♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Dehşet Yolcuları ve Büyücü

Rivayete göre, William Friedkin bir gün Henri-Georges Clouzot’a,  sinemaya uyarladığı (Georges Arnaud’dan ) Le salaire de la peur’u yeniden çekmek arzusunu açar. Clouzot ise Friedkin’e bunun saçma bir fikir olduğunu söyler. Bunun üzerine Friedkin de “zaten onun çektiği kadar iyi bir film istese de çekemeyeceğini, endişe etmemesini” dile getirir. Nitekim Friedkin kendi yeniden çevrimi ya da kendi edebiyat uyarlaması ile kendi kendini doğrular. 

Sinemada Edebiyat uyarlamalarına ve yeniden çevrimlere özel bir ilgim var, yeniden çevrimi ya da uyarlaması olarak değil de yeniden yorumlanması olarak görürüm. En kötü uyarlamalarda ya da yeniden çevrimlerde dahi başka bir tat yeniden yakalamak her zaman mümkün ve elbette her sinemasever için kaçınılmaz olan, suretler ve asılları karşılaştırmak olacaktır.

Bugün ki konumuz, Henri-Georges Clouzot’ın sinemaya 1953 yılında uyarladığı Georges Arnaud romanı (İngilizce adıyla The Wages of Fear) Le salaire de la peur ve William Friedkin’in 1977 yılında yeniden yorumladığı Sorcerer… Tabi bu noktada Sorcerer’i bir yeniden çevrim olarak görmekle edebiyat uyarlaması olarak görmek izleyicinin inisiyatifinde. Yazarınız, romanı okumadığı için yeniden çevrim statüsüne almayı tercih ediyor ve aynı zamanda Clouzot’un uyarlaması ile ilgili yorumu da sinema eseri üzerinden olacak. 

İki filmi karşı karşıya getirmeden önce,  Friedkin’in neden Sorcerer ( büyücü/sihirbaz) gibi bir isim seçtiğini de merak konusu.  Hikâyenin karakterlerine ithafen mi emin değilim, o zorlu yolculuğu tabiatın da zorlayıcı koşulları karşısında ancak büyücüler tamamlayabilirdi belki ama belki de daha çok ustasına, Clouzot’a ithafen seçti bu ismi, zira Le salaire de la peur gibi bir film ancak bir sihirbazın/büyücünün elinden çıkabilirdi,  bir sinema sihirbazından…  Nitekim de Friedkin’in filmi kendi içinde iyi bir film olmasına rağmen Clouzot’un filminin seyirci üzerindeki büyüleyici, hipnotize edici gücünü yakalayamıyor. 


İki film (uyarlama) arasında küçük/büyük farklar var, yönetmenlerin mekân tercihleri, final tercihleri, hikâyeye başlangıç tercihleri izleyici için de farklı tatlar barındırıyor.  Bir ara not olarak; Georges Arnaud’ın hikâyesi ile de tanışmak gerek diyelim bu arada.  Ortak olan ise hikâyenin 4 karakterinin bir araya geldikleri (buluştukları) kasabanın oraya adım atan herkesi kendine hapsetmesi. Her iki filmde de ifade edildiği gibi oraya gelmek çok kolay ama ayrılmak neredeyse imkânsız. Herkesin çok fakir olduğu, kolayca gelebildikleri bu yerden gitmek için çok paraya ihtiyaç duydukları, iş bulamayıp para kazanamadıkları, şanslıysalar da hayati risk altında bir petrol rafinerisinde çalışmaktan başka alternatiflerinin olmadığı bir yer. 2,5 saatlik filmin sıkıcı olarak tabir edilebilecek giriş bölümünde bu kasabayı ve bu kasabada mecburen yaşayan insanları tanıyoruz. Filmin bu kısmı o kadar sıkıcı ki kasabada yaşayan herkes kadar biz de sıkılıyor, çaresiz kalıyor o yerden kaçmanın yollarını düşünmeye başlıyoruz. Esasında sıkıcı dediğimiz bu sürede sıkıldığımızı zannederken hikâyedeki herkes gibi bu yere hapsoluyoruz. Bu kasabada yaşamak ve o yaşamı izlemek o kadar sıkıcı ki nitrogliserin yüklü bir kamyonla dağ tepe aşmaya ya da tropik ormanlarda, asma köprülerde, fırtınada, ne pahasına olursa olsun o kasabadan gözümüzü karartıp kaçmaya hazır hale geliyoruz. Çünkü para kazanamadığınız, iş bulamadığınız, kazandığınız paranın ancak günü kurtarmanıza yettiği bu yerden elini kolunu sallayarak gitmek çok maliyetli ve zaten gerekli parayı da kazanamıyorsunuz. Her iki filmde de durum bu. Giriş bölümü farkı, Friedkin 4 karakterinin kasabaya gelmeden önceki hayatlarına göz atmamızı ve ne sebeple buraya geldiklerini görmemizi arzu etmiş, Clouzot ise direkt kasabaya çoktan gelmiş karakterlerimiz kasabadaki çaresizlikleri ile tanımamızı istiyor. Bu fark önemli mi? Sanırım değil ancak Clouzot’un hikâyesinin finali hikâyenin kendisi ile bir bütünlük oluştururken film bittiğinde çeşitli atasözleri mırıldanmamıza, felsefeler yapmamıza, filmin bütününü yeniden hatırlamamıza, içimizin yanmasına vesile olurken, Friedkin’in finali (esasında o da giriş ile bütünlük haline) pek de derin bir etki yaratmıyor.  Yaratmadığı gibi eden bulur dedirtmesi bile olası hatta hikâyenin en başına dönüp herkes için de bu cümleyi sarf etmek gayet makul görünüyor, belki de bu yüzden Friedkin’in yorumunda karakterlerle pek özdeşleşemiyor, hikâyeye o kadar da dâhil olamıyor hatta nitrogliserin yüklü kamyonlara o kadar da hapsolamıyoruz.  


