“Polisiye edebiyatın dikkat çeken
isimlerinden Cenk Çalışır’ın, trajik bir mülteci hikayesinin ekseninde, okurunu
dehşete düşüren insan halleriyle yüzleştiren yeni kitabı “Beria” raflarda
yerini aldı.” Nisan’ın son haftası kargodan çıkan kitaba iliştiren bültenin ilk
paragrafında böyle diyordu. Söz konusu yerli polisiye olduğunda, eleştiri
yazarken bitmek bilmeyen bir ikilem var. Polisiye edebiyatın bunca okuru
varken, özellikle Jean-Christophe Grangé gibi başı çeken polisiyecilerin
kitapları merakla beklenip kapışılır ve bolca baskı yaparken iş yerli
polisiyelere geldiğinde aynı ilgiyi göremiyoruz bir türlü. Biri basılı iki
polisiye dergimiz varken, birkaç popüler polisiyecimiz marka yayınevlerini
mesken tutmuşken, iyidir kötüdür tartışılır ama “arka sokaklar” dizisi rekorlar
kırarken maalesef nitelikli okura sorduğumuzda üç yerli polisiyeci saymaktan
hayli uzak. “Beria”nın insan halleriyle okuru yüzleştirmesinden önce, yerli
polisiye konusunda yüzleşmemiz gerekiyor. Kitapçılık deneyimimden de hareketle polisiyeyi
hep dünya edebiyatından seçtiğimizi belirteyim. Yerli polisiyeler zincir
mağazaların raflarında tozlanırken, bağımsız kitapçıların kapısından içeriye
giremiyor bile. Bunda genellikle marka yayınevlerinin türe pek el atmaması da
bir etken. Hal böyle olunca Çalışır gibi isimler yıllardır “dikkat çeken”
olarak anılıyor. Oysa karşımızda 2010 yılından beri düzenli olarak üreten, yedinci
kitabını yayımlamış bir yazar var. Beria, dikkat çeken değil yeni kitabı
merakla beklenen bir yazarın eseri diye editlemeli en başta. Zira Çalışır,
Beria ile usta işi romanla mertebesini yükselttiğini gösteriyor.
1967 Balıkesir doğumlu Cenk
Çalışır, edebiyat dünyasına 2010 yılında “Satranç Cinayetleri” adlı romanıyla
ilk adımı atmıştı. Gerilimi ve gerçekçiliği ile yerli polisiyeye önyargılı
okurları ters köşe yapan romanın ardından aşk ve cinayetin çıkmaz sokaklarında
kayboluşun romanı “Zehr-i Katil” gelmişti. 2012 yılında olayların geçtiği
evreni genişleten, bağlantıları ve olabilirliği ile okurunu zorlayarak şaşırtan
“Oyun İçinde Oyun” muhtemelen adının en geniş yankı bulduğu roman olmuştu.
Medya dünyasına odaklanan “Kan Yağmuru” ile derin devletler ve uluslar arası
organizasyonların çıkar savaşına odaklanan “Kilit Operasyonu” da peş peşe
çıkarken dergilerde de kısa öyküler yazan Çalışır, bu öyküleri de iki kitaplık
“Her Temas İz Bırakır”da toplamıştı. Son kitabın iki, son romanından dört yıl
sonra “Beria” ile dönüş yapmış. Yazar için yenilenme de bir anlamda. Yayınevi
değişikliğiyle Oğlak Yayınevi’nde türün iyi örneklerini sunan “maceraperest
kitaplar” dizisinde layık olduğu yerde.
Beria, daha ilk anda kapağı ve
konusuyla ilgi uyandırıyor. Çağımızın en önemli sorunlarından birkaçına dikkat
çekiyor. Unutamadığımız Aylan bebek geliyor akıllara. Mülteci sorunu ile
pedofiliyi bir arada işlerken, insan doğasına dair söylemlerde bulunmayı da
ihmal etmiyor. Çalışır, bu tanıdığımız zemini kurduktan sonra da kolaya
kaçmamış ve romanını her detayı düşünerek örmüş. Çok katmanlı yapı kurarak, her
karakteri işliyor, her birinin etkisi katlayarak ilerliyor. Sevilesi bir ana
karakter yaratırken tercihleriyle başka bir soruna da değiniyor. Psikolojik
çözümler yönünden hayli zengin ve çok katmanlı bir roman kurmuş.
