Mahur Özmen ile Vizyona giren filmi Adalet Oyunu üzerine Röportaj
Adalet Oyunu filminin senaryosu size ait. Filmin yönetmeni olarak iki kişiyi görüyoruz.
Evet. Sinema tarihcisi arkadaşım Ali Özuyar ile birlikte yönettik.
İlk filmini çeken yönetmenler olarak bu beraberlik filme nasıl yansıdı?
İlk filminizi çekiyorsanız ve maddi imkânlarınız sınırlı ise kendinizi yalnız hissetmeniz kaçınılmazdır. En azından bu beraberlik bu yalnızlık duygusunu ortadan kaldırdı. Film çekmeye beraber karar verdik. Çekimler başlamadan kafamızda senaryo, çekim senaryosu, oyuncular ve film ekibi tamamdı ve bu yüzden de sette hiçbir ihtilaf yaşamadık.
Filmin isminden yola çıkarsak. “Adalet Oyunu”? Adalet bir oyun mu sizce?
Bir filmin ismi, filmin her saniyesinde yer almalıdır, diye düşünüyorum. İsim filmin temasıyla bütünleşir ve filmin tüm dokusunda yer alır. 19.yy modern yargılama sistemine “yargılama oyunu” ismini koymuşlar..Bu tanımlama bir küçümseme anlamında değildir. Oyun kavramı sosyolojik araştırmalar ve felsefi zihin kışkırtmaları için daima atölye işlevi görür. Nerede bir oyun varsa her şeyden önce orada bir amaç için bir araya gelmiş insanlar var demektir. Toplumsal bir aidiyet duygusu ile hareket eden bireyler vardır ve ulaşmak istedikleri bir amaç için toplanmışlar, kurallar oluşturmuşlardır. Artık diğer oyunlar gibi sınıflı toplumlarda kuralların kimler tarafından konulduğu, hangi çıkarlara hizmet ettiği muktedirler tarafından manipule edilir ve meşruiyet kazandırılarak doğallaştırılır, ebedileştirilir. “Adalet Oyunu” filmi bu oyunun olumlu, olumsuz işlevi üzerinde izleyicide soru işareti yaratırsa, amacına ulaşmış olacaktır.
Filminizde, emekli bir yargıcın, kızını öldürdüğüne inandığı damadının mahkemelerde beraat etmesi üzerine kendi cezasını verme gayretini görüyoruz. Filminizdeki karakterlerinizin meslekleri yukarıdaki sözleriniz dikkate alındığında farklı bir anlama bürünüyor, değil mi?
Kesinlikle. Mesleği ne olursa olsun sade vatandaş için söyleyebileceğimiz, gösterebileceğimiz her sahnede karakterleri temayı daha güçlendirmek için hukukçular olarak seçtik. Adaletin alt yapı -üst yapı etkileşimi dışında bir temele oturmayacağını düşünmeyen, belki de düşünmek istemeyen hukukçular da diğer bireyler gibi adalete ve gerçeğe tamamen kendi sınıfsal bakışlarıyla, kendi sosyo ekonomik durumları ile anlamlar yüklediklerini unuturlar. Böylece yıllarca girdikleri başkalarının davalarında zaman zaman sisteme dair küçük şikayetlerde bulunsalar da bu durum yaşamlarında önem taşımaz. Ta ki önlerine gelen dosya kendi başlarına gelen, yakınlarının başına gelen bir ihtilafın dosyasıysa. İşte o zaman filmimizdeki emekli ağır ceza hakimi Sezgin gibi genelde “yasalar yanılıyor, yasalar yetmiyor”, diyeceklerdir. 3.sayfa haberlerinde bir hakimin belediye otobüsünde ayağıma bastı, bana bağırdı, diye bir yolcuyu veya başka bir hakimin eksik gazete kuponuma tencere vermedi, benimle kavga etti diye bir gazete bayii'ni tutuklattığını okuyabilirsiniz. Ama kafasında 10 dikiş olan ve hakim yakını olmayan bir şahsın, şikayetçi olduğu sanığı bir türlü tutuklattıramadığını da okursunuz.Tabi ki fazlasıyla ideal uygulamalar var, ama bu temel gerçeği değiştirmez.
Söz konusu olan bu temel sakatlık sadece, “ateş düştüğü yeri yakar” sözü açıklanacak kadar basit olamaz, değil mi?
