♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

The Oxford Murders : Matematiği pekiyi, Kanaat notu zayıf!


Matematik odaklı filmler özellikle “Küp” ile yeniden doğmaya, matematik ve suç ilişkisi tekrar tekrar takrar işlenmeye devam ediyor. Bilindiği üzere Küp serisi matematiği sadece araç olarak kullanmıştı, peşi sıra gelen filmler bu seriye simgeleri ve dolayısıyla simgebilimi de eklemiş oldu. Cinayet çözümleri sırasında tarihsel süreçteki ünlü imgeleri, resimleri ve simgeleri kullanmanın doruk noktası ise hiç kuşkusuz “Da Vinci’nin Şifresi” olmuştu. Geçtiğimiz yıl karşımıza çıkan yine İspanyol yapımı “Fermat” da matematikçileri bir odaya topluyor problemlerine çözümler arıyordu. Yükselen matematik çözümlü filmler serisine son halka yine bir İspanyol’dan gelmiş. Guillermo Martinez’in aynı adlı romanından uyarlanan film başrollerdeki iki ismiyle de ön plana çıkmayı deniyor.

Oxford’da geçen filmin kamera arkasında ise türe yabancı olmayan, sürekli suç filmleri çeken bir yönetmen var: Álex de la Iglesia… Iglesia’nın her filminin suça dair bir şeyler anlattığını filmografisinde görmek mümkün. Ülkemiz seyircisine yabancı gelmeyen “La, Comunidad” 2000 yılında pek çok sinefil için yılın önemli keşiflerinden biriydi hiç kuşkusuz. 1995’de “El Día de la bestia” ile kariyerinin en iyi filmini yaratan Iglesia hala aynı formülü denemeye devam ediyor ve mükemmel suçun peşinde koşuyor yine… Çoğunlukla absürd komediyi de filmlerine yerleştiren yönetmen bu kez bir uyarlama söz konusu olduğu için özgün denemelerine girişememiş belli ki.

Başrollere iki önemli isim yerleştirilmiş. Arizona çöllerinden tezi için danışmanlık yapması ümidiyle hayran olduğu Arthur Seldom ile birlikte çalışma tutkusuyla Oxford’a gelen Martin, Elijah Wood ile vücut buluyor. Arthur Seldom rolünde ise usta aktör John Hurt’ü görmek mümkün. Filmin içine girilmesi zor denklemler içermesi ve matematik bilginiz pek yoksa ayrı bir altyazı ya da açıklamaya ihtiyaç duyduğunuz bir filmde iki tanıdık yüzü görmek ilk başlarda iyi gibi görünüyor. Fakat ilerleyen anlarda özellikle Elijah Wood’un oyunculuğu yerlerde sürünüyor adeta. Hiçbir karakterin pek de ayrıntılı anlatılmamasının üzerine bir de kötü oyunculuk tuz biber oluyor. Karakterlerin bilgili olduğundan çok, çokbilmiş ukela gibi görünmesi de çok uzun sürmüyor.

Her şey Martin’in kalmak üzere geldiği evin yaşlı sahibesinin cesedini hayran olduğu Seldom ile birlikte bulmasıyla başlıyor. Sembollerle şekillenen bir dizi cinayetin kapısı da böylece açılıyor ki, öncesinde her karakteri takip eden uzun plan hayli göz alıcı. Zodiac’vari bir denklemler silsilesi içinde, ikilinin polise yardımı başlıyor ki, filmin gevezeliği de aynı anlara denk düşüyor. Çok fazlaca matematik febonacci dizisi ile başlayıp anlaşılmayan tanımlarla ilerliyor. Bu dakikalarda altyazı okumakla anlamak arasındaki kısa sürede izleyiciyi zorlamaya başlıyor. Komiser Petersen gibi hiçbir şey anlamayan konumunda olmaktan şikayetçi oluyoruz anında. Denklemlerin çözümü aşamasında tarihte işlenen mükemmel suçlara dair örnekler de bir parça içine girilebilir bir hal yaratıyor.

Filmin temel problemi muhtemelen biraz aceleci olmasında… Hiçbir karakteri tanıtmaya girişilmeyince, yabancı bir konuda, yabancıların oynadığı bir film izliyormuş havası doğuyor. Muhtemelen romanda uzun uzadıya tanıtılan karakterlere dair hiçbir çabaya girişilmemesinin üzerine bir de Martin’in bir aşk üçgeninde kalması çok absürd ve komik hale geliyor. Bolca ne alaka, nasıl soruları geçiyor akıldan… Hikayeye nasıl dahil olduğunu bile anlamanın zor olduğu hemşire Lorna büsbütün muamma iken, Beth ise kapalı kutu olarak geçip gidiyor. Neredeyse tüm karakterlerini harcayan film sadece bununla da kalmıyor, Oxford’un ya da İngiltere’nin atmosferinden de faydalanmıyor. Her şeyin sadece laflarda kaldığı bir okumaya dönüşüyor böylece. Sürekli büyük laflar etme çabası da seyirciyle aradaki mesafeyi daha da açıyor. Büyük oranda seyircisinin katılımından destek bekleyen bir film için en büyük dezavantajda bu zaten. Etkili bir atmosfer yaratılmayınca, mükemmel suç var mı yok mu denklemi de, gerçeğin ne olduğu, neye göre kabul edilip edilmeyeceği soruları da hava da asılı kalakalıyor. Oysa arada verilen örnekler, uzuvlarını kaybetmiş bir profesör ile her şeyin bir parça albenisi de var. Bir türlü istenen tempo tutturulamayıp, konu için gerekli atmosferde kurulamayınca izlenmesi zor, tamamen seyircisinden katılım bekleyen orta karar bir deneme olarak kalakalıyor Oxford Cinayetleri, Martin karakterini başka bir oyuncu canlandırmış olsaydı daha keyifli bir final izlenebilirdi. Şaşırtıcılık ve kim yaptı sorusunun çıktığı sürpriz final de bu şekilde güme gidiyor zaten. Matematikten bahsetmediği her an tökezleyen filmin, sadece meraklılarına hitap edeceği aşikar…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template