Şarkılar her zaman hayatımızın bir parçasıdır. Sadece müzik tınısı ya da sözleriyle kalmazlar. İçini inşaa ettiğimiz dünyalardır. Anılarımızın kara kutusu olurlar kimi zaman, bizi en iyi anlatan şey olurlar, tanışma anımız, büyüme anımız, mezuniyetimiz, çocukluğumuz kimi zaman. Kaybettiğimiz bir yakınımızı da bir şarkıda saklarız kimi zaman. Bunun içindir ki kaset dönemi geride kalmış da olsa mixtapeler, karışık kasetler özeldir. Sevdiklerimizle tekrar vakit geçirme, anıları tekrar yaşama fırsatı verirler. 12 Ağustos’ta “Sıradaki Şarkı” adıyla gösterime Amerikan işi “Press Play” bu fırsatı kovalama macerasını anlatıyor.
“Press Play” bir ilk film. Kısa filmcilikten gelme iki ismin ortak senaryosuna dayanıyor. James Bachelor ve Greg Björkman senaryoyu kotaran isimler. 2011’den bu yana kurgu, ses, görüntü her görevi üstlenen Bachelor, kısalardan sonra ilk uzun metraj için kalem oynatmış. Björkman da onun gibi en alt kademeden yükseliş arayan isim. “Stuck in Love” ve “The Fault in Our Stars”ın kurgu departmanlarında yer almış. Filmin doğuşu da o sayede olmuş muhtemelen. Zira hikâyenin sahibi o filmlerin yönetmeni Josh Boone. Hikâyeyi senaryolaştırdıktan sonra ilk heyecanlarını yaşarken mütevazı bir kadro kurmuşlar. Clara Rugaard ve Lewis Pullman ikilimizi canlandırırken, Danny Glover, Lyrica Okano, Christina Chang ve Matt Walsh da onlara eşlik edenlerin başını çekiyor.
Standart bir genç yetişkin filmi gibi başlıyor Press Play. Laura ile tanıştığımızda en yakın arkadaşı Chloe’nin çöpçatanlık çabasını görüyoruz. Üvey kardeşi Harrison ile aralarını yapmak istiyor. Plak dükkanında çalışan Harrison’un yanlarına uğradıklarında Japanese Breakfast üzerine giriştikleri muhabbetle yakınlaşıyor ikili. Sevgili olmaları da pek uzun sürmüyor. İki genç insanın gelecek ile ilgili vermesi gereken kilit kararların arifesinde neler yaşadığını izlediğimiz sıradan bir film gibi görünürken Harrison’ın ani ölümüyle her şey değişiyor. Sıradan romanstan bilim kurguya direksiyonu kırma anı da tam burası. Laura’nın Harrison ile birlikte hazırladıkları karışık kaseti dinlediği anda ilişkilerinin ilk anlarına gitmesiyle her şey değişiyor. Zamanda yolculuk yaptığını fark eden Laura’nın sevgilisinin ölümünü engelleme çabasını izliyoruz.
Daha önce defalarca izlediğimiz bir konuyu sunuyor “Press Play”. Hatta bayatlamış bir konuyu işliyor diyelim. Buna rağmen keyifle izlenebilir bir film çıkmış ortaya. Haddini bilerek işliyor konusu. Büyük laflar etmeden, samimiyetini koruyarak, zaman ve mekandan biraz daha sıyrılarak işliyor. Bachelor ve Björkman özellikle “The Butterfly Effect”in çok etkisinde kalmış ya da kendilerine rehber olarak seçmiş. Daha düşük kalibreli, daha dar çerçevede, kapsama alanı o kadar geniş olmayan versiyonu gibi. Buna rağmen filmi izlenir kılacak numaraları var. Bir öykünmeden sıyrılmalarını sağlayan detayları tam da olması gereken yerde, temponun düştüğü anlarda eklemişler. Elbette her adımı tahmin edilebilir bir senaryo var ama her zamanda yolculuk filmi öyle değil midir? Süreyi de çok uzatmadan, sündürmeden işliyor konusunu. Mütevazı kadro demiştik. Filmi zayıflatan tam da bu oluyor. Çiftimize tam olarak ikna olmak pek mümkün değil. Oyunculuklardan önce kimyanın tam olarak tutmaması ilk engel oluyor. Rugaard, Pullman’a göre biraz daha genç duruyor. Sanki arada kuşak farkı varmış gibi görünüyorlar bazen. Chloe’nin aşkına inanabilsek de Harrison’un aşkına inanmakta güçlük çekiyoruz. Daha soğuk duruyor ve bazı sahnelerde başka bir filmden ya da andan geliyormuş gibi duruyor. Bu uyumsuzluk bir süre sonra Chloe’nin gereksiz çaba harcadığını hissettiriyor izleyiciye. Bunda Rugaard’ın fiziğinin de etkisi var. Filmin başlarında çok küçük görünürken sanki ilerleyen anlarda yavaş yavaş büyüyor gibi. Pullman için ise sorun farklı. Sevgiliniz aynı bedene gelecekten geldiğini açıklayıp öldüğünüzü söylüyor. En azından bir şok olun. En azından iki dakika da olsa ölüm korkusu duyun. Neyse ki Glover ve Okano toparlıyor bir nebze olsun.
Zamanda yolculuk konulu filmlere ilgisi olanları tatmin edecek bir film Press Play. Müzik delisi olanlar, şarkıların içine anıları nakşedenleri de avucunun içine alabilir. Geri kalanlarıysa süresinin kısalığıyla bir şekilde finaline kadar sürükleyebilir. Ne de olsa hepimiz şarkılarla tutunuyoruz hayata. Ne de olsa hepimizin geri döndürmek istediği bir sevdiği var. Ne de olsa geri dönülmek istenen anlardan oluşuyor kimine göre hayat…
Yorum Gönder