Yayıncılıkta beş yılı geride bırakan Alakarga kitap, güz dönemine değişimle girdi. Kısa zamanda edebiyat okurunun ilgi ve sevgisini kazanarak ticari kazanımlara yönelik hiçbir şey yapmadan çizgilerini kendi doğruları üzerine kurmuşlardı. O dönem yayımlanan Sarnıç dergisinin de etkisiyle adeta öykü okulu haline gelmişler ve öykü okuruna yeni isimlerle tanışma heyecanını sıkça yaşatmışlardı. Beşinci yılına “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” mottosuyla başlayan Alakarga’da değişim sürüyor. Birkaç kez değişen logosuna şimdilik son şeklini verirken, kapaklarını da ilk dönemlerinin tonuna çekti. Yine beyaz ağırlıklı ve küçük resimli kapakla ilk tanışma heyecanımızı bize yeniden kazandırmış durumdalar. Değişimin bunlarla sınırlı kalmadığını da Suat Duman geçtiğimiz günlerde verdiği röportajda dile getirmişti: “Yayınevimizin geride kalan süreçte kendine biçtiği bir diğer görev de yeni yazarların ilk kitaplarını okuyucuyla buluşturmaktı. Özellikle genç yazarların edebiyat ortamımıza kazandırılması açısından Alakarga Yayınları kanımca hayati bir görev üstlendi ve bu görevi öyle ya da böyle yerine getirdi.” sözleriyle geride kalan dönemi özetleyen Duman, yeni dönemi de anlatmıştı. “Geride bıraktığımız beş yıllık döneme baktığımızda hedeflerimizi büyük ölçüde yakaladığımızı düşünüyorum. Bir yayıncılık ideali koyuyorsunuz önünüze ve ona doğru yürüyorsunuz; fakat bir de hayatın gerçekleri var. Yani siz iyi edebiyat basma idealiyle yürürken bir yandan da kurduğunuz yapıyı ayakta tutmak zorundasınız. Zannedersem bununla sadece yayıncılar değil Türkiye’de herhangi bir iş yapmak isteyen herkes yüzleşiyor. Bir yandan ticari açıdan kurduğunuz yapıyı sürdürülebilir hale getirmek diğer yandan da ideali korumak. Alakarga Yayınları ideallerini korudu. Daha iyilerini yapması gerekiyor. Birçok yapısal değişiklikle girdiğimiz yeni bir dönem bekliyor bizi. Birtakım stratejik değişikliklerimiz olacak ama esas olarak başta koyduğumuz hedeflere doğru yürüyeceğiz yine.”
Artık ilk dosyalar konusunda daha seçici olacaklar, kataloglarındaki yerli yazarların bazılarıyla yola devam edecekler, klasikleri yeni çevirileriyle sunacaklar ve en önemlisi de okurları dünya edebiyatından yeni isimlerle tanıştıracaklar. Bu yeni tanışma heyecanı için cephaneliklerinin dolu olduğunu da duyurmuştu Duman. Merak ve heyecan uyandıran isimleri sıralamıştı. Eylül ayında üç klasikle başlayan yeni dönem, yeni kapaklarla tanışma faslıydı. Yeni çizgiyle tanışma faslınıysa Ekim ayına bırakmışlar. Bu faslın öne çıkan ilk isimleri Maksat Nur ve Marente De Moor. Farklı ülkelerin edebiyatıyla tanışmak isteyenleri heyecanlandıracak isimler. Yeri gelmişken belirtelim; Björn Rassmussen, Justin Kerr, Angel Esteban ve Yasunari Kawabata ile devamının geleceğini de müjdelemişler.
Azeri yazar Maksat Nur’un yaşam öyküsüne baktığımızda Alakarga ile uyumu da göze çarpıyor ilk olarak. 1968 Azerbaycan doğumlu yazar, savaş muhabirliği ve gazetecilik döneminin ardından 2001 yılında edebiyat alanında Azerbaycan’ın ilk edebiyat sitesi olan Yenisi’yi kurarak genç edebiyatçıların eserlerini yayımlamış. Yapıtları pek çok dile çevrilerek çeşitli dergi ve antolojilerde yayımlanmış. “Şehrin Sahibi” Azerbaycan’ın Milli Kitap Ödülü’nü aldıktan sonra Gürcistan ve İran’da basılıp Rusya ve Ukrayna edebiyat dergilerinde yayımlanmış. O da genç edebiyatçıları ülkesinin okuruyla tanıştıran bir alakarga diyebiliriz.