Bundan birkaç yıl önce hukukçu arkadaşım Prof. Dr. Mithat Sancar arkadaşları ile birlikte çok önemli bir araştırma yaptı. “Yargıda algı ve zihniyet”ti sanırım çalışmanın başlığı. Türkiye'de görev yapan 50 kadar hakim-savcı ile yapılan bu yüzyüze görüşmeler sonucunda anket sorularına verilen yanıtlarda, hukukçuların ön kararlarının -zihniyetlerinin- son kararlarını -dosyada verdikleri kararlarını- nasıl etkilediği açıkça görülüyordu.. Nedense büyük tartışma doğurması gereken bu sonuçlar, derin bir sessizlikle geçiştirildi ve unutuldu. Unutulması da adalet oyunu anlamında önemli bir göstergeydi aslında. Oysa İşte tam bu noktada o ülke vatandaşları için hayati bir tehlike başlıyor. Hakim ve savcıların karar verirken, avukatların savunma yaparken ön kararları zihniyetleri nedir? Nasıl oluşmuştur? Nasıl şekillendirilmiştir? Hukuk uygulayıcısının devlete bakış açısı, vatandaşa bakış açısı, etnik kökenlere, kadına, sembollere yani vatan millet aile bayrak vs bakış açısı ne? Sanırım son yıllarda kopan büyük fırtınalar da aslında bu nokta üzerinde. HSYK'ya veya yüksek mahkemelere seçilen kişilerin bilindik ön kararları, seçilemeyen ve farklı ama yine bilindik ön kararları olan kişileri fazlasıyla tedirgin etmektedir.
Yargı tablomuz bu kadar karamsar mı?
Asla değil, ama değerli bilim insanı, hukukçu, saygıyla andığımız Faruk Erem'in çok güzel bir sözü vardır; “adalet içine yabancı unsur -adaletsizlik- karıştığı anda tamamen bozulan tek olgudur”. Adaletin azı çoğu olmaz. Sizin başınıza bir adaletsizlik gelir ve hakkınızı alamazsanız “adalet yok bu ülkede” deme hakkına sahipsiniz. Ben de size, “yanılıyorsun var”, deme lüksüne, duyarsızlığına sahip değilim. Türkiye’de çok değerli hakimler, savcılar ve avukatlar var. Zaten sistem biraz da o yüzden sürekli umut taşıyor, her türlü sıkıntıya rağmen.Ama yabancı unsurlar sürekli gündemde tutulmalı ki yaşanılan felaketlerin bir gün sona ereceği umudunu taşıyalım..
Filmi izledim ve gördüm ki filminiz adaleti sadece dar alanda hukuk mesleği çerçevesinde ele almıyor...
Tabi, öncelikle öyküye başlamak için somut bir olay, karakterler, meslekler seçmek zorundayız. Yarattığımız bu atmosfer alt metin olarak filmin belki de ilk çeyreği için geçerlidir. Daha sonra film, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanında herhangi bir ilişkideki ihtilafı anlatabilir. Anlatmalıdır.
O kadar genişletebilir miyiz?
Film anlayışım tamamen budur. Diyelim Ayşe ve Ali esas kız ve oğlan ve uzam da İstanbul. İyi filmde 15 -20 dakikadan sonra onlar artık Ali, Ayşe değil, orası da İstanbul değildir. Aksi olsaydı bana sinemayı sevdiren yüzlerce yabancı filmin merkezinde kendimi nasıl bulurdum. Fransa'da başlayan film Fransa'da bitmemeli. Beni Ankara'da bulmalı, vurmalı. Tema çıkış noktası olarak bir kadın cinayeti. Ama anlatılan nerede olursa olsun, kimler arasında geçerse geçsin tüm farklı ihtilaflara da değiniyor. Herkes hikayesi ile yargılamaya katıldığında genelde tetiği çekenin tek suçlu olmadığı gerçeği, filmimizin meselesi. Tüm dünyanın meselesi.
Mesaj kaygısı yoğun filmle mi karşı karşıyayız ?..
Bir film çekiyorsanız, Godard'ın dediği gibi, değiştirmek istediğim şey ne, diye kendinize daha önce sormuşsunuz demektir. Ancak yeterli değil aynı zamanda değiştirmek istediğiniz, düşündürmek istediğiniz şeyi sinema dili ile ifade etmek istediğinizin de farkındasınız demektir. O halde sinemanın vaaz verme aracı olmadığını, propaganda alanı olmadığını da iyi biliyor olmalısınız. İzleyiciler zaman zaman sahnelerde didaktik bazı sözler duyacaktır, ancak bu sözler asla filmin esas teması değil, sadece temaya hizmet eden çağrışımlarıdır. Hakim, savcı ve avukatlar mesleki bir konuyu tartışırken sokak dili ile konuşmazlar. Ayrıca kurmacada gündelik yaşantı dili ile edebi dil arasında gezinmeyi severim. Bir filmde daha önce çevremde duymadığım, okumadığım bazı cümlelerin karakterlerin ağzından çıkması bana sanatın, sinemanın güzelliğini algılatır. Bir sözcükten diğer sözcüğe geçiş değildir edebiyat, bir düzeyden başka bir düzeye geçiştir, der R. Barthes. Ben bunu sinemada çekimler için düşünüyorum. Ve çekimlere eşlik eden sözler için. Gündelik konuşmaların yavanlığı derinlikli olmayan görüntüler eşliğinde daima çevremizde yeteri kadar var zaten. Sinema üst bir dil kullanmalı. Bu bana sinemayı sevdirdi ve film çektirdi.