Kasaba ahalisi ile birlikte ortalama 45 dakikalık mahkûmiyetimizin ardından başlayan gerilim sürecini nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Friedkin’in Sorcerer’i için böyle derin bir gerilimden söz edemesem de Clouzot’un Le salaire de la peur’u için söylenecek tek şey (bir klişe olarak) anlatılmaz yaşanır olabilir. Peter Pan’in; “ölmek müthiş bir macera olacak” sözünü anımsatırcasına, biz de hikâyenin karakterleri de ölümcül bir maceraya aynı cüssede esir oluyoruz. Birinde ağaç, diğerinde kaya olarak karşımıza çıkan engellerle nitrogliserinin patlayıcı gücüne tanıklık ederken aynı zamanda bu yolculuğa cesaret eder miydik kendimizi sorguluyoruz.  Yanı sıra Sorcerer’in asma köprüsü mü daha ürkütücü, Le Salaire de la Peur’un yol kenarındaki ahşap manevra alanı mı? Tam da bu noktada hangi yönetmenin daha büyücü olduğu ortaya çıkıyor sanırım. Asma köprü sahnesini kişisel olarak abartılı ve olasılıklar dışı bulurken, o sallantıya hangi nitrogliserin (filmden edindiğimiz bilgiye göre) dayanır, hangi çürük asma köprü o kamyonu taşır diye sormaktan kendimi alamıyorum.  Ahşap manevra alanı ise fazlasıyla korkutucu ve gerçekçi… Her iki sahneyi yönetmenlerin büyüleri ekseninde karşılaştırırsam Clouzot’un çekim açılarıyla izleyiciyi neredeyse tekerleklerin altına çektiğini, uçurumdan attığını söyleyebilirim. Friedkin ise göz gözü görmez fırtınada karakterler ve izleyici arasına da göz gözü görmezlik hali örüyor ve izleyiciyi o dehşet anlarının epeyce dışında, ötesinde tutuyor. Le salaire de la peur olmasaydı (ki yazarınızın kişisel tüm zamanlar listesinin ilk 5 filminden biridir) Sorcerer daha büyük bir etki yaratabilir, göz doldurabilirdi ancak öncesindeki o kadar iyi ki, Sorcerer kendi içinde iyi bir film olmak sınırını aşamıyor.

Son tahlilde Dehşet Yolcuları’nın bir Büyücü gibi ince hesaplar yaparak tabiatın engelleyici gücüne direndikleri bu biri az güzel, diğeri çok güzel, hem aynı hem ayrı iki filmi peş peşe de izleyebilirsiniz, aynı dehşetin farklı tatları… 

Dehşetli seyirler 


Share this:

1 yorum :

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template