♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Orphan First Kill : Geçmiş Değil Bugün gibi…


2009 yılında bir korku/gerilim filmi olası yargılarımızı kırarak şaşırtmış ve kendini sevdirmişti. “Omen” ve “Chucky” gibi öncüllerinin biraz daha üstüne koyarak iyi kurgulanmış hikâyesiyle “Orphan” yıla da damga vurmuştu. Isabelle Fuhrman’ın performansı sayesinde Esther olduğuna, öyle biri olabileceğine de gerçekten inanmıştık. Alex Mace’in yarattığı öyküyü David Leslie Johnson-McGoldrick senaryolaştırmış ve pek boşluk da bırakmıştı. Şaşırtmacası da yerli yerindeydi. Jaume Collet-Serra’nın da sınıf atlamasını sağlayan yönetmenliğiyle türün son yıllardaki en iyisi olmuştu. Aradan geçen on iki yıl boyunca hep bir devam filmi olasılığı konuşuldu. Esther’in geçmişini anlatma fikri herkesi heyecanlandırdı. Lakin eller çabuk tutulmalıydı. Zira yıllar geçtikçe Fuhrman da büyüyordu. Bu ilk heyecanların yerini şüpheli yaklaşımlara bırakması da yılların geçmesi oldu. 2022 yapımı olarak Esther’in geçmişini anlatacağını duyuran film nihayet “Orphan: First Kill” ya da ülkemizde vizyon adıyla “Evdeki Düşman: Başlangıç” görücüye çıktı.

İlk filme göre daha mütevazı bir künyeye sahip “Orphan: First Kill”. Senaryoyu David Coggeshall kotarmış ve William Brent Bell de motor demiş. Genellikle ev sineması ve tv’ye iş üreten iki ismi künyede görmek hedefin biraz daha düştüğünü gösteren ilk nokta. “The Haunting in Connecticut 2”nin senaristi olarak devam filmlerine aşina olan Coggeshall’ın diğer uzun metraj senaryosu da ev sineması için çekilen vasat teen slasher “Prey”. Üstelik onda da tek başına imza atmamış senaryoya. “Desire”, “Watch Over Me” ve “Scream” dizilerinin senarist kadrolarında pişen Coggeshall’ın pek de doğru isim olmadığı daha baştan belli. Mevcudu koruyan ama yeni bir şey ekleyemeyen bir senarist olduğu konusunda referansı sağlam… Yönetmen içinse tırnaklarıyla kazıyarak geldi desek yanlış olmaz. Türün emekçisi olarak 1997’de “Sparkle and Charm” ile ev sineması takipçileri mutlu ederek başlayan William Brent Bell, dokuz yıl sonra konusu daha çok bugünlere ait “Stay Alive” ile nispeten düşüş yaşasa da 2012’de “The Devil Inside” ile herkese adını not ettirmişti. Film vasat ile kötü arasındaydı ama internet üzerinden epey hızlı yayılmıştı. Bir yıl sonra “Wer” ile çıkageldiğinde ustalaşmaya doğru gidebildiğini göstermekle kalmayıp hedef büyüttü. Eline gelen fırsatı tepmemesi de 2016 yılına “The Boy”a rastlar. Ülkemizde de vizyona giren tek filmle kalmadı ve dört yıl sonra devamı geldi. Mevcudu korumak demiştik. 2021’de çektiği “Separation” ile Bell’in neye kalkıştığını anlamak zor. Tam da üstüne “Orphan: First Kill”in ona teslim edilmesi önemli fırsat. İki “The Boy” filminin referans olduğu da aşikar. Oyuncu kadrosunda da ilk filme göre düşüş görüyoruz. Evet Isabelle Fuhrman yine kadroda ama ona eşlik eden isimler geçmişini mumla arayan Julia Stiles, Reign’de Nosferatu olarak izlediğimiz Rossif Sutherland, dizilerdeki minik rollerle pişen Matthew Finlan, “Murdoch Mysteries” ile çıkış yapan Samantha Walkes ve yüzünü eskitme kaygısı gütmeyen Hiro Kanagawa. Olağan şüpheli Fuhrman olunca gözlerin onun üzerinde olması nispeten kadroyu koruyan faktör diyebiliriz yine de son tahlilde.

“Orphan: First Kill”in üzerine uzun uzadıya söz etmeye gerek yok aslında. Esther’in geçmişini anlatacağı vaadinde bulunan filmin bunu uygulamak gibi bir niyeti olmadığını daha ilk yarım saat dolmadan anlıyoruz. Bir akıl hastanesinde geçen minik bir açılıştan alabileceğimiz bilgi de kısıtlı zaten. Tehlikeli biri olduğunu öğreniyoruz ki zaten biliyorduk. Cinayetlerine hemen başlayıp planını kuruyor ve kendisine benzeyen kayıp bir kızın yerine geçerek ailenin yanına yerleşiyor. Bu yerleşmenin ardından da ilk filmde ne oluyorsa aynıları tekrarlanıyor. Minik bir fark var bu kez. Senaryonun tek parıltısı da orda çıkıyor ortaya. Tam her şey aynı ilk filmdeki gibi bu ne diyecekken izlemeye devam ettirecek bir twist yapıyor. Klişe de olsa bu kez sırlarla dolu kötü bir aile çıkıyor karşımıza. Esther avcıdan üstünde baskı kurulan bir ava dönüşüyor. Karakterin geçmişine ve nedenlerine dair hikâye beklentisi de suya düşüyor. Girilse çok güzel olacak o derin sulara hiç girilmemiş ve sığ sularda kalıp risk alınmamış.

İlk filmdeki şablonu hemen hemen aynı kullanan filme aslında türün izleyicisinin pek itirazı olmaz. Karakteri sevenler için ikinci raund olarak görülüp izlenebilir ama Fuhrman ısrarını anlamak zor. 1997 doğumlu oyuncu Esther rolüne bize inandırdığında 10 yaşındaydı ve tüm şöhretini de hakkıyla edindi. Ama aradan geçen yıllarda bir genç kadın olduğu, yüzünün de artık role pek uymadığı bu kadar barizken neden ısrar edildiğini izah etmek zor. Kaldı ki üstüne pek çok film ve dizide izledik. Boyunu posunu da biliyoruz. Sette bir platform kurulduğu ve sinema hileleriyle donatılarak rolü canlandırdığı haberleri şöyle dursun, hiç bilgisi olmayanın bile inanmakta zorlandığı bir performans çıkmış ortaya mecburen. İzlemeyen için spoiler vermeyelim ama Esther’in özel durumuna uyabilecek yüze sahip bir kız bulunamaz mıydı? Zaten vaat ettiklerini vermeyen filmin bir de üstüne bu inandırıcılık sorununu yaşatması bazı anlarda kahkaha atma sebebi oluyor. Hikâye ile bağı kopan izleyici de öylesine seyretmeye başlıyor. O anlardan sonra korku/gerilim anlarını görülmemiş bir ustalıkla kursanız ne olur? Kaldı ki öyle bir durum da yok. İlk filmin yanına bile yaklaşamayan bir vasatlıkla seyrediyor.

Vaat ettiği geçmişi işlemeyen, ilk filmin şablonunu minik bir eklemeyle aynen kullanan film akılda kalabilecek hiçbir an barındırmayarak izle unut örneklerinden biri oluyor 99 dakikanın sonunda. Fuhrman’ın tüm çabasının yarattığı komedi de hesap dışı faturaya eklenmiş hizmet bedeli gibi. Gülmek için de izlenebilir ama ürperti için başka filmlere yönelmek daha mantıklı olur.

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template