İsveçli yazar Harry Martinson, 1956 yılında yayımlanan
kitabı “Aniara” ile bir uzay destanı yaratmış ve kitleleri etkileyerek
ülkesinin sembollerinden biri olmuş. Epik bilim kurgu olarak tanımlanan şiir
kitabı bestelenerek ilk uzay operası niteliğini kazanmış. 103 kantodan oluşan
şiir sembolik ve yenilikçi bulunmuş. En ufak çiğ tanesinin bile anlamını
yakalamaktaki ustalığı ve kozmosun gerçeklerini yansıtmadaki başarısına işaret
edilerek 1974 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülünü kazanmasını sağlamış.
Etkisi yıllar içerisinde devam etmiş. Müzisyenlerin ve sanatçıların yaptığı
uyarlamalar ile hep güncel kalan, eskimeyen şiir bu kez de sinema uyarlamasıyla
izleyici karşısında. 2018 yapımı İsveç Danimarka ortaklığı festivallerdeki
gösterimlerinin ardından internet ortamında malum sitelerde karşımızda.
Hayli karanlık bir dram olan Aniara’nın başında bir
ikili var. Senaryoyu da kotaran Pella Kagerman ve Hugo Lilja kısa filmlerin
ardından ilk uzun metraj için yönetmen koltuğunda. 2007 yapımı “Judgement Day”den
bugüne beş kısa filme imza atan Lilja, post-apokaliptik kısası “Återfödelsen”
ile adını duyurmuş bir isim. Dört ödüllü film aynı zamanda Kagerman ile
birlikte çalıştıkları ilk film. On iki kadın yönetmenin pornografiye
bakışlarından oluşan kısa filmleri toplamı 2009 yapımı “Dirty Diaries” ile ilk
kısa metrajına imza atan Kagerman, dört kısa filmlik bir filmografiye sahip.
Aniara, ikilinin dördüncü ortaklığı. Filmin hayli kalabalık bir oyuncu kadrosu
bulunuyor. Emelie Jonsson, Bianca Cruzeiro, Arvin Kananian, Anneli Martini, Jennie
Silfverhjelm ve Emma Broomé başı çeken isimler. Kuzey Avrupa sinemasını
sevenler için tanıdık simalar.
Zaman uzay zamanı… Mars’a çoktan yerleşilmiş.
Dünya’dan Mars’a yolculuk yapan bir gemideyiz. Üç hafta sürecek yolculuk
boyunca insanlara tam konfor ve eğlence imkanı sağlayan bir gemi. Lakin hesapta
olmayan bir kaza ile her şey değişir. Uzay aracı bir enkaza çarpınca tüm
yakıtını boşaltmak zorunda kalır. Bir de üstüne rotadan çıkınca meçhule doğru
sürüklenmeye başlar. Gemideki insanlar için umut giderek azalmaktadır.
Bir uzay operası olan Aniara, tipik kuzey Avrupa
filmlerinin atmosferini taşıyor. Bilim kurgu da çekseler renkleri, atmosferi
hep gri ve soğuk… İşin dram yönünü kotarmayı sağlayan atmosfere şiirsellik de
uyarlanan metin sayesinde eklenince ortaya 24 yıllık bir yolculuk çıkmış. Söz
konusu şiiri okuyanlar durumdan memnun. Bizim gibi şiiri okumayanlar içinse
durum biraz farklı. Elbette 24 yıl süren bir yolculuğu 106 dakikaya sığdırmak
mümkün değil. Belirli zaman dilimlerine bölünerek parçalar halinde bir anlatım
tercih edilmiş. Özellikle ilk yarı baş karakter Mimaroben sayesinde hızlı
ilerliyor. Sonrasıysa biraz sıkıntılı… Dünyanın güzelliklerini gösteren anı
toplayıcısı son teknoloji bir cihaz sayesinde işin duygu yönü işlenirken bu
duygusallık aynı negatiflikle yansımıyor. Koca gemiye umutsuzluk hakim
olduğunda hissedilmesi gereken kapana kısılmışlık hissi neredeyse hiç yok.
İkilinin tercihleri sadece baş karakter ile sınırlı kalmak olunca birçok fırsat
ıskalanmış. İşin mantık yönünde de bazı tuhaflıklar var. Bir uzay gemisinin
süzülmesine alıştık ama bunun 24 yıl sürmesi ancak çözüm üretilebildiğinde
inandırıcı olabilir. Oksijen başta olmak üzere gıda falan nasıl yeter onca
süre. İkinci yarıda dönem dönem anlatarak bu sorun aşılmak istense de olmamış.
Mekan kullanımı konusunda da sorunlu Aniara. Geminin sadece belli bölümlerini
görüyor ve tamamına hakim olamıyoruz. Umutsuzluğu hisseden insan kalabalığı
yerine intihar etmiş bir topluluğu görüyoruz sadece. Kagerman ve Lilja şiirin
uyarlamasında hayli zayıf kalmış. Seçtikleri bölümlerden bir bütün oluşmuyor.
İyi bir dramatürji yok ortada. Simgesel diyaloglar “bardaktaki küçük köpük”
tanımlamasıyla sınırlı kalıyor. Onun yerine değişken ruh hallerinden oluşan bir
yamalı bohça mevcut. Tuhaf bir sex ayini sahnesini bir hamilelik ve bebek
sayesinde oluşan umut izliyor örneğin. Bu karmaşanın devamı da tekrarlayan
intiharlarla ile gelince bir kıymeti olmuyor. Baş karakterine çok zaman ayıran
film diğer karakterleriyse sürekli es geçiyor. İlişkiler de karman çorman
olmuş. Özellikle ikinci yarıda tempo düşüyor ve akıcılığı kaybedince sıkıcılıkla
boğuşuyor. Vasat senaryoya rağmen filmin izlenmesini sağlayan şey konunun
beklenmedik olması. Martinson’ın şiiri uzayda geçiyor olsa da dünyevi ve insani
belli ki. İnsana ve ruha dair, ölüme doğru sürüklenişe dair bir umutsuzluk
destanı gibi görünüyor. En azından filmden öyle yansıyor. Senaryonun aksine
teknik anlamda çok başarılı ve yaratıcı bir film Aniara. Geminin detayları
başta olmak üzere efektler çok iyi.
Prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapan film peşi
sıra festival yolculuğunu sürdürmüş ve seyircinin ilgisiyle karşılanmış. Les
Arcs European Film Festival’de aday olduğu beş daldan dördünü kazanarak ödülle
de taçlanmış. Görselleri, renkleri, atmosferi ve konusuyla bilim kurgu
fanatiklerini heyecanlandırsa da 106 dakikayı pek de tatmin etmeden geçiren bir
film Aniara. Keşke diziye uyarlansaymış dedirtiyor. Kitap dilimize çevrilmediği
için bilim kurgu fanatiklerinin izlemesi gerekiyor yine de. Geri kalanların ise
görmezden gelmesi daha iyi…
Yorum Gönder