Artık alıştığımız üzere, kahramanların vazgeçip her şeye sıfırdan başlama lüksü ya da emekli olmak gibi bir seçimi yoktur... Her aksiyon filmi için gerekli pim mutlaka çekilir... Yeni hayatında sıradan bir adam olması gereklidir, aile babası olması da önemli mutlaka... Ya kötü adamlar hesap kapatmak için o eve gelecektir ya da o gidecektir onların evine... Her durumda kaçınılmaz olan, hesaplaşma yerinin bir kalede gerçekleşecek olmasıdır... İşte o kalenin prensi olmaya soyunan karakterlerinin üzerine kurulu bir deneme “The Prince”... Çok iddialı olmayan 2014 yapımı b-türü filmin, “Prens” adıyla vizyona girmesi haddini fazlasıyla aşmanın sonucu olsa gerek...
Vizyona girmesini sağlayan oyuncu kadrosu elbette... Ama işi bilenin künyeye bakması gerekiyor artık... Herhangi bir oyuncu için filme bilet kestiren bu çağda kaldı mı diye düşünmeden edemiyor insan... Ortada hiç bir yaratıcılık imaresi olmayan bir filmi sırf oyuncuları için vizyona sokmak, en abartısız haliyle söyleyeyim, küfür gibi... Andre Fabrizio ve Jeremy Passmore senaryoya imza atan isimler... Kısa filmci Fabrizio ilk uzun metrajında, kısa filmlerin ardından fantastik drama “Special” ile 2006’da iyi iş çıkararak sıçrama yapma şansı yakalayan Passmore ise son olarak yeniden çevrim “Red Dawn”ın senaryo ekibinde yer almıştı... Gelelim yönetmen koltuğunda oturan isme: Brian A Miller... Aktörlükten yönetmenliğe geçiş yapan Miller, ilk denemesini “Caught in the Crossfire” ile 2010’da yapmış ve sonuç facia da olsa bir yıl sonra “House of the Rising Sun”la b-türü aksiyon film sevenlerin gözüne girmiş... Geçtiğimiz yılı da şimdilik filmografisinin en iyi filmiyle kapatmış... En iyisi derken, yine bildik konu bolca klişe ama en azından tempolu ve sıkılmadan izlenebilir bir film “Officer Down”... Bu yıla da iki film sığdırmış Miller, ikisi de aksiyon, ikisinde de durmadan silahlar patlıyor... “The Prince” ile aynı yıla sığan diğer film, bizde de türün meraklısının ilgisini çeken “The Outsider” ama sonuç yine facia... Kötü demek için bile kötü filmlerden... Sıkıntıdan patladığınız anda, kanalları gezerken dandik bir kanalda rastladığınız ve neresinden yakalarsanız yakalayın konusunu hemen anlayarak amaçsızca seyrine daldığınız filmlerden... Aynı tanımı tüm Miller filmleri için yapmak mümkün... Elbette “The Prince” için de geçerli bu durum... Oyuncu kadrosu demişken sayalım; Bruce Willis, John Cusack, 50 Cent, Jason Patric, Jessica Lowndes ve Gia Mantegna... Afişlerde öyle görünmese de filmi sürükleyen oyuncu Patrick olurken, Willis ara ara görünmekle kötü adam kontenjanını yerine getirirken, Cusack ve 50 Cent de kısa konukluk seviyesinden ileriye gitmiyor... Kadın oyuncu kontenjanı da dizilerle dikkat çeken Lowndes’le doldurulmuş da en azından güzel bir şey görebiliyoruz...
Kendi halinde bir adam vardır, sessiz sakin, küçük kasabanın sıradan adamıdır... Her şey fazlasıyla yolundadır... Bir kaç gün kızına ulaşamayınca işkillenir... Beklemekle olmaz hemen atılmalıdır yola... Öyle de yapar, kızını aramaya koyulur... Yanına gereken güzel yoldaşı bulur ve eski günlerine döner... Mutlaka askeri kökeni olmalıdır... Terk ettiği şehre geri dönmek zorunda kalmalıdır... Vücudu dövmeler ve yara izleri dolmalıdır... Bırakılmış bağımlılığına mutlaka yeniden başlamalıdır... Efsane olduğu şehre dönüşü de konuşulacak cinsten olmalıdır... Hakkında anlatılanlardan herkes ürkmelidir... En kötünün kulağına gitmelidir efsanenin geri döndüğü... Ki son hesaplaşma onunla olmalıdır...
Türe dair tüm klişeleri birer birer uygulayan berbat bir film “The Prince”... Vasatı bile yakalayamayan, hiç bir anında merak duygusu veya heyecan yaratamayarak bildik finaline doğru yürüyen, herhangi bir yaratıcılık, sinemaya dair herhangi bir artısı olmayan saçma sapan bir zaman kaybı... İzlemeden unutulması gerekenlerden...
Yorum Gönder