniyorum.

Morrissey’in yüzüne bakabilme krizini aştıktan sonraki ilk tepkim: “Sesi niye yaşlanmamış?!” oldu. Bi Lou Reed’i düşünün mesela, nerde o insanı eriten sesi şimdi; Perfect Day’i söyliyebiliyo mu? Gerçi arada baya yaş farkı var ama olayı anladınız sanırım.

Başta enerjimin çoğunu adamın hareketlerine aşırı tepki vermemek için harcadıktan sonra, videoyu baştan üçüncü kez izleyişimde ilk şarkının (The Kid’s a Looker) “la la la” kısmını sallanarak söylediğimi fark ettim. Bu şarkıların hepsini de ilk kez duyuyorum ama, onu da düşünün.

Şarkılara gelince, The Kid’s A Looker ve Scandinavia favorim oldu diyebilirim. Yıllar Morrissey’in performansından bi şey götürmemiş olsa da sanırım onun sesinden duymaktan en çok hoşlandığım cümle hâlâ “Now I know how Joan of Arc felt” olsa gerek. (Evet, The Queen is Dead albümüyle aşk yaşıyorum.)

Görüntüleri izlerken her zamanki baterist ilgimle bateriyi çalan adamla bi tür öküz-tren ilişkisi kurduk. Scandinavia parçasındaki performansı da çok hoştu bence, şarkının güzelliği bateri ritimlerindeydi. (Veya ben yine ritim aşkımla çifte standart uyguluyo olabilirim. Objektif olucam diye bi şey demedim, diğil mi?)

Tabi tek aşkım ritim diğil, ben bu stüdyo/prova olaylarına da ayrı bi âşığım. (Ömründe müzikle uğraşmıyan tek bi erkekten bile hoşlanmamış bi kadından bahsediyoruz allah aşkına!) Tabi sevdiğiniz adamın beste yapışını, gitarıyla oynayışını görmekle aynı şey diğil Morrissey’in o o kilometrelik çenesi görmek ama o sesi duyunca çeneyi de, her şeyi de, torununa yakışıcak gömleğini de affedip hayranlık duyuyosunuz. Yine de çocuğa kendini yelpazelettirmesiymiş daha iyi olucakmış sanki. Sevmiyorum öyle nazlı adamları ya. (İçimdeki kro “Sevdiğin kadın filan yok mu lan, çok istiyosan ona sallattır havluyu, elalemin asistanıyla ne uğraşıyosun?!” demek istedi açıkçası.)

“E madem Morrissey sana bu kadar koyuyodu, niye bunu yazmak konusunda bu kadar inat ettin?” diyebilirsiniz. E, dedim ya, tuhaf şeyler olur. Ve kendinizi zorlamadığınız sürece “tuhaf”ın tadını nasıl çıkartabilirsiniz ki?

Tamam, şimdi the Smiths’imize ve Morrissey’in pikaptan gelen sesine dönebiliriz. Evet… “Sweetness, sweetness, I was only joking…

Nihal'in Günü blogundan Nihal



Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template