♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Bir Bacağı Sallanan Masa


Kırklı yaşlar özeldir. Hayatın önemli duraklarından birinde geçmişe dair her şey sorgulanır ve ıska geçilenler için ah edildikten sonra yeniden başlama planları yapılır. Toplum içinde nereye konuşlanacağına dair de birçok soru vardır işin içinde. Bir evliliğin sonuna gelinmiş ve çocuklarla başbaşa kalınır ya da giden gençliği yakalamak için gençlerin peşine düşülür. Ya da sıklıkla olduğu üzere artık yaşının olgunluğuna erme anlarıdır. Milenyum ile birlikte filmler, diziler ve romanlarda sıklıkla işlenen favori konulardan biri oldu kırklı yaşlar. Kurgunun kırklı yaşlarla imtihanı genellikle erkeğin kendisinden yirmi yaş küçük kadına duyduğu ilgiyle karşımıza çıkar hep. Vaktiyle Nabokov’un “Lolita”sının yarattığı sansasyonun üzerinden altmış yıl geçmiş durumda ve artık kanıksanan bir durum hatta klişe haline bile geldi. Tersi ise halen çok işlenmemiş durumda. Kırklı yaş kadınının yirmili yaş erkeğiyle ilişkisi tepki çekiyor. Kadın yazarlar işin duygusal yönünü ele alıp işlerken erkek yazarlarsa etraflıca işliyor. Nick Hornby’nin 2020 yılında yayımlanan romanı “Just Like You” gibi.

Şubat ayında “Senin Gibi” adıyla Sel yayıncılık etiketiyle raflarda yerini alan romanda, modern İngiliz edebiyatının usta kalemi Hornby yine bir aşk hikâyesi anlatıyor ama bu kez “21. Yüzyıla özgü” bir aşk hikâyesi bu. Şarkı listeleriyle anlatılan aşk ve ayrılıkla geçen yılların üstünden geçen zaman her şeyi değiştirdi zira. Bu kez ortak noktası az, ayrı kuşaktan, ayrı kültürlerden, etnik kökenlerden, sınıflardan ve renkten bir ikilinin ilişkisini anlatıyor. 42 yaşında, iki çocuklu, kocasından ayrı yaşayan ama henüz boşanmamış bir beyaz öğretmen ile 22 yaşında kasapta çalışan henüz ne olacağına karar verememiş bir siyahinin ilişkisini. Bu iki Londra sakininin 2016 Baharında yakınlaşmasına eşlik etmek üzere davet ediyor okurunu.

Lucy ile Joseph’in öyküsünü üç bölümde anlatan Hornby, tam da Brexit referandumu arifesini seçmiş. Bir yandan ilişkiyi anlatırken seçim döneminde de oluşan iklimi yedirmiş öyküye. Dışarıdan içeriye doğru ördüğü spiralle anlatıyor. Her ilişkide olduğu gibi önce tanışma ve tanışıklık sonra adı koyup koymama hali ve sorunlar ile ilerleyerek anlatıyor. Yan karakteri belirgin rolleriyle katarak o alıştığımız muzip dilini de onların diyaloglarıyla verirken nefes aldırıyor. İlk anda pek olabilir görünmeyen bir ilişki bu. İki çocuklu bir öğretmenin üstelik beyaz bir öğretmenin kendisinden yirmi yaş küçük bir siyahla üstelik de çocuklarının bakıcısı olan biriyle ilişkisinin olması pek tasvip edilebilir bir şey değil zira. Aralarındaki çekimi kabul etmeleriyle başlayan uzun bir yol onlarınki. Ailelerinin, dostlarının, iş arkadaşlarının ve çevrenin kabulüne dek süren uzun bir yol. Hornby, bu yolu anlatırken sabırlı davranıyor ve ikisine de eşit mesafe alarak okuru da ilişkiye şahit kılıyor. İkilinin aralarındaki çekimi de gerilimi de çok iyi yansıtıyor. Diyaloglarla hızlanan bölümlerin de etkisiyle ortaya detaylı ve sahici bir hikâye çıkmış. 

