♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Kulak Keyfi : Temmuz Raporu

Sıcaklarda nefes almak için müziğe dört elle sarıldığımız Temmuz ayı bolca albümle kulağımızda yer etti... Büyük isimlerin beklenen albümlerine kavuşurken, yayımladığı ilk kayıtlarından bu yana beklediğimiz debutlara da kavuştuk... Antemasque, Morrisey, Manic Street Preachers ve Spoon majör yeniler olurken, iyi albümler emekleme dönemindeki isimlerden geldi... Blues Pills, Low Roar, The Wytches ve Unkle Bob ayın en iyi albümlerine imza atanlar... Yerli piyasadaysa az ama öz albümle geçti... Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar ve Mozaik külliyatı şimdiden yılın en önemli albümleri... İşte Temmuz ayında yayımlananlardan dinlediğim 21 yabancı ve 5 yerli albüm...


Antemasque – Antemasque
The Mars Volta ve At the Drive-In kadrolarının karışımından oluşan yeni proje, yılın en heyecanlı über grup beklentisini yaratmıştı... Debut albümleri için gün sayanlarıysa sonunda ödüllendirdiler... Kendi adlarını taşıyan 10 şarkılık debut ortak bestelerle ortaya çıkmış... Tüm sözlerse Cedric Bixler Zavala imzalı... Bir kaç şarkısıyla dikkat çekmenin dışında beklenenden uzak, coşkulu ama ağır aksak bir bütün...


Allah-Las - Worship The Sun
2012’nin en iyi yeni çıkışlarından birini sergileyen California dörtlüsü ikinci albümleriyle çok bekletmeden çıka geldi... Tam da doğru zamanda, kumsalda kulakları dolduracak, uzun yolda güneşin etkisini azaltacak bir ferahlama yaratmak üzere gelmişler... 12 şarkılık albümle bıraktıkları yerden devam ediyorlar... Resmi olarak 16 Eylül’de yayımlanacak albüm, hadi eğlenelim coşalım, yüzelim sörf yapalım enerjisi vermenin dışında hayli sıradan tınlıyor...


Alvvays – Alvvays
Ayın en güzel keşiflerinden birini yaşatan Toronto çıkışlı beşli, noise tonlarıyla bezeli lo-fi dream pop soundlarıyla dokuz şarkılık bir güzelliğe imza atmışlar... 2011’de kurulan beşli, her şarkıları sevilesi çok iyi bir debut albümle daha ilk şarkıdan itibaren dinleyeni yakalıyor... Albümün zirvesi de “Party Police”...


Blues Pills - Blues Pills
Kuzey ülkelerinin atağı artarak sürüyor... İsveçli blues-rock dörtlüsü Aralık 2011’de kurulmuş ve çok geçmeden duyurmuş adını... 2012’de yayımladıkları single ve e.p.’lerle yarattıkları hayran kitlesi onları festival sahnesine taşımış... Kendi adlarını taşıyan debutla üç yılın özetini çıkarıyorlar... Hem de gümbür gümbür... 10 şarkılık albümle muhteşem tınlıyorlar... Herkes üzerine düşeni yapmış ama ağırlık vokalleri üstlenen Elin Larsson’da... Aretha Franklin, Fleetwood Mac, Led Zeppelin, Jimi Hendrix, Janis Joplin ve Cream’e olan sevgilerinin altını her fırsatta çizen grup, tam da o efsanelerin dönemine yakın tınlamakla kalmıyor, özgün olmayı da başarıyor... Zaten muhteşem soundlarıyla 60’lara 70’lere aitler... Yılın en muhteşem çıkışını ıskalayayım demeyin...


Cloud Boat - Model Of You
Kederli şarkılarıyla gönül dağlayan Sam Ricketts & Tom Clarke ikilisi ara vermeden üretmeye devam ediyor... Geçtiğimiz yıl yayımladıkları “Book Of Hours” debutlarını takip eden ikinci albüm, huzur dolu nağmelerle yine keyfekeder şarkılar sunuyor... 12 şarkılık albüm, biraz daha elektronik, hüznü de biraz kısmışlar ama o şahane atmosfer yerli yerinde... Özellikle “Hideaway”in etkisine girmemek zor...


