Geçen ay mail kutuma gelen bir email’i paylaşmak istiyorum izninizle. İsmi bende saklı bir okurdan aldığım mail, film yapımcılarına iletmem gereken bir dilekçe… Film yapımcılarına iletmemiz konusundaki ricasını yenileyerek şöyle diyor okurumuz, “Örneğin Derviş Zaim gelenekseli takip ederek yaratım derdinde. Bunu anlayabiliyorum ama o iş, yalnızca yarattığın şeyi anlamakla olmuyor. Daha öte birşey. Hissetmek onun olmak gerekiyor. İşte anlayamadıkları bu. Hissetmeyen, bu benim demeyen insanın işi; labaratuvarda yapılmış kimyasala benziyor, doğal olmuyor yani…” Sinemamızdaki öykülerin bize dair birşeyler anlatmasını savunan okur, mevcut filmlerin hep birşeylere benzemesinden yakınıyor. Sürekli hayal peşinde koşulmasının da gerçeğin önünü kestiğini düşünüyor. Aslında sinemacılarımıza yönelik yazılsa da tüm Türk sanatçılarına seslenen bir dilekçe bu. Okuyanlar arasında meşhur sanat için sanat mı, toplum için sanat mı tartışması yaşanacaktır ama, yeni yeni sektörleşmede yapısında temeller atmaya başlayan sinemamızında bu şikayetler karşısında söyleyecek birkaç çift lafı da olmalı… İddia makamının sözlerine yer verelim hemen, Türk sinemasından davacı olan bir izleyici bakın neler diyor…
DAVACI : Beni bana anlatan film görmek arzusundaki Türk izleyici
DAVALI : Film yönetmenleri dahil Türk elitist
DAVA KONUSU : Toplumu sürekli yargılama yahut şirin görünmeye çalışarak kendinden uzaklaşma
AÇIKLAMALAR :
Yaşamın doğruları yahut yanlışları yoktur, inanmam. Sadece yaratım. İşin sırrı burada. Yaşamda ki tek kötülük kısırlık olabilir. Kısırlık neticesi de tekrar ve taklit. Hababam Sınıfı, Fellini'nin Amarcord filminin kopyası. Ertem Eğilmez yanlış yapmış. İşte hata bize yapılıyor. Türk elitistleri o kadar inanmışlar ki toplumun cevhersizliğine, zavallı bir toplumla yaşıyor olma inancına o kadar saplanmışlar ki. Durmadan başkalarını taklit. İnanmıyorlar bu toplumdaki hiçbir değere. İnsan ardı ile mahkum. Ardında ne varsa sen Osun. Değişim taklitle olmuyor yani. Aa bu yanlış hadi avrupalı olalım naralarını da geçelim. Biz buyuz ve bu değerler bizim. Bu değer benim ve bu değer şimdi neye karşılık ona bakayım. Bunu yapmadığımız müddetçe biz olmaktan uzaklaşıyoruz.
Sahi olanın adı gelenek ise nasıl kurtulayımdan ziyade nedenine bakmak gerekiyor. Eğer sürekli bir geri kalmışlık , kötülük halinde olma iddiası varsa bir toplum için, o topluma önce masumiyetini ilan etmek lazım. Çünkü tüm insanlık kirli. Sen batmışsın iması ile bir toplum yükselmiyor. Direkt savunmaya geçip kapanıyor.
Eğer kültür denen şey varsa bu nefestir. Yaşamın nefesi. Bunun yaratımında harcanan enerjiye saygı gerek. Herşey zorunluluktan doğdu. Din mesela… Ahlak, bilim, insana dair ne varsa… Acı, savaş, nefret vs. Şimdi bunlara sahip olduğu için insanlığı yargılayamazsın. Bakışın Yanlış Doğru, terbiye edilmeli gözü ile bakmadan olmalı. Yargılamadan. Ben yargılanan hiç kimsenin değiştiğini görmedim. Ta ki onu anladığınızı anlattığınız an, onu ona anlattığınız da ise herşey değişiyor. Karşınızdaki insan kendini anlıyor, kendine kızıyor, kendisini affediyor belki, değişiyor yahut değişmiyor. Fakat dinginleşiyor. Paylaştığınız ortak bir alanınız oluyor. İnsanlığınız. Sırtınıza bindirilen yaşam yükünün ortaklığını fark ediyorsunuz.
SONUÇ ve İSTEM:
İnsan olmak demek YARI MELEK YARI ŞEYTAN olmak demektir. Çok az insan biliyor. İşin sırrı bunu bilmekte. Yaşamın dayanılmaz ağırlığını bu toplumla olma pişmanlığıyla gölge etmemek lazım. Ey Türk Sinemacısı biz seni anladık, sen de bizi anla.
Bu arada elçiye zeval olmaz diyerek, herkesin cevap hakkının olduğunu belirtelim, karşı görüşü olan okurlar da görüşlerini serkanmkirikci@gmail.com adresine mail atabilirler…
Yorum Gönder