407 sayfalık roman ilk başta göz
korkutucu gelebilir. “Kaybettiğimizi ararken, bazen öyle şeyler buluruz ki…”
alıntısıyla başlayan ilk sayfayı çevirdikten sonra Mültecilerle ilgili
tanımlama ve elbette romanın hayal ürünü olduğu uyarısı geliyor. Önce ana
karakter Harun ile tanışıyoruz. En zor anında… Yıkımın, kayıpların, yok oluşun
eşiğinde başarısız bir denemede. Sonra rotayı Suriye’ye çeviriyoruz. Köyüne
yapılan baskında kocası öldürülen Aişe, kızı Beria’yı da alarak iç savaştan
kaçar. Onları Yunanistan üzerinden Avrupa’ya götürebileceğini söyleyen insan
tacirlerinin elinde yola koyulur. Zorlu süreçlerin ardından Türkiye’de uyanır
ve kızı yoktur… Kızının akibetini öğrenmek ve ona kavuşmak arasındaki
çaresizliği yaşar. Tam da bu sırada Harun ile karşılaşır. Oğlunu trafik
kazasında, bu acıya dayanamayan eşini de intihar etmesi sonucu kaybeden Komiser
Harun yaşadığı bu travmalar sonrası hızla kilo almıştır. İki yüz kilonun üzerine
çıkan adam geçmişte yaşıyordur. Psikolojik sorunları aşmak için kendisini
yemeğe vermesi tüm kurumun dilindeyken Emniyet Müdürlüğü’nden malulen emekli
edilir. Hayatla tüm bağları kopunca intihar etmek üzere gittiği kayalıklarda
sahile vuran Aişe ile karşılaşır. Bu karşılaşma ile kayıpların yerine yeni
şeyler bulunur. Aişe kızına, Harun da başka çocukların umuduna kavuşmak üzere
maceraya atılır ve hayata yeniden bağlanır…
İki ana karakter ile ana konuyu
özetlesem de “Beria” çok katmanlı, çok karakterli bir roman. Safları ilk
sayfalardan itibaren bölen ve paralel kurguyla işleyen Çalışır, özellikle çocuk
kaçırmaları ve insan ticareti konusunda dersine ne kadar iyi çalıştığını
gösteriyor. İstanbul’dan başlayan kirli ilişkiler ağını yurt dışına ana merkeze
kadar örüyor. Sahici profillerle kimseye de acımıyor. Çocukların başına gelen
olaylarda da kimselerden çekinmeyerek sonuna kadar gidiyor. Kurduğu ticaret ağı
o kadar gerçekçi ve büyük boyutlu ki, okuru yüzleşmek zorunda bırakan bir
dehşet bekliyor. Tüm detayları, işleyişi ve çözümleriyle oldukça gerçekçi ve
inandırıcı… Zaten konu üzerine düşünsek kolayca formüle edebileceğimiz bir ağ
bu ama dillendirmekle okumak arasında hayli büyük bir etki farkı var.
Aklımızdan geçene gözümüzü kapatabiliriz ama Çalışır buna hiç fırsat vermiyor.
Trajik başlayan roman bu sayede içimize işledikten sonra insan hallerini
yüzümüze çarparken nefessiz bırakıyor. Yüzümüze çarpan seri tokatların ardından
uzun sürecek bir sorgulama geleceği de kaçınılmaz.
“Her zaman görünenin patronun da
patronun da patronu vardır. Patron ne kadar büyükse o kadar görünmez olur. Ya
da göz önünde olur ama erişilemez. Senin anlayacağın evlat, kolay paranın
sahibi çoktur” cümleleri buz dağının sadece görünen kısmı. Beria, çağın dikkat
çekilmesi gereken sorunlarına odaklanan ve sorunun boyutlarını gözler önüne
seren bir polisiye. Yer yer drama da kayan yapısıyla okuru daha ilk
sayfalarından itibaren içine hapsederek hızla son sayfaya ilerleyen soluksuz
bırakacak bir roman. Çalışır, çok iyi formüle ettiği romanı tempolu şekilde
ilerletirken sözünü de sakınmamış. Girilmesi gereken yere girmiş, söylenmesi
gerekeni söylemiş, yapılması gerekeni yapmış. Sertlikten de ödün vermemiş. Film
estetiği taşıyan sinematografik anlar da barındırıyor. Polisiye okurlarını çözülmesi zevkli bir
bulmaca bekliyor. Keyifli olduğu kadar sert ve şaşırtıcı da… Ege’nin yuttuğu
çocukları akıldan çıkarmak hayli zor olacak.
Oğlak Yayınevi, 2019
408 Sayfa
35 TL
Yorum Gönder