Sinemada didaktiklik teatralliği de getiriyor ve filme zarar veriyor. Bizim filmlerde biraz daha baskın mı bu teatrallik?
Teatrallik sinemada eksi puandır ama hep yanlış anlaşılır diye düşünüyorum. Özellikle tiyatro eşit teatral değildir. Bir tiyatro eseri de teatral ise bence günümüzde artık başarısızdır. Teatrallik bana göre oyuncuların sahnede aklından geçen her şeyi söylemesi ve sahnelerdeki diyaloğun, hareketlerin ve mizansenin görünenden başka bir anlamı olmamasıdır. Bu iki husus altmetin eksikliği olarak da tanımlanır. Sahneler bu iki eksi özellik nedeniyle ölüdür, izleyici o sahneye hiçbir şekilde katılmaz. Bu yüzden tek mekanda geçen bir film teatral olmazken, yukarıda saydığım özellikler nedeniyle, tamamına yakını sokakta geçen bol aksiyonlu kovalamacalı bir film teatral olabilir. Filmimizde her sahnemiz karakterlerin diyologları, eylemleri ve mizanseni ile duyulan ve görünenden başka bir düşünceyi izleyicide uyandıracak şekilde yapılandırıldı. Takdir izleyicinin.
İdeal bir adalet fikri ne olmalı? Adil bir dünya mümkün mü?
Adalet gündelik hayatımızın her alanında bizimle birlikte olan bir duygu ve düşünce. Kişisel bir erdem. Ama üzerinde anlaşmanın neredeyse imkansıza yakın olduğu bir kavram. Gerçeği, akıl mahkemesinin karşısına çıkaramazsınız, der Wilhelm Dilthey. Gerçek ona bakan gözlerin sahip olduğu zihniyetin dışında başka anlam taşıyamaz. O yüzden herkesin adalet anlayışı kendi fenemolojik yönteminde sonuçlanıyor. Bu tüm ideolojilerin karşı olduğu düşünce, biliyorum. Ama ancak buradan yola çıkarak belki adil bir sonuca ulaşmak mümkün olabilir. Ben kendi verili düşüncemden eminim. Oysa başkası benim için şüpheli. Ancak biliyorum ki o da kendi düşüncelerinden emin. Bunu kabul etmeliyim. Bunu kabul edip bir başkasında kendimi gördüğüm anda adaletli yaşam konusunda çok yol almışız demektir. Nefret suçları en başta olmak üzere başkasının temel hak ve özgürlüklerine yönelik eylemler dışında birbirimizin hatalarını, yanlışlarını bu düşünce ile anlayabilir, tartışarak çözümleyebiliriz.
Sanık İlker'in avukatına hücrede bağırararak söylediği “kimse bizi dışlayamaz, kimse bana ve aileme pislikmişiz gibi, davranamaz, ne zannediyorlar kendilerini” sözü sanırım sadece filmin değil, yaşadığımız ülkenin cumhuriyet kurulduğundan bu yana çözülemeyen sorunu?.
Evet. Etnik ayrımcılığın getirdiği trajedileri hep yaşadık ve yaşıyoruz. Ancak son dönemlerde olumlu anlamda çok yol alındı, aksi halde zaten filmdeki esas karakterler gibi bu topraklarda şu ana kadar olduğu gibi kazanan kimse olmayacak.
Filmde bakkal terazisini gördük. Terazi adaletin sembolü. Bakkal teraziyi müşteri lehine eli ile dengeye getirdi. Kiloların dengesini umursamadı. Mesaj açık?
Bazen aklın temsili yasalar (gramlar-kilolar) gerçek adaleti (aşırı kar) sağlamayabilir. Bakkal kazancım yeterli, diyerek dışarıdan eli ile gramlara müdahale etti. Tıpkı hakimin de filmde adaleti sağlamıyor diyerek dışarıdan yasalara müdahalesi gibi. Ama yargısız infaz neye çözüm olabilir ki?
Erkek egemen filmi eleştirisi belirli kesimlerden birçok filme yapılıyor. Sizin film için ne söylenebilir? Mademki 15 dakikadan sonra isimlerin bir önemi kalmamalı diyorsunuz? Cinsiyetlerin de kalmamalı mı?
