♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Mola...

Uzun uzun imgelerle anlatıp, metaforlarla donatıp, afili cümleler edebilir, içimi dışarı çıkarabilirdim... Nefesimi uzun uzun tutup, kendimi zorlayıp eşiğimi görebilirdim... Marka kahvecilere gidip yer bildirimi yapabilirdim... Ya da masayı donatıp çilingir kıvamında, çekip fotoğrafını instagrama atabilirdim... Her sohbetin ortasında telefonuma davranıp bir dakka diyebilir, pardonlarımı sıralayabilirdim... Ya da twittera dalıp o gün ne varsa gündemde, her zamanki beylik laflarla tepkimi gösterip beğenilmesini bekleyebilirdim... Sosyal alemde gülücükler saçıp, fallar bakabilirdim... Her gelen mesaja anında dönüp, nezaketle mesafeyi koruyabilirdim... Ama yorulurdum günün sonunda... Yoruldum da...

Aslında uzun cümleler kurup çaktırmadan da anlatabilirdim meramımı... Ya da anlatmazdım, niye ki, kime ne hem?... Hesapta olmayan şeyleri de düşünüp, detaylandırmayabilirdim... Umursamayabilirdim... Ama umursuyorum lanet olsun ki...

Geçen ay bir konser peşine düşüp soluğu başka şehirde aldığımda mola veriyorum demiştim, yetmemiş... Dönüşte bir e-mail görünce gözlerim doldu... “Hocam, mobilden internet kullanamıyorsun galiba. Ben yardımcı olayım, aynı operatördeysek hemen net paketi göndereyim, değilsek yarın hallederim” demiş kelimesi kelimesine... Açıkladım elbet, interneti sadece pc başındayken kullandığımı... Tatil modundayken, insana karışırken karşımdakinin durmadan telefonuna bakmasını, o salak cihazın ötmesiyle pavlovun köpeği gibi tuş kilidini açmasını saygısızlık olarak adlandırdığımı... Uzun uzun anlattım hem de... Lakin bu ilk değil, bunun gibi çok örnek var... Üç gün yazı girmesem, sosyal medya hesaplarımda hareket olmasa “ne oldu? bir sorun mu var?”larla geçiyor son bir kaç yılım... Bu ilgiyi hak ettiğimi de düşünmüyorum ama, onlara karşı sorumluluğumu da biliyorum hep... Yoksa bu blog, her gün binlerce kişinin ziyaret ettiği bir blog değil... Yayındaki sekizinci yılında ama o rakamı hiç görmedi örneğin... Çok umursamadığım için bakmıyorum ama yarısını görmüştür belki... 

Neyse uzatmayayım... Bu yazıda, o ilgili dostlar için... Yakın tanıdıklar bilir, ağustos ortasından eylül ortasına kadar olan dönemim pek iyi değildir... Neden-sonuç ilişkisine girmeye niyetim yok... Lakin maske takıp her şey normalmiş gibi devam etmeye de... Bir tür inziva diyelim o döneme... Bu sene biraz gecikti aslında, gelmeyeceğini düşünmüştüm... Ama sıkmışım belki de kendimi... Portishead konserinin etkisiyle ertelenmiş belki de, ya da bir gün sonrasındaki alışık olmadığım mutlu gecenin etkisi belki... Lakin çoktan demlenmiş işte, o eşiği geçmiş, büyümüş içimde... 

Kısacası, ne kadarlık süre için bilmiyorum ama başta blog olmak üzere, internet üzerindeki tüm hesaplarımda moladayım... Sadece internette değil, gerçekte de tabii, dolayısıyla telefon etmeyi ve sms’i de unutun... Tek istisnam, radyo mood’daki “kulak keyfi mixtape”... Orda yayın sürecek, duyurusunu yapacağım ama onun dışında buralarda olmayacağım... Kişi ya da konu farketmeksizin, kimseyle iletişimde olmak istemiyorum... Gelen hiç bir şeyi okumayacağım... Haliyle cevaplamayacağım da... O yüzden af isteyeyim şimdiden... Meramımı anlatıp, sorumluluğumu yerine getirdiysem ne mutlu...

Bu dönemlerde dönüp dolaştığım üç şiir vardır, onları da paylaşayım meraklısına... Alaattin Topçu’dan...

“ah! bir çiçekten bir çiçeğe, bir daldan bir dala
çoğalamadığımız... gözlerimizden belli. oturuşumuzdan
küskünüz. nice yanılgılara imza koymuşuz, nice yılgılara
savrulmuşuz. anılar çağırsa da. bezginliğimiz
kaldırıp koyamaz bir adımı bir adımın yanına

üstelik yük oluyormuşuz eşe dosta. rahatsızlık veriyormuşuz.

ah! bir renkten bir renge, bir notadan bir notaya
tedirginliğimiz... parmaklarımızın titremesinden belii.
gülüşümüzden, yanımızda gezdirdiğimiz.
iç sıkıntılarımız, ruhsal sarsıntılarımız
dökülmüşüz. aşkımız çağırsa da. ezikliğimiz
kaldırıp koyamaz bir sevgiyi bir sevginin yanına

üstelik başımızın çaresine bakmayı öğrenmeliymişiz

ah! bir insandan bir insana, bir maymundan bir maymuna
tiksinmişliğimiz... kusmalarımızdan belli. buruşukluğumuzdan
ütüsüz. nice acılar giyinmişiz, nice yenilgiler
parçalanmışız. yoldaşımız çağırsa da. güvensizliğimiz
kaldırıp koyamaz bir omzu bir omzun yanına

üstelik umut bağladığımız dağlara kar yağmış...”

“usandım artık jiletle doğramaktan bileklerimi
ipimi boynuma geçirmekten, balkondan boşluğa yuvarlanmaktan
bıçağı gırtlağıma dayamaktan, kurşunla delmekten alnımı
kaç kez denediysem intiharı, uygun değildim uygun değildim...”

“orada beni bekleyen bir gelecek varmış
es geçiyorum
şurada beni bekleyen bir dün varmış
es geçiyorum
burada beni bekleyen bir bugün varmış
es geçiyorum

bütün beklentileri tükettim
tarihsiz ve tarifsizim...”

Aslında, iyi ki var dediğim güzel bir insan, benim yerime nefes vermiş... Adını da koymuş görmeden, bilmeden... O alsın sözü, ben kozamı öreyim, yırtmaya değer mi göreyim...




Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template