Çağdaş Azerbaycan edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Nur’un romanı “Şehrin Sahibi”, ilk tanışma için ideal bir okuma keyfi sunuyor öncelikle. Özellikle hakkında hiçbir bilgi yokken ve beklentisiz ya da nötr düşünen okuru hayli şaşırtacak bir keyif sunuyor. Dili, kurgusu ve üslubuyla okudukça açılıyor ve derinliğin içine hapsediyor okurunu. Bunu olanca sakinliğiyle yapması da takdire şayan… Bir de metnin nereye gideceğinin kestirilememesi var ki, okurun alabileceği en büyük haz da bu. Kitabın arka kapağında yer alan “Bayılacaksınız.” ibaresi boşuna değil.
1986 yılının Nisan ayı… Gelen bir telefonla binilen bir araba ve şehrin sahibi olarak adlandırılan Vali ile çıkılan yolculuk. Anlatıcımız Ferec, arabaya okurunu da bindirerek gezintiye çıkarıyor. Kapıları kilitliyor adeta, inmeniz pek mümkün değil. Zira, hem geçmişe hem bugüne hem de geleceğe çıkılan bir yolculuk bu. Maksat Nur direksiyonda ve arabayı usul usul sürüyor. Zaman geçişleri ve olaylar arasında çok iyi bir tutturuyor. Anne arayışı, Vali’nin anneyle ilişkisi, kendisinin hayattaki tavrı ve konumu, geçmişi derken geçişlerle bir halka kurarak romana derinlik kazandırıyor. Bu çoklu katmanın altına da bunca kişisel öyküye rağmen evrensel bir sorunu inşa etmiş. Bu tekilden tümevarım yöntemiyle hem kendi ülkesini anlatıyor hem de her ülkeyi. Çağımızın en büyük akıl tutulmasına değiniyor Maksat Nur. Gücün yarattığı etki, karşı konulmaz hayranlık ve adeta büyülenmeye yol açan cehalet.
Temeli hayli gerçekçi olan roman, Ferec’in film arşivlerini korumakla görevli olmasının da etkisiyle hayli sinematografik bir anlatımla ilerliyor. Bu anlatımla kurduğu yapının üzerini hayal ile gerçek arasında görünen sanrılarla işliyor. Yer yer gerçeküstücülüğe başvuruyor, benzetmeleri ve simgeleri kullanıyor. Hayli sert olabilecek anlatım yerine sakinliğini de koruyor. Gerçekler ile sanrılar arasındaki dengeyi ustalıkla kuruyor ve ritmini de elden bırakmıyor. Aynı düzeyde akıp gidiyor roman. Gücün yarattığı efsunlanmayı daha arabaya atılan ilk adımdan itibaren vurguluyor Nur, küçücük sözcüklerle: “Belki ben valinin korkusuyla yılanın, avını efsunladığı gibi onun ayakları altına düşmüştüm; belki bu yüzden küçük işaretleri, imaları görmüyor, anlamıyordum.” Vali’nin halkın arasına karıştığı anlarda da homurdanmalar, öküzler, marallar derken hayvan suretlerine başvuruyor. Bu büyük akıl tutulmasını tüm gösterişten uzak anlatıyor. Gücün yarattığı taşkınlık için korumalar öküz, halksa üzerine basılıp ezilebilecek hayvan suretlerinde görünürken “gerçek bir hayvanat bahçesi” olarak tanımlıyor. Son noktayı da yine anlatıcımız Ferec koyuyor: “İnsanlar çok güzel, sıcak, kardeş ve günahsızlar. Bırak onlar istediği şeye, hayvana, taşa, ağaca, toprağa, suya dönüşsünler ama yeter ki kaybolmasınlar.” Bu kayboluşu da yine Ferec üzerinden dillendiriyor: “Hayatında boşluktan ve bozluktan başka hiçbir şey görmeyen bir insan ne yapsın, gelecekte nasıl yaşasın? Üstelik sen hayatındaki bu bozluklar için hiç kimseyi, kendini de etrafındakileri de kınamıyorsan; kısacası, geçmişinle barışık yaşayabiliyorsan o zaman hayatından memnunsun demektir.”
Maksat Nur, “Şehrin Sahibi” ile günümüzde yaşanan güce tapınmaları ve şehrin ağırlığını anlatıyor. “Şehir ağırlaşmış, sanki benim omuzlarım üzerinde duruyor. Ben şehrin üstünde gezmek istesem de şehir bir dalga gibi beni altına almak, kapatmak ve sallayıp uyutmak istiyor.” Okurunun da zihnine çökecek bir dalga yaratarak edebi haz verecek bir roman…
Şehrin Sahibi / Maksat Nur
Çeviri: İmdat Avşar
Türü: Roman
Baskı Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 128 Sayfa
Yayınevi: Alakarga Yayınları
Yorum Gönder