Honeyblood – Honeyblood
Davulda Shona McVicar, vokal ve gitarda Stina Tweeddale’den oluşan Glasgow ikilisi kimsenin tanımlamasına ihtiyaç bırakmadan cruch pop yapıyoruz diyorlar... 2012’de siftah etmelerini takiben hızlı bir süreç yaşayarak adlarını duyurmuşlardı... İki şarkılık demo kasetten geldikleri yolda bolca destek de gördüler... The Breeders ve Throwing Muses gibi devrinin önemli isimlerini hatırlatmalarıyla kulağı çabucak sarmaları bunda en önemli etken... Lakin henüz oradan uzaktalar, uzun bir yolları var önlerinde... 12 şarkılık debut albümle attıkları ilk adım, “henüz olgunlaşmadık ama ilerde o da olur, bizimle kalın” diyor 39 dakika boyunca... Bi kulak vermenizde fayda var...


Hooray For Earth – Racy
2005’de kurulan Boston çıkışlı türler arası gezinen tanımlaması zor dörtlü yayımladığı kayıtlarla yavaş yavaş büyüyenlerden... Pop rock, experimental, electronic, space, hip hop başta olmak geniş bir yelpazeyi kullanan grup Noel Heroux önderliğindeki grup, bu denemelerinin meyvesini 2011’de yayımlanan debut albümleri “True Loves”ın gördüğü ilgiyle toplamıştı... Yılın en değişik tınılarını barındıran ve deneyselliğiyle fark yaratan albüm, yeniyi arayan dinleyicinin gözdesi olmuştu... Üç yıl sonra gelen dokuz şarkılık “Racy” de aynı yolun yolcusu... Grubu halen keşfetmemiş olanlar için önemli bir keşif olabilir ama debutun bir kaç adım gerisine düşüyor...


Jenny Lewis - The Voyager
Rilo Kiley sonrası her yerde gördüğümüz hayran olunası kadın, nihayet solo albüm yayımlamaya fırsat bulabildi... 2008’de “Acid Tongue” ile çaldığı bir parmak bal kimseyi tatmin etmemişti ama en azından vasatı aşarak ümit vermişti... Altı yıl sonra 10 şarkıyla yaptığı geri dönüş biraz yarım yamalak... Konu Lewis olunca, hep bir şeylerin eksik olmasına alışmış olanlar için sorun yaratmıyor bu durum... Onca zaman sonra üzerine iki adım ekleyerek küçük bir adım atmış oluyor Lewis... Daha fazlasını yapabilecekken yapamıyor bir türlü... Kanaat notuyla sınıf geçen öğrencinin karnesi gibi albüm, vasatlarda geziyor...


Low Roar – 0
2011’de keşfedeni kendine aşık eden İzlandalılar muhteşemliğini sürdürüyor... Yılın en meraklı bekleyişini sona erdiren albüm 13 şarkı içeriyor ve tam 68 dakika boyunca dinleyicisini dünyadan soyutluyor... Bambaşka bir evren bu, kulaklık taktığınızı sanıyorsunuz ama onlar aslında kanatlarınız... İkinci albümde de şaşırtmıyor Low Roar, yine mükemmel... Hani kadehlerin tokuştuğu gecenin sonlarında bir anda geriye çekilir masaya bakarsınız, anlamını bilmediğiniz bir huzur ve rahatlık çöker üstünüze peşinden duygusallaşıp ağlamanın eşiğine gelirsiniz ya, Low Roar şarkıları işte tam da orda...


Manic Street Preachers – Futurology
Son bir kaç albümdür formüle şarkılarla hit peşinde koşarak tekdüzeleşen MSP, geçen yılı da diskografilerinin en anlamsız ve yavan albümü “Rewind The Film”le kapatmıştı... Alçaklar! Kötüyü önce vermiş sonra da gülmüşler perde arkasından belli ki... Risk alarak, deneyerek ucu daha açık bir güzellikle şahane bir geri dönüş bu... 2000’li yılların onlara yaramadığını, sürekli kan kaybettiğini düşünürsek, 13 şarkılık albümle sözlerini sakınmadan nicedir özlediğimiz söylemleriyle adeta esir alıyorlar dinleyiciyi... Onları özel yapan da tam bu tavırdı zaten... Canlı, ihtişamlı müziğin üzerine yazdıkları politik sözler ve göndermelerle “Generation Terrorists” ve “The Holy Bible”dan sonra yaptıkları en iyi albüm... 


