♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Korkuyor muyuz yoksa gözlerimiz mi kapalı?

Korku sineması türler içerisinde en ilginç olanıdır. Korku takipçileri her filmi mutlaka izlerler. Bütün eleştirilere rağmen o dürtüden vazgeçemezler. Hele beğenilen bir ilk filmin devamı ne kadar kötü olursa olsun mutlaka izlenir. Tüm dünyada; eğer iyi hesaplanırsa doğru bütçeyle kar getiren bu türün izleyici kitlesi de rakamsal olarak üç aşağı beş yukarı bellidir.

Çok düşük bütçeyle, kısa sürede ünsüz oyuncularla çekilen korku filmi başarılı olsun olmasın yaygın dağıtım ağına girer ve hiç olmazsa yaz aylarında vizyonda kendisine seyirci bulur. Ne de olsa korku filmi seyircisi her şeye rağmen içindeki korku dürtüsünden vazgeçmiyordur. Vasatın üzerindeki bir korku filminin yarattığı tepki ikinci filmin gelmesi ve seriye dönüşmesine sebep olur.

Yıllarca süren Gerilim-korku ayrılığından sonra artık türler iç içe geçti. Özellikle Scream serisinin açtığı yoldan bir çok film geçti. Teen slasher filmleri çıktı ortaya. Katil gözümüzün önünde kurbanını yakalar ve öldürür hale geldi artık. Özellikle gençlerden oluşan oyuncu kadrosu ve okulda geçen filmler iyice ekol haline geldi. Yıllar içerisinde 6. His filmindeki ana fikir, herşey bir sürpriz üzerine kurulu olgusu da besledi türü.

Komedisi de geldi gündeme ve “Scary Movie” 4 filmlik bir seriye dönüştü. Günümüz popüler korku filmlerinden beslenen ve bu konuda da sıkıntı çekmeyen serinin devam edeceği aşikar.

Günümüze gelirsek türle ilgili en sıcak örnek büyük bir sürpriz yapan ve hayran kitlesini yaratan iddiasız Testere serisi olur sanırım.

1996 yılında Avustralya’nın meşhur dizisi “Komşular”da iki bölümde oynayarak aktörlük yaşamına başlayan Leigh Whannell, başka bir Avustralya dizisi olan “Blue Heelers”de de sadece 2 bölümde oynadı. 2000 yılı bir milad sayılabilir. Küçük bütçeli Avustralya filmi “Stygian”da bir yan rolde oynar Whannell. Filmi yöneten ise James Wan’dır. Bir ödülde kazanan korku filminde, Jamie ve Melinda farklı bir dünyada kendini sürgünde bulur. Kendilerine kurulan tuzaktan kurtulmak zorundadırlar. Whannell ve Wan’ın tanışmasına sebep olan filminde tuzaklı olması da hayli ilginçtir.

Asıl patlamanın ilk ateşlendiği yıl 2003’tür. Whannel aklındaki ana fikri James Wan ile paylaşır. Ve başrolünü aldığı bu 10 dakikalık kısa film “Testere” adı ile son derece başarılı bir iş olur. Ama ikili hala Avustralya’dadır. İkisi de 1977 doğumlu genç sinemacılardan Malezya’lı James Wan ile Avustralya’lı Leigh Whannell, kısa filmlerinin izleyen herkeste yarattığı heyecan üzerine 2004 yılında uzun metrajlı “Testere” ile dünyayı fetheder.

2005’te görebilme fırsatı bulduğumuz kısa metraj Testere’nin bugün geldiği nokta herkesçe bilinmekte. İkili’den Wan sadece ilk filmi yönetirken, Whannell ise serinin 3 filmine katkıda bulundu. İkili artık Testere serisinin prodüktörü olarak dünyadaki ünlerini koruyor, isimlerinin markalaşmasını sağlayan yeni filmlerle türe katkı yapmayı sürdürüyorlar.

Şu sıralar serinin oyunu için kafa yoran ikilinin, türe yaptığı katkı ise tartışılır halde. “Halloween” ve “13. Cuma” ve “Elm Sokağı” serileri gibi sonu gelmez bir seriye dönüşme tehlikesi bir yana, özellikle üçüncü filmle başlayan, dördüncü filmde iyice ayyuka çıkan sahnelerle seyirciyi korkutmak veya germek yerine kusmasını sağlayacak, vahşet görüntüleriyle marazi merakının üstüne gitmekle korku sinemasının dinamiklerinin farklı bir yere gittiği açıkça görülüyor.

