Bunca dizi bolluğunda her türden birşeyler varken,
aranan fantastik kan Kanada’dan geldi. Aslında geçen sene geldi… Ama pek plansız
programsız gelince, toparlanıp geldi… Artık daha derli toplu olunca yazılmayı
da, bahsedilmeyi de haketti…
Geçtiğimiz yıl 12 Eylül’de yayına başlayan ve 12
Aralık’ta 13. Bölümüyle sezon finali yapan “Lost Girl” beklenmedik ilgi
karşısında ikinci sezonu konusunda bolca sessizliğin ardından 4 Eylül’de ikinci
sezonuna başlamış durumda diyerek gelelim dizinin konusuna…
Özel yeteneğini bilmeden kullanan bir kadınla
tanışıyoruz önce… Bo, bardan tavladığı erkeklerin ruhunu alıp besleniyor ama
nedenini ve kimliğini bilmeden… Zaten bu yüzden kayıp ve kendini bulabilmesi
için atılacağı macera da dizimizin konusunu oluşturuyor. Önce dizinin en
sempatik karakteri Kenzi ile tanışıyor ve bir nevi ekrülikleri tamamlanınca ait
olduğu dünyaya geçişini yapıyor. Ama o geçişte de kimliğini öğrenmek dışında
bir sürü kural, tür ve olayların içinde buluyor kendini. Meğerse o bir Fae… Ölümlülerin
seksüel enerjilerinden beslenen, doğaüstü baştan çıkarıcı Bo, bir Succubus yani
bir iblis. Fae’lerse sırlarını korumayı başarabilmiş bir efsanevi yaratık
grubu. Doğaüstü bu varlıkların dünyasında kendini bilmeyen bir Fae olarak yer
almak ise yepyeni bir başlangıç. Zira Fae’ler ikiye bölünmüş durumda. İyiler ve
kötüler olarak bölünmüş olmaları elbette sürpriz değil…Ve taze Fae’miz Bo,
seçim yapmak zorunda bırakıldığında cevabını kesin olarak veriyor: c) hiçbiri…
Tanımadığı dünyada iki tarafa da ait olmak istemediğini belirterek kabul
görmesiyle ara karakter olarak dizinin yan konusu polisiyeyi de doğurmuş
oluyor. Dedektif ikilimiz Hale ve Dysonla kurulan dostlukla maceradan maceraya
koşma çatısı da tamamlanıyor.
Dyson’la yakınlaşıp, gönül ilişkisi kurması insanlara
zarar vermesini engellemesiyle ne kadar iyiyse, dizinin erotizmi kullanma
sıklığına erişmesine dönüşmesi de o kadar kötü. Birde işin içine dokor hanım
Lauren’la kurulan lezbiyen ilişki girince bambaşka bir hal alıyor Lost Girl…
Kayıp kızımız kendini herşeyde kaybediyor, bir güzel yani.. Bu ve bunun gibi
karmaşalarla tamamlanan ilk sezonun vasatı aşamaması da sürpriz değil elbette.
Tarafsız olmasıyla, Fae’lerin özel dedektifi olan Bo, bir yandan olayları
çözerken diğer yandan gerçekte kim olduğu ve ailesinin kimliğine dair gizemleri
de araştırıyor. İlk sezonun finalinde nihayet en iyi bölüm geliyor.
Derdini ilk bölümde başarılı şekilde anlatan ender dizilerden
biri olarak parlasa da, sezonun geri kalanını aynı şekilde devam ettiremeyen
Lost Girl’ün ikinci sezonu ise tüm sorunlarından arınmış ve hesaplı kitaplı bir
senaryoya sahip olmasıyla kendini izlettirmeyi başaran yeni bir fantastik
macera… Önceleri Bo’nun fiziğiyle, göğüsleriyle doldurulmaya çalışılan vakit
artık, Faelerin dünyasıyla dolduruluyor ve o dünya genişliyor. Kuşkusuz bu
durumun sebebi, ilk sezonun ya tutarsa şeklinde yayınlanması ve eksiklerin
bolca sırıtması. Ama dedik ya, ikinci sezon daha derli toplu…
Relic Hunter ve Mutant x’in yazar kadrosunda yer
aldıktan sonra, tv filmlerinin senaryolarına imza atan M.A. Lovretta’nın
yaratıcısı olduğu Lost Girl, haddini bilen iddiasız yapısıyla ilk elden b türü
filmlerin havasına sahip. Ki bu durum fantastik öyküde avantaja da dönüşüyor.
İnandırma sorunu yaşamadan anlatılan öyküyü takip edip etmemek sizin elinizde
ama çerezlik dizi niyetine peşpeşe izlerken biten bir sezonla karşılaşmanız da
mümkün. Keza oyuncu kadrosu da müthiş performanslar vermiyor, gayet vasatlar.
Fiziğiyle ön plana çıkarılmaya çalışılan başrolümüz
Anna Silk, tanıdık yüze sahip ama irili ufaklı tv filmleri ve dizi
konukluklarından sonra ilk önemli rolünde… Fena halde Coldplay vokalisti Chris
Martin’e benzeyen Dyson yani Kris Holden-Ried daha tecrübeli ve tanıdık bir
sima. The Tudors kadrosunda yer alarak daha büyük dizi görmüşlüğüde var,
sonunda Underworld’de rol kapmışlığıda… Dizinin en çok ön plana çıkan karakteri
Kenzi rolü ise bir Litvanya’lının… Ksenia Solo, bazı bölümleri kurtaran performansının
yanı sıra geçen yıl iki dizide birden ekranlara gelmiş, Life Unexpected’da da
yer almıştı. Black Swan’da rol kapmış olmasıyla yılı taçlandırmış olması da
ayrı dipnot. Dizinin havasını görünmesiyle katlayan Richard Howland ise
Faelerin uğrak yeri olan barı çalıştırmanın yanı sıra, kütüphanesiyle her derde
deva Trick rolünde… Doktor hanım Zoie Palmer’da kadronun güzel kadın
kontenjanını tamamlıyor gibi…
Geçtiğimiz yıl başlayıp, halen devam eden ender dizilerden
biri olan Lost Girl, Fae’lerin fantastik dünyasını merak edenleri ekranlara
bekliyor… Daha güçlü senaryosu ile olgunlaşmış öyküsüyle farklı birşeyler
arayanların göz atmasında fayda var…
Yorum Gönder