Morrissey - World Peace Is None Of Your Business
Son yıllarda bolca sorunla ve sağlık sorunlarıyla uğraşan Mozzo’nun beş yıl aradan sonra yeni albümle geri dönecek olması hepimize umut olmuştu... O bize şahane şarkılar hediye edecekti, bizde onu iyileştirecektik... Çok da hazırdık üstelik, şarkı listesi açıklandığından gördüğümüz “İstanbul” ile çığlıklar da atmıştık sevinçten... 18 yeni şarkıya kavuşmakta az buz değildi hani... Yayımlanan ilk şarkıları da sevdik, güzel bir albüm geliyor diye düşündük... Müzikleri yine iyi, döktürmüş usta... Ama iş kaleme gelince tükenmiş sanki... Kendisinden beklenmeyecek denli yavan ve etkisiz sözlere imza attığına inanmak çok zor...  Şaşkınlığımız bundan... Akılda kalmayan çok sıradan bir albüm bu, bunca bekleyişin ardından aynı şiddette hayal kırıklığı yaşatan...


Nico Vega – Lead To Light
2005’de kurulan California’lı alternatif rock üçlüsü internet çağının getirdiği şöhretlerden... Myspace üzerinden yayımladığı şarkıları kendine hatırı sayılır bir kitle edinen grup, 2009’da kendi adlarını taşıyan debutla kısa sürede milyonluk satış rakamlarıyla patlama yapmıştı... Peşinden büyük gruplarla çıktığı turnelerle iyice pişen üçlü, medya desteğini de arkasına alarak büyümeye devam ediyor... Dizilerde kullanılan şarkılar, özel coverlar derken beklenti yaratan albümü de tıka basa doldurmuşlar adeta... 15 şarkılık albüm “Bang Bang (My Baby Shot Me Down)” coverı da içeriyor ve gücünü Aja Volkman’ın vokalinden alıyor... Dan Reynolds, Tony Hoffer ve Tim Edgar üçlüsünün prodüktörlüğünde tüm hesaplar tutmuş... Alternatif rock’ın Amerikan kanadı için nabza şerbet... Kıtanın dışında çok fazla Amerikan kalmasının neler getireceğiyse tamamen dinleyicinin zevkine bağlı...


Spoon - They Want My Soul
Muhteşem Texas beşlisinin dört yıllık sessizliğini bozduğu albümü, daha tek şarkısı yayımlanmadan yılın en iyi albümü listelerine yazılacak kadar büyük bir merakla bekleniyordu... Her albümü iyi olan gruplar listesinin gediklisi, “Ga Ga Ga Ga Ga” ile 2007’yi, “Transference” ile de 2010’u kutsamıştı... Bu yılı da sekizinci stüdyo albümleriyle kutsuyorlar... 10 muhteşem şarkıdan oluşan albüm, büyük beklentileri karşılamakla kalmıyor üzerine de çıkıyor... Ayın ve yılın en iyi albümlerinden...


The Acid – Liminal
Grammy adayı prodüktör & DJ Adam Freeland, prodüktör, composer, müzik teknolojileri profesörü Steve Nalepa ve RY X’den oluşan ilginç üçlü debutla albümünü sonunda kulaklarımıza yolladı...  2013’de yayımladıkları e.p.’leriyle, özellikle de “Basic Instinct”le yankı uyandıran üçlünün elektronikayı Thom Yorkevari vokallerle süsleyerek melankoliye dönüştürmüş... Yarattıkları atmosferin güzelliğine rağmen fazla savruk, birbirinin aksi yönlere giden şarkılarla bütünlüğü kaybetmişler... Bu dağınıklık baştacı edilecek bir albümü ıskalamalarına yol açsa da debut için fazlasıyla iyi...


