Böyle düşüş görmemiştim ölgün ve kırık çakılmış
kalmıştım/gelecek zamanlı düşler çatıyordum kapladığım şuncacık yerde;bu
ölçümsüz gökyüzünde...
"İyiler erken ölür…
Birini ay çağırır, öbürünü denizler, bir diğerini
uçurumlar…
İyiler hisseder önce, iyiliklerine bu hayatta yer
olmadığını.
Bu hayatın kötülere, çıkarcı ve acımasız olanlara göre
düzenlendiğini hissederler…
Acı verir onlara iyi kalplerini karanlık bir yerde
gizlice terketmek… Ne kadar acı verse de onlara ait olmayan bu dünyayı
herkesten daha çok ciddiye alırlar bu yüzden..
Geride kalanlar bilmeseler de iyilerin incitilmiş
kalpleri sayesinde yaşadıklarını…
Sonunda iyiler erken ölür…
Belki gizlice farkeder, belki hemen unutmak isteriz.
Çünkü onlar gözlerimize bakarlar. Gözlerimizde gözlerimizi aralar. Hiç umut yok
mu, der gibi bakarlar. Kanayan bir özlemle bakarlar…
Çünkü onlar için en kötüsü herşeyi bile bile
yaşamaktır.
Ve asıl acısı kendilerine yar olmayan bir dünyada
yaşıyor gibi yapmaktır onlar için…
Yaşamadan yaşıyor gibi yapmak…
Erken ölmüşler gibi görünseler de, bu dünyada en çok
bekleyenler iyileridir.. En derinlerinde, "yaşamak beklemektir" onlar
için." demiş ya Cezmi Ersöz... İşte o iyilerden biriydi Zelda...
1958'de doğdu, 13 Şubat'ta... Yeryüzünü terk etmeye karar verdiğinde ise 13 Ekim 1987'diydi tarihler... Nil'de batan bir Marmara kaldı bize... Dergilerde şiirleri yayınlanmış, henüz kitaplaşmamıştı... Meğer Kırmızı Kahverengi Defter'ine yazıyormuş. Slyvia Plath sevgisiyle dolu kadın, ondan ne kadar etkilendiyse bizi de bir o kadar etkiledi... Şiirin yönünü değiştirmesi de, kırılgan izlekler ve düş kırıklıklarını birinci tekilden anlatmasıyla gerçekleşti... Ki ikinci yeni'nin her daim en yenisi olarak kalması da bundan...
Hayatın 29'undan döndü kar etmek için... Geriye "Daktiloya Çekilmiş Şiirler", "Metinler" ve "Kırmızı Kahverengi Defter"ini bıraktı... Slyvia Plath tezi de çevrilip yayınlandı ama bugünlerde ancak sahaflarda bulunabilmekte bıraktıkları... Bu yazı da, tanıtma gereği de ondan...
“Ölürken kahkahamı bırakacağım...” demişti... Bugün bıraktığı kahkahanın 24.yıldönümü...
“Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden
kendini aşağı atarak canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı
Zelda. Akşamları belli saatten sonra kişilik, hatta beden değiştiriyor gibi
gelirdi bana. Yüzü alarır, bakışlarına çok güzel, ama ürkütücü bir parıltı
eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım, otuzuna değmemişti daha. Ece ile gergedan
için yaptığımız aylık söyleşide ondan söyle söz ettim: bu dünyayı başka bir
hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda
bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. Bugün ortaya
çıkıyor.” demişti Cemal Süreya…
"Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirleri''ni bırakarak
bekleme salonunu terketti. Ne beklenmeyen ne de garip bir varoluştu bu… Zaten
29 yılını, hayatını, şiirlerini ve rüyalarını ölümün kıyılarında yaşadı.
''Yerleşik yabancılığının acısını'' hissetti daima.
Tutunamadı Zelda. Anlayamadı, anlamlandıramadı, alışamadı,
varolamadı, katlanamadı. Uğraştı yazmaya çalıştı… Sayfalara kustu 29 yıllık
yolculuğunun günlüklerini...
Kayıp bir yolculuğun hiç anlamsız, trajik dizeleri
kaldı geriye. Hissedebilenlerin hiçte yabancı olmadiklari kelimelerle dolu şiirler,
metinler ve bir de kırmızı-kahverengi bir defter... yitiriş, tiksinti, kayboluş,
kopuş, ölüm!
"Azımsanamayacak kadar ölmüşüm / Azımsanamayacak
denli ölüyüm... Geliyorlar, bu evde doğan yeni bir ölümü görmeye; koşarak, düşe
kalka yuvarlanarak, sürünerek... Nasıl olursa olsun; görmek için bu eski
dostlarının yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kıvılcımlarını
geliyorlar. Ölüm sessizliği, toz ve küf kokan evden ayrıldıktan sonra
seviniyorlar canlıyız diye."
Hiçbir anlamı yok hakkında konuşmanin yada çözmeye çalışmanın…
İçine düştüğü yaşamı sahiplenemeyen küçük bir kızın
varoluş çığlıklarıyla tünellerde yiten yaşamının dingin melodileri sadece…
“Ve şimdi yollarında yaşamın
çığlık tünelleri kazımak
ve susmak’ı
yazmak
kalmıştır
işaretleyenlere…”
Düşü Ne Biliyorum
Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?
Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?
Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.
Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler marketinin,
uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!
Mezar
tükenirdi monolog
kaçarken içine düştüğüm kara toplum
big bang sonrası büyük yalnızlık bilinmeyeni
saçlarında titreyen iblisler karartırken güneşi
üstüste gömülürken
saydam yaşamlar
bir yankı duyulurdu hiç'likten
bütün yalnızlıklarınızın ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin...
Yorum Gönder