Yıl 1996’ydı… Kendimizi ifade etmeye çalışıyorduk o zamanlar… Çığlık atsak kim duyar bilmiyorduk… Hiçbir yıldız bize sahici gelmiyordu, gelemezdi de… Aradığımız herşey küçücük dükkanların, ufacık standlarında yer alıyordu heyhat, nerede şimdiki imkanlar… Hayal bile edemezdik o zamanlar… Rock Kazanı, Hıbır’da Aptüllika’nın sayfası derken birbirimizi bulmamız da zordu… En geniş ifade alanımız, fanzinelerdi… Fotokopiyle çoğalan sayfaların, o dönemki hayallerimizi de çoğalttığının farkında değildik belki o zamanlar… Bende katılmıştım o döneme, “Rock Fan Zine” adıyla Ocak 96-Haziran 97 arası 4 sayıyla demolarla küçük adımlar atan gruplarla, mektup usülüyle yapılmış röportajlarla… Hatırlayanlar ansiklopedik içerik der halen, ama konumuz bu değil… Derginin dizgisinde son gün, boşta kalan sayfaya önemsemeden yazdığım bir yazıyla “Ölüdeniz”in ilk adımlarını attığımın farkında değildim…. O sayfanın büyüyüp Öykü ve Şiir fanzinine dönüşmesi de hayli hızlı oldu… Bir ilanla yazılar gelmeye başladı, derken içerik toparlanınca Ağustos 1997’de çıktı Ölüdeniz… Çıkışa en büyük katkı, Manisa’lı genç bir adamdan geldi… “Bana Yazın! Bana Yazın! Bana Yazın!” diye biten bir mektupla… O mektupların sayısı, sayfaları çoğaldı… Karşılık karışık kaset doldurmalar, beğenilen alıntılar derken hayatlarımıza ve hayallerimize ortaklık bulduk birbirimizde… “Selamlar Dost” diye başlanan sayfa ayrı yerlere götürüyordu bizi…
Genç Manisa’lıyı tanıdıkça küçük şehrin büyük adamı olduğunu anlamıştım, tiyatro tutkusu, müzik aşkı derken üretkenliğiyle derginin de en çok okunan yazarıydı zaten… Bir tek ben görmüyordum bunu… Sonra mektuplarda ilk grup maceralarını dinlemeye başladım, “Anxiety”nin besteleri, kayıt için bilgisayara uygun program aranması derken her safhasına tanık olduğum bir demo çıktı meydana… “Unplugged is Over”… Kapağa katkı, duyuruya katkı derken, birde fanzine çıktı aynı adla… İki sayılık maceraya, yazı vermekte ayrı keyifti, çıkmasını beklemekte… O süreçte demodaki tüm parçaları bestelendikten hemen sonra mektuplardan okumuştum… Halen bilir kendisi, demodaki bir parçayı özellikle severim, üzerinden geçen bunca yıla rağmen dinlemekten bıkmam… Sevdiği müzisyeni kaybetmenin tüm yükünü omuzlar o şarkı çünki… Sadece şarkı da değildir üstelik, dergideki ilk yazısıdır aynı zamanda, sonradan şarkı olarak gelir huzura… Dedim ya, her ne yapıyorsak imeceydi o zamanlar… Üç kişi toplansak, biz oluveriyorduk… Demonun radyoda baştan sona çalınması da aynı hissiyatla gerçekleşti, arayıp telefonla yayına bağlanması da… Demoydu, dergiydi derken büyüdü genç adam… Her mektup arkadaşlığı gibi koptuk bizde…
Tüm bunlara ek olarak, halen bütün sürecine tanık olduğum tek albüm olması sebebiyle, bende yeri ayrı olan demo ile hep bana eşlik etti Özüm Özgülgen… Delilik değil mi, hiç yanyana gelmeden sayfalar dolusu mektuplaşmalar, hadi çok yazmasın diye kapatmak zorunda kaldığımız şehirlerarası telefonlar…. Yıllar sonra karşıma çıkışıysa yine müzikle oldu… Rolling Stone dergisinin toplamasında duyduğum ses… “Kitschcraft” şarkısında vokal olarak Joel Knox adını görünce anlamadım ilkin… Teyit etmek için sağa sola bakınmakta ne gıcık bir durumdur… Aranan kişilermiydik bulunduk mu bilmem, ama 13 yıl sonra yanyana geliş de ayrı macera oldu benim için… Bir şarkının kaydına tanıklık etmekte özeldi benim için… Ne güzel denk gelmişti… Bu kez kalemiyle değil, nefesiyle o dönemki duygularıma götürdü beni…
Çok uzattım biliyorum, lakin bunca şeyden sonra şöyle bir grup var, böyle bir albümleri çıktı, pek güzel, dinleyiverin gaari diyemem… İlk tanıdığımdan bu yana 16 yıl geçmiş dile kolay… Geçen zamanda, o yıldız büyüdü işte… Bugün 100 kapakla, bolca el verilen, bolca emek verilen bir albüm başka ne anlama gelir… Daha da parlamaya devam ediyor Özüm ve arkadaşlarının yıldızı… Kitschcraft’ın müziği çoktan oturmuş durumda, takipçileri ve kitlesi de malum… 100 ile o kitlenin daha da büyüyeceğini tahmin etmek için de falcı olmaya gerek yok… Dört yeni şarkıya, bir de yeni düzenleme eşlik etmiş… Türkçeler pek leziz… “Osman Hamdi Bey” ve “Sert Kışlar” daha çok sarıyor kulağı… “Glory” fitili yakıp, üzerine düşeni yapıyor… “Sen Beni Aldatamazsın” ise albümün en iyisi… Melodik yapısı ve küçük dokunuşlarıyla içe işliyor adeta… Yıllar önce “Bana Yazın” diyen adam “Beni Dinleyin” diyor bu kez… O dönem kurduğu hayalleri gerçekleştirmiş olmasını görmekse benim için hangi sözcüklerle dile gelse az kalır…
Sanırım şöyle toparlayabilirim herşeyi: Yıldızının hep parlaması dileğiyle, yolun açık olsun Sevgili Dostum… Sen parladıkça ısınan, sadece ben değilim artık, bilesin…
Yorum Gönder