The Raveonettes - Pe'ahi
Ayın sessiz sedasız yayınlanan sürpriz albümü Danimarkalı ikiliden geldi... 10 şarkılık albüm yedinci stüdyo işleri... Bir değişiklik yaparak Justin Meldal-Johnsen prodüktörlüğünde ilk kez çalışmışlar ve sound farkı olarak yansımış bu durum... Bu değişimin en önemli artısı da bir önceki albümden daha iyiyi yakalamak olmuş... Konserleri çok eğlenceli olan ikilinin albümlerde aynı eğlenceyi yansıtamama sorunuysa halen devam etmekte... Küçük adımlar ata ata ilerliyorlar, vasatı aşmışlar ama en iyi albümleri için bekleyiş devam ediyor... “Killer in The Streets” gibi bir iki şarkı daha olsaydı keşke, biraz daha bekleyip sürprizi bozmazdık...


The Rosebuds - Sand + Silence
Üretim sıkıntısı çekmeyen, dinleyene de sıkıntı çektirmeden on yılı deviren Kuzey Carolina ikilisi altıncı albümleriyle dönüş yaptı... Üç yıllık arayı da bonus albümlerle doldurarak boş geçmemişlerdi... Ivan Howard ve Kelly Crisp her albümüyle ortalama seyreden, büyük grupların öncesinde ortam ısıtma görevini layığıyla yerine getirenlerden... Büyük kitlelere seslenmiyorlar, hiç bir albümleri ses getirmiyor, takıntı edeceğiniz şarkıları da bulunmuyor ama kulağınızdan da bir şekilde geçiyorlardı... 2011’de “Loud Planes Fly Low” ile bu senaryonun dışına taşarak önemli bir sıçrama yaptıktan sonra nasıl bir albüm yapacakları merak konusu olmuştu... 11 şarkılık albümle dönmüşler, vasat şarkılarla geriye doğru adım atmışlar...   


The Ting Tings - Super Critical
Debut albümleri “We Started Nothing” ile 2008 yılına damga vurarak şarkılarını herkese ezberleten Katie White ve Jules De Martino, dört yıl sonra yayımladığı ikinci albümle aynı başarıyı yakalayamamış ve hayal kırıklığı yaratmıştı... Resmi olarak 20 Ekim’de çıkacağı duyurulan üçüncü albümse sürpriz şekilde ay ortasında kulaklara düştü... Namluyu yeniden doldurma çabasının ürünü 9 şarkıyla o ilk etkiyi tekrarlamaya çalışan ikili kendine benzemeye çalışırken komik kalmış, vasat şarkılarla hit yaratmaktan uzağa düşmüş...


The Wytches - Annabel Dream Reader
2011’de kurulan Brighton çıkışlı üçlü, 2013 Haziran’ında yayımladığı ilk kayıtla farkedilerek iyi bir başlangıç yapmış, New Musical Express ve Guardian’ın radarına almasıyla dikkatleri üzerine çekmişti... Surf rock ile psychedelic harmanı soundlarıyla Pixies ve Horrors’u andıran üçlü, sert gitarlarıyla deniz yerine çölde sörf yapıyor adeta... 13 şarkılık debut gayet derli toplu... Bugüne kadar yaptıklarımızın üzerine bir kaç şarkı ekleyelim olsun bitsin aceleciliğinden uzakta... Bir sonraki albümde neler yapacaklarını merak ettiren iyi bir ilk adım...  


Unkle Bob – Embers
Glasgow çıkışlı Rick Webster projesi 2006’da yayımlanan debut albümden şarkıların dizilerde kullanılmasıyla adını duyurmuş ve dört yıl sonra gelen ikinci albümle de aynı kuralı işleterek yükselişini sürdürdükten sonra geçen seneyi de e.p.’lerle geçiren Webster, 9 şarkılık albümle dinleyicisini ilk şarkıdan itibaren yakalıyor... Soundu, düzenlemeleri derken zengin bir dinginlikle son şarkıya kadar esir ediyor dinleyicisini... Dinledikçe daha da güzelleşen albüm, özellikle grupla tanışmamış olanlar için mükemmel bir tanışma fırsatı... 


