Hayvanların seslerini duymayı ne zaman bıraktık? Onlarla göz teması kurmayı, onlara dokunmayı ne zaman? Oysa halen hayatın içinde onlar… Bazen yaralı, bazen şefkat bekleyen gözlerle belki ağlamaklı, belki yalnız ama hep başucumuzdalar. Sokaklardalar. Zaman zaman sosyal medyada örgütlenmiyor muyuz, sokak hayvanlarına yardım telaşıyla. Yere sakız atmayın diye uyarıyoruz. Havai Fişek atmayın diyoruz. Bir kap su, bir kap mama diyoruz. Bir hevesle sahiplendiği hayvanı o hevesi geçince sokağa bırakanlara kızıyoruz en çok. Sahip çıkan sayımız az diye dertleniyoruz zaman zaman. Şehirlere rol biçen, karakter veren en önemli öğelerden biri onlar halbuki… Örneğin, İstanbul… Martı sesleri olmadan İstanbul mudur? Cihangir, kediler olmadan Cihangir midir? Güvercinler olmadan o meydanların bir haşmeti kalır mı? Ya da bir bankta oturup denize bakarken yanınıza bir köpek gelmiyorsa, vapura bindiğinizde simidinizi iştahla beklemiyorsa martılar, ne anlamı var… Kedileri, köpekleri, güvercinleri ve martılarıyla güzel İstanbul… Onların sesiyle oluşuyor bu kalabalık ve kaotik şehrin müziği… Onlarsız cansız bir şehir…
Öykünün Türk Edebiyatındaki yükselişi malumunuz. Son birkaç yılda özellikle butik yayınevlerinin örnekleriyle oluşan karma öykü kitapları da yükselişte. Hayvanlara dair öykü kitaplarını da son birkaç aydır görmüştük. Az bilinen, çoğunlukla ilk heyecanı yaşayan öykücülerden oluşan “Pati Öyküleri”, “Kedi Öyküleri” derken Timaş yayınları da “İstanbul’un Sakinleri” ile geldi. Tuğçe Isıyel’in hazırladığı kitap 18 yazarın öykü ve anlatısından oluşuyor. Ustalar ve çıraklar diye özetlenebilecek iyi bir kadro bir araya gelmiş.
Şükrü Erbaş yapıyor açılışı. O her zamanki naif diliyle hayvanlar olmadan ne kadar yalnız kaldığımızı anlatıyor. Mehmet Güreli alıyor sözü sonra, iyileşince giden martıyı anlatarak. Çığlıkla ve teşekkürle… Ethem Baran kuşları, Sevin Okyay kedilerini, Mario Levi de köpeğini anlatıyor. Kitabın edebiyatla en haşır neşir öyküsü geliyor sonra; Vecdi Çıracıoğlu’nun “Orhan Veli’nin Akçakuşu”su… O heykellerin olmazsa olmazları ve şairlerin İstanbul’undaki kuş sesleri eşliğinde hem de. Ali Ayçil alıyor sözü sonra; “Güzel güvercinler, siz bu şehrin kanatlı tarihisiniz” diyerek. Irmak Zileli de sokakta alıyor soluğu. Bir köpek çetesiyle “İstanbul’un Kokuları”nı aktarıyor burnumuza. Kitabın en iyi öykülerinden biri… Haydar Ergülen ise bir manifesto yazmış: “Kedi Sevmenin 10 Yararı”. Daha iyi kim özetleyebilir di sahi? Mutlaka okumalı kediseverler.
Mehmet Said Aydın kuşlarla uçmayı seçenlerden. Fuat Sevimay ise kurgusu ve çoğul anlatıcısı ile köpeklerin değişmez kaderine vurgu yapmış harika öyküsüyle. Hemen ardından Gökhan Akçura’nın öyküsü ile işin diğer tarafını öğreniyoruz adeta. İki öykünün peş peşe birbiriyle uyumu da kitabın renklerinden biri. Melike İlgün kuşları beslerken Ömer İzgeç de içimize kuş dolduruyor. Sonrasıysa soluksuz okunan dört öyküyle geliyor. Emrah Polat köpek dövüştürüyor, Mevsim Yenice altı çizilesi cümlelerle kanatlanamayan insanları anlatıyor harika öyküsüyle kuşlar üzerinden. Ömür İklim Demir martılara takmış kafayı. Pelin Buzluk da kapanışı parklar ve ağaçlarla yapıyor.
“Hiç kimse hiçbir hayvanı sevmiyordu. Evler ölüyordu. İnsanlar her gün biraz daha kötü oluyordu.” diyor Şükrü Erbaş… İçimizdeki martı çığlıklarını, kuş tüylerini, sokak kedilerinin o güvensiz hallerini, köpeklerin korkan bakışlarını hatırlatıyor “İstanbul’un Sakinleri” her öyküsüyle. Evet, onlarsız İstanbul olmaz ama sahi sakinler mi? Onlarsız ruhsuz, müziksiz bir şehir burası. Onlarsız renksiz. Öykü okurları ve hayvan severlerin ilgisine mazhar ve beklentilerini fazlasıyla karşılayacak iyi bir derleme bu. 18 yazarlı “İstanbul’un Sakinleri” ez cümle şunu diyor bize özetle: Onlar bize İstanbul’un emanetleri… Cümlenin devamını nasıl getireceğini bir kez daha düşünmesi getiren bizleri anlatıyor. Belki yorgun ama umutlu…
Yorum Gönder