Sanat eserleri çoğul okunabiliyorsa başarılı olmuş demektir. Bu söylediğiniz açıdan filmimizi okuyalım; kadınların oynadığı erkeklerin olmadığı bir film, erkeklerin kurguladığı imgeler dünyasında savrulan kadınları gösterip çözüm üretmeyebilir. Adalet Oyunu'nda ise sahnede genelde erkekler var ama başrolde aslında maktül bir kadın var. Film tamamen onun zahiri zamanı üzerinde kurulu. Sanki bize diyor ki; ataerkil tüm değerleri bırakıp giderim ve siz beni öldürürseniz manen ölürsünüz. Hakim babasının finalde söylediği gibi “o asla geri dönmeyecekti”. Bu açıdan okumada alt metin kadınlara: özgürlüğünüz için yola çıkın, sizi öldürürlerse kendileri de mahvolacaklardır. Artık bunu bilsinler, bilmeliler.
Filmin finali sürpriz olacak izleyici için.
Son notanın içinde ilk nota vardır, derler. Final umulmayan ama beklenen son olmalıdır, sözünü çok önemli buluyorum. İzleyici son sahneyi izledikten sonra filmin başına sarınca, adalet oyunu filminin ancak bu şekilde bitmesi gerektiğini ve finalin filmin bütünü de olduğunu görecektir.
Sinema görüntülerden oluşan bir dilse, bu dile filminizde nasıl hakim oldunuz? Sonuçtan memnun musunuz?
Söylediğim gibi filmi arkadaşım Ali Özuyar ile birlikte yönettik. İkimizin de sinema anlayışı genelde paralel. İşbölümünden ziyade her konuda birlikte hareket ettik. Çekim senaryosunu o yaptı. Tıpkı senaryoyu ben yazarken müdahalelerde bulunduğu gibi, ben de metne uymayan bir çekim açısı olsa müdahale etmişimdir.Adalet biraz ruhani bir kavram.Ulvi, dokunulmaz hatta zaman zaman kutsal. Böyle bir içerik kendine biçimi de dikta ettiriyor zaten. Yani adalet sessizlikte yakalanan bir şey. Hareketli kameranın bu öze çok zarar vereceği açıktı. Bu sebeble kamera açıları sahnenin amacına en uygun şekilde konumlandırıldı. Kamera seyircinin gözüyse, biz de seyirciyi laf olsun diye oradan oraya taşımadık. Kamera sahnedeki anlamı daha iyi vurgulamak için hareket etti, yoksa sabit kaldı. Işıkda öyle. Işığımız komedi veya kendini iyi hisset filmi ışığı değil.
Sanık rolünde Mustafa Uğurlu'yu görüyoruz. Yine sanat dünyamızın özellikle tiyatromuzun önemli sanatçıları da filminizde yer alıyor; Erol Keskin, Serap Sağlar, Alp Öyken, Kemal Bekir, İsmail Düvenci, Nihal Koldaş ve avukat rolünde Tolga Evren. Cast nasıl oluştu?
Hepsinin yanıtı tek; senaryoyu okudular ve kabul ettiler. Onlarla birlikte olmak çok güzel bir duyguydu.
Çekimler ne kadar sürdü?
2 hafta ön çekim ve 3 haftada çekimler olmak üzere toplam 5 hafta. Dış çekimler ve ev sahneleri İstanbul Polonözköy'de, hücre ve duruşma sahneleri ise Kocamustafapaşa'da plato'da çekildi.
Filmin finansmanı nasıl sağlandı?
Maalesef öncesinde ve sonrasında hiçbir kişi ve kuruluştan maddi destek alamadık. Hatta film bittikten sonra görüştüğümüz kişiler filmi beğendiklerini ama bir şey yapamayacaklarını söylediler. Sadece Şahin Alparslan platosunu bize karşılıksız tahsis etti. Film abim Baha Özmen'in desteği ile tamamlandı. Bu yüzden de filmi ona ithaf ettim. O olmasaydı film yarım kalacaktı. 2. filmimin senaryosu hazır ancak çekebilmem bu filmin biraz izleyici yapması ile mümkün olabilecektir.
Film 10 Haziran'da vizyona giriyor. Kaç kopya?
35 kopya ile giriyoruz. Cinegrup dağıtımını yapıyor. Bu arada ilk gösterimi Eskişehir Uluslararası Film festivali bünyesinde yapıldı. Buradan bu güzel ve anlamlı festivali gerçekleştiren ve bizi davet ederek onere eden herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Ve yine Türkiye Barolar Birliği yönetimi filmimizi izledi ve galasını yapmayı, gala masraflarını karşılamayı kabul etti. Böylece filmimizin tek sponsoru oldu. Onlara da sayın başkan Vedat Ahsen Çoşar başta olmak üzere teşekkürü borç biliyorum.
Söyleşi için teşekkür ederim
Ben teşekkür ederim
Röportaj: (AA) Elif SANDALCI
Yorum Gönder