Various Artists - Beck Song Reader
Şubat ayında yayımladığı “Morning Phase” ise altı yıllık sessizliğini bozan Beck, 2012 yılında nota defteri olarak yayımladığı şarkıları bol konuklu bir albüm halinde sundu... Rolling Stone dergisinin yılın en iyileri listesine aldığı ve bugüne dek sadece üç kez konserlerde çalınan 20 şarkılık “Song Readers”, daha deneysel bir albüm... 10 yıllık çalışmanın sonucu olan albümün öne çıkanları fun., Norah Jones, Jack White, Laura Marling, Jarvis Cocker ve Jack Black... Bildiğimiz tarzın dışında daha deneysel şarkılarla meraklısı dışında kimseye hitap etmeyen, baştan sona sıkılmadan dinlemenin zor olduğu bir albüm... Nota olarak kalsa da olurmuş...


Zulu Winter - Stutter
2011’de kurulan ve yayımladığı ilk single “Never Leave/Let’s Move Back To Front” ile adını duyuran Londra çıkışlı beşli, Coldplay’in post-rock hali olarak lanse edilmesiyle beklenti yaratmıştı... Bir yıl sonra gelen “Language” debutu dinler dinlemez sevilen güzel şarkılardan oluşuyordu ve patlama yaratacakları bekleniyordu... İyi albümdü ama sadece hiç Wild Beasts ve Friendly Fires dinlememiş olanlar için... Bu kadar bariz etkiler görülmesi, kendi seslerini bulamamaları nedeniyle güme giden debuta rağmen Keane ile turne çıkıp bolca festivalde sahne alarak geçirdikleri iki yılın ardından gelen albüm önemli bir eşik... 10 şarkılık albüm bu eşiği bir türlü atlayamamaktan muzdarip... Yine iyi şarkılar, dinlemesi keyif veren albüm ama bir benzerlik, andırma halidir gidiyor... Özgünlüğü yakalayamayan grup yine boş atarak beklentilerin altında kalıyor ve beklenen patlamayı yine ıskalıyor...


******************
Yerliler:
******************


Bulut Bazen - Hayallerinin Peşinde
2005’den bu yana çeşitli grup ve projelerde yer alan vokalist Vokal Karayel ile gitarist Özgür Sallancı tarafından kurulan Bulut Bazen, elektronik indie ve rocktan beslenerek kendi tarzlarını yaratma çabasına girişmiş... Üç yıldır birlikte müzik yapan ikili, pop rock tarzında sekiz şarkılık albümle peşinden koştukları hayalleri gerçekleştirmiş... Kendi deyimleriyle “hayatın anlamını bulamayacağınız besteler yapan ikili”nin ağlak rock sularına girmeden, kolayı da seçmeden farklı bir şey sunmaya çalışması dikkat çekiyor ilk olarak... Bu çabayla vasatı aşmayı başarmışlarsa da farkı yaratacak, albümü sürükleyecek öne çıkan bir şarkı içermeyen hayaller bunlar... Sound gayet iyi, sözler yeterli ama kötü vokale alışmak biraz zor...


Mekanik – Diktatör
Kurulduğu 2011’den bu yana büyük bir ivme göstererek trash metalin öncü ismi olan Mekanik, merakla beklenen albümünü yayımladı... 2012’de “Kitlesel Depresyon”la yakaladıkları başarıyı bir çok festival ve mekanda sahne alarak taçlandırmıştı... 10 şarkılık albümle bu çıkışı sürdürmek üzere gelmişler... Yine taviz yok, yine o klasik trash/heavy ruhu... Politik söylemleri ve türe alışık olmayanı bile tavlayacak soundları ile son dönemin yükselişteki grubu olmalarının nedenini belgeliyorlar... Ortalama altışar dakikalık şarkılarla bunu sağlamaları da takdire şayan... Paniğe gerek yok, yerli Heavy Metal emin ellerde...


