♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Adam : Normal Gibi Yaşamak…


Modern çağ, durmaksızın yeni teknolojiyleriyle insanları birbirinden koparıp yalnızlaştırırken, herkes yaşadığı travmalar sonrasında duygularını saklayan duvarlara dönüşürken şikayetteyiz hep… İnsanlar artık hissizleşti diye… Onların ki yeni mutlu anılarla düzelse de, geçici olsa da doğuştan öyle olup, yaşamı boyunca hissiz duvarlar da mevcut… Tıpkı Adam gibi… Sinemanın defalarca tekrarladığı, aslında çoğu izleyiciye klişe gibi gelecek bir filmden bahsediyoruz… İlk anda klişe belkide pek tanıdık görünse de, ilerleyen dakkalarda pişman etmeyecek bir portre…

Oyuncak firmasında bebeğin konuşan yapay zekasını hazırlayan bir çalışandır aslında Adam, ama pek selam vermez kimseye, sosyal ilişki kurmakta zorlanır… Taa ki apartmanına yeni bir kadın taşınana kadar… Beth’in taşınması sonrası ilk karşılaşma çamaşır makinesi odasında gerçekleşir. Sonrası bolca uzay merakları, odada uzay şovu, pencereden bakılan dünyaya değin gitse de, ne kadar ilişki yaşanmak istense de Adam bu dünyaya ait değildir aslında… Zaten durumu açıklayan Beth’in daha jenerikler sırasında söylediği sözler olur…

“En sevdiğim çocuk kitabı, uzak bir asteroid'den Dünya'ya gelen küçük bir prensle ilgiliydi. Uçağı kaza yapıp çöle düşen bir pilotla tanışıyordu. Küçük prens pilota pek çok şey öğretiyordu. En çok da sevgiyle ilgili şeyler. Babam her zaman küçük prens gibi olduğumu söylerdi. Ama Adam'la tanıştıktan sonra başından beri pilot olduğumu anladım.”

Adam’ın tüm hissizliğinin, duvar olmasının, sosyal ilişkilerinin zayıflığının altında yatansa bir rahatsızlıktır ki, Asperger sendromu’dur o da… Konuyla ilgili bilgi için vikipedi’ye bağlanalım… “Asperger sendromu (AS) ya da Asperger bozukluğu, sosyal etkileşimde zorluklar ve sınırlı, stereotipik ilgi ve etkinliklerle tanımlanan otistik spektrum bozukluklarından (OSB) biridir. AS diğer OSB’lerden dil ve bilişsel gelişimde genel bir gecikme olmamasıyla ayrılır. Asperger sendromunun adı Avusturyalı çocuk doktoru Hans Asperger’den gelmektedir. Asperger, 1944 yılında, tedavi için gelen sözel olmayan iletişim becerileri olmayan, yaşıtlarıyla empati kuramayan ve fiziksel olarak sakar olan çocukları tanımlamıştır. Elli yıl sonra AS Hastalıkların ve İlgili Sağlık Sorunlarının Uluslararası İstatistiksel Sınıflaması'nda ve Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Sınıflandırması'nda Asperger bozukluğu olarak tanınmıştır. AS’nin birçok yönü hakkında cevaplanmamış sorular bulunmaktadır; örneğin AS ile yüksek işlevli otizm arasındaki ayrım şüphelidir. Asperger sendromu için tek bir tedavi yoktur ve çeşitli müdahalelerin etkinliği yalnızca sınırlı veri ile desteklenmektedir. Müdahaleler belirtileri ve işlevselliği geliştirmeye yöneliktir. Tedavinin ana yöntemi davranışsal terapidir ve zayıf iletişim becerileri, takıntılı ya da yineleyici rutinler ve sakarlık gibi özel bozukluklar üzerine yoğunlaşır. AS’i olan bireylerin büyük çoğunluğu farklılıklarıyla başa çıkmayı öğrenebilmektedir ama bağımsız bir yaşam sürebilmeleri için sürekli moral desteğe ve teşviğe ihtiyaçları olabilir. Araştırmacılar ve AS’li kişiler, AS’in iyileştirilmesi gereken bir hastalık ve normalden bir sapma olduğuna dair görüşlerden uzaklaşılıp, bunun bir özürlülükten çok farklılık olduğu görüşüne yakınlaşılmasını sağlamıştır.”

Bir Asperger Sendromlu adamı sevmek haliyle zordur Beth için… Üstelik son ilişkisinden de kalbinde yaralarla çıkmışken, adeta bir çocukla yaşamak gibiyken öğretmen olmasının avantajını kullansa da zorldur… Yaşama ayak uyduramayan anormal bir çocukla olmak, başta ne kadar güzel gitse de, er geç yol ayrımına gidecektir bellidir…

Babasını yeni kaybetmiş, hayatta kimsesi kalmayan Adam ise, tutunmak zorundadır… Tutunmak içinse birine ihtiyaç duyması kaçınılmazdır… Ne kadar yaklaşsa da, hiç yalan söylemeyen, kendinden başka kimseyi incitemeyen biri olmak zordur karşıdakine… Gözlere bakınca, cümlelerden anlam çıkaramayınca herşeyi anladığı düzleme oturtmak için geçen gün yanyana geldiğimizde heyecanlandım, ya sen diyebilecek kadar netleştirmek ister… İkilinin yolu uzun, birliktelikleri de zordur… Bize düşense izlemek olur…

1998’de orta karar bir aile dramasıyla başladığı yönetmenliğe 11 yıl sonra dönen Max Meyer, ikinci yönetmenlik denemesinde başarılı bir iş çıkarmış. Görüntü işçiliğiyle, anlatım sadeliği konusunda alkışlık iş çıkarmayı başarmış… Hugh Dancy ve Rose Bryne’ın uyumlarıyla da bağımsız film festivallerinin ödüllü filmi çıkmış ortaya…

Rengi ne olursa olsun hiçbir yalana katlanamayan, hislerini göstermeyen birinin normalleşmeye çalışmasını anlatan Adam, tıpkı Beth’in babasının deyişiyle bu dünyaya ait olmayan biri… Ya sevgi emek istemez mi… Adam’ın akıl hocasının dediği gibi nereye baksan yalancı görürken, bize düşen en az yalan söyleyeni bulmak değilmidir… Yalanlar, dürüstlük, zaaflar ve kusurlar arasında bir yerde duran prensle pilotun öyküsü, sizi nerde durduğunuzu bulmaya çağırıyor…


Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template