♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Lost Girl : Artık Saklanmak Yok

Bunca dizi bolluğunda her türden birşeyler varken, aranan fantastik kan Kanada’dan geldi. Aslında geçen sene geldi… Ama pek plansız programsız gelince, toparlanıp geldi… Artık daha derli toplu olunca yazılmayı da, bahsedilmeyi de haketti…

Geçtiğimiz yıl 12 Eylül’de yayına başlayan ve 12 Aralık’ta 13. Bölümüyle sezon finali yapan “Lost Girl” beklenmedik ilgi karşısında ikinci sezonu konusunda bolca sessizliğin ardından 4 Eylül’de ikinci sezonuna başlamış durumda diyerek gelelim dizinin konusuna…

Özel yeteneğini bilmeden kullanan bir kadınla tanışıyoruz önce… Bo, bardan tavladığı erkeklerin ruhunu alıp besleniyor ama nedenini ve kimliğini bilmeden… Zaten bu yüzden kayıp ve kendini bulabilmesi için atılacağı macera da dizimizin konusunu oluşturuyor. Önce dizinin en sempatik karakteri Kenzi ile tanışıyor ve bir nevi ekrülikleri tamamlanınca ait olduğu dünyaya geçişini yapıyor. Ama o geçişte de kimliğini öğrenmek dışında bir sürü kural, tür ve olayların içinde buluyor kendini. Meğerse o bir Fae… Ölümlülerin seksüel enerjilerinden beslenen, doğaüstü baştan çıkarıcı Bo, bir Succubus yani bir iblis. Fae’lerse sırlarını korumayı başarabilmiş bir efsanevi yaratık grubu. Doğaüstü bu varlıkların dünyasında kendini bilmeyen bir Fae olarak yer almak ise yepyeni bir başlangıç. Zira Fae’ler ikiye bölünmüş durumda. İyiler ve kötüler olarak bölünmüş olmaları elbette sürpriz değil…Ve taze Fae’miz Bo, seçim yapmak zorunda bırakıldığında cevabını kesin olarak veriyor: c) hiçbiri… Tanımadığı dünyada iki tarafa da ait olmak istemediğini belirterek kabul görmesiyle ara karakter olarak dizinin yan konusu polisiyeyi de doğurmuş oluyor. Dedektif ikilimiz Hale ve Dysonla kurulan dostlukla maceradan maceraya koşma çatısı da tamamlanıyor.

Dyson’la yakınlaşıp, gönül ilişkisi kurması insanlara zarar vermesini engellemesiyle ne kadar iyiyse, dizinin erotizmi kullanma sıklığına erişmesine dönüşmesi de o kadar kötü. Birde işin içine dokor hanım Lauren’la kurulan lezbiyen ilişki girince bambaşka bir hal alıyor Lost Girl… Kayıp kızımız kendini herşeyde kaybediyor, bir güzel yani.. Bu ve bunun gibi karmaşalarla tamamlanan ilk sezonun vasatı aşamaması da sürpriz değil elbette. Tarafsız olmasıyla, Fae’lerin özel dedektifi olan Bo, bir yandan olayları çözerken diğer yandan gerçekte kim olduğu ve ailesinin kimliğine dair gizemleri de araştırıyor. İlk sezonun finalinde nihayet en iyi bölüm geliyor.

Derdini ilk bölümde başarılı şekilde anlatan ender dizilerden biri olarak parlasa da, sezonun geri kalanını aynı şekilde devam ettiremeyen Lost Girl’ün ikinci sezonu ise tüm sorunlarından arınmış ve hesaplı kitaplı bir senaryoya sahip olmasıyla kendini izlettirmeyi başaran yeni bir fantastik macera… Önceleri Bo’nun fiziğiyle, göğüsleriyle doldurulmaya çalışılan vakit artık, Faelerin dünyasıyla dolduruluyor ve o dünya genişliyor. Kuşkusuz bu durumun sebebi, ilk sezonun ya tutarsa şeklinde yayınlanması ve eksiklerin bolca sırıtması. Ama dedik ya, ikinci sezon daha derli toplu…

Relic Hunter ve Mutant x’in yazar kadrosunda yer aldıktan sonra, tv filmlerinin senaryolarına imza atan M.A. Lovretta’nın yaratıcısı olduğu Lost Girl, haddini bilen iddiasız yapısıyla ilk elden b türü filmlerin havasına sahip. Ki bu durum fantastik öyküde avantaja da dönüşüyor. İnandırma sorunu yaşamadan anlatılan öyküyü takip edip etmemek sizin elinizde ama çerezlik dizi niyetine peşpeşe izlerken biten bir sezonla karşılaşmanız da mümkün. Keza oyuncu kadrosu da müthiş performanslar vermiyor, gayet vasatlar.

Fiziğiyle ön plana çıkarılmaya çalışılan başrolümüz Anna Silk, tanıdık yüze sahip ama irili ufaklı tv filmleri ve dizi konukluklarından sonra ilk önemli rolünde… Fena halde Coldplay vokalisti Chris Martin’e benzeyen Dyson yani Kris Holden-Ried daha tecrübeli ve tanıdık bir sima. The Tudors kadrosunda yer alarak daha büyük dizi görmüşlüğüde var, sonunda Underworld’de rol kapmışlığıda… Dizinin en çok ön plana çıkan karakteri Kenzi rolü ise bir Litvanya’lının… Ksenia Solo, bazı bölümleri kurtaran performansının yanı sıra geçen yıl iki dizide birden ekranlara gelmiş, Life Unexpected’da da yer almıştı. Black Swan’da rol kapmış olmasıyla yılı taçlandırmış olması da ayrı dipnot. Dizinin havasını görünmesiyle katlayan Richard Howland ise Faelerin uğrak yeri olan barı çalıştırmanın yanı sıra, kütüphanesiyle her derde deva Trick rolünde… Doktor hanım Zoie Palmer’da kadronun güzel kadın kontenjanını tamamlıyor gibi…

Geçtiğimiz yıl başlayıp, halen devam eden ender dizilerden biri olan Lost Girl, Fae’lerin fantastik dünyasını merak edenleri ekranlara bekliyor… Daha güçlü senaryosu ile olgunlaşmış öyküsüyle farklı birşeyler arayanların göz atmasında fayda var…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template