♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Aşk Ateşi / The Burning Plain


Mazim kolumda yara!

2000 yılında Meksika’dan gelen, izleyeni paramparça eden, yılı tam 51 ödülle tamamlayan muhteşem başyapıt “Ameros Perros”un senaryosuna imza atarak sinemaseverlerin ilgi odağı haline gelen yazar Guillermo Arriaga sonunda kamera arkasında. Ameros Perros ile bir kazanın birleştirdiği hayatları tek potada eriten, çoklu karakter filmlerini, değişik kurgu oyunlarını yeniden gündeme getiren Arriaga, söz konusu filmin yönetmeni Alejandro González Iñárritu ile beraber ilk işlerinde büyük patlama yaratmışlardı. Bu ortaklık ardı arkasına gelen 2 filmle daha taçlandı. İkilinin “21 Grams” ve “Babel” ile aynı tarzda devam etmesi ortaya enfes izlenceler çıkardı. Arriaga arada, bir de Tomy Lee Jones’a snerayo teslim etti. “The Three Burials of Melquiades Estrada”da da bir ölüm olayından sonra değer kazanan karakter söz konusu idi… Tüm bu filmlerden çıkarılacak olan örnekler aynı potada eriyor ve “Aşk Ateşi”nde de tekrarlanıyor.
Arriaga’nın hikaye anlatım tarzı artık bir parça klişeye doğru kayıyor olsa da, romancı olmanın verdiği avantajla seyri keyifli örnekler çıkmaya devam ediyor. Merkeze aldığı bir olayın etrafında topladığı karakterlerini zaman yolculuklarıyla tanıtan ve hepsinin kaderlerini, finaldeki ortak yazgıda birleştiren bu tarzı, romanlarında kullanmamış olması da işin garip yanı. Romanlarında klasik anlatım kalıplarını kullanan yazar, iş sinemaya geldiğinde kurgu ile oynamayı, zamanlarla oynayarak algımızda bir bulmaca yaratmayı seviyor.
“Aşk Ateşi” tüm Arriaga senaryolarına benzer şekilde başlıyor. Bir karavanın yanması ile yapıyor açılışını. Ve hemen ardından filmin ağırlığını oluşturan kadınlarını tanıtıyor tek tek. Her biri yaralı kadın portreleri bunlar… Gögüs kanseri olup ölümü yendikten sonra, kocasından görmediği ilgiyi yasak aşkta bulan Gina… Bir lokantada işletmeci olan, içi yanan ama bunu işindeki soğukkanlılığıyla maskeleyen Slyvia… Meksika’da babası ve yakın arkadaşı ile mutlu mesut hayat süren Maria… Annesinin yasak aşkını keşfeden ve bocalayan Mariana…
Yanan karavan bir bakıma, başkarakter kadınların içlerindeki yangını, gözlerindeki hüzünü simgeliyor. Gina ve Nick arasındaki yasak aşkın, günlük hayattan uzakta ve hiçliğin ortasında kendi yaşamlarını kurduğu karavanın nelere kadir olacağını gösteriyor Arriaga… Kimleri etkileyeceğini, sonunun nereye varacağını… Karavan yansa da, yangının hız kesmeden devam ettiğini anlatıyor… Yine bir ölüm, bir ölüm döşeği sonrası anlam kazanan ve değişen hayatlarla kuruyor öyküsünü… Trajik bir kaza ile değişen hayatlar ve yaralarını sarmaya çalışan kadınlar tüm filme damgasını vuruyor…
Yanan karavan ile biten yasak aşk, yeni bir aşkı doğuruyor. Marianna ve Santiago arasındaki aşkın doğum anları da son derece incelikli işleniyor. Babamın gömleği, annenin geceliği derken yan yana uyumak yeni bir aşkı doğururken, yeni bir çıkmazı da beraberinde getiriyor aslında. İkinci bir kaza, bir uçağın düşüşü ise tüm kadınların arasındaki bağı anlamamızı, yollarının nasıl kesiştiğini gösteriyor…
Arriaga’nın artık alışılan tarzı, gösterdiği tüm karakterleri birbirine bağlayacak olması nedeniyle ortasından itibaren her şeyin tahmin edilebilirliği filmin tek eksik noktası. Oyunculuklar ve senaryo çok başarılı. Arriaga’nın kamera arkasındaki ilk sınavını da geçtiği aşikar. Yazarlıktan gelen avantajla hikayenin nedeni, nasılı ve ne olacağı arasında kurduğu güçlü bağı, yarattığı karakterlerin iç dünyasını başarılı bir şekilde görselleştiriyor. Ama ufaktan temcit pilavı tadı veren klişeleşmiş tarzına bir yenilik getirmesi gerektiği de aşikar…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template