Persona – Önce
2012 yılında Nemrud kadrosundan bildiğimiz Harun Sönmez tarafından kurulan ama kadrosunu koruyamayınca Sönmez’in tek kişilik projesi halini alan Persona ilk albümüyle farklı denemeye girişenlerden... Bu denemeyi de basın bülteninde şöyle tanımlıyor; “Tek bir hikaye üstüne kurulu beş parçayı bizlerle paylaşan “Önce” albümü, başarılı kurgusuyla dikkat çekiyor. Albümün şarkıları kendine has tınılarının yanı sıra klasik rock, deneysel rock ve avangart unsurlar barındırıyor. Klasik progresif rock albümlerinde sıklıkla rastladığımız; değişken melodiler, ritimler, tekrardan kaçınmalar ve sözlerdeki soyut kavramların yanı sıra ülkemizde örneğine nadir rastladığımız konsept bir hikayeyi bizlerle paylaşan albüm, farklı bir tarzı olmakla birlikte Anadolu rock’ın altın çağı olan 70’li yıllara selam gönderiyor.” Okurken gayet güzel, teoride çok iyi ama pratikte kayboluyor... Sönmez’in facia vokaliyle o soyut kavramların neler olduğunu anlamak mümkün değil... Hadi söyleyemiyor diyelim, konuştuğu “Mono Dialog”da ruhsuz ve mesafeli, duvar gibi adeta... Müzikle de alakası olmayan vokale katlanarak albümün sonunu getirmek de çok zor... Değişkenlik ve tekrardan kaçınma hedefi de kötü seçim olmuş... Ekseni sürekli kayan melodilerin peşinden koşarken takibi de zorlaşıyor... 35 dakikalık albüm keşke enstrümantal olsaydı dedirtiyor... En olmuş şarkı “Önce” öne çıkarken, Pınar Büyükkara vokalli “Oyuncak” neyi kaçırdığımızı kısmen gösteriyor... Sonucu kötü olsa da cesur bir deneme...


Mozaik – Külliyat
Müzik tarihine 83-95 arasında yayımladığı dört albümle geçen kült grup, neredeyse değişen teknolojinin gazabına uğrayıp unutulmak üzereydi uzun zamandır... Yeni Türkü ve Ezginin Günlüğü ile birlikte dönemin efsanesi olmalarının ardından albümleri dijital ortama geçmeyince yeni kuşaklara aktarılamamış, yeni dinleyici kazanamamışlardı... Bu eksiği kapatmanın zamanı gelmişti... Kapatmakla da kalmayıp iki bonusla yeniden doğmasını ise beklemiyorduk... Arşivde ne varsa dökerek gelen Mozaik, yayımlanmamış besteler ve yorumlarla süslediği 6 cd ile tam bir ziyafet sunuyor... Müzik tarihimizdeki önemli bir eksik bu sayede giderilmiş oluyor... Koleksiyonluk işi sunan Ada Müzik’i de ayrıca kutlamak lazım... Kayıtsız kalmayın, arşivinize ekleyin...


Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar – Anka
Ayın en özel albümü, bana karışık duygular yaşatanlardan... Öncelikle şiirlerin şarkıya dönüşmesine karşıyım bir şiir tutkunu olarak... Şiirin verdiği o tadına doyulmaz hissiyatın aynı şekilde yansıması zor... Metin Altıok’un en sevdiğim şairlerden biri olmasını da buna ekleyince çok ön yargıyla beklediğim albümdü Anka... Dinlemeye bile gerek duymadan beğenmemeye hazırdım neredeyse... 