İlk testere filminin yarattığı etki gerçekten çok iyiydi ve izleyenleri hayran bırakıyordu. İkinci filmin pek iyi olmayışı yinede üçüncü filmi merak etmeyi, iyi olmasını ümit etmeyi zorlaştırmamış, hayran kitlesi büyümüştü. Geçen yıl izlediğimiz Testere 4’ün artık bir konu anlatmak yerine skeçler halinde oyunlardan oluşması, merak duygusundan beslenerek vahşet görüntülerini sıklaştırması da gözlerden kaçmadı.

Ama ya korku öğesi! Korku nedir? Beyaz perdede bizi ne korkutur? Korku sineması klasiklerine bakılmıyor artık. Özellikle teen slasher filmleriyle başlayan süreçte her şeyin açık ve net gösterilişi, son sömürü filmi “Hostel” ile bize verilen canlı cinayet görüntüleri yeni bir anlayışı doğurdu. Daha fazla kan, daha fazla vahşet düsturu ile çoğu zaman gözlerimizi kapayarak izliyoruz. Testere 2’deki beyin ameliyatı “şimdi kafatasını keseceğim” repliği fazla değil mi? Eskiden bu tip anlarda kamera kayardı ve karakterin çığlığını duyardık. Şimdiyse çığlığı bizim atmamız isteniyor. Sonuç olarak kantarın topuzu kaçmış durumda. Daha fazla dehşet görüntüsü ve bol kanlı sahne... Peki bu sahnelerde korkuyor muyuz yoksa gözlerimizi mi kapatıyoruz amaç hangisi?

Gerilim Sinemasının büyük ustası Alfred Hitchcock filmleri bugün izlendiğinde hangi etkiyi yapar acaba. Büyük usta bugünleri görse ne derdi kimbilir? Ama bu da bir gerçek ki, yeni kuşak gerilim korku türü için klasik sayılan eski tarihli filmleri izlediğinde hiç korkmaz. Gore sineması döneminin vahşet filmlerini ise herkes unutmak istiyor. Bir dönemin cinsellik dozu fazla filmlerinin yeniden hortlaması sakıncalı bulunuyor ki o döneme ait en saf film “Texas Chainsaw Massacre” yeniden çevrilerek seriye dönüştürüldü.

Her şeye Fransız kalan, genel izleyicide “Fransız filmi sıkıcıdır” önyargısı yaratan bir sinema bile artık bu bayrak yarışına ortak olmuş durumda. “İstismar Sineması” adını alan bu yeni türde örnekler vermeye başlayan ve bu konuda elini hiç de korkak alıştırmayan örneklerle beklenmeyen bir çıkış yaptı. Alexandre Aja’nın bizde yaygın gösterime girmeyen ama kulaktan kulağa yayılarak artık kültleşen filmi “Yüksek Tansiyon” birçok sahnesinde gücünü gösterdiği kandan ve vahşetten alıyordu. Yakın zamanda gösterime giren Xavier Gens filmi “Frontière(s)” açılışını hayli politik yapsa da Otel serisine yaklaşmakla kalmıyor, vahşet bakımından neredeyse tur bindiriyordu. Son örnek ise “İçerde” adıyla gösterime giren Alexandre Bustillo ve Julien Maury ikilisinin yönettiği film oldu. Filmde yaşanan vahşetin, doruk noktası olarak bol kanlı bir sezeryan görüp şaşırmamak elde olmasa da, korkmak bir yana ülke sinemasının bu uç örneklere nasıl imza attığı sorusu takılıyor akıllara.

Özellikle ev sinemasının yaygınlaşması ile başlayan Korku filmlerindeki Uzakdoğu hakimiyeti yerini bu yeni istismar filmlerine terkmiş görünüyor. Saydığımız örnekleri izleyen izleyici, artık yeni tanıştığı istismar görüntülerinin temellerini merak ederek 70’lerdeki Gore filmlerini arayıp izlemekle meşgul. Daha fazla kan görmenin, daha fazla cinayetin peşindeki korku filmi izleyicisi geleneksel yapıdaki filmlere itibar etmiyor.

Gelelim öncü film Testere serisi ve açtığı yoldan giden filmlere… Serilerin elbette ki en iyi filmleri olmayacak, ama sonunun gelmeyeceği de kesin. Daha kanlısı çıkmadan izlemeli yoksa korkutmayacak. Bize de “Shining” ve “Rosemary’s Baby”leri özlemek kalacak….

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template