♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Palermo Shooting / Palermo'da Yüzleşme


Her Küçük Öykü Bir Ölüm

1984’te Paris, Texas ile dünyaya adını duyuran Alman Sineması Üstadı Wim Wenders filmografisinin en kötü filmi sayılabilecek “Palermo’da Yüzleşme”de hem kariyerinin özetini yapıyor hem de yaşı gereği yaklaştığı Ölüm korkusu ile yüzleşmeyi deniyor.

Wenders’in meşhur yol filmleri temasını da içine kattığı filmin başrol karakteri de diğer filmlerdeki karakterlere benzer sorunlarla boğuşuyor. Fotoğrafçı Finn, kariyerinde çıkışsızlığın içinde buluyor kendini… Kah yattığı yatak küçük geliyor, kah kayboluyor… Yaptığı çekimlerden de hoşnut değil. Ki değiştirmek istediğinde Palermo‘da buluyor kendini. Kendisini oynayan Milla Jovovich’i hamile olarak görmek, moda çekimlerini izlemek ayrı bir hoşluk. İlk çekimlerin beğenilmemesi üzerine, olmamışlığı ortadan kaldırmak adına Palermo’ya gidiş ise Wenders’in yol filmleri temasına eklenen yeni halka.

Finn’in bir gece araba sürerken, bir kaza anını çekmesiyle başlıyor her şey. Zaten kaybolmuş olan karakterimiz yanlışlıkla Ölüm’ün resmini çekiyor. Arkadaşlarının bürosunun evinde olmasına bile söz ettiği ortamda, ölümü fotoğraflamak, Finn’in varolan kaybolmuşluğunun üstüne tuz biber ekiyor. Fotoğraflama anından sonra, Finn’in peşine takılan ölüm sürekli oklarını fırlatıyor. Yeni sanrılar ekliyor… Finn’in sokaklarda elinde fotoğraf makinası, kulağında enfes şarkılarla dolaşması da adeta yönetmenin kendini tasviri gibi.

Tüm Wenders filmlerinden ayrılan özelliği, olabildiğince basit olması. Her şeyin çok basit anlatılması… Yani Wenders’ten böyle bir film izlemek geride kalan filmlerinden sonra iyice azap verici. Kısa kariyer özetini gözden geçirmek dışında, bu hatırlatmayı yaratması dışında yeni bir şey yaratmayan film, özellikle ikinci bölümde daha da sıradanlaşıyor. Bir üstadın kendi istediği filmi çekmişliği de her kareden fırlıyor sürekli…

Palermo’ya gelişle, Finn’in sokaklarda dolaşmasıyla başlayanların sonu ortak duyguları yaşadığı bir kadını bulması, onun üzerinde çalıştığı, restorasyonunu yapmaya uğraştığı resimdeki okların da sanrılarıyla örtüşmesi ile her şey daha da anlaşılır hale geliyor. Flavia’nın inanmasıyla ölümden kaçış yeni bir yolculuğu daha getiriyor.

İkinci yarının başlarında, Finn’in Palermo’da başka bir fotoğrafçıyla tanıştığında geçen diyaloglarla iyice ağırlık kazanan “Ölüm” duygusu tamamen filme yayılıyor. Her sahne Ölüm üzerine gelişiyor. Kadının Palermo’da Ölümün fotoğrafını çekmesi, onları hatırlamaktır demesi gibi diyaloglarla başlayan, oklarla ilerleyen kovalamacanın arasında dijital’e karşı geçirme eylemi de söz konusu…

Ölüm’le hesaplaşmanın, yatağa sığmamak, kaybolmak olarak kodlandığı, hayli tuhaf ışıklandırmalar ve garip sahnelerle yüzleşme sahnesi de Wenders’ten beklenmeyecek hareketler. Diyalogların da üzerine tuz biber eklediğini belirtmeli. Flavia ile büyükannesinin evine gidiş, orda bir odadan girerek Ölümle karşılaşması başladığında, beklenen finalde gelemiyor. Ölüm’ün oradan oraya koşturan Finn’e ben istemeden çıkışı bulamazsın demesi gibi tuhaflıklar, bu yüzleşmenin kütüphane ortamında olması, sahnelerin “Gül’ün Adı” filmindeki gibi labirent halinde oluşu gibi bilindik ve olağanlığı da sıkıcı. Yine de bariz görünen bir diğer nokta, en kolay izlenebilir Wenders filmi olması ve izleyiciyi sıkmaması… Bu durum yeni başlayanlar için avantaj, elbette Wenders sineması için iyi bir başlangıç değil ama kariyerinin kısa özeti niteliğinde olması durumu kurtarmakta…Sonuç olarak, Wenders yarattığı fotoğrafçının bedeninde kulağında güzel müziklerle sokakları arşınlıyor, bol bol Ölüm tarafından kovalanıyor ve durumla yüzleşiyor. Henüz ölmediğini, iyi filmlerle bizi yaşatması gerektiğini bir an önce hatırlayıp, bu durumla yüzleşse daha iyi olacak.

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template