Lise yıllarımda tanışmıştım Altıok şiirleriyle... İlginçtir hatta, içimin üşüdüğü bir dönemde yeniden ısınmamı sağlayan o ateşi yakmıştı içimde... Lafımı sakınmayan çocuk olarak ortaokulu sınıf arkadaşlarımla kavga dövüş halinde bitirmiştim... Mezun olmaya bir ay kala koca sırada tek başıma oturuyor ve kimseyle konuşmuyordum artık, o kadar soğumuştu içim... Lise 1’e başlar başlamaz da aynı tavrı sürdürdüm, önce sırada yanıma kimseyi almadım, sonra koca sınıfta kimseyle tek kelime etmedim, adımı sorana bile cevap vermeyince dünden razı olduğum sorunlu çocuk etiketini zevkle sahiplendim... İlk dönemin yarısı böyle geçtikten sonra edebiyat dersiyle değişti... Dönemin ortasında, öğretmenimiz yanında bir hatunla geldi... Derslere benimle birlikte girecek, ara sıra o da anlatacak, hepimizin yardımıyla staj yapacak diyerek tanıttı yeni mezun çömez öğretmeni... Çok sürmedi, ustasının ders anlatmasını iyice süzebilmek için sıraya oturmak istemesi... Haliyle yanımda oturdu ve beni de izlemeye başladı... Elimde Turgut Uyar kitabı görünce parladı gözü ilk önce... Şiir seviyorsun demek diyerek konuşma başlatma çabalarına inatla göğüs gerdim... Meşhur yılbaşı çekilişi geldi sonra, herkesin adını yazıp torbaya attığı ve hediye alacağı ismi çektiği o salak çekiliş... Ben yazmadım ismimi tabii rahattım... Çömezimiz bizden birkaç yaş büyük hatun olunca herkes ona hediye almak için çabalıyordu, istemediğini duyurdu... Hediyelerin alıp verilmesi sırasında çantasından çıkardığı paketi uzattı bana... Nazikçe, yüzüme bakmadan, farkettirmemeye özen göstererek... Öyle tanıştım Metin Altıok’la... “Küçük Tragedyalar”dı paketten çıkan... Ki, kapağı da çok uymuştu duruma... İlk sayfa da yazdığı notu da gördüm, “Yerleşik Yabancı”dan alıntıyla “Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli / Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli”... Bu hediyeyle çözüldü içim... O çömez, Deniz öğretmene dönüştü şiirler okuduk beraber, kitaplar değiştik... O karanfil kokuyordu, ben tarçın ve ikimizde kedileri severdik... Öyle karıştım sınıfa da, okula da... Ben döndüm ama üç yıl sonra Altıok göçtü içimizi yakmaya devam eden o günde... Yıllar sonra İstanbul’da kitap fuarında bir imza sırasında karşılaştık Deniz’le... Hem Altıok’u andık, hem de bize etkisini... Sen olmasaydın o ilk tecrübe çok zor geçerdi demişti... İlginçtir, o kitap Altıok’la aynı kaderi paylaştı, dükkanla birlikte yanarak küle dönüştü... O gün bugündür birinin o 1982 baskısını hediye etmesini bekliyorum...

Bende böyle yer eden şiirlerin şarkılara dönüşmesine bu yüzden pek sıcak bakmıyordum... Saygı albümlerinin de hali ortadayken kötüyle karşılaşmak da mucize olmazdı hani... Ustanın kendi sesinden “Kor Düşşeydi” ile açılan 27 şarkılık albüm Serenad Bağcan’ın müthiş yorumuyla müziklenmeye başlıyor... 2 cd’lik albümde yer alan isimlerden tek tek bahsetmeye gerek yok... İş saygı albümü olunca, bizde genelde komün zihniyetiyle kankaları çağıralım ile bu tür albümler için hazırda bekleyen isimlerle dolduralım arasına sıkışılıyor... Bu kez öyle bir durum yok, bir kaçı dışında çok iyi seçimler... Sezen Aksu, Selim Tarım, Ersel Serdarlı ve Murat Evgin olmasaymış mükemmel bir albüm olacakmış ama onları da nazar boncuğu sayıp atlaya atlaya dinleyerek idare edeceğiz artık... Albümün şahanesi “Havı Dökülmüş Sevincin”in altını özellikle çizmek gerek... Çiğdem Erken, Birsen Tezer ve Umay Umay’ın yazdığı destan o kadar etkili ki, ikinci şarkıya geçmeniz 4-5 tekrardan önce mümkün olmuyor... Emeği geçenlere şapka çıkarmanın boyun borcu olduğu albüm, Altıok şiirlerinin değerini bir kez daha gösteriyor... Yılın en özel albümlerinden biri olmakla kalmıyor, saygı albümlerinin de en iyilerinden... Şiir kitapları raflarının kitapçılarda en görünmez yere itildiği dönemde, sadece Altıok’a değil şiire de saygı duruşunda bulundukları için alkış tutmalı... İlgi doğurması en büyük kazanımlardan biri olur... Dinlemesi çok güzel olsa da, Altıok’u anmak demek hiç geçmeyen sızı demek yine de... Hep yangın yeri içimizin bir yanı, üstadın da dediği gibi "bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar / ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm; / içimde cesetler ve daha ölmemişler var."



Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template