“Tanıdığım herkes sefil halde.” diyor Lucy’nin arkadaşları. “Seni birinin şöyle güzelce bir görmesi, uzun uzun görüşmesi lazım, değil mi tatlım?” sorusuna içi kalkan Lucy “Bu insanlar ve her türlü erotizm kalıntısından cerrahi bir müdahaleyle arındırılmış gibi duran sevimsiz mecazları moralini bozuyordu.” diye düşünürken, “Biz gençler yarını düşünmek konusunda korkunç yeteneksisiz. Sigara içmenin etkileri, emeklilik hayalleri, abur cubur yemenin zararları… Hiçbiri umurumuzda değil.” diyor Joseph… Böylesi ortamda elbette “Bu ilişkinin bir yere gittiği yok. Biz sadece… Başka bir şeyler gerçekleşene dek birbirimize eşlik ediyoruz.” demeleri kadar doğal bir şey yok. 

“Referandum birbirini sevmeyen, en azından birbirini anlamayı başaramayan gruplara kavga etme fırsatı veriyordu. Referandumda kamusal alanda çıplak dolaşmaya, vejetaryenliğe, dine, modern sanata ya da insanları birbirine şüpheyle yaklaşan iki gruba bölebilecek herhangi bir konuya dair bir evet/hayır sorusu da sorulsa aynı şey olacaktı. Altta başka şeyler yattığı için insanların siniri bu kadar bozuluyordu. Ama devlet 1970’lerden sonra üretilmiş istisnasız bütün sana yapıtlarını satıp savmaya ve elde edilecek parayı da okullara dağıtmaya karar verecek olsaydı… İşte o zaman yumruk yumruğa kavgalar çıkardı.” Diyerek özetlediği referandum atmosferini bolca tartıştıran Hornby, sonuçları da Lucy’e “Yine de korkunç bir felaket bu. Delilik.” sözleriyle yorumlatıyor. Referandum ile ilişkinin paralelliğini sık sık vurgulasa da “İkisi arasındaki ayrışma, ülkenin geri kalanını ikiye bölen şeyle aynı değildi.” demeden de geçmiyor. Yalnızlık korkusu, yaşıtları gibi olma korkusu, kuşak çatışması, arzu, yanlış anlaşılmalar, çocuk, ilişki, güven duygusu, sınıf ve ırk, sevgi ve elbette ihanet gibi pek çok konuyu işleyen roman ayrışmalarla ilerlerken “Bir sürü şey böyledir. Gidebileceği yere kadar gider, sonra geri döner. Arabalar. Trenler. İnsanlar. Hepsi geri döner.” demeyi de ihmal etmiyor.

Birbirleri için bir bacağı sallanan bir masa, camdan çatı, ince buz tabakası olan Lucy ve Joseph’in öyküsü okuru şenlendiren muzip tartışma anları ile sade, kıvrak, akıp giden sahici bir roman. “Ortada bir biçimde sevginin var olduğu kesin olsa dahi birine onu sevdiğini söylediğinizde o kişi yanlış fikirlere kapılabilirdi, artık o fikirler her neyse. Bu sözlerin herhangi bir hukuki bağlayıcılığı yoksa da bunlar beraberinde bir tür bağlanmayı getiriyor gibiydi. Bu sözler neredeyse kullanılmaz hale gelecek ölçüde ağırlaşmıştı.” Seni seviyorum demenin böylesine güçleşerek farklı kodlandığı 21. yüzyılın aşk hikâyesini anlatan “Senin Gibi”, bunca değişime rağmen üzerinde birleşilecek cümlenin değişmediğini gösteriyor: “Bak, ne dediğini anladım, uzun uzadıya tartışmamıza gerek yok. Ben de senin gibi hissediyorum.”

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template